AHİR ZAMANDA yaşamak demek, hayret makamını farklı bir boyutta sürekli taşımak demekmiş anlaşılan. Her defasında “Bunu da gördüm ya, artık ne görsem ne duysam şaşırmam” diyorum. Ama birileri çıkıp öyle bir şey yapıyor ki, yeniden hem hayrete hem dehşete düşüyorum. Hayatını tekrar tekrar, farklı kaynaklardan okumaya çalıştığım bir sahabedir bilinen adıyla Ebu Eyyub el Ensari. Şüphesiz tümü benzer özelliklere sahip olsa da, takvada, istiğnada, tavizsizlikte aklıma gelecek ilk üç sahabeden de biridir. Onun hayatını okumaya özen göstermem kişinin en çok tanıdığı bildiğini sandığı şeylere kör oluşundan kaynaklanıyor. Onu, yüzyıllardır adıyla anılan bir semtte ağırlıyor olduğumuz için çokça tanıdığımız zannediyoruz, oysaki gerektiği kadar tanımıyoruz.
Temiz soyu babası tarafında onuncu dedesinden, annesi tarafında sekizinci dedesinden efendimize dayanan Halit Bin Zeyd Ebu Eyyub El Ensari, efendimizin mihmandarı olduğu kadar tek başına Medine’yi İslam’a hazırlamaya giden Musb bin Umeyr’in de hicret kardeşidir. Akabe-i Kübra’da Musab’ın peşine düşüp efendimizle müşerref olarak İslam’a girdiği andan itibaren ne kardeşi Musab’ı, en İslam peygamberini bir an bırakmamıştır. Zenginliği, şan ve şöhreti, şehrin en gözde genci olma özelliğini tek lahzada silip atan Musab bin Umeyr’in öldüğünde bir kefenden mahrum olduğu malum. Gayet manidardır kardeşlik için ikisinin seçilmesi. Çünkü Eyyub el Ensari’nin de dünya malına yaklaşımı budur. Bunun en basit örneği adalet timsali Hz Ömer’in oğlu Abdullah b. Ömer’in düğününde sergilediği tavır olsa gerek. Düğün evinin kapısına gelen Ebu Eyyub, evin duvarlarında yeşil bir perdeyle süs yapılmış olduğunu görünce tepki göstermiş, “Siz de mi duvarlarınıza perde asıyorsunuz” diye sitem etmişti. Abdullah b. Ömer, “kadınlarla basa çıkamadık” kabilinden bir cevap verdiğinde; “Pek çok kimse kadınlarla basa çıkamasa da senin basa çıkamayacağını ummazdım. Ben ne sizin evinize girer, ne de yemeğinizi yerim” diyerek geri dönmüştü. Aynı tavizsiz hatta korkusuz tavrı, Şam’a seyahat edip Muaviye’nin yanına gittiğinde de görmek mümkündür. Mahmud Sami Ramazanoğlu’nun değerli eserinde ayrıntısını bulabileceğiniz bu ziyaret, gördüklerinden ziyadesiyle rahatsız olan Ebu Eyyub’un, “Senin mekanında sünnet-i Muhammediye’nin yerini bidatların tutmuş olduğunu gördüm. Sana yalnız takvayı tavsiye ederim. Bir daha da senin meclisine gelmem” diyerek Basra’ya İbn Abbas’ın yanına gittiğini biliyoruz.
Şimdi bunları niye hatırladım. Hepimiz büyük bir acı sarmalının içinde kıvranıyoruz ne zamandır. Ümmet dediğimiz büyük ailemizin her yerinden kan sızıyor. Dinmeyen yaramız Filistin, Afganistan, Irak, Afrika, Türkistan, Arakan ve Suriye. En çok Suriye.. Gözümüzün önünde açlıktan kıvrana kıvrana öldü masum çocuklar, bıçaklarla kesildiler, kimyasallarla boğuldular, varillerle bombalanıp betonların altında can verdiler. Soğuktan kas kastı kesildiler, üşüyerek öldüler. İzledik biz. Belki bir parça infak ettik, dua ettik, ama içimizin acısını dindiremedik. Daha dün, üç dört yaşlarında bir çocuğun ‘ne olmak istiyorsun’ sorusuna verdiği cevabı izledim. “Şehit olmak istiyorum” diyordu çocuk, nedeni sorulduğunda da, “çünkü açım, şehit olursam cennete giderdim, cennette ekmek var” dediği bir dünya burası. Boğazınızdan geçen ekmek lokmaları boğazınıza dizilmiyorsa vicdanınızı kontrol edin.
Şehrin en görünür yerindeki billboardlarda iki kare görüyorum ne zamandır. Birinde masum bir çocuk yüzü var, ‘Sana ihtiyacım var’ diyor.. Bir yardım kampanyasına ait bu ilanın yanı başında ise ‘Maldivler’e akın var’ yazıyor. Maldivlere akın varsa bu çocuklar kim ve neden açlıktan ölüyorlar, bu çocuklar açsa ve açlıktan ölüyorlarsa Maldivlere nasıl akın edilebiliyor?
Projenin sahibi, renkli gömleği, tatil şortuyla Maldivler’de verdiği pozun yanında projesini açıklıyor, ilk cümlesi ‘Müslümanın hayattaki gayesi’ne dair bir hadis paylaşımı şeklinde gerçekleşiyor. Sonra dünyada yüzbinlerce sahil oteli olduğu halde Müslümanlara uygun plajı olmayanlara ne kadar içerlediğini anlatıyor. Oysa her Müslümanın hakkı helal plaj.. Ve bu hakkı savunmanın kendilerinin ana sayesi olduğunu vurguluyor. Bu proje için yüce Allaha şükrederek devam ediyor. Gelelim tatil adasının isminin sırrına. Şaka değil, cümleler aynen şöyle; “Hz Eyyub El Ensari nasıl ki, kötüden iyiye geçiş anlamına gelen hicret günü peygamber efendimiz SAV’i evinde misafir ettiyse, önümüzdeki hicret gününden itibaren, tüm dünya Müslümanlarını Maldivlerdeki Eyyub El Ensari’nin Evi’nde misafir olmaya davet ediyoruz.”
Mevlana et döner, Şems tuhafiye, Adab mayo, Mekke pazarı, Medine giyim, Hiranur Börek, Sefa Merve moda, 1453 iç giyim. Alıştık artık bu ‘marka’lara değil mi. Din tüccarlarına. Değer sömürücülerine. Ama bu kadarına pes. Ebu Eyyub El Ensari’nin Maldivlerdeki evi… Sanki bir aş evi açmışlar da, fakirlere yemek dağıtacaklar. Sanki bir ilim evi açıyorlar da, peygamberin hatırasını yaşatacaklar. Sanki bir yetimhane, sanki bir “fakirhane”. Hayır, sadece zenginleri çağırdıkları evin ismi bu. Helal plajlarda binlerce Euro harcayacak Müslümanlara özel bir ev. Dünya nimetlerinden sonuna kadar faydalanmak isteyen, onlardan ne eksiğimiz var, diye kıvrananlara özel. Nasıl bir zihin yapısıdır bu. Nasıl bir cüret?
İşin kötüsü biliyorum, kış günü bronz bronz gezen tesettürlü ablaların ‘Maldivlerden geldik’ dediğine çok şahit olmuşumdur. Peynir ekmek gibi satacaklar bu evleri. Hizmet ettiklerini düşüne düşüne satacaklar. Birileri de helal helal alacak. Para benim, diyecek. Sen ne karışıyorsun diyecek. Buna benim dinimi, değerlerimi, peygamberimi ve onun yıldızlarını alet edecek. Kimse de dur demeyecek. Bildiğim bir şey daha var, tüm bunlar olurken birileri açlıktan can veriyor olacak yine. Birileri su bulamayacak. Birileri komşusu açken tok yatacak. Helal parasıyla israf edecek. İsraf helaldir diyecek sonra. Ve inananlar çıkacak buna. Biliyorum.
© 2013 karakalem.net, Nuriye Çakmak