Etiket arşivi: mehmet çetin

Anladığımı Zannediyorum

Nice şeyler var ki anladım diyemiyor, anladığımı zannediyorum. Bununla hayatıma istikamet vererek, doğruyu yanlıştan ayırıp, dünya hanından ayrılık gününe kadar mevcudiyetimi Resul-i Ekrem’in (asm) sünnetinden anladığım kadarıyla uygulamayı sürdürüyorum.

Eşyada yaptığım müşahedeler bir yaratıcının olmasını şart koşuyor. Zira bu kadar nizam ve intizam kendi kendine olamaz, hele tesadüfen hiç mümkün değil. Sebepler ise zaten yaratıcı değil, adı üstünde sebep. Bu kısa değerlendirmem ile anlamaya çalışıyorum ki mevcudat bir yaratıcının kudretiyle var edilmiştir. Bu değerlendirmem sadece yaratıcının olması gerektiğini anladığımdır. Fakat bu, kanaat seviyesindedir. Zira işin mahiyetini ve keyfiyetini anlamaya henüz fıtraten müsait değilim.

Anlamak kavramak demektir. Bir şeyi bütünüyle kavramak ise ilim, irade ve kudret ile mümkün. Eşyanın bütününü kavrayabilmem için evvela bütünü hakkında hâkim, hakîm ve nâfiz bir ilmimin olması gerekir. Bu ilmim ile irademin ve kudretimin o eşyaya hükmedip, muktedir olması lazım ki kavrayabileyim, ardından da anladım diyebileyim. Yaratılışım ise bu kadar mükemmel, ilim, irade ve kudrete kesinlikle müsait değil. Ama anlamaya çalıştığımı iddia ediyorum. Ve yine diyorum ki âlemin gelişat ve gidişatından ahiretin olması gerektiğini anlıyorum.

Ahiretin bizzat kendisini anlayabilmem konusunda fıtratım hiç müsait değil. Zira sonsuz ve sınırsız olan bir manayı sonlu ve sınırlı olan ben anladım diyemem. Ancak anladığımı zannediyorum diyebilirim, o kadar.

Melekler ve semavat konusu da öylesine. Hele kader konusunu anladım diyebilmem hiç mümkün değil. Okuyorum, araştırıyorum, mütalâa ve tefekkür ediyorum ki netice itibariyle masivanın öncesinden bir plan ve programının olması lazım ki ortaya çıkışları âdeta bu plan istikametinde olmakta. Evet, bunu anladığımı zannettiğimi rahatlıkla ama imanla söyleyebilirim.

Kâinatta cereyan eden nice şeyler var ki ne akıbetleri ve ne de mahiyetleri konusunda haberim olmuyor, kavramam ve anlamam mümkün değil. Ama ben anlasam da anlamasam da o şeyler vakti geldiğinde oluyor ve gidiyor, arkasından bir yenisi, bir yenisi daha. Evet, bunların hemen hiçbirisini anlayamadan çekip gidiyorlar. Ama umumu hakkında burada bir vazife için geldiklerine ve başka vazife için de oraya gittiklerini anladığımı hissediyorum.

Daha başkaca anladığımı zannettiğim şeyler de olmalı, onları da haftaya devam edelim, inşaallah.

Mehmet Çetin

MehmetCetin.de

15.07.2012.Doğanbey-Beyşehir-Konya

Teşvik Sadakası

İnsandaki duygulardan bazısının ihtiyaçlarının karşılanması ile gıdasını alıp tatmin olmaktadır. Duygularımızdan bazısı da öğrenme ve anlamaya ihtiyaç bile hissetmezler. Ancak bazıları var ki kesinlikle hatırlanmaya, teşvik edilmeye ve ilgi gösterilmeye muhtaç oluyorlar.[1] Bu konu, yaratılış ve yapımızda mevcut olan bir hakikattir. Şerde dikkatli olurken, hayırda dahi dikkatli ama müşevvik olmak, imanın, uhuvvetin ve insanlığın gereğidir. Bu noktadan hareketle; evde eşimiz ve evlâdımızın yaptığı en küçük bir hizmet, güzellik ve başarıyı; teşekkürle teşvik ederken, toplum da insanların yaptıkları hizmet, güzellik ve başarılarına teşekkür ederek teşvik etmelidir.

Bu güzel hasleti aynı anlayış ve fikri paylaştığımız arkadaşlarımızdan esirgememeliyiz. Bizim teşvike muhtaç olduğumuz gibi onlar da muhtaçtır. Belki onlar bizden daha fazla muhtaçtırlar. En ziyade yara alanlar cephede olanlardır. Dolayısıyla suyun, en fazla susayana verilmesi gibi, en fazla teşvik edilmeye muhtaç olanlar öncelikle teşvik edilmelidir.

Hayırda sınır olmamakla beraber, hayra teşvik ve tahrik edilirken ölçülü olmak, hikmetle hareket etmenin gereğidir. Peygamberimizin “Kardeşinizin yüzüne karşı iltifat ederken dikkatli olunuz.” manasındaki ikazını hatırlayalım. Tehlikeli olması söz konusu olan bu nevi iltifat, farklı ve hatalı mecralara insanı sevk edebiliyor. Fazilet füruşluk nevinden alınan teşvikleri kötüye kullanmak, insanı sorumlu kılar. Bu cümlelerden olmak üzere kardeşlerinizin yaptığı bir ders, okuduğu aşir, yazdığı yazı, ettiği hizmet, vb. şeyler, doğrudan zatınız ile alakalı olmasa dahi muhataplar adına teşekkür ederek teşvik etmek, unutmayın sizin sevap hanenize yazılan içtimai bir ibadet, kardeşâne kılınan ve yapılan ibadettir. Zira inanan insanların yardımlaşması Allâh (cc) ve Resulü’nün (asm) emridir.

Binlerce teşvik de alsa da yaratılışı itibari ile yine de doymayan insanın pusulası “Hasbünallahü ve ni’mel vekil.”diyerek Allah’ı vekil kılmaya kanaat etmek, O’na sığınmak, O’nun rızasını, teşvikini almak, sayısız manada mahlûkatının teşvikinden daha esaslıdır, daha müşevviktir. O kabul ettikten, razı olduktan sonra gayrın teşvikinin kıymeti yok, tesiri de yok.

Teşvik, Risâle-i Nur’da fevkalade ehemmiyetle işlenen konuların başlarındadır. İhlâs Risalesi’nde “Bu dünyada” ifadesi ile başlayıp dokuz “en”ler ile kuvvetleştirilir. Her düstur bir mühim prensibin ehemmiyetini idrak etmeye ve tatbik etmeye teşviklerle doludur. İhlâsı kıran manileri anlatırken onları yapmamaya, ihlâsı kazanmanın sebeplerine de teşvik yapılmaktadır.  Teşvik konusunda bir husus daha var ki, enfüsi olanıdır. Kendimizi, istikametle hayata, hayrata ve hizmete devamda teşvik etmektir. Bu husus tehlikeli olmanın yanında ölçülü ve dikkatli olma konusunda insana moral verir, gayrete getirir. Tehlikeli olanı ise nefsi, istisnasız savunmak maksatlı desteklemektir. Faydalı olanı ise istikamete sokmak maksatlı teşviklerin zevkli olacağı tartışmasızdır.

Başkasının sizi teşvik etmesi hoşunuza giderken, sizin teşvikinizin de başkasının hoşuna gittiğini unutmayınız.

Mehmet Çetin

mehmetcetin.de

27.12.2012.Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir

İlmihallere Sıkıştırılan Din(dar)lığımız!

İmandan sonra en ziyade esas tutulması gereken konu takva ve salih ameldir. İbadet ve muamelatın tanziminde Sünnet ve Âyete dayandırılarak mümkün olduğu kadar azimet, değilse ruhsatla devam eden hayatın disiplin edilmesinde ilmihâllerin yeri çok önemlidir

Medeni Âyetlerin tatbiki ile zuhur eden takva ve amel-i salihin temeli Mekki Âyetlerdir. Mekki Âyetlerle şirkin bütün çeşidinin temizlenmesi ile sağlama alınan temelin üzerine muamelât inşa edildi. Asr-ı Saadetin temelinin sağlamlığını iman konusundaki tahşidatta aramak lazım.

İman her müslümanı ilgilendirirken diğer dini kurallar kişinin ihtiyaç ve durumuna göre bilme sorumluluğu getirir. İlmihâlin bütün konuları genellikle kişiye hayatının her zamanında lazım da olmayacak. Ama teneffüs ve gıdaya her an ihtiyaç hissetmesi kesinliğinde iman konusuna ehemmiyet vermelidir.

İlk ilmihâl muhtemelen İmam-ı Azam’ın Fıkh-ı Ekberi’dir. Bu eser akaid ağırlıklıdır. Köklü bir geleneğe sahip olan ilmihâl geleneği, alanında çok eserler vermiş ve halen de vermektedir. Günümüz ilmihâllerin bahsettiğimiz ihtiyaca cevap vermesi tartışılır bir konudur.

Mevcut ilmihallerle dinin darlaştırılıp, sınırlandırılıp, şekil ve formaliteci dindarlığın doğmasıyla zayıflatılmış din anlayışını netice vermesinden endişeliyiz.

Bin yıl öncesinin gündemi ile tanzim edilen ilmihâl geleneği, imansızlık hastalığı karşısında aslî ihtiyaca göre güncellenerek düzenlenmelidir. Bazı  ilmihâlleri istisna tutarak geneline baktığımızda teferruata çok yer verildiğine şahit oluyoruz. Mesela, Bilmen hocanın 460 sahifelik Büyük İslâm İlmihâli’nin “400 sayfasının namaz, oruç, zekat, hac ve kurbana; ahlaka ve davranışlarla ilgili kurallara da 60 sayfa ayrılmıştır.

İlmihâlde sadece bilgiler verilmemeli yanı sıra hikmet tarafı iman ile tevhid edilmeli. Tasavvufi noktaların bahsinde dikkatli olunmalı. Batılı tasvirden sakınılarak hak anlatılmalı. Hem malûmat fazlalığına ve hem de ihtilafî konulara boğdurmadan doğrudan istikametli olanı nazara verilmeli. Günün bilim ve teknolojisini de istimal ederek yapılan izah asrımız insanınca daha uygulanır olmaktadır. Kişisel farklılığı unutmadan muhatabı geniş ve genel tutmalı. Bilgilerle kuralcılığı değil ihlâsı esas almaya yönlendirmeli. İslâmi eserler ve bilgiler altındaki Âyet ve hadisi nazara verecek şekilde şeffaf olmalı. Aradaki nakilcilere nazarın takılmasına izin vermemeli. Böylece nakilcinin hatasını Kur’an’dan anlaşılmasının önü alınmış olur. Dini ihtiyaçlara cevap veren eserlerde mü’minlerin nazarını doğrudan doğruya Kur’ani mu’cizelikle mezcederek daima imanın ve vicdanın ihtizazını tahrik edip Allah’a tevcih edilmelidir.

Günümüz  gerçeklerine cevap veren, ferdi ve içtimai derinliği olan İslami şuur tesisinde yardımcı olarak insanı Rabbi karşısında imanî şuur, tefekkür derinliğinde kulluk yapmaya vesile olacak bir ilmihâl ihtiyaçtır.  Bunun da şahıslardan ziyade sahalarında ehil, günümüz gerçekliğine vakıf heyet tarafından tanzim edilmesi isabetli olacaktır.

Mehmet Çetin

mehmetcetin.de

15.06.2012.Çiftehavuzlar-Çiğli-izmir

Şaşırmaya Şaşırmak!

İnsan, öldüğüne değil, yaşadığına şaşırmalı. Ölüm kesin bir ihtimal olmakla beraber aslında yaşamak, sayısız ihtimallerden bir tanesidir. Şimdiki hâlimiz ile hayatımızın devamı, bin tane farklı ihtimallerin içerisinden sadece ve yalnız bir tanesidir. “Filanca arkadaşının öldüğüne inanamıyorum”, diyen insan, esasında kendi hayatının devamına şaşırmalı.

Ölüm, hayatın devamı için elzem olan şartlardan bir tanesinin yerine gelmemesi ile vuku bulan bir neticedir. Ya hayat? Olması gereken ne kadar şartlar ve ihtiyaçlar varsa evvela onlar kesinlikle olmalı. Sonra en mükemmel kıvamda olması için binlerce ihtimallerin içerisinden sıyrılıp, seçilip, intihap edilerek tahakkuk ettirilmeli. Bu gerçekleştirmede, irade ve kudretin, kâinatta her şeye nafiz ve geçerli olmalı. İrade, kudret ve nafiz ilim ile teçhiz edilmeli. Daha sıralanabilecek olmazsa olmazların hepsinin bir araya gelerek hayatın devamını ise bir “an”lık değil kıyamete ve diğer âlemde de devamını sağlamalı. Bunu da bir tek zerre için değil zerrelerden mürekkep mevcudat için geçerli olmalı. O mevcudun vahdeti ve tekliği, benzememezliği muhafaza edilirken emsallerinden de ayrı kalmamalı. Hemen yanındaki şeyden en uzaktaki şeye kadar her ne var ise onlarla münasebeti hikmetle tanzim ettirilmeli. Bu hususlar bir zerre için değil her bir zerre için hem kendini ve hem de komşu zerrelerle münasebetini sağlamada geçerli ve dikkate alınmalı. O zerrenin evvel hayatı kayıt altına alındığı gibi, şimdiki ve istikbaldeki hayatı da kayıt altına alınmalı. Bunlar lazım olduğu güne kadar muhafaza edilmeli.

Hayatın devamı konusunda uzayarak sıralanacak ihtimaller, şartlar devam eder gider. Bu sıradan hayatın hengâmesi içerisinde lambanın yanması değil de kapanması dikkatimizi çekmekte, esasında hayret edilecek olan da budur.

Her gün güneşin doğması adeta sıradanlaşır da senede bir güneş tutulmasına binlerce hayrette kalır insanoğlu.

Ölüm karşısında insan ne söylemeli? Mezarın istediği sükûnet, o taraftadır, bu tarafta değil. Yaklaşan ölüm mü daha nasih, yoksa içerisinde bulunduğumuz hayat mı daha nasihatcı? Bunları, zaman zaman düşündük mü? Yanlış kurulan hayat planlarına ölümün ne diyeceği olabilir, muhasebeden başka? Ölümün müsamahası olabilir mi? Ama hayat?  Biraz önce izn-i İlahî ile verilen müsamahayı nasılda unutuverdik hemen. Esasında bu müsamaha sürekli devam ediyor, ölüme kadar. Ölüme üzülmekle yeniden doğamaz insan, ama yeniden tanınan ve her an tanınan hayatı, hikmetlice kullanabilme şansı her an verilmekte. Ölüme değil şaşırmaya, dövünmeğe; hayatı değerlendirmemeğe şaşırmalı ve hatta dövünmeli. Mutluluk, ölümle değil, hayat ile yaşanır. Biz henüz bu tarafta yaşıyoruz. Allah’ın en büyük emri, hayatın muhafaza edilmesidir. Evet, ölüm hak, ama hayatı istikametlice devam ettirmek de bir vazife.

Hayat mezrasında ve dünya atölyesinde kulluk mesaisini yaparken hayat ve ölüm bizim hem sevmemiz ve hem de dikkate almamız gereken gerçeklerimizdendir. Her şey makamında güzeldir, taşın yerinde ağır olması gibi. Makamı karıştırmayanları sever, karıştıranlara ise şaşarız.

Mehmet Çetin

mehmetcetin.de

26.12.2011-Çiftehavuzlar

Torunla Anlaşılanlar..

Evlâdın yetiştirilmesine doğrudan taraf ve muhatap olan ebeveyn duygusallıkla bağlandığı için terbiye sürecinin geneline vakıf olamıyor. Dolayısıyla davranışlarını muhakeme ve kontrolde zorlanıyor. Kapalı olan bu ifadenin önemli kısmının anlaşılması dedelik zamanında mümkün olmaktadır.

Günlük hayatın getirdiği meşakkat ve sıkıntılarla evde anne, iş yerinde baba, akşama yorgun ama evlâdını sevmeye arzuludur. Kendine gösterilen ilgiye heyecanlanan yavru başlangıçta mutludur ve gereken alâkaya muhatap olmaktadır. Ne varki anne ve babayı yorgunluk tazyik ederek evlâda olan tahammülü zorlaştırmaktadır. Diğer yandan iş ve ödeme sıkıntıları ile zaten babının kafası ziyadesiyle meşguldür. Sıralanabilecek özel ve genel mazeret gibi görünen sebeplerden dolayı evlâda olan ilginin heyecanı yavaş yavaş sönmeye başlar. Düşen alâkanın yükselmesini isteyen evlâdın hırçınlığı başlayınca özellikle fıtraten anneye göre daha az şefkatli olan babada sinirlenme alametleri başlar. O an için önemli gibi görünen basit bir şey yüzünden tansiyon yükselir. Nihayet evlâdın gönül hanesine tamiri mümkün olmayan hatalar hatıra olarak işlenir. Sonrasında ne kadar da gönül alınsa bile ileriki yıllarda bu hataların acı hatıralar olarak bahsedilmesi yürekleri dağlayacaktır. Bunlar bizim gibilerin yaşadıkları eski tecrübeleridir.

Ovada bulunan, ovanın genişliğini farkedemez. Hadiseleri yaşayan bütününü göremez. Bunun için farklı bir makam gerekir. Küçük bir tepenin yüksekliği ovayı keşfe, duygulara hakimiyet ise hatalı davranışları görmeye makam olur. Duygulara hakimiyet zor bir iş olmakla beraber neticesi çok hayırlı ve hadis ile yüceltilen bir mücahededir.

Dedeye torun, bu makamın ihsanında vesiledir. Dede, torunun terbiyesinde ebeveyn gibi doğrudan muhatap değildir. Ebeveyn kadar iş hayatı yoğun da değildir. Yine onlar kadar duyguları heyecanlı değil aksine durulmuştur. Olaylara sükunetle yaklaşırlarken yaşayarak tecrübe edindikleri acı tatlı hatıraları şimdi torunları vesilesi ile bir kere daha yaşamaktadır. Dolayısıyla yapılan hataları artık daha açık görebilmektedir. Bu da dedelerin yaşadığı yeni tecrübedir.

İşte bu nokta, dede için ayrı bir tecrübe tepesi olacaktır. Yaşanan yeni hadiselerden sonuçlanacak acı veya tatlı hatıra öncesi, ebeveyn nasıl uyarılmalı? Her işe müdahale eden veya ilgisiz olmadan damara dokundurmadan nasıl anlatılmalı?

Konu ile alâkalı hatıralar, çok sık bahsedilip bıktırılmamalı. Başkalarının davranışları ile kıyaslayarak verilen nasihatlerin faydasızlığı unutulmamalı. Yardımcı kitaplardan bahisler, bilim adamlarının tavsiyelerinin ayarına dikkat edilmeli. Sabır isbetli kullanılmalı. Ne zaman sabredilecek, ne zaman konuşulacak, ne zaman müdahale edilecek? Kaldı ki ebeveyn müstakil bir ailedir, müdahaleye ne kadar hakkınız var? Diğer taraftan ise ortadaki yavru da torununuz!

Zannetmeyin ki bunlar sadece benim derdim! Bu vakitten sonra evlat sahibi olanlara veya olacaklara bu notları düşmezsem kendimi sorumlu hissedeceğim. Yeni ebeveyn iken yaptığım hataların böylece Allah’ın nezdinde ola ki affıma, evlatlarımın da helalliğine vesile olur.

İşte bu duygu ve düşünceler ancak torun ile hasıl oluyor. Zamanı gelmeden ne anlaşılan ve ne de yaşanabileceklerden.

Mehmet Çetin

30 09 2014 Batıkent Ankara