Etiket arşivi: baba

Bir Babanın Ölümü Ardından!

olum.mevt Cenab-ı Allah (cc) Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyurur: “Her nefis ölümü tadıcıdır.” (Âl-i İmrân, 3/185).  

“Muhakkak ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler.” (Zümer, 39/30).

Birinci ayet ölümün şümulüne, ikinci ayet ise imtiyazsız olduğuna işarettir.

Ruh, Allah’ın en mükemmel bir eseridir. Hayat nimetine kavuşmuş bir varlık, bu nimet ve şeref ondan ebediyen geri alınmayacaktır. Berzah âleminde, mahşerde, cennet veya cehennemde de devam edecektir.

Ruhu yaratan Kadir-i Zülcelâl, her ruha uygun bir beden de yaratmış,  bu da O’nun hikmet ve kudretindendir. İşte bedende emanet durdurulan ruh, bedenden çıkıp kendine mahsus bir başka âleme göç etmesi olayına veya ruhun bedendeki tasarrufuna son vermesine ölüm denilir.

Babam da dünya hayatından; Rahman-ı Rahim’in umumi davetine 11.10.2013 günü icabet ederek ahiret âlemine irtihal etmiş, vefatı umumi af ayı olan Zilhicce ayı, Kurban Bayramına üç gün kala ve cuma gününe rastlanması, inşallah hakkında Rahmete vesile olmuştur.

Zaten 92 yaşında imanlı, inançlı ve sağlam bir itikada sahip, sekerat-ı mevti sezdirmeden vefat etmesi, İslami kaynaklarda:‘dünyada yaşarken iyi hal üzere olanların, yani iman edip emir ve yasaklara titizlikle riayet edenlerin ölümlerinin kolay olacağı ve ölüm meleğinin onlara rifk ile (yumuşaklıkla) muamele edileceği’ belirtilmektedir.

Vefatına kadar şuuru taalluk ettiği müddetçe namazını bir şekilde eda eder, sair zamanlarda da zikirle meşgul olurdu. Vefatından sonra da arkasında günlerce dualar ve hatm-i şerifler okunmuştur. Allah rahmet etsin. Âmin…

Bu vesileyle acımızı paylaşmak üzere bizzat evimize kadar gelen, telefonla taziyette bulunan tüm dostlarımıza teşekkür ederim.

Bediüzzaman ölüm için şöyle diyor:

“Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir. Öyle de dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile bir hikmet ve tedbir iledir.”Mektubat

Yukarıda ifade edildiği üzere: Hayat, ihya fiiline dayandığı gibi, ölüm de imate fiiline dayanıyor. İhya da, imate de ayrı ayrı birer ilâhî ismin tecellisine hizmet ediyorlar. Dolayısıyla ölüm, yeni ve güzel bir hayata atılan bir adımdır, yani berzah âleminin dünya âleminden daha güzel; ahiret âleminin de berzah âleminden daha güzel bir yer olduğunu mü’minlere bildiriliyor.

Mü’min elbette “Ölümü gülerek karşılar.” Belki dünyadan ebedi bir müfarakat için, yakınları üzerinde bir geçici hüzün bırakır, iki üç gün gibi kısa bir zaman sonra Rahman sıfatının tecellisiyle o hüzün de kalkar.

Yani, “Eğer dostlardan mufarakat olmasaydı, ölüm ruhlarımıza yol bulamazdı ki, gelsin, alsın.” Demek, en ziyade insanı öldüren, ahbaptan mufarakattir. Evet, hiçbir şey beni o vaziyet kadar yandırmamış, ağlatmamış. Eğer Kur’ân’dan, imandan medet gelmeseydi, o gam, o keder, o hüzün, ruhumu uçuracak gibi tesirat yapacaktı.” Lem’alar, Yirmi altıncı lem’a

Ölüm, yok olmak ve hiçliğe gitmek anlamında görmemek gerekir. Zaten dünyada sevdiğimiz şeylerden ayrılmanın içyüzü de budur. Yoksa ebedi bir ayrılık ve ebedi bir hasret değildir. Ölüm şu geçici ve meşakkatli dünya hayatından huzurlu ve daimi bir hayata geçiştir.

Şairin algıladığı gibi ölüm ebedi hüsran ve acıklı bir ayrılık değil, tam aksine ebedi bir saadet ve kavuşmanın bir ilk adımı ve bir başlangıcıdır. Allah’a (cc) hakkı ile kul olan, ölümden korkmaz. O’na kul olana ise her şey musahhar ve hizmetkâr olur. Azrail (as)’de musahhar olur. Toprak ta musahhar olur.

Ya İlahi ve Yarabbi! Resul-i Ekrem Aleyhisselatu vesselamın hürmetine bizi onun şefaatine mazhar, sünnetine itiba ve dar-i saadette al ve ashabına komşu eyle, Âmin…

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

22.10.2013

www.NurNet.org

İnsan Yaratıcısına İtaat Etmeli

Evet insan için, kendini yoktan var edip, yaratana boyun eğip itaat etmesi kadar normal ne olabilir? Onunla beraber, asırlarca dünyayı İslamiyet’le şereflendiren Türkiye’deki insanlar bugün, Avrupadan gelen “materyalist” ve “natüralist” felsefenin  tesiri altında kalarak, maneviyattan nasibini alamadıkları için yaradılışı, kör, sağır ve şuursuz tabiata verebiliyorlar.

Bu sebepten ötürüdür ki, bugün şehit dedelerin torunları olan bu anne babaların birçoğu,  evladının yalınız maddi geleceğini garantiye almayı düşündüğü için, onların nazarını yalınız bu geçici dünya hayatına çevirip, biricik yavrusunu, maneviyattan uzak yetiştiriyor. İşte bu kuru maddecilik fikrini taşımak sebebiyle, Allah’ın anne babaya verdiği en güzel hediyesi olan evlatlarına, onların yaratıcısı olan Allah’ı tanıtmadılar.

Halbuki, Hiçbir şeyi olmayan bir miskine, hayırseverin biri  dayalı düşeli bir daire verip, ihtiyaçlarını karşılamak için günde iki üç defa hal hatırını sorsa, o miskin adamın  nasıl o hayırsevere karşı minnettarlık hissedeceğini düşünebilirsiniz. Verdiğim bu örnekten, biz Allah’ımıza karşı nasıl bir teşekkürle borçlu olduğumuzu anlamamız lazım. Çünkü O Yüce Yaratıcı  insanı hiçlikten çıkarıp, en üst bir makama çıkarmak için, bütün mahlukatı basamak yaparak çeşit çeşit nimetleri önüne sermekle insanı en yüce bir makama yüceltmiştir. Hatta Allahın emirlerine tam uyan bir Müslüman’ın makamı meleklerden de üstündür.

Bu kadar nimetler önüne serilen bu âile reisi gözünü yalınız maddeye diktiği için evlatları herhangi yerde çalışıp eve düzgün maaş getirseler babalarını güldürürken, o babanın oğlu veya kızı sabah namazına kalkmadıkları zaman baba pek rahatsız olmaz. Hatta bazısı kılını bile kıpırdamadan hayatını devam ettirebiliyor.  Dinden imandan nasibini almayan bu baba, Müslümanlığa gelince, kendisine kuru gayret vermek için, ben Müslüman değil miyim diyebilmektedir.

Bugünkü annelerin çoğu da, gerekli din terbiyesini alamadığı için, Allah tarafından ona ihsan edilen evlatlarına karşı  vazifesini yapamıyor. Allah’ın anneye verdiği şefkat kahramanlığını yerinde kullanmıyor. Yani âhireti veresiye kabul ederek, dünyevi yatırımları  peşin para görüp “Aman oğlum öğretmen olsun, paşa olsun ” kızım müdire veya hemşire olsun!” diyor. Evlatlarını Kur’an kursuna göndermiyor musun denilince, atlatmak için, amân sende! Herkes evladını tahsilli yapmaya çalışırken, sen bana neden bahsediyorsun, der geçer. Bu hanımın bu sözleri o pişmanlık gününde, ona pek pahalıya patlayacağını hiç düşünmeden,  bu boş lafları çekinmeden konuşabiliyor.

Şimdi öz derdim gibi, derdim olan bu gafil anne ve babaların  evlatlarını böyle ahlaktan uzak görünce, üzülüyorum! O masum kardeşleri kötü yollarda da görsem, onlara asla küsemiyorum, maneviyattan boş olan bu çocuklara çok acıyorum. Çünkü onların bu hale düşmelerinin ana sebebi, onların anne ile babalarıdır.

İnsana imandan gelen şefkat sayesinde, kendi kendine sorası geliyor: Acaba bu yavrulara bugüne kadar hiçbir şey verilmediği için onlar Allaha karşı mes’ul olmayacaklar mı? Evet olacaklardır. Çünkü buluğ çağına girdikten sonra herkes yaptığından Allah’ına karşı mes’ul olacaktır. Peki bu vaziyete düşen bu genç kardeşlerin yapacakları nedir? Onlar Allah’ı bulmak için kafalarını ciddi çalıştırarak, ilk önce kendi vücutlarına bakmalı. Çünkü vücutlarında mevcut olan o mucize azaların hiçbirini ne annesi ne de babası yapmadı. Onları yapanı bulmalı ki cehennem gibi acı bir azaptan kurtulsunlar. Kurtulmaları için de, hemen eski hayatlarını terk etmeleri icap ettiğini anlasınlar. Bilsinler ki eski alışkanlıklarını bırakmadan onlar kurtuluş çaresine eremezler. Yukarıda bahsedilen yalnız cehennem gibi acı azaptan kurtulma kârı ile de kalmayacaklar! Belki Cennet gibi sonu olmayan güzel ve mutlu bir hayatı kazanmak kârını da elde edeceklerdir. Allah onların yardımcıları olsun.

Bundan sonra onlara düşen Allah’a itaat etme yoluna girmektir. Eğer girerseler,  o zavallı anne ile babalarını de azaptan kurtarma ihtimalini elde etmiş olacaklar. Çünkü o anneler ve babalar, evlatlarını dindar yetiştirmedikleri için cehennem ateşinde yanmayı hak etmiştiler. Bu sefer bu evlatlar yolunu bulmakla hem kendilerini, hem de anne ile babalarını mes’uliyetten kurtarıp, cehennem gibi bir azaptan kurtarma ümidini elde etmiş olacaklar. Bununla beraber her iki hayatlarında rahat olma gibi isabetli bir şansı elde etmiş olacaklar.  Bu görev buluğ çağına ermiş, şuurlu evlat ve torunlara düşüyor. Allah onların yardımcıları olsun.

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Bir baba olarak, kimi model aldım?..

Bir baba olarak, çocuklarımla ilişkimde onları hiçbir zaman ve hiçbir meselede “plastik bebek” olarak görmedim. “Siz bir kenarda durun, bir şeye karışmayın!” demedim.

Tam tersine, kızımı da oğlumu da hayatın içine çekmeye çalıştım. Amacım, adam yerine konduklarını hissettirmekti…

Dikkatimi çekiyordu çünkü… Bakıyordum, kızım veya oğlum en çok neye seviniyor, en çok ne zaman memnun oluyor? Ve anlardım ki çocuklarım, adam yerine konulduğunda çok seviniyor.

Mesela kendi mesleğimden örnek vereyim. Gazeteci-yazar bir babaydım. Evin her tarafı kitaplarla doluydu. Bazen hanım kızardı, “Efendi, bunca kitabı nereye koyacağız? Üstelik tozlanıyor da!” “Aman hanım” derdim, “kitaplarıma laf etme; sigara getirsem daha mı iyi…” Tabii çocuklarım da kitapların, dergilerin içinde büyüdü. Yazdığım makaleleri ve kitapları evvela çocuklarıma okutur, onların fikrini alırdım. Bir roman yazmaya başlamıştım, yirmi sayfa kadar olunca… Kızım Ayşenur’a verdim. O zaman belki on iki yaşlarındaydı. “Evladım, kitabı oku, fikrini söyle.” dedim. Kızım yazdıklarımı okudu bitirdi. Yanına gittim, çok dikkatli bir şekilde yüzüne bakarak, “Nasıl, beğendin mi?” diye sordum. Yüzünü ekşitti, burnunu kıvırdı. Hemen o anda kızımın gözleri önünde yazdıklarımı yırtıp attım. Tabii şaşırdı, “Baba neden yırttın?” dedi. “Çünkü sen beğenmedin.” dedim. Kızım anladı ki, onun ne düşündüğü benim için çok önemli…

Böyle müşterek çalışmalarda çocuk kalben rahatlar.

Bir yayınevi, hadis ansiklopedisi hazırlamamı istedi. Eve geldim, çocuklarıma dedim ki, “Bu ansiklopediyi birlikte hazırlayalım…” Çocuklar, “Tabii!” dedi. O sırada yanımızda bir ahbabımız vardı. “Çocuklar bu işi beceremez!” dedi. Kızımın yüzü asıldı; “Ben yapamam baba!” dedi. “Kızım” dedim, “bu işi sen yapabilirsin! Ben buna inanıyorum.” Aslında benim asıl amacım, çocuklarımla vakit geçirmek, onların bana yardım edebildiğini göstermekti. Allah’a şükür ansiklopedi işini tamamladık. Çocuklarıma teşekkür ettim ve o zamanın parasıyla ödeme de yaptım. Bu para, bana verilen ücretin tamamıydı…

Aynı şekilde çocuklarımın dersleriyle de yakından ilgilendim. Mesela oğlumun kimya dersiyle arası iyi değildi. Yakın bir arkadaşımın lise son sınıfa giden oğluyla görüştüm. “Eve gel, oğluma kimya dersi ver. İstediğin ücreti sana ödeyeyim.” dedim. Daha ikinci derste oğlum dedi ki: “Baba bu çok basit bir dersmiş!” Bir ders yüzünden belki tahsil yapmaktan soğuyabilirdi. Allah’a şükür böylece tedbir almış olduk.

Herkes evliya değildir amma Peygamberimiz’in hayatını anlatan kitaplar her yerde satılıyor. O’nun (sas) aile hayatı, eşleriyle, çocuklarıyla nasıl geçindiği okunur öğrenilirse kesin olarak inanıyorum ki aile hayatımıza yeni bir pencere açılır…

Futbol maçında hakem oyunu yönetir. Faul, penaltı, taç… Peygamber de hayatımızın hakemi olmalı. Yeryüzü sahasında herkes kendi rolünü oynarken Peygamberimiz hayatıyla bize hakemlik ediyor… Siyer okumak ve hayata tatbik etmek mutlu bir aile olmak için yeterli bir reçetedir…

Hekimoğlu İsmail / Zaman

Babalık Görevimizi Yerine Getiriyormuyuz?

Başta kendime bu soruyu soruyorum Babalık görevimi  yapıyor muyum?  Bu soruya vereceğim cevap tabii ki evet  olacaktır.Hiç kimse kendinde bir eksiklik görmez.Her zaman kendini dört dörtlük zanneder .Fakat  aslında durum öyle değildir.Her insan biraz daha düşünse kendisinde bir çok eksiklik bulur.

Babalık açısından baktığımızda sanki çocuğa elbise,kitap,harçlık verdiğimizde çocuğun bütün ihtiyaçlarını karşıladığımızı zannederiz. Ancak çocuğun ihtiyaçları maddiyatla bitmiyor.Çocuğun en önemli ihtiyaçlarını eksik bırakıyoruz.”Sevgi ,ilgi ve şefkat ” gibi manevi ihtiyaçları boş kalmaktadır.

Bunu çok güzel anlatan bir yazıyı size aktarmak istiyorum.Bu yazıyı mutlaka sonuna kadar okuyun.İnanın bu yazıyı okuduktan sonra bir baba olarak çocuğunuza çok farklı yaklaşacaksınız.

Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım. Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı. Babam akşamları eve yorgun dönerdi.
Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, ‘Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!’ derdi. Annem de ‘Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksı n babanla?’ diye çıkışır, beni odama gönderirdi.

”Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, ‘Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.’ diye bağırmaya devam ederdi. ‘Keşke benim de bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık’ derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.

 Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı. Bir gün anladım
ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım.

Önce resim yaparak başladım işe. Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; ‘Bak, böyle uslu uslu oyna işte.’ diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. ‘Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.’ diye komşulara anlatıyordu annem halimi.

Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem ‘Odanı topla!’diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum. Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum .

 Annem odama gelip ‘Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım. ‘ dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden alırsa ben ne yapacaktım?

 Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim. Babam baktı. Hım, dedi ‘Çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde.’ dedi. Ben ‘Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.’dedim. O ‘Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.’dedi. Ben yine ‘Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.’ dedim. Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: ‘Peki neden bizi küçük çizdin?’ dedi. Heyecanla başladım anlatmaya.

   Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım.Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde ‘Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.’ diyeceğim. Ve bir de bağıracağım ‘Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar’ diye.

Annemle babamın gözleri  fal taşı gibi açılmıştı. Duyduklarına inanamıyorlardı .. Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.

Farkında’ Olmalı İnsan… Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.

Unutmayalım !  Bu günün çocukları yarının büyükleridir.Bu gün biz onlara nasıl davranırsak ,onlara gerekli ilgiyi,sevgiyi,şefkati  göstermez isek onlarda yarın  aynısını bize yapacaklardır.

HAMİT DERMAN

Anne ve Babanın Hukukunu Gözetmek

Anne ve babaya iyilik etmek ve onların hukukunu gözetmek, Kur’ân’ın bizzat ilgilendiği bir konudur. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:Rabb’in, yalnız Kendisine ibâdet etmenizi ve ana babaya iyilik etmenizi emretti.

Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın ‘Öf!’ bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle. Onlara merhamet ve tevâzu kanadını ger ve de ki: ‘Ey Rabb’im! Nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur.’ Sizin içinizde olanı Rabb’iniz hakkıyla bilir. Eğer siz salih kimseler olursanız, muhakkak ki O, Kendisine yönelenler için çok bağışlayıcıdır. Akrabâya, yoksula ve yolda kalmışlara hakkını ver. Malını israf ederek saçıp savurma.”

Peygamber Efendimiz (asm) bir hadislerinde: “Anne ve babası yanında ihtiyarladığı halde onları râzı etmek sûretiyle Cennete giremeyen kimsenin burnu yere sürtülsün!” buyurmuş, bir diğer hadislerinde de,

 

Şu beş şeyin cezâsı dünyada hemen verilir:
1- Zulüm yapmak,
2- Hâinlik etmek,
3- Anne-babaya eziyet etmek,
4- Akrabalarla ilişkiyi kesmek,
5- Yapılan iyiliği görmemek.”
buyurmuştur.

Hânesinde ihtiyar anne-babası veya akrabasından ya da îman kardeşlerinden bir amelmande (iş yapamaz hale gelmiş) veyâ âciz ve hasta bir şahıs bulunan kimseleri yukarıdaki emirlere dikkat etmeye çağıran Bedîüzzaman, bu âyetlerin ihtiyar anne ve baba için beş derece şefkate dâvet ettiğini kaydeder.

Âyeti tahlil edersek bu beş derece şefkatin şunlar olduğunu görürüz:

1- Anne ve babaya “Öf” bile deme!
2- Anne ve babayı azarlama.
3- Anne ve babaya yumuşak sözlü ve tatlı dilli ol.
4- Anne ve babaya merhamet ve tevâzû kanadını ger.
5- Anne ve baba için Rabb’ine duâ ve niyâzında de ki:
“Rabb’im! Onlar beni nasıl küçükken besleyip büyüttüler ve beni terbiye ettilerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur.”

Saîd Nursî, ihtiyar anne ve babaya gösterilmesi gereken şefkat ve merhametin sebep ve hikmetlerini şöyle sıralar:

1- Dünyada en yüksek hakîkat, anne ve babanın evlâtlarına karşı şefkatleridir.
2- Dünyada en yüksek hukûk, anne ve babanın şefkatine mukâbil hakları olan hürmettir. Çünkü anne ve baba hayatlarını, çocuklarının hayatları için hiç tereddüt etmeden fedâ etmektedirler.
3- Öyle ise insanlığı kaybolmamış ve canavarlaşmamış her bir evlat, o muhterem, sâdık ve fedâkâr dostlara hâlis şekilde hürmet etmeli, samîmî olarak hizmet etmeli, rızâlarını tahsil ve kalplerini hoşnut etmelidir.
4- O mübârek ihtiyarların vücutlarını ağır görüp ölümlerini arzû etmek çirkin bir alçaklıktır, kara bir vicdansızlıktır, acı bir zulümdür.
5- İhtiyar veya işten kalmış kişiler aslında içinde barındırılan evin bereket direği, rahmet vesîlesi ve musîbetlerin defedicisi hükmündedir. Bundan dolayı evinde hasta, sakat, yaşlı gibi bir amelmande barındıran kişi, “Maîşetim dardır; idâre edemiyorum” dememeli, bilâkis onların yüzünden gelen bereket olmasaydı geçim darlığının daha ziyâde olacağını bilmelidir.

Süleyman Kösmene / Yeni Asya