Etiket arşivi: ebeveyn

Anne-babaya örnek olan çocuklar

Anne baba olma konusunda büyüklerden, kitaplardan hatta ana-baba okullarından yardım alırken, yanı başınızda duran en büyük eğitimciyi unutuyor olabilirsiniz. İlk insandan beri çocukların anne-babayı eğiten, yetiştiren önemli birer öğretmen olduklarını fark ettiniz mi? Her sözümüzü ve hareketimizi tekrar bize yansıtan çocuklarımız, sorumluluklardan kaçan, hayatı ciddiye almayan genç insanları eğitiyor, şefkat kahramanları haline getiriyor.

Genellikle “Ana-baba Okulu” şeklinde afişler, yazılar vs. ile ana-baba adayı ya da bizatihi ana-baba olan eşlere, profesyonel bir ana-baba olma hususunda bilgiler veren, metotlar öğreten seminer programlarını duymuş ve belki de bunlara katılmışsınızdır.
Peki, evdeki çocuğunuzun sizi eğittiğini, size bir şeyler öğrettiğini hiç düşündünüz mü? Ya da böyle bir şeyin olabileceğini hiç hesaba kattınız mı? Cevabınız ne yönde olursa olsun, rahatlıkla söyleyebiliriz ki, insanlık tarihinin var oluşundan beri ana-babalar evlatlarını besleyip büyüttüğü, yetiştirip eğittiği gibi, çocuklar da ana-babalarının yetişmelerine önemli katkılar sağlamışlardır.
Dilerseniz gelin, tarihin sayfalarını birer birer çevirerek, geçmişte yaşamış en önemli örnek şahsiyetler olan peygamberlerin hayatlarından kesitler sunarak konuya açıklık getirmeye çalışalım.

Oğlunun sevgisiyle imtihan oldu

Peygamberler, Allah Teala’nın kulları arasından seçtiği ve farklı özelliklerle donattığı üstün nitelikli insanlardır. Ancak onlar, bu üstün özelliklere sahip olmakla beraber insandırlar ve insanlara örnektirler. Dolayısıyla yaşadıkları ve karşılaştıkları olaylar esnasında sergiledikleri tavırlar bizim için son derece değerli eğitim prensipleridir. Bu bağlamda, ilk örneğimiz Hz. İbrahim’dir (a.s.).

İlerlemiş yaşına rağmen, kendisine bahşedilen evladı İsmail’i gün gelip de Allah yolunda kurban etmesi emredildiğinde, Hz. İbrahim için, öncekilerden daha çetin bir sınav söz konusuydu. Kısacası Hz. İbrahim, ciğerparesinin sevgisiyle imtihan ediliyordu. Verdiği söze sadakat ve karşılaştığı imtihana sabır, en yalın şekliyle tecelli etmişti Hz. İbrahim’in hayatında… Ve onun yaşadığı sınavı başarıyla atlatmasına, oğlu İsmail (a.s.) vesile olmuş, baba-oğlun, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için candan ve canandan vazgeçmeleri, anlamlı bir destana dönüşüp hatıra kalmıştı, sonraki nesillere… (Konuyla ilgili ayetler için bkz. Saffât Sûresi, 101, 102. ayetler)
Hz. Yakub’u (a.s.) bir düşünün… Gözbebeğinden aziz bildiği yavrusu Yusuf’u, üvey kardeşleri “kurt yedi” yalanıyla ayrı düşürmüştü kendisinden… Ve Hz. Yusuf (a.s.) da, babası için bir sabır imtihanı olmuştu. Hz. Yakub, gözlerine perde inmesine sebep olacak ağlayışlarla ağlamış, fakat isyan namına tek söz etmeden “Artık bana düşen ancak sabrın en güzeliyle sabretmektir” demişti… Günler ayları, aylar yılları kovalamış, sonunda gösterdiği sabır, Mısır’a sultan olan oğlunun tahtına oturduğu gün sona ermişti. (bkz. Yusuf Sûresi, 17, 18, 99, 100. ayetler)

Efendimiz’e gözyaşı döktüren imtihan

Asırlar sonra, peygamberler neslinden süzülerek gelen Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de, evladı İbrahim ile aynı sınavdan geçirilmişti. Hatırlayacağınız üzere, Hz. Mariye’den dünyaya gelen oğlunun doğumuna çok sevinmiş ve “ona Peygamber babam İbrahim’in adını verdim” demişti.
Medine’nin kenar mahallesinde bir sütanneye verdiği küçük yavrusu İbrahim’i her gün görmeye gidiyor, varınca bağrına basıyor ve koklayarak öpüyordu. Bir gün bebek İbrahim hastalanarak can çekişmeye başlayınca Peygamber Efendimizin gözlerinden yaşlar boşandı. Daha süt emme çağında bir bebek olan İbrahim’in kabre konuluşu esnasında Sevgili Peygamberimizin dilinden dökülen şu sözler, evladı ile sınanan müminler için önemli bir örnekti.
“Gözümüz ağlıyor, gönlümüz mahzun… Fakat biz Rabbimize isyan olacak hiçbir şey söylemeyiz. Ah İbrahim! Senden ayrılışımız bizi ne çok üzdü, bir bilsen…”

Çocuk, hayatı öğretiyor

Yukarıda sıralanan örnekler, çocuklarımızın öğretmen oldukları ana-baba okulunda vazgeçilmez ön şartın zorluklar ve sınamalar karşısında sabır göstermek olduğunu ortaya koyuyor. Aslında Allah Teala, her zorlukla beraber kolaylığını da ihsan ediyor. Bu kolaylık sebebiyledir ki anneler-babalar, doğumuyla birlikte yuvalarına ayrı bir hava getiren, gönüllerine sürûr bahşeden bebeklerinin, kendilerine yaşattığı farklı zorlukları hiç şikayet etmeden aşabiliyor, gecenin bir vaktinde ağlayıp da anne-babasını tatlı uykularından uyandıran bebeğin rahatı ve huzuru için seferber oluyorlar.
Yapılan birtakım araştırmalar, anne baba olmadan önceki hayatlarında sorumluluk almayan, daha ziyade ferdiyetçi bir anlayışla “hayatını yaşamak” isteyen pek çok kişinin, evlenip yuva kurduktan sonra dünyaya gelen evlatlarıyla birlikte sorumluluk almaya başladıkları ve evlatları vesilesiyle kişiliklerindeki eksik tarafları tamamlayıp, potansiyel olarak sahip oldukları özellikleri ise geliştirdiklerini gösteriyor.

Önce anne baba düzelmeli

Bu itibarla diyebiliriz ki, evlatlar, anne babaları için bir okul gibidirler. Ebeveyn bir bakıma kendi nefsinde gizli duran, pek açığa çıkmayan, türlü türlü huysuzlukları, inatçılıkları, çekememezlikleri, kıskançlıkları, o çok sevdikleri yavrularında en açık ve yalın haliyle seyretme imkanını buluyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse, her anne baba, aynı başarıyla bu eğitimi tamamlayamıyor.
Bu konuda başarının olmazsa olmaz ön şartlarından biri de anne-babanın çocuğunda gördüğü olumsuzlukların, kendi nefsiyle ilişkisinin ve bağlantısının ne kadar olduğunu sorgulamasıdır. Onların ne kadarının kendisinde de bulunup bulunmadığını kontrol etmesidir.

Çocuğa karşı edepli olmak

Bize bir anlamda hayatı öğreten çocuklarımızla ilişkimiz hem onun hayatını hem de kendi hayatımızı şekillendiriyor. Ebeveyn-çocuk ilişkisinde ebeveynin her hareketi, çocuğundan kendisine yansıyor. Bu nedenle her hareketin belli bir bilinçle, düşünerek yapılması gerekiyor.

Çocuğun anne babasıyla, büyükleriyle muhatap olurken uyması gereken bir adab-ı muaşeret, diğer adıyla görgü kuralları olduğu gibi, ebeveynin de çocuğa karşı dikkat etmesi gereken edeb kuralları vardır. Kur’an ve hadislere baktığımızda bu konuda orijinal hususlarla karşılaşırız. Hayatın tamamını kuşatan İslam dini, kişinin kendisi, ailesi ve toplumuyla alakalı ilişkilerde birtakım kurallar belirlemiş, bunu gerek Kur’ân-ı Kerim ayetleri, gerekse Hz. Peygamberin hadisleriyle ortaya koymuştur.
Sözgelimi, ebeveynin evladına hitap şekli Kur’ân ayetleriyle belirlenmiştir. İstisnasız her hitapta, evlada “Yavrucuğum/ Oğulcuğum” anlamına gelen “Yâ Büneyye” ifadesi yer almaktadır. Bu ise, şefkat ve muhabbetin en anlamlı ve en yalın ifadesidir. (Örnekler için bkz. M. Emin Ay, Ailede ve Okulda İdeal Din Eğitimi, s.61)
Aynı uygulamayı Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) hayatında da görmekteyiz. Kâinatın Efendisi de çocuklara hitap ederken sevgi ve şefkat dolu ifadeler kullanmıştır.

Çocuğun kişiliğine saygı göstermeli

İnsanoğlunun çocukluk döneminde en çok muhtaç olduğu şey sevgidir, ilgidir. Sevgi için eğitimciler “büyüme vitamini” derler. Çocuğun ailesi vasıtasıyla toplum içinde sosyalleşebilmesi için önce aile ortamında kendini güvende hissetmesi gerekir. Bunun için de öncelikle çocuğun duygusal açıdan doyurulmuş ve tatmin edilmiş olması icab eder. Duygusal anlamda tokluğu sağlayan en önemli unsur ise sevilmesi ve sevildiğinin ona hissettirilmesidir. Gerçekten çocuğa karşı hitap şeklindeki bu incelik bile anne babalara bu önemli konuda anlamlı bir katkıda bulunmaktadır.

Ebeveynin evladından saygı görebilmesi için, önce onun kişiliğine, duygularına ve “çocukça” da olsa düşüncelerine ve fikirlerine saygı duyması gerekir. Fikirleri alınan çocukların belli bir ikna sürecinden sonra görüşleri uygulamaya konulmasa bile kendilerine değer verilerek onlardan fikir alınması, duygusal anlamda çocukların doymasına yetmektedir diyebiliriz.

Kızını görünce ayağa kalkan bir baba

İnsanlık tarihinde baba-evlat diyalogunun en güzel örneği olan Sevgili Peygamberimiz (sav) ile küçük kızı Hz. Fatıma (r.a.) arasında yaşananlar, sevginin ve saygının önce büyükten geldiğini ve öncelikle büyükten gelmesi gerektiğini eşsiz güzelliğiyle ortaya koyan nice tablolara sahiptir.

Bir peygamber düşünün ki, kızı geldiğinde ayağa kalkıyor, ellerinden tutup alnından öpüyor ve ona saygı duyduğunu, değer verdiğini göstermek için sırtındaki hırkasını yere serip üstüne oturtuyor! Tarihî kaynaklar, kendilerini ziyarete geldiğinde bu davranışların benzerini Hz. Fatıma’nın da Sevgili Peygamberimize gösterdiğini aktarmaktadır. (Bilgi için bkz. M.Emin Ay, Şefkat Peygamberi)
Sözlerimizi, getirdiği din ile tüm insanlık alemine insanlığı, anne-baba olmanın önemini ve değerini öğreten Sevgili Peygamberimizin bir tavsiyesiyle bitirelim.
“Evladının, kendisine iyi davranması hususunda ona yardımcı olan ana-babaya Allah Teâlâ da rahmetiyle, merhametiyle muamele etsin…”

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Değersizlik Hissi

Aidiyetin kırılmasındaki en önemli faktör değersizlik hissidir. Çocuğa ya da insana yapılabilecek en büyük kötülük, onun varlığını görmezden gelmek ve ona kendini değersiz hissettirmektir. Bu iki unsur kişilik kaybı, davranış bozuklukları ve aidiyet yoksunluklarını da beraberinde getirir.

Değersizlik hissi ya da değer hissinin yitirilme sebebi çocukla kurulan iletişimdir. Değer-değersizlik kişiden kişiye sözlü ve sözsüz iletişimle geçer. Eğer ebeveyn çocuğa insan olmaktan kaynaklanan sevgi, saygı ve değeri vermiyorsa, çocuğun hissedeceği şey değersizliktir.

Aidiyetin oluşumuna sadece değerlilik ve değersizlik hissi üzerinden de bakılabilir. Çünkü tek tek ifade etmeye çalıştığımız başlıkların her birinde değersizliğin kırıntıları vardır muhakkak.

Kalabalıklar içinde bir kişiye değer vermek, onun kendini değerli hissetmesini sağlamaz her zaman. Değerlilik hissi birebirdir, çok defa baş başadır, koşulsuzdur, belli bir amaca dönük değildir. Sadece “Senden dolayı bu halim. Sana duyduğum ilgiden, sana duyduğum sevgiden ve benim için değerli olmandandır.” demektir.

Değerlilik hissi eğer sunileşmeye başlarsa (aşırı yükleme) değersizlik algısı ortaya çıkar. Çünkü değerlilik hissinin içindeki en önemli faktör doğallıktır. Doğallık bozulduğunda değerlilik duygusunun algısı değişir, çocuk insan olmaktan kaynaklanan kıymeti göremez. Bu da değersizlik hissini çağrıştırır kişide.

Mesela, çocuğu lunaparka götürmek, aslında aracı kullanarak, “Seni çok önemsiyorum.” duygusunun ispatıdır. “Seninle birlikte olmaktan keyif alıyorum.”un göstergesidir. Kişiye özel bir hitaptır. Ve tüm bunların yöneliş yeri çocuğun duygularıdır.

Fakat ebeveyn lunaparktaki eğlenceye katılmaz, elindeki telefonla ya da başka işlerle uğraşır, çocuğunun heyecansız halini görüp, “Getirdik ya eğlensene.” derse; burada çocuk değerlilik değil, değersizlik hisseder. Çünkü ebeveyn fiziken orada olsa da ruhen yoktur. Sadece çocuğunun isteklerini yerine getirerek onu oyalamaya çalışır.

Oysa eğlence merkezleri, dışarıda yemek yeme, piknik yapma, deniz kenarında yürüyüş… Bunların her biri aracı unsurlardır. Ebeveyn bu araçların kullanıldığı anı derinleştiremez veya duygusal yakınlığa dönüştüremezse, değerlilik hissi oluşmaz çocukta. Çünkü aracılar duyguya erişmek içindir, üzerinde yoğunlaşmak için değil.

Çocuklarıyla vakit geçiren ebeveynler, “Acaba şu anda onunla değerlilik hissiyle mi irtibat halindeyim? Davranışlarımın içinde çocuğuma hissettirdiğim bir değersizlik var mı?” diye denetlemelidir kendini.

Şunu da belirtmekte fayda var: Çocuğa değerliliğini hissettirmek için illa aracı kullanmaya da gerek yoktur. Çocuk bazen ebeveyniyle oturup beş dakika sohbet ettiğinde de değerliliğini hissedebilir.

Bazen vicdan azabı çeken, çocuklarına iyi anne- baba olamadığını düşünen ebeveynler, “Seni alışveriş merkezine götüreyim mi?”, “Sana istediğin bilgisayar oyununu alayım mı?”, “Çok sevdiğin arkadaşlarını bize çağıralım mı?” diye sürekli aracılar kullanarak çocuğuna değer verdiğini göstermeye çalışır. Çocuk böyle durumlarda mutlu olsa da oradan değer kazanmaz. Değer, ancak ebeveynle çocuk arasında duygusal temas aracılığıyla geçişkenlik sağlandığında ortaya çıkar.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş