Etiket arşivi: İhsan Kasım Salihi

Bir Portre; “İhsan Kasım Salihi”

Bediüzzaman bir portre yazarıdır, portre yazısı ne demektir, Barla lahikasının başında Hulusi Abi ile Sabri abının  hakkında yazılmış Mukaddime başlıklı bir yazı var. Burada iki talebesine gösterdiği özel ilginin nedenlerini anlatır, onları över ve  Allah tarafından kendisine yardımcı olarak verildiklerini ifade ede. Onlar için “ müntehaptır” kelimesini kullanır. Müntehap ne demek seçilmiş demek, yani bir nesneyi almak başka nesneler arasından seçmek başka, Allah Bediüzzaman’a yardımcılar vermiş, demek ilahi tensib bir seçim yapmış ve bu iki insanı seçerek  üstadın yanın a muin olarak vermiş. Onlardan istidlalle diyorum ki gerçekten onun etrafında seçilmiş insanlar var.

Günümüzde de böyle insanlar yok değil. İhsan Kasım salihi ağabey, müntehap insanlardan. 19 Kasım’da ısparta’ya gelmiş o gün de Bayram  Abi’nin darı faniden bakiye intikal günü. Büyük bir kalabalık Salihi ağabeyin nefesini sesini duymak için bir araya gelmiş. İhsan Kasım salihi çok  zor bir işe kendini vermiş işinin ağırlığını kaldıracak büyük bir karihaya sahip . Allah herkesi bu hizmette  gücü ile bilgisi ile mütenasip  yerlere koyuyor.

Risale-i Nurlar’ı  Arapça’ya çevirip özellikle Arapca konuşulan ülkelerde dolaşarak Bediüzzaman’ı anlatan İhsan Kasım Salihi. Yaşına rağmen büyük birheyecan sahibi, konuşurken bütün bedeni bahsin içine girecek kadar hahişger bir insan. Tercüme sırasında kelimeler konusunda çektiklerini anlatıyor. Bazan bir kelimeye iki ay takıldığım ve derinliğini nasıl yansıtacağımı düşünüyorum, diyor. Risale-i Nur’daki kelimelerin ne kadar derinlikli olarak düşünüldüğünü talebelerin de bu derinliği hazzetmelerini  büyük bir istekle anlattı. Öyle ya kelimeleri anlamadan onların içine nüfuz etmeden nasıl onlar topluma yansıyabilir ki.

Bayram Abi’den bahsetti, onun samimiyetinden  ve daima kendisine manevi destek olduğunu anlattı, onun için “ bir cam saydamlığında idi, iki dışı bir, içinde hiçbir kirli , paslı , kin , nefret ve adavet “ yoktu , onun mukaddes saflığından bahsetti. Bir gün Bayram Abi’nin bir şikayetinden  bahsetti. “kardeş iki saat üstattan bahsettim, bana dediler üstadın mezarı nerede, konuştuklarımdan etkilenmedikleri aşikar, mezar konusunda çok ketum ve meraklara ilgisiz. O da elini şöyle havada bir daire çizecek şekilde işaret eder, yani koca bir alanı içine alan bir daire , orada diyerek harika bir  cevap verir ve ketumiyetini teyid eder. Demek  ister ki mezarına bu kadar kafayı takmanın hiç de anlamı  yok, aslolan  hizmetteki kişiliği.

İhsan Kasım Salihi’nin tercüme macerası ve dolaştığı ülkeler konuştuğu kişiler bir kitap olacak kadar fazla. Bizim Türkiye dünyamızdan çok farklı, çok değişik insanlarla  muhatab olmuş. Biri hatıra anlat deyince hangi  hatıra der gibi çokluğundan kinaye bir işaret yaptı. Bir tane anlattı.

Bir gün bir arap alimine Bediüzzaman nasıl biridir , diye sorar o da işte şöyle böyle der bir küçük kafa işaret eder gibi , yetersiz bir tavır takınır. Bir süre sonra 24 sözün üçüncü dalını o alim olan adama oku  der okuduktan sonra der ki “ Yahu bu alimmiş” . Birkaç basamak çıkmıştır, aradan bir süre geçtikten sonra , bir bahsi okur ve Kasım Abi sorar nasıl o da der” Bediüzzaman tek başına birmillettir” bu da gösteriyor ki adam okumuş ve okudukça onu tanımada farklı yerlere gelmiş. Bir keresinde galiba Fas’ta bir Bediüzzaman günü tertib edilir. Orada Müceddid Bediüzzaman diye bir serlevha görür. Şöyle döner ve der “ kardeşim Bediüzzaman kıyamete kadar müceddid” adeta haykırır. Demek insanlar okudukça bakış açıları derinleşiyor. Bizim nedense ülfet ile cümleler ve kelimeler üzerindeki derinliğimiz tehire uğramış yollu yorumlar yaptı.

İhsan Kasım Ağabey şevk kaynağı , tutumunda konuşmasında bir Bediüzzaman vari ateşin hava var, o kadar heyecanlı ki ondan alacağımız ne kadar şey var. Beni görünce dur seninle konuşacaklarım var dedi. Benim Bediüzzaman’ın Fikir ve Sanat Dünyası kitabımı okumuş kısım kısım, kitabım hakkında o kadar etkileciyi bir yorum yaptı ki , dün beni oraya götüren Rabbime ne kadar şükür etsem azdır. Fırıncı Abi beni üstadın evinde  bir süre kaldığımı görünce “ sen o kitabı yazdığın için Üstad seni evine  kabul etti” dedi. Ondan da çok mutlu olmuştum. Orhan Abi’de kitap için “ bu kitabı ancak sen yazabilirsin dedi, gelecek nesiller bu kitabın sayfalarında neler arayacak bir kaynak olacak “ de Bir de Erzurum’dan Prof Ahmet Kırkkılıç çok güzel söyler demişti. Takdir etmek için derinlik gerekir doğrusu böyle .

İhsan KASIM  Abi  dedi ki sen o kitabı bir Avrupai kafa ile yazmışsın, o kitap Avrupai ölçekte bir kitap, Bediüzzaman Avrupa düşüncesini iyi massettiği için onun eserlerini Avrupai düşünenler daha iyi anlar dedi.Kitap gibi bir söz, üstadı ve fakirin yirmi beş yıllık gayretini ifade eden bir sözdü, idrak ve huşum sanki başımdan gitti , nice başımızın üzerinde gezdirdiğimiz insanlar ketum durdular  ne garip değil mi.

İhsan Kasım Salihi Ağabeye uzun ömürler versin Allah. Bediüzzaman’ın  bu çok çok özel ve seçilmiş, seçkin talebesini gönülden alkışlıyoruz. 

Prof. Dr. Himmet Uç

NurNet.Org

Irak’tan Selam Var…

İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın her hafta mutat olarak düzenlediği Perşembe Sohbeti, İstanbul’un maddi ve kesafetli havasının verdiği tesirle gabileşen ruhlara Kuranın manevi tefsiri Risale-i Nurdan ab-ı hayat sunmaya devam ediyor.

Geçen haftaki 29.01.2011 Perşembe Sohbetinde Risale-i Nur hizmetini daha yakın tanımak için Vakfımızı ziyaret eden ve sayıları on beşi bulan bulan Kuzey Irak’tan misafirlerimiz vardı. Misafirlerimiz bir hafta boyunca Risale eğitimi aldılar ve bu arada Orijinal Risalelerin bulunduğu sergi salonumuzu gezme imkanına sahip oldular. İhsan Kasım Salihi Ağabey ile her gün düzenli ders yapan Iraklılar fırsat buldukça da İstanbul’un tarihi yerlerini gezdiler.

Akşam yemeği 19.00 ile başlayan program Prof. Dr. Faris Kaya’nın yaptığı Risale-i Nur dersiyle devam etti. Dersten sonra misafirlerimiz Risale-i Nur Üstad ve hizmet hakkındaki intibalarını dile getirdiler. Gerek Risale-i Nurun ilmi derinliği ve kapsamlı tefekkür boyutu gerekse de hizmetteki uhuvvet ve muhabbet onları mest etmişti ki İsmail aldı bir Irak’lı aldığı feyiz ile hizmet ile alakalı yazdığı şiiri duygu yüklü ve coşkulu bir şekilde dile getirdi. Hislerin coştuğu bu dakikalarda Iraklı misafirlerimiz bizler için seçtikleri Arapça ve Kürtçe ilahileri okudular. Memnuniyetleri gözlerindeki parıltılardan okunan misafirlerimiz vakfımıza Mehmet Fırıncı Ağabey adına Ali Katıöz’e çiçek takdim ettiler. Son dakikasına kadar pür dikkat takip edilen program küçük kardeşimizin muhteşem sesinden dinlenilen Kuran tilaveti ile son buldu.

Kaynak: iikv

Gıybetin Caiz Olduğu Durumlar Var Mıdır?

Gıybet, bir kimsenin arkasından onun hoşuna gitmeyecek şekilde konuşmak demektir. Eğer onun hakkında konuştuklarınızı duyduğu zaman kalbi mahzun oluyorsa gıybet yapmışsınız demektir. Eğer anlatılanlar o kişide yoksa o zaman gıybet sınırlarını aşar ve iftira olur ki bu daha tehlikelidir.

Bir defasında Peygamber Efendimiz (a.s.m):

–    Gıybet nedir bilir misiniz, diye sormuş. Yanında bulunanlar:
–    Allah ve Resulü daha iyi bilirler, deyince Peygamber Efendimiz ( a.s.m. ):
–    Gıybet, kardeşini onun hoşlanmadığı bir sıfat ile vasıflandırmaktır, buyurmuştur.
–    Ya kardeşimde söylediğim sıfat bulunuyorsa, diye sorulduğunda:
–    Söylediğin sıfat eğer kardeşinde bulunuyorsa gıybet etmiş olursun. Eğer bulunmuyorsa o zaman iftira etmiş olursun, buyurmuşlardır.

Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı büyük günahtır. Birbirinizin gizli hallerini ve kusurlarını araştırmayın, casusluk yapmayın; birbirinizi gıybet de etmeyin. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan tiksinirsiniz. Öyleyse Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah tevbeleri kabul edici ve çok merhamet edicidir.

Ölü kardeşinin etini yemek gibi iğrendirici bir olaydır gıybet. Etini dişleyip koparmak ve yemek gibidir. Olayın perde arkasını görebilsek, gıybet ettiğimiz anda ağzımızdan kanların damlamaya başladığını müşahede ederdik. Ne kadar tiksindirici bir iş yaptığımıza tanıklık edebilirdik.

İbni Hibban’da geçen Amr ibnü’l-As’dan (r.a.) nakledilen şu hadis-i şerifte, Resululllah (a.s.m.) ölü bir katırın yanından geçerken ashabına şöyle buyurmuştur:

Kişinin karnını doyuruncaya kadar şu leşten yemesi, elbette Müslüman bir kişinin etini yemesinden ( dedikodusunu yapmasından ) daha hayırlıdır.

Gıybetten kurtuluş yolları nelerdir?

Ciddi ve hayati bir kaza geçireni hemen acil servisine kaldırırlar. Normal prosedür burada uygulanmaz. Çünkü hemen müdahale edilmezse geç kalınmış olunabilir.

İşte gıybet de manevi hayatımızı ciddi anlamda tehdit eden ve hemen müdahale edilmesi gereken bir hastalıktır. Manevi hayatımızı yakıp yıkan, bütün manevi birikimlerimizi sıfırlayan bir illettir. Ahirette çok sevaplar beklerken elimizin boş, yüzümüzün kara çıkmasına zemin hazırlayan büyük bir beladır.

Tırmizi’de geçen, Ebu Hureyre’nin (r.a.) rivayet ettiği bir hadiste Resulullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

–    Müflis kimdir bilir misiniz, diye sordu. Sahabiler:
–    Bizce müflis, parası ve malı olmayandır Ya Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:
–   Kıyamet günü kişi; namaz, oruç zekatla huzura gelir. Fakat birisine zina isnat etmiş, ötekinin malını yemiş, berikinin kanını akıtmış, falanı dövmüştür… Sonra hesaba başlanacak ve kısas olarak herkes onun sevaplarından alacaklardır. Şayet, hakkına girdiği kişilerin karşılığı tam ödeyemeden sevapları tükenirse bu defa, haklı kişinin günahları boynuna yüklenecek ve sonra da ateşe atılacaktır! İşte benim ümmetimin müflisi budur.

Allah muhafaza! Şayet böyle bir durumla karşılaşsak kim bize yardım edebilir? Neyimize güvenebiliriz? Kimin kapısına gidip de yardım isteyebiliriz? Her şeye kadir olan Allah ‘Atın bu müflisi cehenneme!’ dedikten sonra kimin bunu engellemeye gücü yeter?

Bir an olsun kendimizi bu sahnenin ortasında hayal edelim ve cehenneme sürüklendiğimizi düşünelim. Aman Allah’ım, ne dehşet verici bir durum!

Hoşlanmadığımız kişinin gıybetini yaparak ona zarar verdiğimizi sanıyoruz. Oysa bilakis o kişiye iyilik etmiş oluyoruz. Çünkü yukarıdaki hadisten anlıyoruz ki, kişinin sevabı cennete girmeye yeterli gelmediği zaman, onu gıybet eden kişilerin sevapları onun sevaplarına ekleniyor.

İmam-ı Gazali, Kimya-yı Saadet kitabında Hasan-ı Basri’nin (k.s.) bir uygulamasını şöyle nakleder:

Kendisini gıybet eden bir kişiye bir tabak taze hurma gönderir. Üzerine bir not koyar:

‘Duydum ki sen ibadetini bana hediye göndermişsin. Ben de buna bir karşılık vermek istedim. Ama tam karşılığını veremedim, kusura bakma.’

Gıybetin caiz olduğu durumlar var mıdır?

Bediüzzaman, bazı şartlarda, kişinin olmadığı ortamlarda onun hakkında konuşulabilir der ve dört durumdan bahseder. Bu özel durumlar dışında kişinin arkasından konuşmak gıybettir.

Birincisi: Haksızlığa uğrayan bir kişi, hakkını savunmak için bu konuda yetkili kişilere her şeyi açıklayabilir. Karşı tarafın yaptığı bütün haksızlıkları anlatabilir.

İkincisi: Eğer bir insan ticaret yapacağı birisi hakkında istişare ederse, istişare ettiği kişi sırf hayır için ve kötü niyet karıştırmadan o kişi hakkında bildiği kusurları söyleyebilir. Ve eğer bir işe girerlerse zarar göreceğini biliyorsa, ‘ Onunla çalışırsan zarar görürsün ’ diyerek zararın önüne geçebilir.

Üçüncüsü: Eğer birisi bir lakapla meşhur olmuş ve onu söylemeden tanınmıyor ve karıştırılıyorsa, söylemenin sakıncası yoktur. Buradaki maksat tarif etmektir, hakaret etmek değildir. Mesela ‘ O topal adam filan yere gitti ’ gibi.

Dördüncüsü: Fasık-ı mütecahirin, yani günahı insanların gözü önünde ve sıkılmadan yapan kimsenin gıybeti caizdir. Fasık-ı mütecahir, işlediği günahlarla iftihar eder, yaptığı zulümden lezzet alır, sıkılmayarak açık bir şekilde günah işler. Başkasının zarar görmesini engellemek için fasık-ı mütecahirin yaptıklarının anlatılması caizdir.

Burada dikkatli olmak gerekir. Fasık-ı mütecahir kriterlerine uyanların arkasından konuşulabilir. Her günah işleyeni bu şekilde değerlendirmek yanlış olur. İşlediği günahlardan pişmanlık duyanların arkasından konuşmak gıybet olur.

İhsan Kasım Salihi / Allah’a Kul Olmak kitabından alıntıdır…