Etiket arşivi: kuran-ı kerim

Kur’an, “Hizmet Edenleri” Alkışlar!

Kur’an’da yaş ve kuru her şeyin bulunduğu hemen hepimizin iman ettiği bir hakikattir. O halde Kur’an’ın her asırda dine hizmet eden büyük şahıslara ve onların hizmet cereyanlarına da işaret buyurabileceğini kabul etmek gerekir.

Nitekim Kur’an, asr-ı saadetteki pek çok örneğe bazen doğrudan bazen de işareten temas eder.

Mesela Suheyb-i Rûmî Hazretleri; kendisi Rum diyarından göç ettiği için Rûmî lakabıyla meşhurdur. Mekke’ye Anadolu’dan geldiğinden bazı tarihçiler onun Türk olduğunu da iddia ederler. Eğer hakikaten Süheyb-i Rûmî Türk ise bu da milletimiz için ayrıca bir iftihar vesilesidir. Çünkü o, hakikat adına kalkmış uzak diyarlara yürümüş, bulmuş, “ol”muş ve bulduğu hakikatte sonuna kadar sadakat içinde kalmıştır.

kelebekİşte bu zat, Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) Medine’ye hicret buyurduktan sonra, bir yolunu bulup tek başına Mekke’den Medine’ye doğru hareket eder. Kureyş’ten bir genç grubu, durumu haber alır almaz peşine takılır ve bir yerde yolunu keserler. Hazreti Süheyb hemen bineğinden iner, sadağından oklarını çıkarır ve müşriklere şöyle seslenir: “Ey Kureyşliler! Bilirsiniz ki ben sizin en iyi atıcılarınızdanım. Allah’a yemin olsun ki, sadağımdaki bütün okları atıp bitirmeden size bir ok attırmam. Oklarım bitince de sizinle kılıcımla mücadele ederim. Bundan sonra siz istediğinizi yaparsınız.

Gelin sizinle anlaşalım. İsterseniz malımı-mülkümü, Mekke’de falan yere gömdüğüm şeylerin hepsini alın fakat beni rahat bırakın; ben Resûl-i Ekrem’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) gidiyorum.” Onun ok atmadaki maharetini ve cesaretini yakından bilen Kureyşli gençler bu teklifi kabul ederler. Hazreti Süheyb de Medine’ye doğru yeniden yola koyulur.

O böyle samimiyetle hicret yolunda ilerlerken kendisini bekleyen iltifattan habersizdir. Medine’ye vardığında, İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) ayağa kalkar, onu karşılar ve şöyle der: “Ey Süheyb! Allah, senin hakkında şu ayeti indirdi: “İnsanlardan öyleleri vardır ki Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah işte böyle kullarına pek merhametlidir.” (Bakara Sûresi, 2/207) Süheyb-i Rumî (radıyallâhu anh) Allah rızası için malını feda etmiş, müşriklere, “Siz benim malımı alın, fakat benimle Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) arasına girmeyin.” demişti. Sonra da hakkında bu ayet nâzil olmuştu. Bu fedakârlık tablosu semâvî bir iltifatla alkışlanmış ve Kur’an’da bahis mevzuu olmuştu.

Kur’an’da doğrudan bahse konu olmasa bile Übeyy İbn-i Ka’b’ın (radıyallâhu anh) yaşadığı şu hadise de kayda değerdir: “Bir gün Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) Übeyy İbn-i Ka’b’ın yanına geldi ve ona; “Ya Übeyy! Rabb’im bana ‘Übeyy’e git, sana Kur’an’ın şu şu ayetlerini okusun, buyurdu.” dedi. Hazreti Übeyy büyük bir mutluluk ve heyecan içinde “Rabb’im benim adımı andı mı Ya Resûlallah?” diye sordu. “Evet” cevabını alınca gözyaşlarını tutamadı ve hıçkırıklara boğuldu.

Bazı sahabe-i kiram Kur’an’da hususi konumlarıyla bazıları da şahs-ı manevi olarak destanlaştırılmaktadır. Mesela İlahi Beyan, bir yerde Şehitler Seyyidi Hazreti Hamza’nın, Şâh-ı Merdan Haydar-ı Kerrar Hazreti Ali’nin ve yine o kıymetli oymaktan gelen Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) amcazâdesi Ubeyde İbn-i Hârise’nin mücadelelerini anlatır. Hak ile batıl, iman ile küfür arasındaki bu kavgayı tasvir ederken, bu iki düşüncenin temsilcilerinin âkıbetlerini de haber verir. Buna göre, bir grup katrandan elbiseler giyecek, başlarına kaynar sular dökülecektir. Diğer grup da altın bilezikler ve incilerle bezenecek, giyim kuşamları da ipekten olacaktır. Bu ifadeleriyle Kur’an, o kahramanlar topluluğunu göklere çıkarır. (Bkz: Hac Sûresi, 22/19)

Görüldüğü gibi Kur’an, onun hakikatlerine omuz veren ve Nebi’nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) uğrunda hırz-ı can eden herkesi alkışlamış ve senâ etmiştir. Bu bir âdet-i İlâhî ise kıyamete kadar da alkışlamaya devam edecektir. Malını, mülkünü, yurdunu, yuvasını terk edip dünyanın dört bir yanına elinde bavuluyla hicret eden binlerce fedakârı Kur’an da Sahib-i Kur’an da mutlaka alkışlıyordur/alkışlayacaktır. Elde edilen muvaffakiyetleri kendinden bilmeyen, aczinin, fakrının idrakinde olan ve şevk ü şükürle gerilmiş irade kahramanları mele-i a’lânın sakinlerinin sohbet konusudur. Adanmışlığı, beklentisizliği, istiğnayı meslek edinmiş er oğlu erler her zaman en pak defterlere kaydedilecek ve en muteber listelerin üst sıralarında yerlerini alacaklardır.

Süleyman Sargın / Zaman

Ünlü Yazar “Puşkin” Kur’an-ı Kerim Hayranı Çıktı!

Hafta sonu Uluslararası Entellektüel Edebiyat Fuarı Non/Fiction çerçevesinde Tsentralnıy Dom Hudojnika (Merkez Ressam Evi)’da ünlü Rus Arap araştırmaları, Orta Çağ Arap edebiyatı uzmanı Betsi Şidfar tarafından yapılan yeni Kur’an çevirisi tanıtıldı.

Arap araştırmaları uzmanları ve İslam din adamları yeni çevirikonusunda çok olumlu değerlendirmelerde bulundular. Kutsal Kur’an’ın Rusça çevirisini yapmış bir çevirmen, olan filosofi doktoru Elmir Kuliyev bu konuda düşüncelerini şöyle dile getirdi: “Betsi Şidfar’ın çevirisinde eşi olmayan, kendine has bir stil hissediliyor. Bu stil okuyucunun Kutsal Kur’an’ın ruhunu hissetmesine, görülmez ve hissedilmez, ancak insanın tüm varlığı ile olduğunu bildiği bazı şeylere temas etmesine yardım ediyor”.

Moskova Ulu Cami Baş İmamı İldar Alyautdinov, Kur’an çevirilerinin ve yorumlarının orijinalin benzeri olmadığının altını çizerek, yapılan çevirinin yüksek kalitesine işaret etti. Alyautdinov, “Bu kitabın kendisi için Allah’ın kelamını keşfetmek isteyenler için ilgi çekici olacağını ümit ediyorum” dedi.

Rusya’da Kur’an’ın çevirisi yüzyıllardır yapıla gelmiştir. Toplam olarak Kur’an 15 kez Rusça’ya çevrilmiştir. Burada ilginç olan Kutsal Kitab’ın Rusya’daki çevirisinin din adamları tarafından değil, bilim adamı doğu araştırmaları uzmanları, dilbilim uzmanları tarafından yapılıyor olmasıdır. RGGU Tarih, Politika ve Hukuk Bilimleri Fakültesi, Modern Doğu Kürsüsü doçenti İgor Alekseyev “Neden Rus müslümanları Rusça’ya çeviri yapmıyorlar, bu zor bir soru” diyor. Kutsal Kitab’ın ilk çevirileri Fransızca’dan ya da İngilizce’den yapılmışlardı ve eksik yönleri vardı. Kur’an ilk defa 1716 yılında 1. Pyotr’un buyruğu üzerine Peterburg’ta çevrilmişti.

1790 yılında M.İ. Veryovkin tarafından yapılan Kur’an çevirisi Rus edebiyatı açısından önemli bir rol oynayacaktı: Çevirmen, 33 sureden şiirsel alıntıların hazırlaması konusunda ünlü Rus şairi A.S. Puşkin’e ilham kaynağı olmuştu. Puşkin’in bu ünlü eserinin adı ‘Kur’an’a benzetmeler’ adını taşır. A.S. Puşkin’in eserleri, çok geniş Rus okuyucu çevresinde Kur’an’a olan ilginin artmasına neden olmuştur. Büyük rus yazarı L.N. Tolstoy da Kur’an ile ilgilenmiştir.

Kutsal Kitab’ın Arapça’dan ilk çevirisi 1871’de yapıldı. Sovyetler ve Sovyetler Birliği sonrası ilk dönemlerde dine verilen önemin azalmasına rağmen, Kur’an’ın en iyi çevirileri bu dönemlerde yapılmıştır. Bu çeviriler Betsi Şidfar’ın da aralarında olduğu yetenekli Arap araştırmaları uzmanlarının elinden çıkmıştır.

Kaynak: Rusya’nın Sesi Radyosu

Kur’an ve Olaylar

Kur’an bir olaylar mecmuasıdır, insanı insanlık serüveninin çeşitli basamaklarında dolaştıran bir vakalar zinciri.

Kur’an çok özel olaylar seçmiştir, temsili olaylar ortaya koymuştur. İnsanı değiştiren olayları Allah özellikle seçmiştir.

Nuh tufanı bir olaydır, Hz Yusuf’un Züleyha ile macerası bir olaydır, Hz Âdem’in cennetteki macerası bir olaydır.

Allah kitabını gönderirken levh-i kalemde olayları, kâinat kurulduğundan beri devam ede gelen olayları ve insanları seçmiştir, gereksiz olaylar almamış, gereksiz kişiler seçmemiştir.

Bu anlatı sanatının önemli öğelerinden biridir. Olayın ve şahsın temsili niteliğinin ve eğitici yanının iyi tespit edilmesi.

Romanın bir cihette atası Kur’an’dır. Çünkü romancılar da özellikle bazı olayları seçerler. Bediüzzaman bu olaylara çekirdek vaka der. Hz Âdem’in cennetten dışarı çıkarılması bütün hayatını ve bütün insanlığın hayatını yapan bir olaydır.

Cennete girmek bundan sonra insanın gayelerinden biri olmuştur.

Tövbe İle Cennete Ulaşmak

İnsan her gün günahları ile gündelik cennetinden kovulur, tövbe ile kovulduğu cennete tekrar girer. Bütün peygamberler, gönderildikleri insanlara rehber durumundadırlar. Çünkü insan müptela olduğu günahlardan ancak bir ikaz edici vasıtası ile kurtulabilir. Günah bir olaydır, ruhumuzun temiz çamaşırlarını kirletir, sonra onu tevbe ile yıkarız. Günahtan kaçmak hayatın bir esasıdır. Bu yüzden Allah ne kadar mantıklı bir şekilde der ki “siz günah işlemeseniz bir günah işleyen kavim getiririm.” Günah işleyip tövbe etmemek çok tehlikeli bir durum?

Dayak yer annemizin kucağına koşarız, sevilip okşanınca yine kabahatler işleriz. Yine dayak yer yine annemizin kucağına koşarız. Artık benim annem yok kimin kucağına koşayım.

Kur’an ve olaylar diye bir kitap yazmak gerekir.

O olayları bir anlatı metnini yorumlar gibi yorumlamak, Kur’an edebiyatı ortaya çıkarmak…

Bunu yüzlerce yıldır yapamamışız. Onu sadece Fatiha ve Yasin ile sınırlamışız. Her ayete faziletler yüklemek güzel. Çünkü insanlar da çocuklar gibidir, şeker vermeyince anneye koşmazlar. Bana göre ayetlere makasıd yüklemek bir yerde hakikatten ziyade şekere koşmaktır. Bu yüzden Bediüzzaman eserlerinde böyle makasıd-ı teşvikiyeyi kullanmamış. Ayetin metnini nazara vermiş.

İnsanın nutfeden yaratılması büyük bir olay, bütün olaylar onun üzerine kurulmuş.

Kâinatın çekirdeği bir vak’a! Bütün olaylar onun santralından doğmuştur. Nutfeden halk edilmek bütün olayların zincir ile bağlandığı bir merkezî nokta.

Kabir bir mekân hem bir olay.

Mekân ile olay o kadar iç içe ki, kabri düşündüren ve ona göre hareket ettiren bir öğreti, kabirdeki olayları nazara veren bir eğitim. Nutfe ve kabir, bir büyük olaylar zincirinin iki başı. Olaylar ne kadar harika bir seçimle yapılmış, bir olayda bir yanlış her şeyi yıkar götürür.

Dünyanın altı günde yaratılması.

İnsan aklının muhayyilesinin anlamakta zorlandığı bir yapım süresi, bir mimari. Nasıl bir gün altı gün yüzyıllar mı bin yıllar mı, mimarı altı günün tasarımını ve programını nasıl tertib etmiş?.

Nesnelerin İdaresi Kolaydır

Evine kimleri getirip götüreceğini, ne tür olaylarla kahramanlarını karşılaştırıp, olayların doğurduğu olayları nasıl idare edeceğini bilmek! Nesnelerin idaresi kolaydır. Koltuğu şuraya, masayı şuraya, lamba tavanda olsun.

Ya olaylar hangi olayı nereye, hangi olayları nereye, sonsuz olayları nereye, olayları birbirine harmanlama, harmanın idaresi.

Akla zarar bir ayrıntı. Allah bu işte.. Hani o secde edilen Allah. İlmi sonsuz olan Allah!

Bağlarda Dolaşan Bir Kelebek

Beni kimsecikler anlamaz zaten, sen öp seccadem, demiş Necip Fazıl.

O kafa nasıl anlaşılsın?

Bediüzzaman, Necip Fazıl geliyor diye bir sandalye istemiş ve onu sandalyeye oturtmuş. Dalaletin insanları boğduğu dönemde iki büyük insan, ben büyüklüklerini kıyaslamıyorum, ben ki küçük bir kelebeğim, onları tartmak benim neyime. Bağlarında dolaşsam bana yeter.

Rüzgârların esmesi, nasıl bir olay? Tasrifü’r-riyaha diyor. Çünkü o kadar sayısız, sayılmaz olaylar doğar ki rüzgârların esmesinden, şairler sadece onu düşünmüşler.

Ama Nabi o rüzgâra Nebiyy-i Zişanın mektubunu yüklemiş:

Ey bad-ı saba uğrarsa yolun semt-i harameyne

Ta’zimimi arzet o resul ü sakaleyne.

Fuzuli o rüzgâra garipliğini yüklemiş:

Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge

Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı.

İnsanın kalbi ile Allah arasındaki telefon diplomasisi, şairlerin kalbine gelen ilhamlar, âlimlerin kalbine gelen manalar, mimarların kalbine gelen tasarımlar…

Neden Düşünmeye Zaman Ayırmıyoruz?

Rodin düşünen adam heykelini neden düşündü, nerden aklına geldi?

Herhalde en az yaptığımız işe bir heykel ile tepkisini gösterdi.

Orhan Veli düşünmeden kaçar:

Düşünme! Arzu et, bak böcekler de öyle yapıyor

Der.

Namık Kemal,

Yüksel ki yerin bu yer değildir, dünyaya gelmek hüner değildir

Der. İnsan ancak düşünerek yükselir.

Bediüzzaman: Ey insan düşün, sen alâ külli hal öleceksin.

Bu ölümden korkmak için değil düşünerek yaşamak için ölüm gelmeden düşünmen gereken şeyleri düşün demektir. Yoksa ölüme hapsedilmiş bir düşünmek değil.

Bu olaylarından içinden çıkılmaz. Bütün bu olaylar üstünde ilahi nazar ve ahizenin öte yüzü. Evet, ahizenin öte yüzü, maveray-ı hilkat, daha neler.

Hz Aişe Resûlullahı yanında göremeyince, telaşla bir ara hangi yerde diye ararken, onu secdede görür, heyecan ve helecanını hisseden Resulullah “Ben ne maksaddayım sen nerdesin Aişe“ der.

Kalbinin peygamberimizi tesahup etmeyeceğini bilen bir yürek.

Dünyayı bir seccade gibi kullanan bir Nebi!

Bütün kalplere onların isteği olan şeyleri gönderen bir telefon, ulûhiyetin merkezî santralı, bu nasıl iş Allah’ım.

İnsanlık Hayatının İbret Verici Olayları

Herşeyin en harikasını Bediüzzaman yapmış.

Kur’an’ın olaylarını anlatıyor. Kıyametin kopmasından sonraki olaylar.

Dühanla inşikakına ve yıldızlarının düşüp hadsiz fezada dağılmasına kadar ve dünyanın imtihan için açılmasından, ta kapanmasına kadar ve ahiretin birinci menzili olan kabirden, sonra berzahtan, haşirden, köprüden tut, ta Cennet’e, ta saadet-i ebediyeye kadar, mazi zamanının vukuatından, Hazret-i Adem’in hilkati cesedinden, iki oğlunun kavgasından ta Tufan’a, ta Kavm-i Fir’avn’ın garkına, ta ekser enbiyanın mühim hadisatına kadar ve Elestü birabbiküm ‘in işaret ettiği hadise-i ezeliye ..”(Sözler 368)

Hadisat ve vukuat ve hadiselerin büyük yorumcusu Bediüzzaman.

İlahi Program ve Kıyamet Olayları

Kıyamet kopmadan kıyameti tasarlamış Allah ve ifade etmiş.

Yıldızların düşüp fezada dağılması bir olay.

İnsanlar bunları görecek mi, görünce nasıl duracaklar veya davranacaklar.

Dünyayı bir imtihan salonu gibi inşa etmek nasıl bir şey?

Güneş nasıl bir imtihan nesnesi?

Evet, imtihan nesnesi yanlış yorumlanmış bir harf, onu yanlış okuyanların yaptığı yanlışlar.

Yağmurun yağışı bir olay, yanlış okumalar düz okumalar, anlamlı okumalar,

Bediüzzaman’ın Münacaat ve Ayet ül Kübra’da yaptığı gibi.

Âhiretin birinci menzili olan Kabir, ondan sonra ara ülke berzah nasıl bir yer,

Bediüzzaman mecma-ı ahbab diyor. Ahbapların toplandığı yer.

Dirilmek bir olay nasıl olur, topraktan başını kaldıran insanlar, baharda topraktan çıkan tohumlar gibi, kezalike’l-huruc.

Ya köprüye ne dersin. Nasıl bir köprü?

Sırat kıldan ince kılıçtan keskin derler

Varıp anın üstünde evler yapasım gelir

Cennet’e giriş nasıl bir olay, hayal et.

Fir’avunun kavmiyle suya gark olması nasıl azametli bir olay.

Bizim dünyada hadisatın dalgalarına çarpıp boğulmamız da bir olay.

Ekser peygamberlerin mühim hadisatı.

Allah Hz Nuh’un dokuz yüz yıllık tebliğinin tufan hadisesini almış.

Bütün kahramanlarının kilit olaylarını almış. Eğitici yanlarını göstermiş.

Suda babasının davetine uymayan oğluna şefkati uyanarak dua eden babaya, Allah’ın leyse min ehlik o senin ehlinden değil demesi ne olay.

Nasıl dalgaları yenerek insan yüzme öğrenirse Kur’an’ın yüksek frekanslı olayları insana insan olmayı öğretir, vakalar prototiptir.

Sen de benzeri olaylarda benzeri tutumları sergile demektir.

Olay olay sanma kolay.

Hz Peygamber ve olaylar,

Hz Ali ve Olaylar, büyük adamların olayları da büyük,

Allah onlara büyük olayları gönderiyor, onlar o olayların arasından büyümüş olarak çıkıyor.

Bediüzzaman ve olaylar, sanki ruhu büyük olayları kendine çeken bir mıknatıs, koca dünyayı küçük görmüş, nerde kaldı onun daha küçük olayları, o insanı küçülten ama çözümlenince onu büyüten olayları seçmiş, haşirsizlik, meleksizlik, kulluksuzluk.

Haşri bir büyük matematik problemi gibi çözümlemiş, Cennet’e adaylar yetiştirmiş yetiştirmekte. Sevimli dikdörtgen seccadeyi semavata giden uçan halıya çevirmiş.

Olay olay ne anlaması kolay

Ne anlatması kolay.

Prof. Dr. Himmet Uç

Çinli Öğrenciler Adana’da Kur’an öğreniyor!

Adana’da Çin’den gelen 18 öğrenciye, Kuran-ı Kerim, Arapça ve Türkçe eğitimi veriliyor. Çin’in çeşitli eyaletlerinden Adana Müftülüğü’nün daveti üzerine gelen öğrenciler, 3 senelik eğitimin ardından ülkelerine dönerek oradaki çocuklara Kuran-ı Kerim ve Türkçe öğretmeyi hedefliyor.

Çin Halk Cumhuriyeti’nden gelen çekik gözlü öğrenciler, Adana’nın Sarıçam ilçesi Baklalı Kur’an Kursu’nda eğitim görüyor. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından görevlendirilen öğretmenler tarafından Türkçe eğitimi verilen öğrenciler, yaklaşık 2 ayda Türkçe konuşmaya başladı. Bir süre Türkçe eğitimi alan öğrencilere daha sonra ise temel Arapça, temel dini bilgiler ve Kur’an-ı Kerim okuma eğitimi verilmeye başladı.

Adana Müftüsü Arif Gökçe, Çin Halk Cumhuriyeti’nin değişik eyaletlerinden gelerek Adana’da eğitim ve öğretim gören 20’ye yakın öğrenci bulunduğunu söyledi. Bu öğrencilerin oradaki altyapının yetersiz olması nedeniyle Türkiye’yi tercih ettiğini vurgulayan Gökçe, koordinatör görevliler ve Türkiye’den giden sivil toplum kuruluşlarının ortaklaşa yardımlaşmalarıyla bu öğrencilerin Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Kur’an kurslarında eğitim aldıklarını dile getirdi. Öğrencilerin 2,5 ay önce Türkiye’ye geldiğini belirten Gökçe, “Öncelikle bu kardeşlerimize Milli Eğitim Bakanlığımızın Türkçe öğretmenlerinden katkı alarak Türk dilini öğretiyoruz. Ardından Kur’an eğitimini, temel Arapçaya giriş ve temel dini bilgilere giriş bilgileri veriyoruz.” ifadelerini kullandı.

Çinli öğrencilerin ilk aşamada 1 yıllığına Türkiye’ye geldiğinin altını çizen Müftü Gökçe, “Eğitimlerini, hafızlıklarını ilerletmek isterlerse 3 yıla kadar burada misafir edeceğiz, ağırlayacağız. 20’ye yakın öğrenci gelmişti ama bunlardan 2’si havamıza suyumuza alışamayıp geri döndü. Önümüzdeki günlerde 17 öğrenci daha Adana’ya gelecek. Ayrıca 3 de bayan öğrenci gelme hazırlığı yapıyor. İnşallah bu yavrularımız Türkiyemizde, Adanamızda eğitimlerini alacaklar.” diye konuştu.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dünyanın dört bir yanından eğitim için öğrenci getirdiğini hatırlatan Gökçe, “Afrika’dan Balkanlardan, Türkî cumhuriyetlerden ve bu iş Çin’e kadar dayanmış oldu. Biz kardeşlerimizi, Müslüman kardeşlerimiz olarak bağrımıza basmış bulunuyoruz. En güzel şekilde onlara maddi manevi katkılarımızı aktaracağız, kültürümüzü, dilimizi, kardeşliğimizi aktaracağız. İnşallah Türkiye’de bu dini ilimlerdeki yetkinliği kazanan yavrularımız kendi bölgelerine döndüklerinde orada din hizmetini sunabilme konusunda burada aldıkları bilgileri oralara ulaştıracaklar ve bu Türkiye’nin maddi manevi hem kültürünün hem dostluğunun bir nişanesi olarak Çin ile aramızda böyle bir köprü kurulmuş olacak.” dedi.

Hz. Peygamber (sav)’in ‘İlim Çin’de de olsa gidip alınız.’ şeklinde hadisini hatırlatan Müftü Gökçe, şöyle devam etti: ‘İlmin vatanı yoktur. İlim ama Çin’de ama Maçin’de ama Türkiye’de, dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman’ın yitiğidir, Müslüman onu nerede bulursa oradan alır. Biz Çin’e gidemedik ama Çinli kardeşlerimiz bizi kucaklamaya bize kadar geldiler ve Peygamberimiz (sav)’in hadisi şerifi bu sefer Türkiye’de tecelli etmeye başladı. İnşallah bunun devamı gelsin deriz. Bizim de Çin’den alacağımız varsa biz de gider almakta tereddüt etmeyiz.

ÇİN’E DÖNÜNCE ÇOCUKLARA KUR’AN ÖĞRETECEĞİZ

Öğrencilerden Ma Wei Guo ise yaklaşık 2 aydır Adana’da olduklarını söyleyerek, “Sizler bizi Çin’den davet ettiniz. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe öğrenmeye davet ettiniz. Türkçe ve Türkiye çok güzel, biz çok seviyoruz. Hocalar bize çok yardımcı oluyorlar. Kalpten teşekkür ediyoruz. İnşallah Çin ve Türkiye kardeş ülke olacaklar. Çin’de başka çocuklara Türkçe ve Kur’an-ı Kerim öğreteceğiz.” diye konuştu.

He Ying Min de Baklalı Kur’an Kursu’nda Türkçe, Kur’an-ı Kerim ve tecvit okuduklarını dile getirerek şöyle dedi: “Hocalar da bize en güzel şekilde öğretiyorlar. Yemekler çok güzel. Çin yemeklerini biraz özlüyoruz. Makarnayı özlüyorum. Müftülere teşekkür ediyorum, dünya ahiret Allah razı olsun. Burada 3 yıl okuyacağız, ondan sonra Çin’deki küçük çocuklara Allah için Türkçe ve Arapça, Kuran-ı Kerim öğreteceğiz.

Cihan

“Kısas”ta Hayat Vardır!

Ülkemizin gündemi çok çabuk değişiyor. Her gün değişik bir gündem maddesini tartışmaya başlıyoruz. Son zamanlarda başbakanımızın ortaya attığı idamın gerekliliği ile ilgili sarf edilen sözleri dikkatle dinliyorum. Çok farklı görüşler ortaya atılıyor. Özellikle televizyonlarda bu konuyu ele alan aydınların çoğu idama karşı tavır alıyor. Bu tavrına dayanak olarak batı toplumlarının çoğunda idamın olmadığını gösteriyorlar. Ben şahsen bu görüşlere katılmıyorum. Halkın da benim gibi düşündüğüne inanıyorum.

Bir vatandaş olarak bir çok insan gibi, medeniyet ile idam cezası arasında bağlantı kuran- sözüm ona- aydın kesimine katılmıyorum. Bana göre bir kişinin işlemiş olduğu cezanın ağırlığına göre idamı hak ediyorsa idam cezası ile cezalandırılması  gerekir. ABD’de ve Avrupa Birliğinde bazı ülkelerde suçun mahiyetine göre  idam cezaları uygulanmış ve şimdide uygulanmaktadır.

Yüce kitabımız Kuran-ı kerimde de bu idam cezasının yani kısas cezasının uygulanabileceğine dair açık ayetler  vardır.

Bu cezaların dayanağı olarak Kuran-ı Kerim de geçen bazı ayetler  şunlardır:

Bakara 178.ayeti :

‘’Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır. ‘’

Bakara 179.ayeti :

‘’Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.’’

Ayetlerde anlaşıldığı gibi Kısas, aynıyla karşılık vermek demektir. İslâm hukukunda ise, kasten ve haksız yere bir kimsenin canına kıyma ya da bedenine veya uzvuna zarar verme suçlarını işleyen kimselerin, verdikleri zararın aynıyla cezalandırılmaları demektir. Bu ayette kısas, “cana can” kuralını ifade etmektedir. Mâide suresinin 45. ayeti, kısasa tabi suçları topluca belirtmektedir. İlgili şahsın vazgeçmesi halinde kısas diyete dönüşür. Hıristiyanlıkta adam öldürenin affedilmesi, Yahudilikte ise, mutlaka kısasa tabi tutulması esastı. İslâm, diyet uygulaması ile orta yolu getirmiş oldu.

Kısasta hayat olduğuna dair bir çok örnek verebiliriz. Uzağa gitmeye gerek yok.Özellikle çevremizde yaşanan kan davalarının devam etmesi buna en iyi örnektir. Yakın zamanda Mardin ilinde Bilge köyünde kan davası nedeniyle bir katliam yaşandı. Eğer bir kişi birisini öldürdüğünde  öldüren kişiye hapis cezası değil de kısas cezası uygulansa kan davasının sürmesi engellenirdi.

Kısasın uygulanmasına gelince ise öldürülen kişinin yakınlarına iki tercih hakkı sunulur:

1.Tercih: Ölenin ailesinin isteği doğrultusunda eğer maktulun ailesi kısas isterse katile devlet eliyle kısas yani idam cezası uygulanarak kan davasının sürmesi engellenir.Bir nevi maktulün öcü devlet eliyle alınmış olur.

2.Tercih: Öldüren kişinin, ölen kişinin ailesine diyet ödemesi.Bu yöntem de yöremizde genelde aşiretler arasında uygulanmaktadır.Fakat devlet eliyle olmadığı için çoğu zaman gereği tam olarak yerine getirilememektedir.Öldürülen kişi  güçlü bir aileye veya aşirete mensup ise çoğunlukla ölenin ailesi hem diyetini alıyor hem de daha sonra öcünü alıyor.Böylece kan davası devam ediyor.

Vermiş olduğum örnekte olduğu gibi eğer bu kan davalarında kısas uygulansa dava başlamadan biterdi. Çünkü devlet ya kısas yolu ile  yada diyet yolu ile maktulun hakkını katilden alırdı. Kan davası da sürmezdi.Kan davası ile gelecekte olabilecek ölümlerin yolu kesilir ve bu insanların hayatlarının devamı sağlanırdı.Böylece” kısasta hayat vardır.”ayetinin hükmü de yaşanmış olurdu.

Başka bir örnek vermek gerekirse yüz kızartıcı suçlarda kısas cezası uygulansa bu suçlar toplumda bu kadar fazla olmazdı.Yani birçok  küçük çocuğa tecavüz edip onları öldüren bir caniye idam cezasını uygulamazsanız ve  bu insan bozması canavarı hapiste besleyip daha sonra dışarı salarsanız.Sokaktaki çocukların hayatlarını tehlikeye atmış olursunuz.

 Sonuç olarak bazıları çeşitli nedenlerle idam cezasına karşı olabilir. Fakat buna karşı çıkarken kendi düşündüğü şeyleri sanki bütün toplum düşünüyor diye genel konuşmamalı. Çevrenizdeki insanlara sorsanız bu televizyonlarda idam cezasına karşı çıkan insanlar gibi düşünmediklerini görürsünüz. Sokakta herhangi bir insana idamın gerekliliği ile ilgili bir soru sorun. Size idamın geri gelmesi gerektiğini söyleyecektir.

Hasılı kelam bir baba bir anne olarak düşünelim.Kendimize soralım. Eğer birisi küçücük çocuğumuzu hunharca katlederse biz onu bağışlar mıyız? Yoksa bu caninin idamını mı isteriz? Bu soruya vicdanını dinleyerek verilecek  bir cevap idamın gereklimi ? yoksa gereksiz mi ? olduğunu açık bir şekilde ortaya koyar.

Hamit Derman

www.NurNet.Org