Etiket arşivi: mustafa kemal

Bediüzzaman’ın mektubunun anlamı

Türkiye hâlâ Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu muhakeme çerçevesini müzakere ediyor. Din-Devlet-Toplum ilişkilerindeki tartışma da bu eksende. 88 yıl sonra bile bu değerlendirmeler ihmal edilemez bir ehemmiyet taşıyor.

Bediüzzaman Said Nursi’nin “Duacınız Said-i Kürdi” imzasıyla 23 Kasım 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı ve “Çok mühim bir mektup” notu düşülerek Cumhurbaşkanlığı Arşivinde saklanan bir mektup, Güntay Şimşek tarafından Habertürk gazetesinde yayımlandı.

Bediüzzaman’ın mektubu, “Ey şanlı Gazi” hitabından sonra, temsili sorumluluğundan yola çıkarak, “İki cihanda mutluluk ve başarılarınızı can-ı gönülden dileyen bu fakirin, bir meselede 10 sözünü, tavsiyesini birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum” ifadesiyle başlıyor.

Mektubun hemen girişine, “İnessalate kanet alel mü’minine kitaben mevkuta – Şüphesiz namaz belli vakitlerde müminlere farz kılınmıştır.” (Nisa Suresi , 103) ayeti konmuş.

Sonra 10 tavsiye geliyor. Mektubun özü, “namaz ve hayatın İslam ölçülerine göre tanzimi” etrafında şekillenmiş.

Mektuba bugünden baktığımızda, onda, bir İslam âliminin, bir devlet reisine -ki, o dönemde Mustafa Kemal Paşa, mutlak iktidar sahibi bir konumdadır – yönelik ikaz üslubunun  çerçevesini görmekteyiz. Mektup aynı zamanda, Cumhuriyet’in ilk yıllarında devlet reisine İslam’la ilgili bir hatırlatmada bulunmanın yadırganmadığını ortaya koyması bakımından ilginçtir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin bu mektubundan bazı bölümleri sizlerle paylaşmak ve kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Şu hatırlatmaları yapıyor Bediüzzaman Hazretleri, Mustafa Kemal Paşa’ya:

1 ) Allah’ın verdiği olağanüstü bu başarılar, bir teşekkür ister ki sürekli olsun, artmaya devam etsin. Eğer nimet, şükür görmezse gider. Madem Allah’ın yardımıyla Kuran’ı düşmanın saldırılarından kurtardınız, Kuran’ın en açık ve kesin emri olan “namaz” gibi farzları yerine getirmeniz gerekir. Böylece namazın feyzi (ilmi, bolluğu, hazzı) şahane işleriniz için sürekli bir şekilde üstünüzde olsun ve devam etsin.

2 ) İslam dünyasını mutlu ettiniz, sevgilerini ve yakın ilgilerini kazandınız. Ancak o yakın ilgi, alaka ve sevginin devamlılığı, İslami yaşamın gereklerini yerine getirmekle olur. Çünkü Müslümanlar, İslamiyet adına sizi severler. Siz de İslami yaşantınızla ahretinizi güçlendirin ve İslamiyet’e bağlılığınızı ortaya koyunuz.

3 ) Başta yüce şahsiyetiniz olmak üzere siz ve silah arkadaşlarınız olan kahramanlar, bu dünyada Allah dostları (evliyaullah) hükmünde olan gazi ve şehitlere komutanlık ettiniz. Kuran’ın kesin emirlerini uygulamak ve uygulatmakla öteki âlemde de nurlu gruba önder olmaya çalışmak, sizin gibi büyük yardıma mazhar olanlara layıktır. Aksi takdirde burada kumandanken orada bir neferden yardım dilenme zorunda kalabilirsiniz.

4 ) Bu milletin Müslüman toplulukları, o kadar ki bir cemaat namazsız kalsa, sapkın günahkâr olsa bile yine de başlarındakini dini bütün görmek ister. Hatta bütün Kürdistan’da, görev verilen tüm memurlara yönelik ilk önce sorulan soru şudur: “Acaba namaz kılıyor mu?” Namaz kılan memura kesinlikle güvenirler, kılmayan memur da ne kadar başarılı ve etkili olsa bile onlara göre suçludur. Bir zamanlar “Beytüşşebap” aşiretlerinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: “Sebep nedir?” Dediler ki: “Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?” Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya (hırsız, haydut) idiler.

5 ) …Doğu’yu ayağa kaldıracak din ve kalptir, akıl ve felsefe değildir. Doğu’yu uyandırdınız, hak ettiği yere getirdiniz, o halde tabiatına uygun davranınız. Aksi halde bütün emeğiniz ya boşa gider veya başarılarınız çok yüzeysel kalır.

6 ) …İttihatçılar o kadar harika, gayretli, istikrarlı olmalarına ve fedakârlık göstermelerine rağmen, hatta İslam’ın uyanışına sebep oldukları halde, dinde kısmen laubalilik tavrı gösterdikleri için içerideki millet onlardan nefret etti ve değersiz görüldüler.

7 ) ….İslâm âlemi içinde önemli ve devrim niteliğinde bir iş yapmak, ancak İslamiyet’in kurallarına teslimiyetle mümkün olabilir. Aksi olamaz ve olmamıştır. Olsa dahi kısa sürede sönüp gitmiştir.

8 ) ….Napolyon’a değil belki Selahaddin-i Eyyubi gibi İslâm kahramanlarına tabi olmanız gerekir.

9 ) Sizin bu başarınızı, yüce hizmetinizi takdir eden ve sizi canı gönülden sevenlerin çoğunluğu inananlardır ve özellikle halk tabakasıdır ki, bunlar da sağlam Müslüman’dırlar……. Siz dahi Kuran’ın emirlerini uygulayıp, onlara bağlanıp dayanmanız, İslam’ın yararı adına gereklidir. Yoksa İslamiyet’ten soyutlanmış olan bedbaht, milliyetsiz Avrupa düşkünü, Batı taklitçilerini Müslüman halka tercih etmek İslam’ın yararına aykırı olduğundan İslam âlemi bakışını başka tarafa çevirmeye ve başkasından yardım istemeye mecbur kalacaktır.

10 ) ….Bu büyük inkılabın temel taşlarının sağlam olması gerekir. Bilirsiniz ki ebedi düşmanlarınız ve hasımlarınız, İslâm’ın gerekliliklerini tahrip ediyorlar. Öyle ise mecburi göreviniz İslam’ın gerekliliklerini yaşatmak ve korumaktır. İslam’ın değerlerini hafife alma, milletin zayıflığını gösterir, zayıflık ise düşmanı durdurmaz, bilakis cesaretlendirir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin mektubu “Hasbunallahu ve ni’me’lvekîl, ni’me’l-mevlâ ve ni’me’nnasîr – Allah bize yeter. O ne güzel vekildir” (Al-i İmran Suresi, 173). O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır” (Enfal Suresi, 40)  ayetleri ile bitiyor. Mektubun altında  “Duacınız Said-i Kürdi” imzası var.

Neyi hatırlatıyor bir İslam âlimi, kudretli bir devlet yöneticisine, onları alt alta sıralamakta yarar görüyorum:

Namaza itina etmek. Muhakemesi şöyle: Madem Kur’an’ı saldırılardan kurtardınız, öyleyse onun üzerinde en hassas şekilde durduğu namaza da itina edin. Ki namazın bereketi üzerinize yağsın.

Müslümanca yaşamaya itina etmek. Muhakemesi şöyle: İslam dünyasını sevindirdiniz, onlar sizi İslam’a göre yaşadığınız için severler. Öyleyse hayatınızda İslami ölçülere riayet ediniz.

Kur’an ahkamına riayet etmek, ettirmek. Muhakemesi şöyle: Siz bu dünyada şehitlere gazilere komutanlık yaptınız. Kur’an ahkamına riayet etmezseniz, ahirette, erlerden yardım istemek zorunda kalabilirsiniz.

Kürtlere namazlı niyazlı yönetici göndermek. Muhakemesi şöyle: Kürtler, kendileri namaz kılmıyor, hatta sapkın ve günahkâr olsalar bile yöneticilerinin namaz kılmasını önemserler. Kürtlerle doğru iletişim kurmak için buna önem vermek gerekir. Doğu’yu ayağa kaldıracak din ve kalptir, akıl ve felsefe değildir.

İttihatçılara benzememek. Muhakeme şöyle: Onlar da büyük fedakârlık sahibi idiler, ancak dinde laubalilikleri sebebiyle halk onları sevmedi. Halk tarafından sevilmek istiyorsanız, dinde laubali olmayın.

İslam’dan yola çıkmak: Muhakeme şöyle: İslam dünyasında bir büyük hizmet üretmek istiyorsanız, İslam’dan yola çıkmalısınız. O zaman halk sizi destekler. Bu noktada, Napolyon gibi bir Batılı lideri örnek almak yerine, Selahaddin-i Eyyubi gibi bir İslam komutanını örnek almak gerekir.

Müslüman halka dayanmak. Muhakemesi şöyle: Sizi canı gönülden seven ve destekleyenler halk tabakasıdır, onlar da inançlı Müslümanlardır, bundan dolayı, siz de onların desteğini önemseyin, Avrupa düşkünü kesimlere yönelmeyin, öyle yaparsanız halk sizden soğur.

Sağlam bir inkılap için İslam gerekli. Muhakemesi şöyle: Büyük bir inkılap için sağlam temel taşlarına ihtiyaç vardır. Ebedi düşmanlarınız, İslâm’ın gerekliliklerini tahrip ediyorlar. Öyle ise sizin İslam’ın gereklerini yaşatmanız ve korumanız gerekir. İslam’ın değerlerini hafife alma, milletin zayıflığını gösterir, zayıflık ise düşmanı durdurmaz, bilakis cesaretlendirir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin Mustafa Kemal Paşa’ya ilettiği düşüncelerin kendi içinde bir mantığı var.

Bunlar, büyük ölçüde Müslümanlık coşkusunun iştirakiyle yürüyen Millî Mücadele sonrasında, Türkiye’nin yeni yol arayışında, büyük bir özgüven içinde ifade edilebilen düşünceler.

Türkiye hâlâ, bu eksende tartışmalar yaşıyor. Ve bir anlamda Bediüzzaman Hazretleri’nin ortaya koyduğu muhakeme çerçevesini müzakere ediyor. Din – Devlet – Toplum ilişkilerindeki tartışma da bu eksende, Kürt sorunu çerçevesindeki tartışma da bu eksende…

Doğrusu ben, aradan geçen 88 yıldan sonra bile, bu değerlendirmelerin ihmal edilemez bir ehemmiyet taşıdığı inancındayım.

Ahmet Taşgetiren

Kaynak: Aksiyon Dergisi

Bediüzzaman – Mustafa Kemal Görüşmesinin Belgesi Çıktı

TBMM 1. ve 2. dönem Şebinkarahisar milletvekili Ali Sururi Atatürk ile Said-i Nursi’nin yaklaşık bir saatlik bir görüşme gerçekleştirdiklerini yazdığı meclis anılarında anlatıyor. Bu önemli görüşmenin Said-i Nursi’nin daha önce gönderdiği mektubun içeriğinde yer alan ‘namaz’ uyarısı üzerine yapıldığı dile getiriliyor.

Dün akşam ÜLKE TV’de yayınlanan Sıra Dışı programında Turgay Güler’in konuğu olan Barla Platformu Başkanı Sait Yüce, TBMM 1. ve 2. dönem Şebinkarahisar milletvekili Ali Sururi’nin Said Nursi Atatürk görüşmesine ilişkin notlarını aktardı.

Programın bir diğer konuğu olan Haber 7 Yazarı Mehmet Ali Bulut ise Osmanlıca yazılmış olan notları Türkçe’ye çevirerek yorumladı.

BİR SAAT GÖRÜŞTÜLER

TBMM 1. ve 2. Dönem Milletvekili Ali Süruri’nin günlükleri Yeni Şafak gazetesinde de yayınlandı. TBMM Birinci ve İkinci dönem Şebinkarahisar milletvekillerinden Ali Sururi’nin yeni ortaya cıkan anılarında, Atatürk’ün Said Nursi ile Meclis’teki başkanlık odasında görüştüklerini ve münakaşa ettiklerini yazıyor.

Birinci ve ikinci Dönem Şebinkarahisar milletvekili ve Başkanvekili (2. Dönemde Kısa bir süre) Ali Süruri’nin (Tönik) günlüklerinde Atatürk ile Said Nursi’nin görüşmesine yer veriliyor. Elyazması ve Nadir Eserler Uzmanı Dr. Niyazi Ünver tarafından hazırlanarak yayınlanması için Tarih Kurumu’na gönderilen “Meclisteki Günlerim” isimli eserde Ali Süruri tarihleri ile birlikte Said Nursie’nin Meclis’te dinleyici locasında milletvekillerini selamlamasını ve TBMM Başkanlık makam odasında Atatürk ile yaklaşık 1 saate yakın süren görüşmelerine şahit olduğunu anlatıyor.

ALKIŞLARLA KARŞILANDI

Ali Süruri’nin günlüklerinde Said Nursi’nin TBMM’de miletvekilleri tarafından hoşgeldiniz töreniyle ve alkışlarla karşılandığı belirtilirken, Atatürk ile yaptığı görüşmenin detaylarına da yer veriliyor. Elyazması ve Nadir Eserler Uzmanı Dr. Niyazi Ünver tarafından hazırlanarak tarihe kazandırılmak üzere Türk Tarih Kurumu’na gönderilen Ali Süruri günlüğü “Meclisteki Günlerim” ismiyle basılacağı zamanı bekliyor.

MECLİS’TE KARŞILAMA TÖRENİ

Bediüzzaman Said Nursi’nin 9 Kasım 1922’de geldiği Ankara’dan 17 Nisan 1923’te ayrılır. Bu süre içinde yani yaklaşık 5 ay Ankara’da kalan Bediüzzaman, Hacı Bayram Veli Camii civarında ikamet eder. Ali Süruri (Tönik) Bediüzzaman Said Nursi’nin Meclis’e geldiği tarihi 9 Teşrinisani 1338 Perşembe (9 Kasım 1922) olarak anılarına kaydeder. Meclis’te dinleyiciler locasında oturan Nursi’yi Mebuslar alkışlarla ve hoşamedi (Hoşgeldin) töreniyle karşılarlar. Ali Süruri bunu anılarında şöyle dile getirir: “İki gün evvel Ankara’ya gelmiş olan Bediüzzaman Saidi Kürdî Efendi samiin locasındaydı. Vilayeti Şarkiye mebuslarından bazısının takriri üzerine Meclis alkışlarla müşarünileyhe beyanı hoşaşmedi etti. Kendisi de locada ayağa kalkarak temennayla ve birkaç kere selam vermek suretiyle teşekkürde bulundu. Bilahare riyaset odasında görüştük. (1)323’te (1918) gördüğüm Saidi Kürdi hiç değişmemiş ve ihtiyarlamamış…”

HALİFE’NİN MEKTUBU VAR

Atatürk ile Bediüzzaman Said Nursi görüştükleri gün Meclis’in çalıştığını Halife’nin (Osmanlı Halifesi) TBMM’ye gönderdiği cevabın okunması ile ilgili tartışmaların yürütüldüğünü söyleyen Ali Süruri anılarında o gün ile ilgili şunları yazıyor: “Halife hazretlerinden Meclis’e bir cevap gelmiş. Okunacağı sırada kaimen dinleyelim diye bir teklif dermeyan olmuş. Derken gürültü çıktı. Ben de hemen o sırada teneffüs salonuna çıkmıştım. İçeri girdiğimde münakaşa cereyan ediyordu. Nihayet tayini esami suretiyle reye kondu. Nisap yok. Badetteneffüs yoklama yapıldı. Ekseriyet olmadığı taayyün etti. Cevapname okunmaksızın meclis dağıldı. Celseyi aleni olmadığı için münakaşayı vakıa çok çirkin oldu…”

ALİ SURURİ KİMDİR?

Ali Süruri (Tönik) 1888 yılında Şebinkarahisar’ın Tönik nahiyesinde dünyaya gelir. Rüştiye tahsili yapan Ali Süruri, bir süre de dava vekilliği (avukatlık) yapar. I.ve II. Dönem Şebinkarahisar milletvekilliği görevlerinde bulunan Ali Süruri kısa bir süre de TBMM başkan vekilliği yapmıştır. Kendisi “sarıklılardan” olmakla beraber, Mustafa Kemal’in ekibinden olduğu bilinen Ali Süruri 1920-1923 yılları sürecinde günlük tutar. Bu günlükler neredeyse günü gününe tutar. Süruri 1926 yılında 38 yaşında hayatını kaybeder.

NAMAZ KILMASI İÇİN UYARMIŞ

Atatürk ile Bediüzzaman Said Nursi arasında Meclis Başkanlık Makam odasında geçen ve 1 saat süren görüşmeye tanıklık ettiğini söyleyen Milletvekili Ali Süruri tarih olarak da 25 Teşrinisani 1338 (25 Kasım 1922) olarak görüşmeyi kaydediyor. Ali Süruri anılarında görüşme ile ilgili şu bilgileri veriyor: “Takriben akşam namazı sıralarında Meclis dağılırken baktım, Divanı Riyaset odasında Kemal Paşa ile Bediüzzaman Molla Saidi Kürdî arasında bir mübahase var. Ben de dinledim. Bir saat kadar imtidat (Devam) etti. Mübahasenin iptidası (geçmişi) Bediüzzaman’ın Kemal Paşa’ya ve daha bazı arkadaşlara yazdığı mektupta namaz kılmalarını tavsiye etmesi ve mezhebi Şafide terki salâtın (namazın) şahadeti kabul edilmeyeceğine nazaran, Meclis’in ekseriyeti terki salât etse Meclis’in hükümlerinin medhul ve gayrı nafiz olması lazım geleceğini beyan eylemesinden dolayıymış.

Kemal Paşa meali mektubun siyaseten derkar olan mehazirinden ve hiç olmazsa yalnız kendisine yazılsaydı, bu mahzurun o kadar varit olmayacağından bahisle Bediüzzaman’a darıldı. Bediüzzaman’da bu mahzuru düşünmediğini itiraf etti. Bediüzzaman da evvelce biraz hasyetini söylüyor idiyse de, sonra tevil ve tahfif etti ve aralarındaki kırgınlık zahiren zail oldu gibiyse de herhalde iki taraf da birbirine muğber kaldılar. Kemal Paşa çok mühim meselelere temas etti ve hakikaten zekâsını gösterdi. Bediüzzaman’ı yalnız şu mübahasede dinleyenler şöhretini pek hakikate muvafık bulmadılar sanıyorum. Mamafih yine güzel cevaplar verdi. Ve Meclis’in çok mübarek ve mübeccel olduğundan bahsetti. O bilhassa Kemal Paşa’ya hitaben: “Siz Kur’an’ı ve İslam’ı kurtardınız. Kur’an’ı omzunuza kaldırdınız. Kur’an ise her sayfasında salât ile emrediyor. Mademki Kur’an’ı böyle muhafaza ettiniz onun emri olan salata da beynelmüslimin tayini müdavemet için teşebbüs etmeniz lazımdır ve mektubu size onun için yazdım. Sizden başkalarına yazdığım doğru olmayabilir. Fakat böyle bir teşebbüsü sizin hatırınıza onlar da getirsinler diye yazdım” mealinde güzel sözler söyledi…”

Hür Adam’ın etkileri…

* * *

“Hür Adam” filminin, daha vizyona  girmeden  kendisini aşan sonuçları ve pozitif etkileri ile Said Nursi ve Risale-i Nur üzerine müzakere kapılarını, perdeden önce açtı. “Bundan sonra ne değişecek?” derseniz;

1- Nur talebeleri Risale-i Nur ve Bediüzzaman konusunda daha fazla akademik hazırlık ve belgeli metinlerle konuşmak zorunda olacaklar. Sükuneti, fikri derinliği  ve münakaşadan uzak diyalogu, sağduyu ve şefkat içinde elden bırakmadan.

2- Medya’nın Said Nursi eksenli yayını artacak. İlgisi, yeni boyutlar kazanarak devam edecek.

3- Devletin bazı derin mahfilleri, ellerindeki bazı bilgi ve belgeleri, rejim kaygısı ile çarpıtarak medyaya servis edebilirler. Buna karşılık delilli, akademik, uzmanca izah ve sabır isteyen bir süreç başarılı olacak.

4- İnsaflı, ön yargısı olmayan ve önceliğinde bu konu olmayan insanlar pozitif bir alaka duyacak ve yaklaşımları olumlu olacak.

5- Mustafa Kemal’e karşı bir çıkış ve tepkinin demokratik sabır ve çile ile nasıl başarıldığı gün ışığına çıkmış olacak. Said Nursi-Mustafa Kemal mücadelesi, arşivlerin açılmasını hızlandıracak ve yeni tartışma alanları oluşacak.

6- Üniversitelerin demokratikleşmesi ile paralel, Said Nursi ve Risale-i Nur üzerine akademik araştırma ve tezler artacak.

7- Devletin, rejim kaygısından uzak bir Said Nursi Enstitüsü ile kurumsal bir kamu desteği vermesi halinde, Risale-i Nur’un eğitim ve yayın zemini daha güçlü bir destek görmüş olacak.

8- Alimlerle zalimlerin kavgasında, mazlumdan yana insan hakkının tarafı olma eğilimi giderek artacaktır.

9- Türkiye’nin resmi tarihi ciddi anlamda sorgulanacak ve bazı kapalı alanlar açılacaktır.

10- Yeni filmlerin yapılması iştahı/arzusu, şimdiden yapımcıların zihnini meşgul etmeye başladı bile.

11- Nur talebeleri, bu film ile beklenmediği kadar kamuoyunun gündemine gelecekler. Şaşırtıcı bir şekilde Said Nursi-Nurculuk ve Risale-i Nur kavramları etrafında tartışmalar, ileri-geri münakaşa/müzakereler artacak. Burada, teyakkuzu elden bırakmamak, insafla bakmak, muhakeme içinde makul olanı vermek ve en önemlisi sonuna kadar sabırla nefsimizi/grubumuzu/algılarımızı katmadan muhatabımızla diyalogu sürdürmeyi başarmak, fütuhat kabilinden ihlaslı neticeler verecektir inşallah.

12- “Biz muhabbet fedaileriyiz.” fikrinin ekrana/yazıya/söze yansıdığı ve çevremizin bu şaşırtıcı duruş ve şefkatle Risale-i Nur’a ısındığı bir tarzın devamı, 100 yıllık şerefli mazinin yeni serlevhalarını yazdıracaktır inşallah.

Sonuç olarak;
2011,yeni müjdeleri Risale-i Nur adına seslendiriyor gibi. Vefatının 51. Yılı, Hutbe-i Şamiye’nin 100. Yılında, Üstadın mesajlarının Şam’dan Ankara’ya, İstanbul’dan Mekke’ye, Avrupa’ya, İslam ülkelerine ve diğer coğrafyalara  geçeceğini söyleyebiliriz. Şimdi Hür Adam’ı seyretmenin ve gündemi müspet beyan/hareket/yaklaşım ve sempati ile nuranileştirmenin vakti.

İyi seyirler.

Not : İsmail BERK’in yazısından alıntı yapılmıştır.

 

Nursi Atatürk görüşmesinde yeni belge (video)

Tarihçi-Yazar Mustafa Armağan Said Nursi ile Atatürk arasında TBMM’de yaşanan görüşmeyle ilgili yeni bir belge açıkladı.

M.Kemal’i destekleyen milletvekillerden biri olan Karahisarı Şarki Mebusu Ali Sururi beyin kitabını bulan Armağan, o görüşmenin nasıl olduğunu şöyle anlattı:

“Karahisarı Şarki Mebusu Ali Sururi bey muhalif değil. Mustafa Kemal’in destekleyicisi bir kişi. Kitabını Milli Kütüphanede buldum. Bu hatıratta şöyle diyor: 25 Kasım 1922’de Meclisteydim akşam namazı sıralarında meclis dağılırken baktım başkanlık odasında Mustafa Kemal Paşa ile Bediüzzaman Molla Said-i Kürdi arasında bir tartışma var. Ben de dinledim. Bir saat kadar sürdü bu tartışma. Başlangıçta Bediüzzaman Kemal paşaya ve bazı arkadaşlarına yazdığı mektupta namaz kılmalarını tavsiye etmesi ve Meclisin hükümlerinin namaz kılmayan insanlar tarafından çıkartılırsa meşruiyyetini kaybedeceğini ifade etti.

“Mustafa Kemal paşa da ‘eğer mektubu yanlız bana yazmış olsaydın problem yoktu ama bütün milletvekillerine bunu yazdığın zaman benim kontrolümden çıkıyor olay. Bu mektup herkesin elinde olduğu için sakıncalı oldu’ dedi. Bediüzzaman da diyor ki ‘bunu sakıncalı olduğunu düşünmedim çünkü genel bir meseleydi herkesi ilgilendiren bir meseleydi hem size hem onlara yazdım.

“Aralarında böyle bir görüşme geçtiğini yazıyor. Bir saat kadar bayağı hararetli bir tartışma geçiyor. Bediüzzaman da Meclisin önemini vurguluyor. ‘Siz Kur’an ve İslamı kurtardınız. Kur’anı omuzunuza kaldırdınız, Kur’an ise her sayfasında namazı emrediyor. Medemki Kur’anı böyle muhafaza ettiniz onun emri olan namazı da bütün müslümanları davet etmeniz gerekir ve mektubu size onun için yazdım.‘ Atatürk ‘bu şekilde yazılması benim açımdan sakıncalı oldu’ diyor. Çıkışta da Kemal paşa şöyle diyor. ‘Bediüzzaman’ı beğenmediğini söyledi böyle ulemadan ümmeti islamiyeye hayır gelmez’ dedi. Bu hatıratın önemi görüşmeyi doğruluyor olması.

İşte Video:

www.RisaleHaber.com

Şu büyük inkılâbın temel taşları sağlam gerek

İstanbul’daki çok ehemmiyetli ve muvaffakıyetli hizmetinden, Türk Milletine pek ziyade menfaatler husûle geldiğini müşahede eden Ankara hükûmeti, Bediüzzaman’ın kıymet ve ehemmiyetini takdir ederek, Ankara’ya dâvet ederler.

M. Kemal Paşa, şifre ile dâvet etmiş ise de, cevaben, “Ben, tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade burayı daha tehlikeli görüyorum” demiştir. Üç defa şifre ile dâvet ediliyor. Eski Van Valisi, dostu mebus Tahsin Bey vasıtasıyla dâvet edildiği için, nihayet karar verir ve Ankara’ya gelir.

Ankara’da alkışlarla karşılanır; fakat, ümit ettiği muhiti bulamaz. Kendisi, Hacı Bayram civarında ikamet eder. Meclis-i Mebusan’da dîne karşı gördüğü lâkaydlık ve Garblılaşmak bahanesi altında Türk milletinin kudsî mefahir-i tarihiyesi olan şeair-i İslâmiyeden bir soğukluk gördüğü için, mebusların ibadete, bilhassa namaza müdavim olmalarının lüzûm ve ehemmiyetine dair bir beyannâme neşreder ve mebuslara dağıtır; Kâzım Karabekir Paşa da M. Kemal’e okur.
O beyannâme şudur:

Ey mücahidîn-i İslâm, ey ehl-i hâl ve akd!
Bu fakirin bir meselede on sözünü, birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum.

1. Şu muzafferiyetteki harikulâde nîmet-i lâhiye bir şükran ister ki, devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet böyle şükür görmezse, gider. Madem ki Kur’ân’ı Allah’ın tevfîkıyla düşmanın hücumundan kurtardınız; Kur’ân’ın en sarih ve en kat’î emri olan salât gibi ferâizi imtisâl etmeniz lâzımdır, ta onun feyzi, böyle harika sûretinde üstünüzde tevâlî ve devam etsin.

2. Âlem-i İslâmı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız; lâkin, o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeâir-i İslâmiyeyi iltizam ile olur: Zira, Müslümanlar İslâmiyet hasebiyle sizi severler.

3. Bu âlemde, evliyâullah hükmünde olan gazi ve şühedâlara kumandanlık ettiniz; Kur’ân’ın evâmir-i kat’iyesine imtisâl etmekle öteki âlemde de o nurânî güruha refik olmaya çalışmak, âl-i himmetlilerin şe’nidir: Yoksa, burada kumandan iken, orada bir neferden istimdâd-ı nur etmeye muztar kalacaksınız. Bu dünya-i deniye, şan ve şerefiyle öyle bir meta değil ki, aklı başındaki insanları işbâ etsin, tatmin etsin ve maksud-u bizzat olsun.

4. Bu millet-i İslâmın cemaatleri, her ne kadar bir cemaat namazsız kalsa, hatta fasık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hatta, umum Şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: “Acaba namaz kılıyorlar mı?” derler. Namaz kılarsa, mutlak emniyet ederler, kılmazsa, ne kadar muktedir olsa, nazarlarında müttehemdir.
Bir zaman, Beytüşşebap aşâirinde isyan vardı. Ben gittim, sordum:
“Sebep nedir?”
Dediler ki:
“Kaymakamımız namaz kılmıyordu; öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?” Halbuki, bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idiler.

5. Enbiyânın ekseri şarkta ve hükemanın ağlebi garbda gelmesi Kader-i Ezelî’nin bir remzidir ki, şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değildir. Madem Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa’yiniz ya hebaen mensura gider veya sathî kalır.

6. Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı İngiliz, dindeki kayıtsızlığ’ınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hatta diyebilirim ki, Yunan kadar İslâma zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır. Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i millet namına, bu ihmali a’mâle tebdil etmeniz gerektir. Görülüyor ki, İttihatçıların o kadar azim sebatı ve fedakârlıklarıyla, hatta İslâmın şu intibahına da sebep oldukları halde, bir kısmı dinde laubalilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki İslâmlar, dindeki ihmallerini görmedikleri için, onlara takdir ve hürmet verdiler ve veriyorlar.

7. Âlem-i küfür, bütün vesâitiyle ve medeniyetiyle, felsefesiyle, fünûnuyla, misyonerleriyle âlem-i İslâma hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, âlem-i İslâma dinen galebe edemedi. Ve dahilî bütün firâk-ı dâlle-i İslâmiye de, birer kemmiye-i kalîle-i muzırra sûretinde mahkûm kaldığı ve İslâmiyet, metanetini ve salâbetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, laubaliyâne Avrupa medeniyet-i habîsesinden süzülen bir cereyan-ı bid’akârâne, sînesinde yer tutamaz. Demek, âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâbvârî bir iş görmek, İslâmiyetin desatirine inkıyad ile olabilir, başka olamaz, hem olmamış; olmuş ise, çabuk ölüp, sönmüş.

8. Zaaf-ı dîne sebep olan Avrupa medeniyet-i sefihanesi yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur’ân’ın zaman-ı zuhuru geldiği bir anda, lâkaydane ve ihmalkârâne müsbet bir iş görülmez. Menfice, tahripkârâne iş ise; bu kadar rahnelere maruz kalan İslâm, zaten muhtaç değildir.

9. Sizin muzafferiyetinizi ve hizmetinizi takdir eden ve sizi seven, cumhur-u mü’minîndir ve bilhassa tabaka-i avâmdır ki, sağlam Müslümanlardır; sizi ciddî sever ve tutar ve size minnettardır ve fedakârlığınızı takdir ederler. Ve intibaha gelmiş en cesim ve müthiş bir kuvveti size takdim ederler. Siz dahi, evâmir-i Kur’âniyeyi imtisâl ile onlara ittisâl ve istinad etmeniz, maslahat-ı İslâm nâmına zarurîdir. Yoksa, İslâmiyetten tecerrüd eden bedbaht, milliyetsiz, Avrupa meftunu frenk mukallitlerini avam-ı Müslimîne tercih etmek maslahat-ı İslâma münafi olduğundan, âlem-i İslâm nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdat edecektir.

10. Bir yolda dokuz ihtimal-i helâket, tek bir ihtimal-i necat varsa, hayatından vazgeçmiş mecnun bir cesur lâzım ki; o yola sülûk etsin. Şimdi, yirmi dört saatten bir saati işgal eden namaz gibi zaruriyat-ı diniyenin imtisalinde yüzde doksan dokuz ihtimâl-i necat var; yalnız gaflet, tenbellik haysiyetiyle, bir ihtimal zarar-ı dünyevî olabilir: Halbuki, ferâizin terkinde, doksan dokuz ihtimâl-i zarar var. Yalnız, gaflete, dalâlete istinad eden tek bir ihtimal-i necat olabilir.

Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve feraizin terkine ne bahane bulunabilir? Hamiyet nasıl müsaade eder? Bahusus, bu mücahidîn kumandanlar ve büyük meclis taklit edilir. Kusurlarını millet ya taklit veya tenkit edecek ikisi de zarardır. Demek, onlarda hukûkullah, hukûk-u ibadı da tazammun ediyor. Sırr-ı tevatür ve icmaı tazammun eden ve hadsiz ihbârâtı ve delâili dinlemeyen ve safsata-i nefis ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla hakikî ve ciddî iş görülmez.

Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Şu meclisin şahsiyet-i maneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mana-i saltanatı deruhte etmiştir. Eğer, şeâir-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mânâ-i hilâfeti dahi vekâleten deruhte etmezse, hayat için dört şeye muhtaç, fakat an’ane-i müstemirre ile günde laakal beş defa dîne muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniye ile ihtiyacat-ı ruhiyesini unutmayan milletin hâcât-ı dîniyesini meclis tatmin etmezse, bilmecburiye, mânâ-i hilâfeti tamamen kabul ettiğiniz isme ve resme ve lâfza verecek ve o mânâyı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki, meclis elinde bulunmayan ve meclis tarîkıyla olmayan böyle bir kuvvet, inşikak-ı asaya sebebiyet verecektir. İnşikak-ı asa ise, “Allah’ın dînine ve Kur’ân’a hep birlikte sımsıkı sarılın.” (Âl-i İmran Sûresi: 103.) âyetine zıttır.

Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevî daha metindir ve tenfîz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezâifi deruhte edebilir. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fena olsa, pekçok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduttur; cemaatin ise gayr-i mahduttur. Harice karşı kazandığınız iyiliği, dahildeki fenalıkla bozmayınız. Bilirsiniz ki, ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslâmın şeâirini tahrip ediyorlar. Öyle ise, zarurî vazifeniz, şeâiri ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeâirde tehavün, zaaf-ı milliyeti gösterir; zaaf ise, düşmanı tevkif etmez, teşcî eder.

“Hasbünallah ve ni’me’l-vekil. / Allah bize yeter O ne güzel vekildir.” (Âl-i İmran Sûresi: 173.)
“Ni’me’l-mevlâ ve ni’me’n-nasîr. / O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır.” (Enfal Sûresi: 40.) ***

Bu mebusana hitap, namaz kılanlara altmış mebus daha ilâve eder. Namazgâh olan küçücük odayı, büyük bir odaya tebdil ettirir. Bu parça, mebuslara ve umum kumandanlara ve ulemalara okutturulmakla, reisle şiddetli bir münakaşaya sebebiyet verir.

Birgün divân-ı riyasette, elli-altmış mebus içinde, karşılıklı fikir teâtisinde, M. Kemal Paşa, “Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır. Sizi, yüksek fıkirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilâf verdiniz” der. Bu söz üzerine, Bediüzzaman, birkaç makul cevabı verdikten sonra, şiddetle ve hiddetle iki parmağını ileri uzatarak, “Paşa, Paşa! İslâmiyette, îmandan sonra en yüksek hakîkat namazdır. Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduddur” der. Fakat Paşa tarziye verir, ilişemez.

(Bediüzzaman Said Nursî Tarihçe-i Hayatı, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-Mart 2006)

LÜGATÇE

ağleb: Çoğunluğu, galibi.
a’mâl: Ameller.
an’ane-i müstemirre: Devam ede gelen örf, âdet ve gelenekler.
cereyan-ı bid’atkârâne: Dinin aslında olmayan, sonradan ihdas edilen adetleri dine sokuşturmaya çalışarak, dine zarar verme hareketi.
cumhur-u mü’minîn: Mü’minlerin umumu.
delâil: Deliller.
desâtir: Düsturlar.
dünya-yı deniyye: Adi, kıymetsiz dünya.
ef’âl: Fiiller.
ehl-i hâl ü akd: Zor meseleleri halledip sonuca bağlayanlar.
evâmir-i kat’iye: Kesin emirler.
evâmir-i Kur’âniye: Kur’ân’ın emirleri.
ferâiz: Farzlar.
fırak-ı dâlle-i İslâmiye: İslâmdan sapmış gruplar.
fıtrat: Yaratılış.
frenk: Avrupalı.
fünun: Fenler.
gürûh-u mücâhidin: Mücahidler grubu.
hâcât-ı diniye: Dinî ihtiyaçlar.
hebâen: Boşu boşuna.
hukuk-u ibâd: Kul hakları.
hukukullah: Allah’ın hukuku.
hükema: Filozoflar
icmâ’: Fikir birliği.
idame: Devam etme, ettirme.
ihtimal-i helâket: Helâk olma ihtimali.
ihtimal-i necat: Kurtuluş ihtimali.
iltizam: Lüzumlu görme, kabul etme.
inkılâb-ı azîm: Büyük değişim.
inkılâbvâri: İnkılâba benzer değişim, inkilâb gibi.
inkıyad: Boyun eğme.
inşikak-ı âsâ: Birliğin bozulması, bölünme.
intibah: Uyanma.
istimdad-ı nur: Nur ve aydınlık için yardım isteme.
işbâ: Doyurma.
ittisal: Ulaşma, bitişme, birleşme.
kemmiye-i kalile-i muzırra: Az miktarda zarar veren.
lâakal: En azından.
lehviyat-ı medeniye: Medeniyetin gayrimeşrû eğlenceleri.
maslahat-ı İslâmiye: İslâmın faydası, menfaati.
meclis-i âli: Yüce meclis.
medeniyet-i habise: Pis medeniyet.
medeniyet-i sefihane: Sefahate düşkün medeniyet.
mücâhidîn-i İslâm: İslâm mücahidleri, İslâm için çalışanlar.
rahne: Gedik, yarık, yıkık ve bozuk yer.
sa’y: Çalışma, çaba.
safsata-i nefis: Nefsin saçmalaması, yalan ve uydurması.
salâbet: Sağlamlık, kuvvetli bağlılık.
salât: Namaz.
sırr-ı tevatür: Bir sözün nesilden nesile sözüne güvenilir büyük bir kalabalık tarafından nakledilmesi sırrı.
sülûk: Yol alma.
şahsiyet-i mâneviye: Manevî şahsiyet.
şeâir-i İslâmiye: İslâma ait semboller, simgeler.
tazammun: İçine alma.
tehâvün: Ehemmiyet vermemek, önemsememek.
tenfiz-i ahkâm-ı şer’iye: Dini hükümlerin yerine getirilmesi.
teşcî: Cesaretlendirme.
tevâlî: Sürüp gitme.
tevkif: Tutma, durdurma.
vesait: Vasıtalar.
vesvese-i şeytan: Şeytanın vesvesesi.
zaaf-ı din: Dinî zayıflık.

Haber Kaynağı: YeniAsya