Etiket arşivi: Eyüphan Kaya

Şehrimizde Güzel Şeyler oluyor

“Güzel şeyleri paylaşmak da güzeldir” babından bu gün de Diyarbakır’da hayata geçirilen bir çalışmayı sizinle paylaşmak istedim. Doğrusu diğer 80 ilimize aynı zamanda bir örnek de teşkil edebilir diye düşüyorum.

Şehrimizin merkez ilçe müftülerinden Kayapınar müftüsü Mehmet Sırrı Şık her hafta cumartesi günleri 18:00-19:00 saatleri arasında 15 Temmuz şehitleri parkındaki Cigerhun kültür binasında “Kur’an öğretileri” adıyla tefsir dersi vermektedir.

Özellikle yaşadığımız son çeyrek asırda ilmi ve maneviyat açısından bir boşluk yaşandı, bu münasebetle bu tür çalışmaların önemi bir kat daha artmıştır. Hızlı bir değişim ve dönüşüm geçiren ülkemizde diğer 80 ilimize de buna benzer bir çalışmanın olmasını bekliyorum.

Evet günümüzde sanayi ve teknolojiden yararlanmak lazım, ama herkese lazım olan edep, marifet ve hikmettir. Vatandaş olarak Kur’an’ın edebiyle donatılırsak, hayatımız kolaylaşır, Üstadın ifadesiyle güzel görür, güzel düşünür, hayattan lezzet alırız.

Tabi Diyarbakır’da buna benzer birçok ders halkaları var, ama bunu farklı birkaç özelliği var:

*Belediye Kültür binasında oluşu,

*Halka açık oluşu,

*Diyanetin müftüsü tarafından verilmesi, bu vasıflar çalışmayı daha şeffaf ve daha anlamlı kılar diye düşünüyorum.

Geçen hafta katıldığım dersten aldığım bilgilerin bir kısmını paylaşmak isterim.

“İnsanoğlu kendini müstağni görünce baği olur”  yani insan dünyevi ihtiyaçları açısından başkasına ihtiyacı bittiği anda yoldan çıkıyor, dengesi bozuluyor, tanınmaz bir duruma düşebiliyor.

Zenginlik, bazen ilim, bazen insani güç bazen de her üçü.

Baksanıza biri zengin olunca, ya da makam sahibi olunca hemen sesini yükseltiyor. Tabi günah işlendikçe büyür, hele ki kibir günahı insanı şirke de küfre de götürür, tıpkı Firavun gibi.

Bu durumun doğru olmadığını, insana yakışmadığını, bu tür insanlar bu suçlarında ısrar edip, bu hal üzerine öldükleri zaman kıyamet günü perçeklerinden tutulup cehenneme atılacaklarını söylüyor, o perçek ki pozitif bilimlere göre en son karar beynin orasında veriliyor. Peki bunun çaresi nedir bu tür kimselerin arkalarından gitmeyip Allah’a secde etmektir. Bu şekilde nefsin dizginini çekmektir.

İnsanın Allah’a en yakın olduğu an secde anıdır ki, secdede burun ve alın yere sürtünüyor.

Hani birisi kibirli olunca onun için “burnu havada” denilirken kendine güvenen de “alnım açıktır” der.

İşte secde anında ikisi de yere sürtünüyor ve ben benim diyen nefse bir ayar verilir.

Kibir insana yakışmadığı gibi günahkar bir insanın da alnı açık değildir, ancak tövbe ve istiğfarla Allah’ın merhametini beklemektedir, hele ki bu devirde!

Kur’an’ın bir çok yerinde geçen “kella” kelimesi meal kitaplarında “hayır” şeklinde tercüme edilse de aslında kendisinden önce anlatılan hadiseyi, tavrı reddediyor, yanlışlığına katiyyetle işaret edip doğrusu neyse onu anlatıyor.

Israrla vurguladığı bir ifade de “Kur’anı okurken, anlarken kendini muhatap alın ve Kur’an ile başkasını dövmekten vazgeçin” sözü de beni çok etkiledi.

İslam’ı kurtarmaktansa kendiniz İslam’la kurtulun ifadesi ile de katılımcılara iyi bir ders verdi.

Öyle ya, “Koruyanı Allah olan bu Kur’an’ın neyini muhafaza edeceğiz” biz kendinize bakalım ifadesi herhalde hepimiz için geçerlidir.

Kur’anı öğrenmek, anlamak ve sorgulamak lazım, o zaman daha iyi ondan faydalanılır kanaatini örneklerle izah eden Sırrı Şık hocamız daha sonra soru cevap şeklinde derse interaktif bir tarzda devam etti.

İnşallah bu “Kur’an öğretisi” dersi kısa zamanda nitelikli bir katılımcı ile her geçen gün daha verimli bir ders haline gelir.

Allah hayra vesile kılsın.

Eyüphan Kaya

Eğitimde Parola:”İyi İnsan” yetiştirmek

Milli Eğitim bakanımızın ilk basın açıklamasını dinledim, eğitim öğretimle ilgili bakış açısı bana inandırıcı geldi. Birbirinden önemli kavramlar ile amacını anlatan bakan, yeni ve manidar ifadeler kullandı.

Bir kaçını hatırlatmak gerekirse;

*Her yer okuldur, çocuğumuz nerdeyse, biz orada olacağız.

*Her çocuk bir değerdir, onu şekillendirip ondan faydalanmak lazım.

*Evrensel değerler düzeyinde eğitim verip mili değerlerimizle boyatabilmek önemlidir.

*Ben bakan değil gören olacağım; aklımla, kalbimle görmeye çalışacağım, geleceğimizi beraber inşa edeceğiz, yeter ki bize bir miktar zaman verin.

*Veriye dayalı politikalar üreteceğiz.

*Veri, bilgiye; bilgi, bilgeliğe dönüşmelidir ki bir anlam ifade etsin, bir değer haline gelsin.

*Eğitimi ithal edemezsiniz.

*Şeffaf olmak çok önemlidir.

*Şiarımız adalet olacak, çocuklarımızın eşitliğe değil adalete ihtiyacı var.

*Bu tür çalışmaları yapmazsak sel bizi götürecek!

Bu hedeflerinin gerçekleşmesi için üç yıllık eylem planının olması da ayrı bir güven verdi.

Sevgili dostlar bu ifadelerin hepsi biri diğerinden önemli ifadelerdir.

Artık öğretmenlerin ve velilerin kendisine inanıp, bu konuda gayret etmelerine kalmış, eğer orada bir direnç ile karşılaşmazsa bu perspektif eğitim öğretime çok şey kazandırır, kanaati bende hasıl oldu.

Nice bakanlar geldi geçtiler, samimiyetle söylüyorum, ilk sever bir bakan kullandığı her cümleleriyle bende umut verici bir his uyandırıyor.

Bir eğitimci olarak öğretmenlerimize sesleniyorum, Ziya Selçuk beyin ortaya koyduğu bu vizyona sahip çıkalım, böyle eski tas eski hamam giderse hem öğretmen mutluluğunu kaybedip, tükenmiş vaziyete gelecek, hem yeni nesil yarım yamalak yetişip hayat çekilmez duruma gelecek.

Ben 28 yıllık eğitim hayatımda hep az çalıştığım hissiyle çalıştığım için mutlu oldum, bir şerler başardım, çalıştığım kurumlara değer kattım. Rahat yaşamak insana bir şey katmıyor, unutmayalım bu hayatta yorgun olanlar damgasını vuruyor.

Öğretmenlerin öğretmenler odasında dedikodu yapmaya zamanı olmamalı,

Okul müdürü okulda bir ekip ruhu oluşturmalı,

Milli eğitim sahaya sürekli bir motivasyon kazandırmalı,

Başarının bir ayağı budur.

Diğer paydaşımız da veli tabi;

Velilerimiz eğitim öğretimin bir paydaşı olarak en zayıf ortağımız durumundalar, maalesef! çocuğunu okula yollayarak işinin bittiğini sanan velilerimiz çoğunluktadır.

*Ayrıca çoğu veli çocuğa ekonomik yatırım yapıp, ondan ekonomik kazanç bekliyor!

Halbuki çocuğun eğitim öğretimi evde devam ediyor, bu konuda tüm velilerimizin “veli eğitimi” alıp talim terbiyenin bir paydaşı olarak üzerine düşeni yapmaları gerekir.

Ben bu yeni döneme bir slogan teklifinde bulunacağım, gelin sloganımız “iyi insan” yetiştirmek olsun ne dersiniz?

İyi insan: Edepli insan, Kendine güvenen insan, Geleceğinden kuşku/korku duyacak kadar kaygı duymayan insan, Onurlu bir yaşamı hedefleyen insan ve özellikle bütün bunlara da inan insandır.

Ayrıca bu vasıfları besleyen;  inanç, hikmet ve ifan sahibi insan, şefkat, merhamet, sohbet ve muhabbet ehli insandır.

Bütün bunlar zor şey mi inanın değildir. Yeter ki milli, yerel değerlerimizi evrensel değerlerle, evrensel değerleri de ilahi öğreti ile zenginleştirelim, devamı kendiliğinden gelir diye düşünüyorum.

Haydi ya Allah şimdiden kolay gelsin.

“Niyet hayır, akıbet hayır” diyelim.

Selam ve dua ile yola devam, unutmayalım bu iki kavram mutlu bir hayatın iksiri durumundadırlar. 

Benden söylemesi.

(Eyüphan Kaya)

Şiddet ve hakaret insanı küçük düşürür!

Toplumuzda kimi vatandaşlarımız hakkımı arayayım derken, şiddet veya hakarete başvurup kendisi haksız duruma düşüyor.

Geçende bir doktora bana bakmak zorundasın; “eşek gibi bakacaksın” diyen bir vatandaş 6.000.00TL tazminat ödemek zorunda kaldı.

Ama daha ileri gidip sağlık çalışanlarına fiili müdahalede bulunan kimseler de var. Ne yazık ki kan davaları açısından hala defterini kapatmayan Şanlıurfa ilimiz bu konuda başı çekiyor.

Türkiye ortalamasının üstünde bir sıkıntı yaşanıyor burada. Geçende yine çocuk hastanesinde bir doktoruna saldırı gerçekleşti.

Bin kere yazıklar olsun! diyorum, savunmasız sağlık personeline saldırmak insana yakışıyor mu? Sen ne korkak adamsın ki zihninde fiziki mukavemet geçmeyen bir insana, hem de yüzlerce kimsenin sağlığından sorumlu olup, onları tedavi eden bir kimsenin kafasını taşla yarıyorsun? Kevaşe herif!

Kanaatimce birkaç çeşit korkaklar grubu var, bunların başında;

Sağlık personeline saldıranlar,

Öğretmenlere saldıranlar,

Din görevlilerine saldıranlar.

Elhemdulillar Din Görevlilerine karşı saygınlığımızı nispeten koruyoruz, fakat ülkemizin batısında bazı ezan ve sala düşmanları bu konuda da haddini aşmaktadırlar.

Malum bu üç kesim insanlar savunmasız kimselerdir. Dolayısıyla bunlara saldıranlar ancak korkak kimselerdir.

Bir de kanı üç kuruş etmeyen bazı medya ve sosyal medya sahte, sanal kahramanları var ki, bunlar da insan niteliğine bakmadan, emsal olup olmadıklarını düşünmeden, kendisi gibi düşünmeyen kimselere küfür ederler, hakaret ederler. Belki de saygısızlık yaptıkları kişilerle karşı karşıya gelirlerse kaçacak delik arayacaklar.

Aslında bunların çoğu niteliksiz, korkak yüzlerine tükürmeye bile değmez defolu yaratıklardır.

Hak arama yolları elbette ki vardır ve olmalıdır da, ancak bu hak arama yol/yönetimi fiziki müdahale olmamalıdır.

Şiddet bir sorunu çözemediği gibi tam tersine büyütür. Bir vazifeli size karşı yanlış da yapabilir, sabırla hakkınızı arayacaksınız.

Eskiden devlet dairelerinde çok haksızlıklar oluyordu, ama o zamanlar doktorun kafasını yaran olsaydın; gidişi olur dönüşü olmazdı, tabi devlet vatandaşa hizmet verdikçe asaletten yoksun kimseler şımardılar, bu şekilde haddini aşıyorlar, sefil herifler,

Bu tür kimselerde cesaret varsa,

Mahallesinde hır gır çıkaran kimselere karşı kullansın,

Kapkaç mensuplarına karşı kullansın,

Tacizci kimselere kullansın,

Beyaz toz torbacılarına karşı kullansın,

Hırsız arsız olanlara karşı kullansın,

Ayrıca saldırsın da demiyorum, 155’e bildirecek kadar cesaretli olsunlar. Maalesef bu kadar cesaretleri bile yok.

Defolu bir vatandaşın saldırısına uğrayan Dr.Bahattin Ahmet Yalçın başında aldığı darbe ile ağır yaralanmış, yazı yazdığım saatte ameliyattaydı, inşallah ameliyatı iyi geçer, tekrar polikliniğine döner, hastalarının iyileşmesine vesile olur.

Amin demeniz dileğiyle

Eyüphan Kaya

Milletin Kıraathanesine buyurun

Devlet Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan Milletin kıraathanesinden, Milletin bahçesinden bahsederken ben bayağı heyecanlanmıştım, çünkü uzun zamandır o tür yerler büyük küçük yerleşim birimlerinde muhakkak olmalı diye hep söyleniyordum.

Bir şeyi araştırmak, yerinde görmek, paydaşlarıyla tanışmak başka bir şeydir arkadaş.

Dün Diyarbakır’da Millet kıraathanesine gittim, içeri girdim 80-100 kişilik farklı yaşlardaki gençler kız erkek her biri kendi kitabıyla, araştırmasıyla meşgul birilerinin kafasını kaldırıp beni fark ettiğini dahi görmedim. Hatta Kıraathanenin çalışanı da sağolsun; kimsin? Hayırdır? şeklinde bir soru da bana sormadı, bu da vatandaşa güvenin bir işareti olsa gerek.

Kitaplığı gözden geçirince raflarda Kur’anı kerim dikkatimi çekti, aldım bir Yasini şerif okudum ve ihlas, muteavizeyn ve hatım duasını okudum ruhen az nefes aldım.

Az daha etrafı yokladım, baktım gerçekten katılımcılar kıraathanenin ruhuna uygun bir tarzda çalışıyorlar, o yarım saat zarfında hiç kimseden rahatsız edici bir ses, ya da tavır görmedim.

Kütüphane görevlisini dışarı alarak bir az Kıraathane hakkında kendisinden bilgi almaya çalıştım.

Anlattıklarına göre günde ortalama bin civarı vatandaşlarımızın bu Milletin Kıraathanesinden yararlandığını, çay,  kahve ve keklerin de araştırmacı bu gençlerin self servis olarak kendileri aldıkları, gelen gidenin bu uygulamadan memnun kaldıklarını dile getirdi.

Birkaç öğrenci ile görüştüm onların da bu uygulamadan memnun olduklarına şahit oldum. Bu işe öncülük yapan kimselere hem müteşekkir hem de dua ettiklerini dillendirdiler.

Tek kişinin bu devasa Milletin Kıraathanesinde çalışmasının yeterli olmadığını düşünüp Büyükşehir Belediye Başkanımız Cumali Atilla beye ilettim birkaç saat zarfında whatsaptan bana dönerek, en kısa zamanda yeterli derecede görevlendirmenin olabileceğini söyledi.

Büyükşehir belediyemiz böyle bir hizmete vesile olduğu için emeği geçen herkesi kutluyorum. İnşallah zaman içinde daha yararlı çalışmalara da şahitlik yapma imkanımız olur.

Bazılarının dediği gibi; yok efendim Kayyum başkan değil, atanmış devlet memuruymuş da, ona başkan demem doğru değilmiş de bilmem ne?

Ben böyle basit hesapların adamı olamam. Ben yaptıklarına bakarım iyiyse alkışlarım, değilse daha iyisi nasıl olur diye hatırlatmada bulunurum. Üstelik Cumali Atilla sözü ile özü bir olan bir beyefendi. Benim istediğim sitilde çalışmıyor diye onun bu hayırlı hizmetlerini göz ardı edemem.

Birileri haklı olarak diyebilir ki 15 Temmuz anma gecesine katılmıştın ne diye onu konu almadın? Kardeşim haklısınız da bu gecenin nesini size anlatayım “padişahım çok yaşa” desem hoşunuza gider mi?

İşin acı tarafı birileri 15 Temmuz millet gecesini resmi programla formatlamak istiyor, böyle giderse yarın öbür gün diğer milli bayramlarımız gibi vatandaşın ilgisini kayıp etmesinden kokuyorum.

Şimdi soruyorum;

Diyarbakır’da 15 Temmuzun başkahramanı olan Hüda-Par il başkanı niye orada yoktu,

Diğer partilerin yöneticileri niye gözükmediler, acaba valilik onları çağırdı da gelmediler mi?

Protokolde 10 muhtar, on kanaat insanı, on aşiret adamı otursaydı daha iyi olmaz mıydı?

Protokol oturmuş, protokol ile halk arasında polislerden bir duvar örülmüş, gel de kahrolma, sağımdaki solumdaki dostlarım “işte vatandaşa verilen önem” deyip hayıflanıyorlardı.

Valimizin konuşması manidardı ama sadece konuşmakla olmuyor, bu halkın renklerini aynı çiçek bahçesinde toplamak, yerel dinamikleri barıştırmak mülki amirlerimizin görevi olsa gerek, kim kimi öteliyor?

Ben 15 Temmuz anma törenine gelen on binlerce Diyarbakırlılara müteşekkirim, ama program akışı yazımın iltifatına mazhar olmadıysa suç benim midir?

Milletin Kıraathanesinde buluşmak üzere selam ve selametle kalın.

Eyüphan Kaya

Ah şu televizyon dizileri!

Vatandaşlarımız hala dizi izlemeye zaman buluyorsa vay halimize…

İşin acı tarafı şu ki, zaman yönetimi konusunda başarısız bir toplum oluşumuzdur. Millet demeye dilim varmadı, çünkü millete ait milli değerlerimiz; inanç, edep, örf, adet ve geleneklerimiz şu anda geri plana itilmiş vaziyette.

Gençlerimiz bir kısmı Gayr-i Müslümlere benzemekte kontrolsüz yaşarken, gayri müsmümleri tenzih etmeye beni mecbur edecek kadar dengesiz söz ve faaliyette bulunuyorlar.

Müslüman evladı inancını kaybetti mi? tanınmayacak düzeyde olumsuz bir başkalaşım yaşıyor.

Evin oğlu keyfine bakıyor, kızı mahrem kişi ile flört yapıyor, anne baba ise “zamanınız nasıl geçti?” diye sorup o günün hikayesini ondan dinleyerek bu davranışın doğruluğuna dolaylı olarak onay veriyor.

Peki bu yanlış davranışlar niye toplumda normal karşılamaya başladı? Derseniz cevabı kolay, “yerli ve ulusal televizyon dizilerimiz var ya”, daha ne olsun, artık mason locaları onlara ne kadar para ödüyor orasını bilemem, fakat onlara hizmet etmeyi dert edindikleri kesindir bence.

Üstelik kimin ne yaptığı bilinmeyen bu sözüm ona aile dizilerinde, aileler lüks bir hayat yaşıyorlar ve kimse “bu değirmenin suyu nerden geliyor?” diye sormuyor da! Yani alın teri el emeği, kanaat, namus, şeref kavramları birçok dizilerde tedavülden kalkmış maalesef!

Ya reklamlara ne demeli? Vah ki ne vah!

Baksanıza özgürlük kavramını; anne babalarına isyan, eşler arası ben sen kavgasına dönüşmüş ve ilahi emirleri çiğnemekten ibaretmiş gibi algılıyorlar.

Zaman kullanımına gelince insanımız bahusus gençlerimiz “hayatını yaşa” tuzaklarına kurban giderek, faydalı işler dışında olabildiğince zaman israfına gidiyorlar.

Eskiden biz Kürdistan medreselerinde okurken, Cuma günü tatil, diğer 6 gün 24 saat esasına göre ders programımız işliyordu. Dersini %100 başarı ile tekrarını yapamayan bir talebe o gün yeni ders almazdı.

Bu ülke çok şey kaybetmiş, son 10 yılı bir kenara bırakırsak zamanını beyhude harcamış, ne insan niteliği bakımından, ne de bilim sanayi ve teknoloji açısından bir başarı elde etmişiz.

Baksanıza vatandaşlarımız hala dizi izlemeye zaman buluyor, o diziler ki hepsinin ortak birkaç özelliği var; seküler bir hayat, deist bir düşünce ve aldatma üzerinde kurgulanmış durumdalar.

Kısacası dizilerden alınacak bir ders ya da marifet yok, sadece ahlaki ve inanç açısından yozlaşmasına sebebiyet veriyor. Üstelik bunlar normal aile dizileri olarak biliniyor.

Halbuki bir gencim sabah kalktığında nere gideceğini bilmeliyim, millet kıraathanesi mi?, spor tesisi mi?, seminer mi?, Akademi mi? iş mi? Akraba ziyareti mi? İbadethane mi? muhakkak bilinen bir adresi olmalıdır diye düşünüyorum.

Ya ev hanımlarımız, onların da muhakkak gidebilecekleri faydalı dernek, vakıf, ya da kadın akademileri olmalıdır.

Evet evet… bu tür çalışmalar kolay değildir, ben de biliyorum. Ama Devlet Başkanımız en büyük sermayemiz insanımız diyorsa bu zor olanını tercih edip bu alanda çalışmak vazifemizdir diye düşünüyorum.

*Mesela bir Çin kadar nüfusunuz varsa, ama sizin kültür ve inancınızı, ideallerinizi taşımıyorsa, yaşamıyorsa neye yarar?

*Malazgirt savaşını hatırlayın savaşan tarafların ikisi de Türk’tü değil mi? o günün şartlarında en az on bin kişi ile Sultan Aplaslan’ın ordusunda yer alan Kürtleri bu gün görmezlikte gelenler Malazgirt ruhuna ihanet içinde değiller mi? İşte size defolu vatandaş örmeği!

Onun için sağlam insan yetiştirmek için elimizden ne geliyorsa yapmamız lazımdır.

Boşuna Peygamberimiz dememiş “iki şeyin kıymetini iyi bilin; sıhhat ve boş zaman”, bu iki mevzuda çok hassas olmamız lazımdır diye düşünüyorum. İnsan bir defa dünyaya geliyor, dolayısıyla har anını Allah’ın rızasına endeksli değerlendirmesi lazım ne yaparsa yapsın rızayı ilahiyi hesaba katması ve ihlasla yapması lazım eğer öyle olmazsa yarın öldüğümüzde tıpkı yutan elemen gibi bütün amellerimiz sıfırla çarpılır ve ebedi hayata boş elle gitmiş oluruz. Yazık günah değil mi?

Üstelik bu nitelikte insan yetiştirirseniz hayatın huzur katsayısı artar beraberinde bir mutluluk ve güven atmosferi oluşur diye düşünüyorum.

Eşler arasında muhabbet,

Kardeşler arasında dayanışma,

Evde anne babaya saygı hürmet,

Bunun sonunda eve gelir huzur ve bereket,

Mutlu yuvaların toplamından oluşan bir toplumda ise mutluluk, kanaat ve huzur kendiliğinden neşv u nema bulur.

Yanlışsam söyleyin arkadaş!

Eyüphan Kaya