Etiket arşivi: ibadet

İbadet

İbadet, neden bazı insanların zoruna gider? Evvela canının istediği gibi yaşayanlar o halden ayrılmak istemez.

Ne zaman ki canının istediği gibi yaşayanlar kötü duruma düşer, o zaman ibadet akıllarına gelir. İnsanın manevi âleminde, canının isteği ile Allah’ın isteği çekişmeli haldedir. Bu insanlarda imanın kuvvetlenmesi lazım. İmanı kuvvetlendiren iki faktör, ibadet ve ilimdir. Bunun için de derslere, sohbetlere gitmek, bir de sık sık camiye gitmek lazım.

Canım ibadet etmek istemiyor” diyen şahsın, kötü hallere düşen insanlara bakıp kötü hallerden uzaklaşması aklın gereğidir. “Yapamıyorum” diyor. Peki yüz binlerce insan bu ibadetleri nasıl yapıyor? Böylece insanlar iki nehir halinde akıyor. İbadetlerine dikkat edenler, sırat-ı müstakimde cennete gidiyor. Ehli dalalet ise nefsinin peşine düşüp cehenneme gidiyor.

Şair demiş ki: “Ben şaşırdım yolumu, yolların günahı ne?

Bazıları da, “İbadet etmeye ne gerek var?” diyorlar, “kalp temizliği” yetermiş. Koyunun da kalbi temiz. Bu insanlara söyleyeceğimiz söz şudur: “İmanını muhafaza eyle, kalbin temiz olduğu için de seni tebrik ederiz.” Bu gibi meselelerde münakaşaya girmeye gerek yok. Bir mü’min pamuk ipliğiyle İslam’a bağlansa o ipliği koparmak caiz değil. İslam sarayına girişin sayısız kapıları vardır. İman ile İslamiyet’e girilir. O ipliği kuvvetlendirmek lazım. İbadet etmesi için yapılan zorlamalar insanı İslamiyet’ten uzaklaştırabilir. Bunun da vebali büyüktür.

Esas olan İslamiyet’i sevdirmektir. Peygamber Efendimiz en yakını olan hanımı Hz. Hatice’yi bile iman etmesi için zorlamamıştır.

İslamiyet’i sevmeyen, Müslümanca yaşayamaz. Çocuk, ebeveynini severse onlara itaat eder, sevmezse asi olur. Sevdiğimiz gıdayı yeriz, sevmediğimizi yemeyiz. İslamiyet’i sevdirmek, beğendirmek her Müslüman için vazifedir.

İmana ait meseleler herkesin kabul edeceği kadar açık değildir. Çünkü imtihan vardır. Eğer imanî meseleler herkesin anlayacağı kadar açık olsa imtihan sırrı ortadan kalkar. Allah isteseydi herkesi Müslüman ederdi. Böylesine bir Müslümanlıkta kulun hak ettiği bir şey yok. İman bir tekliftir. İman edip etmemek insanın iradesine bağlıdır. İmani meseleler, Esmaü’l Hüsna’nın üzerine çekilmiş bir perdedir. Hakikat, o perdenin altındadır. Derin tetkik ve tecrübeyle o perdenin altı görülebilir. Neden bu perde vardır? Bunun sebebi, Ebu Bekir’lerle Ebu Cehil’ler aynı seviyede olmasın. Ebu Bekir’ler iman ile cennetin en yüksek makamına ulaşırken, Ebu Cehil’ler hakla batılı karıştırarak cehennemin dibine düşerler. Milyonlarca insan, akılla, tecrübeyle, ilimle nefsine değil Allah’a itaat etmiş ve tahkiki imanı elde etmiştir. Onun mükâfatını da daha dünyadayken almıştır.

İman, ibadeti davet eder. İbadet imanı korur. Mademki imanın ve ibadetin mükâfatı cennettir, cennet çok kıymetlidir; bu kıymetli mükâfatı elde etmek için tahkiki imanı elde etmek gerekir. Tahkiki imanı elde etmeyenler, edemeyenler bir şüpheyle dinden uzaklaşabilir…

Tahkiki imanı elde edenlerde ibadet usançlığı görülmez. Üstelik yaptıkları ibadeti az bile bulurlar…

Hekimoğlu İsmail / Zaman Gazetesi

Tanımak Ve İbadetle Sevmek

Bediüzzaman tanıttırmak fiiline

Onuncu Sözde başka bir keyfiyet kazandırır. İnsana verilen kabiliyet Allah’ı tanımaya yeterli bir kabiliyettir, o kabiliyet kainat ve yeryüzündeki masnuat, sanatlı canlıları ve evrende her şeyin yerli yerine yerleştirilmesinden tanıttırmak isteyeni tanıyacak bir ağırlıktadır. Bunu anlatır Bediüzzaman.

Evet hiç mümkün müdür ki insan umum mevcudat içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir istidadı olsun da, insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam masnuatıyla kendini t a n ı t t ı r s a , mukabilinde insan onu i m a n ile tanımazsa.” (sözler 71)

Demek tanımak iman demek.

Daha sonra tanıtmanın arkasından sevdirme geliyor. “ Hem bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse , mukabilinde insan ibadetle kendini ona sevdirmese…”(sözler 72)

Rahmetin süslü meyveleri sevdirmeyi, ana karşılık da sevmenin şekli i b a d e t l e sevmek.

Tanıtmak—iman Sevdirmek –ibadet

Bediüzzaman görsel bir din ortaya koyuyor.

Her şey âlemden yapılan gözlemlerle ortaya konuyor. İbadetle sevmenin arkasından, muhabbet ve rahmet karşılığında, şükür ve hamd ve hürmet geliyor.

Hem bu kadar bu türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse, mukabilinde insan şükür ve hamdle ona hürmet etmese, cezasız kalsın, başıboş bırakılsın. O izzet ve gayret sahibi Zat-ı Zülcelâl bir dar-ı mücazat hazırlamasın”(Sözler 72)

Tanıttırmak, sevdirmek, muhabbet ve rahmet, bu üç şey mukabillerini bulursa insan ebedi bir saadeti hak eder.

Tanıttırmaya karşı — iman

Sevdirmeye karşı– ibadet

Muhabbet ve rahmete karşı – şükür ve hamd

“Hem hiç mümkün müdür ki O Rahman-ı Rahimin kendini tanıttırmasına mukabil, i m a n ile t a n ı m a k l a ve sevdirmesine mukabil i b a d e t l e s e v m e k, ve sevdirmekle ve r a h m e t i n e mukabil şükür ve hürmet etmekle mukabele eden müminlere bir dar-ı mükafatı , bir saadet-i ebediyeyi vermesin . “(Sözler 72)

Tanıttırmak- iman, sevdirmek – ibadetle sevmek- muhabbet ve rahmet- şükür ve hamd

İnsan ne kadar ibadet ederse Allah’ı o kadar sever, ibadeti ile sevgisi doğru orantılı, ibadet ne kadar zayıf ise sevgi de o kadar zayıf. Demek Hz Muhammet ibadetten ayakları yara oluyorsa bu bir sevgi tezahürüdür, herkesin sevgisi ibadeti kadardır.

Allah kendi sanat eserlerine insana açıp ona kendisini tanımasını hissettiriyorsa o da iman ile tanımalı, imanı çok olan çok tanır, az olan az tanır. Ne kadar iman o kadar tanıma.

Allah seviyor sevdiğini nimetleri ile gösteriyor, kul da seviyorsa ibadetle göstermeli

On Birinci sözde tamamen görselliğe ve eylemlere dayanan bir okumalar ve sorumluluklar zinciri vardır.

Bediüzzaman kâinat kitabı ile Allah’ın kitabı arasında müşterek okumalar gerçekleştirir, natüralistlerin boğulduğu tabiatı Allah’ı anlatan kutsal bir metne dönüştürür.

“Ey ahali şu kasrın meliki olan Seyidiniz bu şeylerin izharıyla ve bu sarayı yapmasıyla kendini size tanıttırmak istiyor. Siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımağa çalışınız.

(Demek gösterme , izhar , ve yapma tanıtmak için , insan da onu g ü z e l c e tanımalı. Çünkü yapılanlar güzeldir, karşılık da güzel olmalıdır. )

Hem şu tezyinatla kendini size sevdirmek istiyor. Siz dahi onun sanatını takdir ve işlerini istihsan ile kendinizi ona sevdiriniz.

(Süslemek sevdirmek içindir, süsü seyreden ve süsten anlayan estetik donanımlı insan bu güzellikleri takdir etmeli ve beğenmeli. Takdir ve istihsan sanat terimleridir., bir sanatçıyı takdir ve beğenmek , asıl sanatçı olan Allah’ın sanatlarını beğenmek, tanımak ve takdir etmek ve sevmek insanın ince bir zihinsel faaliyetidir.

Aynı sözün devamında görsel olarak yapılması gerekeni anlatır. Allah’ın sanatlarını kâinat galerisinde seyrederek ona karşı tavırlarını ortaya koyarlar. Sanatsal bir faaliyettir onu tanımak ve takdir etmek, bütün terimler sanatın terimleridir.

O Sani-i Zülcelâl’ın kendi sanatının latiflerini, harikalarını, antikalarını, sergilerde teşhirgah-ı enamda neşrine karşı “ Maşallah” diyerek takdir ederek, “ Ne güzel yapılmış” deyip istihsan ederek, “Barekallah “ deyip müşahede etmek, “Amenna “ deyip şehadet etmek geliniz bakınız hayran olarak “Hayyalelfelah “ deyip herkesi şahit tutmakla mukabele ettiler. “ (Sözler 138)

Prof. Dr. Himmet Uç

Arefe ve Terviye Günü

Terviye, Arefe gününden bir önceki güne denir. Terviye kelime olarak, sulama, bol su verme, bir işi yaparken enine boyuna düşünüp taşınma gibi anlamlara gelmektedir. Terviye günü oruç tutmak çok faziletlidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, Terviye günü oruç tutan ve günah söylemeyen müslümanı elbette Cennete koyar.) [Ramuz]

(Terviye günü oruç tutmak, bin köle azat etmeye, iki bin deve kurban kesmeye ve cihad için gönderilen bin ata bedeldir.)
[Ebulberekat]
Terviye gününden sonra Arefe günü gelir.

Arefe gününün önemi
Kıymetli geceye kendinden sonra gelen günün ismi verilir. Fakat Arefe ve Kurban bayramının üç gecesi böyle değildir. Bu dört gece, bugünleri takip eden gecelerdir. Arefe, yalnız Zilhiccenin 9. günüdür. Yani, kurban bayramından önceki güne denir. Ramazan bayramından önceki güne ve başka güne Arefe denmez.

Arefe günü yapılacak işlerden bazıları şunlardır:
1- Arefe günü sabah namazından, Kurban bayramının dördüncü günü ikindi namazına kadar, erkek-kadın herkes, cemaatle kılsın, yalnız kılsın, 23 vakit farz namazda selam verir vermez, (Allahümme entesselam…) demeden önce, bir kere, vacip olan teşrik tekbirini söylemeli, yani, (Allahü ekber, Allahü ekber. Lâ ilahe illallahü vallahü ekber, Allahü ekber ve lillahil-hamd) demelidir.
Camiden çıktıktan veya konuştuktan sonra, artık teşrik tekbirini okumak gerekmez. (Halebi)

2-
Zilhiccenin ilk dokuz günü oruç tutmak sevaptır; fakat Arefe günü oruç tutmak daha çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Arefe günü oruç tutana, Âdem aleyhisselamdan, Sûr’a üfürülünceye kadar yaşamış bütün insanların sayısının iki katı kadar sevap yazılır.) [R. Nasıhin]

(Arefe günü tutulan oruç, bin gün
[nafile] oruca bedeldir.) [Taberani]

(Arefede tutulan oruç, iki bin köle azat etmeye, iki bin deve kurban kesmeye ve Allah yolunda cihad için verilen iki bin ata bedeldir.)
[T. Gafilin]

(Arefe günü tutulan oruç, geçmiş ve gelecek yılın günahlarına kefaret olur.)
[Müslim] [Yani Arefe günü tutulan oruç, geçmiş ve gelecek bir senede yapılan tevbelerin kabul olmasına yarar.]

(Arefe günü
[Besmele ile] bin İhlâs okuyanın günahları affolup duası kabul olur.) [Ebuşşeyh]

(Arefe gününden üstün bir gün yoktur. O gün Allahü teâlâ, yeryüzündekilerle iftihar ederek göktekilere,
“Ey gök ehli, kullarıma bakın, rahmetime kavuşmak ve azabımdan kaçmak için uzak yerlerden geldiler…” buyurur. Arefe günü Cehennemden o kadar çok kul azat edilir ki, başka günlerde bu kadar azat olmaz.) [Gunye]

(Arefe günü, kulağına, gözüne ve diline sahip olan mağfiret olur.)
[Taberani]
(Şeytan, Arefe gününden başka bir günde daha zelil, rezil, hakir ve kinli görülmez.) [İ. Malik]

(Allahü teâlâ, Arefe günü kullarına nazar eder. Zerre kadar imanı olanı affeder.)
[Gunye]
(Arefe ne güzel gündür. O gün rahmet kapıları açılır.) [Deylemi]
İbadet olarak ilim öğrenmek en faziletlisidir. Bu gece ilim olarak, ehl-i sünnete uygun ilmihal okumalıdır.

3-
Bugünü fırsat bilip dua etmeli! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Duanın faziletlisi, Arefe günü yapılanıdır.) [Beyheki]

4-
Arefe gününü ibadetle, Allahü teâlâyı anmakla ve tefekkürle geçirmeye, insanlara iyilik etmeye çalışmalı! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Arefe gününe hürmet edin! Arefe, Allahü teâlânın kıymet verdiği bir gündür). [Deylemi]
(Hürmet etmek, günah işlememekle olur.)
(Arefe günü, kulağına, gözüne ve diline sahip olan mağfiret olur.)
[Taberani]

Kulağına sahip olmak, gıybet, çalgı gibi haram olan şeyleri dinlememektir. Eğer biz istemeden kulağımıza gelmişse, bize günah olmaz. Gözüne sahip olmak da, haram olan şeylere bakmamak ve mubah olarak baktığı şeylerden ibret almaktır. Diline sahip olmak ise, yalan söylememek, dedikodu etmemek, laf taşımamak, kötü söz söylememek, hatta boş şey konuşmamak, kimseyi dili ile incitmemek demektir. Bunlara riayet eden Arefe gününü değerlendirmiş olur.

Arefe gecesi, Arefe günü ile Kurban bayramının birinci günü arasındaki gecedir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua reddolmaz. Ramazan ve Kurban bayramının birinci gecesi, Berat ve Arefe gecesi.)
[İsfehani]

(Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allahü teâlâ, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar: Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi]

(Arefe gecesi ibadet eden, Cehennemden azat olur.) [S. Ebediyye]

İbadetlerimize Uygun Yaşamak

Sözlük anlamıyla ibadet, yüce Allah’a karşı gösterilecek saygı, tazim ve hürmet demektir. Buna kısaca kulluk da diyebiliriz. İbadet, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yasakladığı bütün haramlardan uzaklaşmak manasındadır.

Kulluk görevini Allahın istediği gibi yerine getiriyor muyuz? İnsan Allahın verdiği nimetlerin karşılığını verebiliyor mu? Küçük dünyevi bir menfaat için bir çok yanlışı yapan insan, ona en büyük zenginlikleri veren zata hakkıyla kul ola bilmiş midir?

Düşünün bir insana siz  trilyonları verip bir gözünü satın almaya çalışsanız bir gözünü satın alamazsınız. Bir kolunu hatta bir parmağını bile vermez. Çünkü bunlar bir insan için maddiyatla ölçülmeyen zenginlikleridir. Bunları insan hiçbir ücret ödemeden sahiplenmiştir. Allah bunların karşılığında insandan kendisine lisanı kal ve lisanı hal  ile kulluk istemektedir. Yani kendisine İbadet etmelerini ve bu ibadetlerin gerektirdiği davranışları istemektedir. İbadeti yapmak kolay oluyor. Fakat yaptığı ibadetlere uygun yaşamakta önemlidir. İbadetleri maddi manada davranışa dönüştürmekte önemlidir.

Evet bazen ibadetle birlikte yapılacak basit bir olumlu davranış ibadetlerin sevabını kat kat artırır. Küçük bir çekirdeğin koca bir çam ağacına dönüşmesi gibi büyük bir mükafat kazandırır. Mesela vereceğimiz küçük bir sadaka, Anne ve  babaya karşı     -aslında görevimiz olan – göstereceğimiz saygı ve sevgi ve hürmet bize büyük mükafatlar kazandırır.

İbadetlerin davranışla birlikte yaşanmasının önemini küçük fakat çok büyük dersler içeren bir hikayecikle anlatmaya çalışalım.

İki kardeş vardı. Bir de yaşlı anneleri bulunuyordu. Her gece sırayla kardeşlerden biri, ibadetle birlikte  annesinin hizmetiyle uğraşır, diğeri Allah’a ibadet ederdi. Bir akşam Allah’a ibadet eden kardeş, yaptığı ibadetten öyle bir tat aldı ki, kardeşine:
– Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibadete devam edeyim, dedi
Kardeşi bu teklifi kabul etti.
Ne var ki, ibadet eden kardeş ibadet sırasında secdede uyuyakaldı.
Ve o anda bir rüya gördü. Rüyasında bir ses ona:
– Kardeşini bağışladık, seni de onun hatırı için affettik, diyordu.
İbadetle meşgul olan genç:
– Ben Allah Teala’ya ibadet ediyorum, kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı iş sebebi ile bağışlıyorsunuz. Bu nasıl olur? diye sordu.
Ses ona şu cevabı verdi:
– Evet öyledir
Çünkü senin yaptığın ibadetlere Allah’ın bir ihtiyacı yok. Ama kardeşinin yaptığı hizmetlere, annenin çok ihtiyacı var…

Hikayede de görüldüğü gibi ibadet etmek önemli; fakat ibadetle birlikte  lisanı hal ile ibadet etmek daha önemlidir. Yani örnek yaşantımızla yaptığımız ibadetleri anlatmamız daha önemlidir.

Hamit Derman

www.NurNet.org

İçimden İbadet Etmek Gelmiyor!

Asi birinden bir söz geldi kulağıma, diyormuş ki, “İçimden ibadet etmek gelmiyor!” Nefsimi dinledim, baktım nefsim de aynı şeyi söylüyor. Anladım ki, şeytandan ders alan o adam, o sözü, bütün nefsi emmareler adına söylemiş.

Düşündüm.. Nefsim istemiyor diye ibadet etmeyeyim, namaz kılmayayım ama, nasıl? Hangi mazereti ileri süreyim?

Deli değilim, hayvan değilim, çocuk değilim. Çünkü Allah bunlardan hiç bir şey istemiyor. Ne namaz, ne oruç, ne hac, ne zekat, ne de kelime-i şehadet. Çünkü onların bunları yapmaya zaten kabiliyetleri yok.

İnsanım, akıllıyım, müslümanım, buluğ çağına ermişim. Öyleyse nasıl ibadet etmeyeyim, neden namaz kılmayayım?

Habib-i Neccar aklıma geldi. Antakya halkından inanmış biri. Allah’ın gönderdiği elçilere baş kaldıran Antakya ileri gelenlerini insafa ve itaata çağıran Habib-i Neccar…

Puta tapan Antakyalılara insafça ve insanca düşünmeyi öğretmek için şöyle demişti:

Beni Yaratana ne diye kulluk etmeyeyim?1 Ben sizi de kendim gibi düşünüyorum. Ben beni yaratana kulluk etmeyi borcum, vazifem bilirim, çünkü beni yaratmıştır. Ona karşı bu vazifemi yapmamak için hiçbir özrüm ve mânim yok. Halbuki siz de ona döndürülüp götürüleceksiniz. O halde Ona kulluktan nasıl kaçınırsınız?2

Ben Ondan başka tanrılar edinir miyim? Eğer Rahman olan Allah bana bir zarar vermek isterse, tanrıların şefaati bana fayda vermez, beni kurtaramazlar. Doğrusu o takdirde apaçık bir sapıklık içinde olurum. Halbuki ben sizin de Rabbınız olan Allah’a inandım. O halde beni dinleyin, (Allah’dan gelen) bu elçilere uyun..“3

(Azgınlar bu sözleri dinlemeyip o zatı taş yağmuruna tuttular. Tam öleceği esnada ona) “Gir cennete!” denildi. Bu ilahi müjdeyi duyan zat, “keşke, dedi, kavmim bunu bilseydi!” Rabbimin beni iyiliğime bağışladığını ve ikram edilen kullarının içine aldığını bir bilselerdi.“4

Habib-i Neccar kavmi hakkında böyle temennide bulundu. Demek kavmini unutuvermemiş, kin ve intikam da beslememiş, düşmanlarına bile merhamet eden evliya ruhiyle istemişti ki kendinin erdiği saadeti bilseler de, cinayetlerine, küfürlerine tevbe edip iman ve itaat yolunu tutsalar…5

Görülüyor ki cennet, Allah için çekilen acının, sancının, ölümün hemen ucunda… Öyleyse ben nasıl ibadet etmeyeyim?

Evet ibadet etmeyeyim, etmeyeyim ama nasıl? Ücret almışım, onun karşılığını ödemem lazım.

Yüce Yaratıcı beni varlık alemine çıkarmış, kainatla münasebet haline getirmiş, iştahlı bir mide vermiş, bütün yiyecekleri önüne koymuş; duyarlı bir hayat vermiş, yeryüzü gibi bir nimet sofrasını gözümün, kulağımın, ellerimin önüne sermiş. Beni insan olarak yaratmış mülk ve melekût gibi geniş bir nimet sofrasını önüme açmış.

Sonra beni en büyük insanlık olan İslamiyetle tanıştırmış, mümkinat dairesiyle beraber Esma-i Hüsna ve mukaddes sıfatlar dairesini içine alan lezzet, saadet ve nimet sofrasını önüme dizmiştir. Sonra imanın bir nuru olan muhabbet duygusunu fıtratıma yerleştirmekle beni sonsuz bir lezzet ve saadete gark eylemiştir.

İşte ey nefsim! Sen bu ücretleri almışsın. Kulluk gibi rahat, hafif ve lezzetli bir hizmetle görevlisin.

Bu kadar ücrete karşılık, bu kadar rahat bir vazifeyi yapmamak veya tembellik göstermek yarım yamalak yaptığın zaman da eski ücretler yetmiyormuş gibi, çok büyük şeyleri haketmişcesine istemek ve “Niçin duam kabul olmuyor” diye nazlanmak 6 ne büyük ayıp, ne büyük günahtır!.

Büyük Mütefekkir, Hasbunallahu ve ni’melvekil’in tefsirini yaparken diyor ki: “Hasbuna’daki Na da bulunan “ENE”ye yani kendime baktım, gördüm ki: Hayvanat içinde beni dahi menşeim olan bir katre sudan yaratan yaratmış, mucizane yapmış, kulağımı açıp gözümü takmış, kafama öyle bir dimağ sineme öyle bir kalb, ağzıma öyle bir dil koymuş ki o dimağ o kalb ve o dilde rahmetin bütün hazinelerinde biriktirilen bütün Rahman; hediyeleri, atiyyeleri tartacak, bilecek yüzer mizancıkları, ölçücükleri (yerleştirmiş). Esma-i Hüsna’nın sonsuz cilvelerinin definelerini açacak, anlayacak binlerce aletler yaratmış, yapmış, yazmış. Kokuların, renklerin sayısınca tarifeleri o aletlere yardımcı vermiş…“7

Öyleyse bana ne oluyor ki ben, beni yaratana maddi ve manevi nimetlerle beni donatana ibadet etmeyeyim?

Ey ibadetsiz ve namazsız insan! Yüce Allah seni yokluk karanlıklarından çıkarmakla sana kötülük mü etti? Seni insan yaratmakla, akıl vermekle, o akılla seni medeniyet harikalarına kavuşturmakla sana kötülük mü etti ki beş vakit namaz gibi bir teşekkürü ona çok görüyorsun? Dinden, imandan ve camiden uzak yaşıyorsun?

Merkebin sırtından alıp, otomobile bindirmekle, kağnıdan indirip traktöre çıkarmakla, attan alıp uçağa oturtmakla, hepsinden önemlisi seni müslüman yaratıp cennete namzet kılmakla sayısız nimetleri önüne koymakla sana kötülük mü etti ki sen ibadeti gündemine almıyor, insanca ve müslümanca yaşamaya yanaşmıyorsun?

Seni yaratan Yüce Allah sana sesleniyor:

Ey insan! Bu kadar cömert Rabbine karşı seni aldatan nedir?8

Nefsim adına “İbadet etmek içimden gelmiyor” sözünden utanıyorum. Yine nev’im adına nerden nereye geldiğimi bana hatırlatan

Ayağ idik baş olduk / Kuru idik yaş olduk

Kanatlandık kuş olduk / Uçtuk Elhamdülillah,

mısralarıyla da iftihar ediyorum.

Başkalarını bilmem ama, ibadetsiz ve namazsız yaşamak insana yakışmıyor…

Vehbi Karakaş

Dipnotlar: 1. Yasin, 22 2. Hakdini Kur’an Dili, Elmalılı, M. Hamdi Yazır, c. 6 s.4018 3. Yasin, 23-25 4. Yasin, 26-27. 5. Elmalılı M. Hamdi Yazır, a.g.e, c. 6, s.4019. 6. Orijinal için bkz. Sözler, Bediüzzaman Said Nursi, 24. Söz, 5. Dal 2. Meyve, 7. Şualar, Bediüzzaman, Said Nursi, 4. Şua, 3. Mertebe-i Nuriye-i Hasbi-ye, s. 54. 8. İnfitar, 6.