Etiket arşivi: mahşer

Mahşer

Hz. Mevlânâ’nın «Fiyhi mâ fîh» inde belirtdiği veçhile:

«toprağa hangi tohum atılırki toprak onu bize tekrar vermez».

Bioloji ilmini Hak ışığı altında dolaşan, bu cümlenin sırrını cemâdât, hayvanât ve ne­batat’da aynel yakin bulur. Bu yazımızla mah­şer sırrını yine Garb metodlarîle çözerek müstehzi münkirin dudağına çarpacağız.

Bu sayımızda dâvayı sırf fizik pencere­sinden müşahede edecek, gelecek sayımızda da metafizik analizleri toparlayacağız.

Natürel bilgilerin hayat hakkında son görüşleri şu cümlelerle ifâde olunabilir: Hayâtın ilk ana cüz’ü hücredir ve câmid mo­leküllerin suda eriyip iyonize olmasından meydana gelmiştir. Hayatî kimyanın pek ya­lan zamanlarda vardığı bu sır:

Ayet-i kerîmesinde en öz şekilde ışıklanmış değil midir ?..

Hücrelerin en İnce mimarîsi insanda, Prof. Scmvartz’ın dediği gibi: (Bu hücrelerin mânâ ahengi içinde dizilişinin ifâdesidir). Bu ahengin tam analizi Sûre-i Rahmanda en veciz şekilde ifâde edilmişdir.

Demek hayat, câmid cisimlerin bu âhenginden ibâretdir.. Ve ölüm bu ahengin başka mimarîsi.. O halde birçok ilim mürtecîlerinin sandığı gibi, hayat, rastlanması güç bir tesadüfün eseri değil; bilakis stabil kimyasına rağmen, dinamik bir ahengin ifadesidir.

Bu ifâdeyi bir kaç misâlle açıklayalım: Kimyaca terkibi mâlum olan yaprağın yeşil klorofili fen adamlarınca suni olarak yapıldı; fakat canlı (tabii) klorofil gibi Güneş ziya­sından istifâde edemedi, yâni câmid kaldı.

Spencer gibi bir çok ilim adamlarım, Hücre Ruhunu kabule mecbur tutan melkuh yumurtanın nesli meydana getirişi, misâlimi­zin en canlı delilidir. Şöyleki: Yumurta hüc­resi, rahim içinde veya dışında hiç bir tesirle husule getireceği neslin îmar işinde, velevki bir benin mevkiinde değişiklik yapacak kadar olsun, şaşırt ilam az. Çünki mânâ ahengi dizili­şini ihtiva eder [1].

Demek canlı olabilme, kimya hassaların­dan ziyâde cüzüler arasındaki bir sevgi sitesi­nin senboludur.

Diğer tarafdan son senelerde işaretli moleküllerle yapılan tecrübeler göstermişdir ki: hücre özü olan protoplazmada, gıda yolu ile alman azot, oksijen v.s. muayyen bir müd­det sonra yerlerini yenisine terk ederek vücûtden atılırlar. Yâni hücre her hafta bir yenilenme mahşeri içindedir. Demek hayat İçin kimyevî maddeler bir kerpicin Süleymâniyedeki rolü gibidir. Bütün şu ilmî kaideler­den çıkan netice şudur: Hayat, maddenin anâ­sırından ziyâde diziliş ahenginin ifadesidir. Bu oluş ve dağılış, büyük yaratıcı Rabbülâlemîn‘in tecelli titreşiminden ibâretdir.

Bir kemik parçasına bakıp, bunu canlı olacak dememek, bu gün fenni bir cehâletdir; o kemik, ahengi bozulmuş bir molekül yığını değil midir? Ve hiç bir kimya değişikliğine ihtiyâç kalmadan bu ahengin düzenlenmesi, bir tecelliye vâbestedir.

Buraya kadar yazımızla isbat etdik ki: öldükten sonra dirilebiliriz. Allah (C. C.) iste­diği an bu ahengi var veya yok edebilir.

Şimdi daha mühim bir hakikati belirte­ceğiz. Bu da yeniden dirilmenin muhakkak meydana geleceğine dâir fenni delillerdir.

Astronomi ve jeoloji ilimleri bize gösteri­yor ki, Arz için bir son, mecburidir. Ancak eski ilim adamlarının iddiaları, «Bir yılda çarpması, havanın donması» tatmin edici de­ğildir. Atom ve enerjiye ait yakin sırların çözülmeğe başladığı bu yıllarda, kıyamete dâir en uygun tahmin şudur: Atom, dolayısiyle madde muvâzenesinin madde aleyhine çözülmesi, Arzın sonunu ifâde edecektir ki; Kur’ân’ın belitdiği kıyametle tam izah oluna­bilir. Ayrıca : «Din gücünün maliki» fermanı­nın mutlak hükümlerinden biri olan kıyametin, Rabbülâlemînin vasıtasız tecellîsîle meydana geleceği keyfiyetini açıklar. İşte mahşer, Allâhın Arz enerjisinde vasıtasız olarak yeni­leme emrinden ibâretdir.

Bu enerji istifasında yeni ve taze atom­ların meydana geleceği kat’î bir fizik kaidesidir. Atomların bâ husus taze atomların, affinite şimik, ve iyonlaşmaya koşuş halleile, yukarıda işaretli atom tecrübelerinde anlatdığımız veçhile, taze atomların canlılık düzenine uyuşdaki elverişli şart, hele çok yüksek ener­ji karşısında protoplazma ve hücrenin teşkil edilebileceği keyfiyeti bize en beliğ ifâdesîle hayât ahenginin o gün muhakkak husulünü gerçekleştiriyor.

Vitamin üzerindeki hazım teorilerüe, vücûde ağızdan giren bâzı protein maddelerinin midede parçalanıp tekrar karaciğerde yapılı­şı hakikati gösteriyor ki: molekül ve atom­larda mübalâğalı tarlfile bir hafıza, alışkanlık mevcûtdür.

Şu halde o gün enerji ve maddenin deh­şetler gününde, birçok taze atom, bizim beden mimarimizi yeniden dokuyacak, gelecek sayı­da mevcudiyetini ilmen göstereceğimiz emr âleminin zaman ötesindeki nakşı olan rûh, bu oluş âhengini canlılık vasfîle süsleyecekdir. Karbon yerine, azot yerine denildiği zaman, o ufalan, hattâ zahiren yok olan kemik taze ağaç dalı gibi yeşerecekdir.

ÖLDÜKDEN SONRA DİRİLECEĞİZ EFENDİLER!…

RUHUN EBEDÎLİĞİ VE BA’Sİ

Kâinatın efendisinin Ruh hakkında, lü­zumsuz vehim ve düşüncelerden men’eden emrinin hudûdlarına sâdık olarak ve yalnız onun izinde Garb ilimleri metodu ile Ruh mevzuunu inceleyeceğiz.

Bugünün Hak görüşlü ilim adamları, Ruh hakkında iki dalâl görüsünün sırât-ı müşteki­mini aramaktadır. Evvelâ dalâl fırkalarının başında gelen mücerret maddecileri madde, madde tahsil ederek İnsan bedeninin de, hüc­re ötesinde bir mânânın mevcudiyetini isbat edelim:

1 — İnkârcı biyoloji ilim adamları, Ruhu inkâr ederken maddenin ötesinde, başka hiç­bir mevcuda ihtiyaç kalmaksızın, bütün beşer melekelerini izah edebileceklerini iddia etdiler. Kendilerine ipucu olarak da insan beyninin, bütün insanlık hasletlerini idare edebilecek yapıda olduğunu ileri sürdüler. Uzun incele­meler sonunda en ince noktasına kadar tesbit etdikleri beyin haritaları, bu münkirleri utan­dırdı. Gerek beyin hastalıklarında, gerekse bu hastalıklardan ölenlerin otopsilerinde yapılan çalışmalara dayanan ve tam bir ilmî kat’iyet ifâde eden bu beyin haritaları göstermişdirki beynin her noktasının vazifesi temâmen malûm olduğu hâlde korku, ümid, gurur gibi bir takım hissi mefhûmlara tefekkür, akıl, hayâl gibi insanlara insanlık vasfını merkezleştiren bir takım melekeler, beynin hiçbir tarafına yerleştirilememektedir.

2 — Daha mühim olarak cem’iyet ve insanı birbirine bağlayan bir takım ahlâki hasletlerimiz ve bu hasletlerin hastalık şek­linde eksikliğine müptelâ olan caniler, hır­sızlar, anormal şehvetperesler, öldüklerinde yapılan beyin tedkiklerinde hiçbir anormal değişiklik göstermemişlerdir.

3 — Son yirmi yıl içerisinde beynin elektrik grafikleri üzerindeki tedkiklerde, akıl, tasavvur, zekâ, cesaret ve ahlâki umde­ler babında, normal insanla bu melekeleri ek­sik veya çok anormal ihtiva eden kimselerin grafik çizgilerinde hiçbir tebeddülat göstermemizdir.

Tam hakkaniyetle hüküm veren bir biyo­loji âliminin bu vaziyet karşısında kabul ede­ceği müsbet karar şu olacakdır:

İnsan bedeninde beyin ve hücreden mâdâ bir mânâ cevheri yardır.

Bu hüküm mecburi bir ilim kaidesi olduğu hâlde, şu suâl hatıra geliyor: Bu karar her ağızdan niçin ilân edilmiyor? Bunun sebebini şöyle cevablandırıyoruz. Yukarıda bahsetdiğimiz iki dalâl gurubundan biri de Garbın Ruha inanan zümresinin Ruh hakkındaki yanlış tasavvurudur. İşte ilim adamları yukarıdaki hak’kı teslim edince bedene girip çıkan, gözle görünmeyen; fakat tasavvurda tecessüm ettirilmiş bir gölge gibi Ruh anla­mını ikrar mecburiyetinde kalmakdan korku­yorlar.

Eğer her ilmin özünü ihtiva eden Kur’ânın Ruh hakkındaki hükmü onlarca anlaşılmış olsaydı, bu hakkı teslim etmekden çekinmiyeceklerdi.

Şimdi Kur’ân ve onun rahmetini yer yü­züne saçan Kâinatın Fahr-ı Efendimizin Ruh hakkındaki hükümlerini kısa bir şekilde inceleyelim.

«RUH EMR ALEMİNDENDİR»

Bu hüküm müsbet görüşe o kadar uyar ki onun üzerinde münakaşa dahi boş olur.

İslamların Ruh hakkındaki görüşlerini. Kuran ve Hadîs mânâsına sadık kalarak şu misâlle izah edeceğiz:

İnsan bedeni ve maddesi, bir radyo cihazı gibidir. İnsan beyni de bu cihazın elektrik tesisatıdır. Asıl radyoya, verici cihazda konu­şan spiker, nasıl hassasını veriyorsa; Büyük Yaratıcı ALLAH (C.C.) verici radyo ile âle­me hitap ediyor, insan alıcı radyo cihazı, sinir sistemi ve beyin; alıcı radyoyu isleten elektrik radyo dalgalan da Rûhdur. İnsana insan vasfını veren Ruh olduğu gibi, radyoya radyo vasfı veren bu dalgalardır. Zahiren radyo, madde cihâzile elektrik ceryânından ibaret sayılır. Halbuki mütekellimi Ehad ko­nuşmadığı müddetçe radyo temâmen câmitdir. Esasen büyük İslâm sôfiyeleri Ruhun ebedîli­ği, ancak ALLAH’a izâfetendir buyurmuş­lardır.

Bundan 1300 sene evvel Ruh emr âlemindendir, pırlanta sözünü, bu güne kadar madde göz ve kulağı idrâk edemiyordu. Şu radyo misâli bize gösteriyor ki, spikeri konuşan (Emre teallûk eden) radyo, radyodur.

Okuyucularımıza bu babda tereddûd bı­rakmamak için sôfiyenin Vahdet, Enelhak sırlarını ifşa edişi anlarının zevkini bu misâle sığdırmağa çalışacağız. Elest meclisinde âle­me hitaba başlayan, kâinatın benzeri bulun­mayan tek spikeri, Kün Emrlie bütün alıcı radyolara yolladığı ve RAHMAN evsâfının titreşiminden ibaret bulunan Ruh hal indeki dalgalan, bu alıcılara ulaşınca; bütün diğer varlıklara bu radyo sesinin önünde Secde edin buyurdu. Mantıkçı şeytan bir demir par­çası gibi radyonun konuştuğunu görünce spikeri görmiyerek bu da kim oluyor dedi..

Vâhdet işte, Şeyhi Ekber Hazretleri Spi­keri gördü ve bütün radyolardan çıkan sesle­rin tek ses olduğunu sezdi; onun için Füsûsunda (Müessir ile Müessirinfîh) vücûdu vahitden ibâretdir. Bu isneyn radyo cihazının kinim as ile Vâhit olur) buyurdu. Onun için Hazreti Mevlânâ:(Benliğin, saman çöpü gibi olan bedenin kalkınca, âlem nuruna kavuşur) buyurdu.

Hallacı Mansûr: Radyosuz spikeri dinle­di de radyo yokdur yalnız spiker vardır bu­yurdu.

İşte mahşerde Ruhun bedene ba’sini, Kur’ândan başka hiçbir rötuş fikrine kapılma­dan islâm şöyle kabul eder: Mukarrer olan gün gelince, Kâinatın tek spikeri ALLAH (C.C) tekrar hitâb edecek yıllarca camit kalmış radyo cihazı da tekrar ses verecekdir. Neşriyatı bitdi diye radyo yarın bir daha konuşmayacak demek ne ise, Emr âleminin ih­tizâzatı olan Ruh ayrıldı diye bu beden dirilmiyecekdir demek aynî cehlin daha eşeddidir.

Âlemlerin Fahr-i Ebedîsi, Elest meclisin­de ALLAH (C.C) ın ilan etdiği aşk nâmele­rinin 14 asır evvel Cebeli – Hıra da başlayan plâkdaki aksinden ibaret bu plak, milyonlarca nüsha olarak tab edilmiş ve Kuran halinde bizlere devrolmuş. Ne büyük müjdeki, O bü­yük meclisin tazeleneceğini bize müjdeliyor. Mü’minlere mahşer, aşk sohbetinin tekrar ihyâsıdır. Onu seven aşkla, zevkle, iştiyakla MAHŞERÎ bekliyor.

1 . Mutasyon bu tezi çürütmez; zira isti’dadı değiştirmez yok eder. Esasen biolojik olarak da olur.

Onkolog Dr. Haluk Nurbaki – İslamın Nuru Dergisi (1952)

nurbakimektebi.com

Ölüm Anı ve Sonrasında Yaşananlar

İnsanın en merak ettiği konuların başından gelen Ölüm Esnası ve Sonrasında Yaşananları Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı (emekli) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir hoca şu şekilde özetledi.

Hayat yolculuğu ölümle birlikte biter ve insanoğlu, kendisini ebedi ahiret ülkelerine götürecek olan yepyeni bir yolculuğa çıkar. İşte bu yolculuk sırasında mü’min olsun, kafir olsun herkesin karşılaşıp yaşayacağı bir dizi hadise vardır. Hadis ve ayetlerin bildirmesiyle bilebileceğimiz bu hadiseler hakkında bilgi edinmek, ahiret hayatımız için kendimizi nasıl hazırlamamız gerektiği konusunda bize yardımcı olacaktır:

ÖLÜM ANI Bir kimsenin ölüm anı, onun ölümden sonraki hayatı hakkında fikir verir. Çünkü Allah’a inanan kimseyle inanmayanın ölüm sırasındaki hali birbirinden çok farklıdır.

Mü’minler ölürken yanlarına melekler gelir: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vaad edilen Cennetle sevinin’ diye onlara müjde verir. Allah’ın kendisinden hoşnut olacağını ve kendisini bağışlayacağını duyan mü’min son derece mutlu olur. Bir an önce Allah’a kavuşmayı, Allah da ona kavuşmayı ister.

Ölmek üzere olan inançsız kimseye de işkence göreceği hatırlatılır. O da ölümden nefret eder ve Allah’a kavuşmayı istemez; esasen Allah da ona kavuşmayı istemez. Melekler inançsız kimsenin yüzüne ve arkasına vurarak ‘Tadın bakalım yakıcı azabı’ diye canını alırlar. İnançsız olarak ölenlerin pis kokusu gök ehlini rahatsız edecek kadar berbattır.

KABİR HAYATI

İnsan ölüp de kabre konduğu andan, kıyametin kopmasına kadar geçen zamana ‘kabir hayatı’ denir.

Kabir hayatının bir adım öncesi dünya, bir adım sonrası ahiret hayatıdır. Kabir hayatı, dünya ile ahiret arasında bir engel oluşturduğu için ona ‘berzah hayatı’ da denir. Bir bakıma kabir, ahiret hayatının çeşitli duraklarının ilkidir. Kabirdeki imtihanı kolayca veren, ondan sonraki menzilleri daha kolay geçer. Bu ilk imtihanı veremeyen kimsenin kabir hayatı son derece korkunçtur.

KABİRDEKİ SORGU

Kabre konan her insan, Münker ve Nekir melekleri tarafından hesaba çekilir.

Bu sorgulama şöyle olur: Defin işi bitip de eş, dost ve aile fertleri mezardan birer birer ayrılırken, kabirde yalnız başına kalan kimse onların ayak seslerini işitir. O sırada biri Münker, diğeri Nekir diye anılan siyah tenli, mavi gözlü iki melek gelir; ölen kimseyi oturtur, Müslüman olup olmadığını anlamak için ‘Rabbin kim? Hangi dindensin?’ diye sorarlar.

Müslüman ise ‘Rabbim Allah; dinim İslam’ diye cevap verir. Bir de Resul-i Ekrem hakkında ne düşündüğünü öğrenmek isterler. Mü’min, ölmeden önce de dilinden düşürmediği gibi, kelime-i şehadet getirerek onun Allah’ın kulu ve Resulü olduğunu söyler. Melekler ona ‘Biz senin bunu söylediğini daha önce de biliyorduk’ derler.

Sonra kabri genişletilir ve pırıl pırıl aydınlatılır. Ona Cehennemdeki yeri gösterilir:‘Bak, senin yerin burasıydı. Allah Teala burayı Cennette yüce bir makamla değiştirdi. O seni şu güzel yerinden kaldırıp yeniden diriltene kadar, burada gelin güvey uykusu gibi rahat uyu!’ derler.

O Müslümanın kabrinden Cennete bir yol açılır. Cennetin burcu burcu kokularını duymaya başlar. Ona Cennet elbiseleri giydirilir. Gözünün gördüğü yere kadar kabri genişletilir. O da yeniden diriltileceği kıyamet gününe kadar Cenab-ı Mevla’nın kendisine sunacağı nimetler içinde ve sabah akşam Cennetteki yerini seyrederek rahat ve huzur içinde yaşar.

Kafir veya Allah’a inanmış görünen kimse (münafık) ise, meleklerin sorularına cevap veremez. Melekler ona, kendisinin durumunu daha önce de bildiklerini söyleyerek başına şiddetli bir şekilde vururlar. Onun feryadını insan ve cin dışındaki diğer varlıklar duyar. Kabri daraltılır, kabrinden Cehenneme bir kapı açılır, Cehennemin alevlerini duymaya başlar. Sabah akşam Cehennemdeki yerine bakarak acılar içinde kıvranır.

KABİR AZABI

Peygamber Efendimiz dualarında kabir azabından Allah’a sığındı; Müslümanların da sığınmasını tavsiye etti ve bu konuda şöyle buyurdu: “Kabirlerinizde Deccal fitnesine yakın bir imtihandan geçeceğinizi Allah bana bildirdi. Ben hayatımda kabirden daha korkunç bir manzara görmedim. Birbirinizi gömmeyi bırakmayacağınızı bilsem, kabir azabından bir miktar size de duyurması için Allah’a dua ederdim.”

ÖLDÜKTEN SONRA DİRİLME

Birgün kıyamet kopup dünya hayatı son bulacaktır. Sadece Allah Teala’nın bileceği bir süre geçtikten sonra, sur’a ikinci defa üflenecektir. O zaman gökten hayat veren bir su indirilecek, herkes adeta bitkiler gibi yeniden canlanacak, kemikleri bile çürümüş olan insanlar, Allah’ın izniyle hiç çürümeyecek olan kuyruk sokumundaki hardal tanesi kadar küçücük bir parçadan (acbü’z-zenebden) yeniden canlanacak, kabirlerinde dirilip kalkacaklardır.

O zaman insanlar dünyada bir gün veya daha az bir zaman kaldıklarını sanacak, Allah’a hamdederek mahşere doğru koşarcasına gideceklerdir. Ne yazık ki, kendi yaratılışını unutanlar, ‘Çürümüş kemikleri kim diriltecek’ diye hayretle sorarlar, öldükten sonra yeniden hayat bulacaklarına bir türlü inanmazlar. İşte onlar, ilk önce yaratanın yeniden dirilttiğini göreceklerdir.

MAHŞER

Allah Teala, mahşer gününden söz ederken; ‘büyük gün,’ ‘bütün insanların, alemlerin Rabbi huzuruna çıkacağı gün’ ifadelerini kullanmaktadır. O gün, sur sesini duyanların gözü dehşetle açılacak; o kimseler dört yana dağılmış çekirgeler gibi kabirlerinden fırlayacaklar ve kendilerini çağırana doğru koşacaklar.

İlk insandan son insana kadar herkes bir araya gelecek; o gün yer başka bir şekle büründüğü, dağlar toz gibi savrulduğu, bir çukur, bir tümsek bulunmadığı için; dümdüz, bembeyaz, hiç kimsenin tanıdık bir işarete rastlamadığı bir yerde bütün insanlar toplanacak.

İnsanlar mahşer yerinde, Cenab-ı Hakk’ın huzuruna, – yalınayak, – çıplak, – ve sünnetsiz olarak çıkacaklar. Kapıldıkları dehşet, korku ve şaşkınlık yüzünden birbirlerine dönüp bakamayacaklar. O dehşetli zamanda güneş insanları yakıp kavuracak, herkes günahı ölçüsünde tere batacak; kimi topuklarına, kimi dizlerine kadar, kimi beline, köprücük kemiklerine kadar, kimi de ağzına ve kulaklarına kadar tere gömülecektir.

Hiçbir gölgenin bulunmadığı o dehşetli günde, Allah Teala bazı kimselere özel ikramda bulunacak; onları Arş’ının gölgesinde dinlendirecektir.

Bu bahtiyar insanlar:

– adil devlet başkanları,
– temiz bir hayat içinde Rabbine kulluk ederek büyüyen gençler,
– kalbi mescidlere bağlı Müslümanlar,
– birbirlerini Allah için seven; buluşmaları da, ayrılmaları da Allah için olan insanlar,
– güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine ‘Ben Allah’tan korkarım’ diye yaklaşmayan yiğit adamlar,
– sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka verenler,
– tenhada Allah’ı anıp gözyaşı dökenler olacaktır.

AMEL DEFTERİ

Mahşer gününde herkesin önüne, dünyada iken yaptığı bütün iyilik ve kötülükleri gösteren kitapları (amel defterleri) açılacak. Herkese: ‘Oku kitabını! Bugün kendini sorgulayacak durumdasın’ denecek. İyilik yapmış olanın amel defteri sağ eline verilecek.

O kimse, büyük bir sevinç içinde etrafındakilere ‘Bakınız şu kitabıma, alınız okuyunuz’ diyecek. Onun hesabı kolay görülecek ve Cennetin yüksek yerinde, elini atınca koparacağı meyvelerin arasında, yiyip içerek mutlu bir hayat sürecek.

Defteri sol eline verilenler ise ‘Amanın, bu nasıl deftermiş! Yaptığım herşeyi küçük büyük demeden sayıp dökmüş. Keşke bana defterim verilmeseydi de hesabımı öğrenmeseydim. Keşke ölümle birlikte herşey bitmiş olsaydı’ diye yanıp tutuşacak.

HESAP

Daha sonra insanlar, dünyada yaptıklarından dolayı Cenab-ı Hakk’ın huzurunda hesaba çekilecektir. Ağızlar mühürlenip kapatıldığı için konuşamayacak, onun yerine eller ve ayaklar neler yaptığını bir bir anlatacak, kulaklar, gözler, deriler dile gelip herşeyi haber verecektir.

Elbette iman edip iyi işler yapan, Allah’ın emirlerini tutup yasaklarından sakınan biriyle, böyle olmayanlar hesaplaşmada bir tutulmayacaktır.

Peygamber Efendimizin anlattığına göre bu şöyle olacaktır: Allah Teala her bir insanla tercümansız konuşacaktır. O zaman insan sağ tarafına bakacak, ahirete gönderdiği iyilikleri görecek. Soluna bakacak, vaktiyle yaptığı kötü işleri görecek. Önüne bakacak, önünde sadece Cehennemi görecektir. Cenab-ı Mevla, kendilerinden memnun olduğu kullarının amel defterine şöyle bir bakmakla yetinecek, onları ayrıca hesaba çekmeyecektir. Zira hesaba çekilenler azap göreceklerdir.

Muhammed ümmetinden; büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve sadece Rablerine güvenen yetmiş bin kişi hesaba çekilmeden Cennete girecektir.

Dünyada en küçük bir iyilik yapan, yaptığı iyiliğin karşılığını mutlaka görecek; en küçük kötülük yapan da bunun cezasını çekecektir. Bu hesaplaşma sonunda kimsenin kimsede hakkı kalmayacak, hatta boynuzsuz koyun bile, boynuzlu koyundan hakkını alacaktır.

MİZAN

Hesap işi bittikten sonra, dünyada yapılan iyilik ve kötülüklerin ölçülüp tartılmasına sıra gelecektir. Allah Teala kıyamet günü son derece doğru ve hassas teraziler kuracak, böylece kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaktır. Bir hardal tanesi kadar bile olsa, iyi veya kötü herşey tartıya konacaktır.

Tartıda iyilikleri ağır gelenler kurtulacak, muradına erecek; iyilikleri hafif gelenler, derin bir mutsuzluğa gömülecek, bir uçurumun girdabına sürüklenecek ve şayet Allah’ın ayetlerini de inkar etmişlerse sonsuza kadar Cehennemde kalacaklardır. Dünyada yapılan ibadetler ve iyilikler mizanda ağır gelecektir.

Bazı iyilik ve ibadetler tartıda daha ağır çekecektir. Mesela ‘Sübhanallahi ve bi-hamdihi sübhanallahi’l-azim’ zikri dilde hafif olmakla beraber Rahman olan Allah’ı hoşnut eden iki cümle olduğu için mizana konduğunda ağır gelecektir.

‘Elhamdülillah’ diye Allah’ı zikretmek de mizanı sevapla dolduran bir ibadettir. Ama terazide herşeyden daha ağır çeken, güzel ahlak olacaktır.

SIRAT

Mahşerden sonra Cennete veya Cehenneme gidebilmek için sıratın üzerinden geçilecektir. Sırat, Cehennemin iki yakasına kurulmuş, Peygamber Efendimizin benzetmesiyle, kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprüdür. Mü’minler buraya gelince, peygamberler ‘Allahım selamet ver, selamet ver!’ diye yalvaracaklardır.

Sırattan ilk defa Muhammed aleyhisselam ile birlikte ümmeti geçecektir. Allah’ın hoşnut olduğu kullar, bu köprüden, amellerinin derecesine uygun bir süratle kolayca geçip gideceklerdir. Kimi göz kırpacak kadar bir zamanda, kimi şimşek, kimi rüzgar hızıyla, kimi kuş, kimi iyi cins at ve deve süratiyle geçecektir

Son söz Efendimiz (s.a.v)’den: “Akıllı kimse ölümü en çok hatırlayan ve ölümden sonrası için çalışandır.” (İbn Mace, Zühd 31)

Risale Ajans

Şefaat Ya Resulellah

Günahlardan peşimanım

Şefaat ya Resulellah

Sana feda olsun canım

Şefaat ye Resulellah

 

Seni görmektir hayalim

Sana kurban canım malım

Ne olacak benim halim

Şefaat ya Resulellah

 

Ecel kapıma gelecek

Bu ten mezara girecek

Melekler soru soracak

Şefaat ya Resulellah

 

Mahşerde herkes kalkacak

Defterleri verilecek

Hesapları görülecek

Şefaat ya Resulellah

 

Sırat köprüsü incedir

Uzunca ve derincedir

O an halimiz nicedir

Şefaat ya Resulellah

 

Gidilecek iki yol var

Biri cennet diğeri nar

Kötüler ateşte yanar

Şefaat ya Resulellah

 

 

Sen’sin Allah’ın Nebisi

Ümmetin şefaatçisi

Müminleri tek hamisi

Şefaat ya Resulellah

 

Tanyeri’yim günahkârım

Günahlardan istiğfarım

Sen olmazsan ne yaparım

Şefaat ya Resulellah

 

Ahmet Tanyeri – Diyarbakır

www.NurNet.org