Etiket arşivi: Sema Maraşlı

Hadi Evi Yıktık Duygular Ne Olacak?

Hadi Evi Yıktık Duygular Ne Olacak?

Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar çok güçlü…

Ay fenalık geldi. Nedir bu kompleks? 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken nereye dönsek kadınların gücünden bahsediliyor. Toplantılar yapılıyor, yürüyüşler yapılıyor, gazetede haberler, yazılar yayınlanıyor.

Güç dedikleri nedir? Meslek, para, başarı, rekabet, hırs… Başka bir şey yok.

“Kadınlar da erkeklerin yapabildiği her şeyi yapabilir” i ispatlamak. Yapabilir elbette. Fakat erkeğin rahatça yaptığı işleri kadın ailesinden koparak, kendini tüketerek, kadınlığından vazgeçerek, hayatın güzelliklerini göz ardı ederek yapıyorsa buna başarı denemez. Ne denir? İçimden geçen kelimeyi yazmıyorum.

Yıllardır kadınlar evden koparılmaya çalışılıyor ve kadınlara sürekli hırs aşılanıyor. Bu hırs kadını da kadınlığı da tüketiyor. Bu yüzden kadınlar iyi niyetle yola çıkamıyorlar.

Zira işin sonucunu niyet belirler.

İhtiyaçtan çalışanın ihtiyacı giderilir.

Hırs için çalışan tükenir.

Allah rızası için çalışan kazanır. Üretenler, niyeti temiz olanlardır. Kazananlar kendinden başkasını düşünenlerdir.

Kadınlara bencillik aşısı yapmaya çalışılıyor. Özgürlük vurgusu ile aileden koparılmaya çalışılıyor.

Nike firması bu yıl “Bizi Böyle Bilin” diye  bir reklam çekmiş, pek bir beğenilmiş hiç eleştiri yazısı görmedim.

Reklamda genç kızlara bir mesajlar bir mesajlar…Reklam bir  genç kızın aile fotoğrafından kaçıp boks yapması ile başlıyor, başka bir genç kızın evin üzerine basarak evi yıkıp dışarıya koşması ile bitiyor. (Giy nike ayakkabıyı koş dışarı)

Reklamda kadınların sevdiği şeyler aşağılanmış.

Aileni bırak, boks yap,

Yemek yapma, halter kaldır,

Altın takı takma, madalya tak,

Büyüklerle vakit geçirip hanım hanımcık onları dinleme, git tenis oyna,

Evini toplayıp etrafı çekip çevirme hele kitap eline bile alma, kitaplığa bırak koş basket oyna,

Elbise etek giyen, kız gibi kızlarla sıkıcı vakit geçirme, git dans salonuna haya duygusu kalmamış kızlarla seksi danslar yap, sahte kahkahalar at,

Sonra evin üstüne bas sokağa koş, peşine de hemcinslerini düşür. Güya o zaman güçlü olacaksın.

Kadının gücü; yumuşaklığında, letâfetinde, zarifliğinde, duygusallığında, sevecenliğinde, kadınlığında, anneliğinde…

Kadına erkeklerin yaptığı ağır sporları yaptırarak ya da kadını erkek gücüyle yarıştırarak güçlü yapamazsın. Sadece esas güçlerini alırsın elinden.

Bu arada spora karşı değilim, kadınların kendine bakması evde ya da uygun ortamlarda spor yapmasını kast etmiyorum elbette, hatta yapmaları lazım.

JUST DO İT  (SADECE YAP)  Sadece yap, diye bitiyor reklam. Ya sonra? Sonrası yok. Bu yaşın ellisi var, atmışı var, yetmişi var, sekseni var. Onları nasıl geçireceksin? Boks yaparak, halter kaldırarak mı? Yoksa torunlarına gözleme yaparak bir kahvaltı masasında gülüşerek mi? Yetmiş yaşındaki kadını hangisi mutlu eder?

Güya dışarısı özgürlük. Serseri atlar gibi kaç bakalım, dışarısı güvenli mi?

Ayrıca senin koşmanı istedikleri yer neresi? Dışarıda nereye gidebilirsin? Avm, cafe, restoran… Kazan- harca, kapitalist sisteme hizmet et, ama ailene sakın hizmet etmeyesin. Elinden bir bardak çay bile içmesinler sen ezik misin, mesajı vermeye çalışıyorlar. Kurtul ailenden, koş dışarı, mekanlar seni bekliyor!

Geçenlerde gazetede okudum, bir köşe yazarı özetle diyor ki “Eskiden kadınlar arkadaşları ile öğleden sonra buluşurlardı. Son dönemde ise akşam üstü ve akşamları buluşuyorlar. Her mekanda kadınlar var, verdikleri bir kilonun bile kutlama bahanesi ile bir araya geliyorlar.”

Neden acaba? Bu kadınları bekar ya da boşanmış oldukları için olabilir mi?  Evde eşi ve çocukları olmadığı için olabilir mi? Buyrunuz bu kadınlar mesleği olan, başarılı, güzel kadınlar. Fakat yalnız ve mutsuzlar. Hepsi mi böyle olsun istiyorsunuz!

Kadın dışarıda mutlu mu? Arada bir birkaç saat dışarıda gezmek kadını mutlu edebilir; fakat sonra kadın evini özler. Kadın aile olmak ister. Kadın sizin aşağılamaya çalıştığınız o güzel değerlerle mutludur.

Reklam filmine baştan bakalım.

Gerçekte kadın anne- babası, ailesi ile mutludur, o gülücük sahte değildir. Aile kıymetlidir. (Boks yapmak değil)

Kadın hamur açarken, yemek yaparken mutludur, zira kadında besleme büyütme güdüsü vardır. (Halter kaldırmak değil)

Kadında süslenme arzusu vardır. Altın olması gerekmez fakat takmak takıştırmak, kendini kadın hissetmek iyi gelir. (Madalya takmak kendini kadın hissettirmez)

Kadın onunla dertleşen bir büyükten kaçtığında değil, şefkatle onun elini tuttuğunda, onun yüzünü güldürdüğünde mutlu olur. (Tenis sahasında değil)

Kadın evini çekip çevirdiğinde, temiz düzenli bir evde mutlu olur. Hele okumayı seviyorsa evinde en mutlu olduğu yerlerden biri kitaplığın önüdür. (Basket sahası değil)

Kadınlar,  arkadaşları ile mutludur, onlarla dertlerini paylaşmak, birlikte vakit geçirmek, kız kıza takılıp gülüşmek rahatlatır onları. (Dans salonlarında seksi danslar yapıp, zorlama kahkahalar atmak değil)

Kadın evinde kendini güvende hisseder. O evin üzerine bastığında, dışarı koştuğunda mutlu olamaz.

Reklamda koca, çocuk hiç yok. Zira bunları terk ediyor gibi gösterselerdi tepki alırdı. Kurnazlık etmişler. En sonunda kadın evi çiğnediğinde aslında hepsini çiğnemiş oluyor.

Pek çok genç kıza ne kötü mesajlar gidiyor bu reklamla. Tabii ki reklamı izleyen her genç kız sporcu olmaya heveslenecek değil fakat “ailenden kurtul, kadınlığın asli özelliklerini çiğne, dışarı koş” mesajını alacak yapacağı iş ne olursa olsun.

Tamam, diyelim ki kadın evi aileyi çiğnedi, ya sonra? Kadın duygularını ne yapacak? Kadın hayvan mı ki dışarıda koşarak mutlu olsun. Ki hayvanlar bile sevilmek ister.

Kadının sevme ve sevilme, aile olma güdüsü ne olacak? Yaradan’ın genetik kodlamaları yaratılış özellikleri yok olacak mı? Yoksa biraz yaş geçince büyük pişmanlıklarla mı kendini gösterecek?

Bakınız Ajda Pekkan. Kadın 72 yaşında “anne olmak istiyorum” diye tutturdu. Buyrunuz, şan şöhret, ses, güzellik, dans, mal mülk, para, özgürlük, dünyaya ait her şey var. Bir kadına yetiyor mu? Kadın anne olmak, aile olmak istiyor.

Reklam “Sadece Yap” diyor. Sonunu düşünme demek istiyor. Zira kadın sonunu düşünürse yapamaz. Yaşlılığı bırak gençliğinde bir sakatlansa o burnun kıvırdığı aileye dönmek zorunda kalır.

Kadınlar! Uyanık olun, dolduruşa gelmeyin.

Kapitalist sistemin sizi kullanmasına izin vermeyin.

Kadınlar! Uyanık olun, dolduruşa gelmeyin.

Ev güzeldir, ev güvenlidir, aile değerlidir.

Kıymetini bilin.

 

Sema Maraşlı 

Kaynak: cocukaile.net

www.NurNet.Org

Boşanma (2) Sonrası Çocuklar

Boşanma (2) Sonrası Çocuklar

Boşanma sonrası çocuklar konusunu birkaç yazıda ele almak istiyorum.

Öncelikle tek ebeveyn ile büyüyen, diğer ebeveyni görmeyen ya da yetersiz gören çocukların durumları ile başlayalım.

Çocuğun hem anneye hem babaya ihtiyacı vardır. Karı kocanın ayrılmış olmaları çocukların bu ihtiyacı azaltmaz. Ebeveynler görevlerine devam etmeli. Birbirlerinden boşanabilirle fakat çocuklarından boşanamazlar.

Bu konuda yapılan hatalı tutum: Çocuğa hem anne hem baba olmaya çalışmak. Böyle bir şey mümkün değildir, ikisi bir arada olamazsınız ve ikisini de eksik ya da hatalı yaparsınız. Bu yüzden kendi cinsiyetinize uyan rolü iyi yapın, anneyseniz annelik edin, babaysanız babalık. Diğer tarafın rolü için eski eşinizin çocuğun hayatında olmasını destekleyin.

Ülkemizde boşanma sonrası çocuklar genellikle annelerde kalıyor. Kadınlar iki rolü bir üstlenince anneliklerini de doğru düzgün yapamıyorlar. Bazen baba yeterince arayıp sormadığı, ilgilenmediği için anne buna mecbur kalıyor, bazen de kadın eski eşine olan kinini çocuğu üzerinden devam ettirdiği için çocuğun babası ile görüşmesine engeller çıkarıyor ya da çocuğun zihnini babası ile ilgili olumsuz şeylerle doldurduğu için çocuk kendi görmek istemiyor. Çocuğun bir tarafını yıkmak ona yapılacak en büyük kötülüktür. Bu konu ile ilgili daha önce yazdığım için burada kısa geçeceğim.

Babanın yeterince aramaması durumunda annenin çocukların babası hakkında olumsuz konuşmaması önemli. “İşte aramıyor sormuyor, size değer vermiyor, kendi canı istediği zaman arıyor…” gibi. Bunun yerine “Babanız sizi çok seviyor fakat demek ki işleri yoğun belki bilmediğimiz sıkıntıları vardır da arayamıyordur …” gibi çocuğu teselli edici konuşmak lazım.

Bunun yanında baba aramayı ihmal etse de çocuklara aratmak, bir araya gelmelerine vesile olmak lazım. Bütün bunlara rağmen baba çocuğu aramıyorsa o zaman babanın eksikliğini biraz da olsa kapatabilecek yollara bakmak lazım.

Özellikle erkek çocuğu anne ile büyüyorsa ve anne yeniden evlenmemişse erkek modeli eksikliğinden dolayı babayı görmemesi sıkıntılı bir durum. Hele bir de anne oğlunu hayatının merkezine almış, hayallerini, umutlarını, eşiyle yaşayamadığı duygularını oğlunun üzerine yüklemişse daha da sıkıntılı bir durum ortaya çıkıyor. Burada kadının bilinçli olması ve çocuğuna sadece annelik etmesi önemli.

Kız çocuğu için de baba önemlidir fakat arada bir görmesi, az da olsa iyi vakit geçirmesi ona yetebilir fakat o da babayı hiç görmüyorsa ve o boşluğu dolduracak bir yakını yoksa kız çocuklar için de baba eksikliği çocuğun hayatında olumsuz etkilere sebep olabilir. Bir de annesi, baba ve erkekler aleyhinde konuşuyorsa olumsuz düşüncelerini çocuğuna aktarıyorsa o zaman çocuğun bu durumdan kötü etkilenmemesi pek mümkün değil.

Erkek çocuğunun babayla zaman geçirmesi gerekli, zira cinsiyet davranışları bakımından model alması için.

Bütün uğraşlara rağmen baba çocuğu ile ilgilenmiyorsa ya da vefat etmişse babanın eksikliğini dayı, amca, dede gibi akraba yakınları doldurursa iyi olur. Bunların yanında babasız büyüyen, babayı göremeyen erkek çocuğunun anneyi rol model almaması için erkeklerle zaman geçirmesi için gayret sarf edilmeli.

Mesela ilköğretimde erkek öğretmen tercih edilebilir.

Yaşına uygun bir spora verilebilir.  Yakın dövüş sanatları, güreş, okçuluk, tenis, basket…

Avrupa da “hafta sonu babaları” diye bir çalışma var, anneyle büyüyen çocuklar için. Babasız büyüyen çocuklara gönüllü babalık etmek isteyen erkekler, bununla ilgili kuruma kayıt yaptırıyorlar. İsteyen anneler bu kişilerden biri ile anlaşarak hafta sonları çocuğunu o kişiye teslim ediyor. Bazı ülkelerde de hafta sonu ücretle kiralık baba tutabiliyorsunuz.

Bu çözüm bizim adetlerimize geleneklerimize pek uygun bir çözüm değil. Fakat bizde de bize uygun çözümler üretilmeli. Mesela Diyanet İşleri böyle bir çalışma yapabilir. Camilerde hocalar mahallede babasız büyüyen çocuklarla ilgilenebilirler.

Anne eksikliğini babaanne, hala, teyze gibi yakınlarla ya da bakıcı abla ile ya da babanın yeni eşi ile doldurulması daha kolay iken baba eksikliği daha zor kapanıyor.

Toplumumuzda babası ölmüş çocuklarla daha çok ilgilenilirken, boşanmış fakat babasını görmeyen çocuklarla ilgili bir hassasiyet yok. Nasılsa babası var diye düşünülüyor fakat baba hiç arayıp sormuyorsa bu durum babası ölmüş bir çocuktan daha fazla olumsuz etkiler çocuğu. Baba ölmüşse umut da kızgınlıkta yoktur; fakat baba var olduğu halde ilgilenmiyorsa çocukta güven duygusu zedelenir, babaya kızgınlık besler bu da onu psikolojisini olumsuz etkiler.

Sema Maraşlı 

Kaynak: cocukaile.net

www.NurNet.Org

Boşanma (3) Sonrası Çocuklar

Boşanma (3) Sonrası Çocuklar

Boşanma sonrası bazı anne-babalar çocukları için çok tedirgin oluyorlar. Boşanmanın çocuklarının hayatında bir yıkım olmasından ve bu durum yüzünden çocuklarının psikolojisinin bozulmasından korkan anne-babalar için birkaç tavsiye.

Öncelikle boşanmayı çocuğunuzun kabullenmesi için sizin kabullenmiş olmanız gerekir. Pek çok boşanan kişide durumu kabullenmeme olabiliyor. Boşandıklarını söylemekten kaçınıyorlar. Özellikle kadınlar boşandıklarını söylemeye daha fazla çekiniyorlar. Bunun sebeplerini daha sonra yazmayı düşünüyorum.

Fakat şu bir gerçek ki siz boşanmış olmaktan dolayı utanır, çekinirseniz çocuklar da boşanmayı utanılacak bir durum olarak algılar ve başkalarına söylemeye çekinirler. Ve söylemek zorunda kalmanın kaygısını yaşarlar. Arkadaşları anne-babalarından bahsederken onlar sessiz kalırlar. Yeni arkadaş edinmeye çekinebilirler. Bu yüzdende boşandıkları için anne-babaya öfke duyabilirler. Bu öfkede aile ile çatışmaya dönüşebilir.

Yeri geldiğinde siz rahatlıkla boşandığınızı söylüyorsanız onlar da rahatlıkla söyleyebilirler. Boşanma konusunda siz alınganlık etmiyorsanız onlarda etmezler.

İkincisi; eski eşlerin birbirine düşmanlık etmesi: Anne ve baba birbirlerinin  arkasından konuşurlar ve çocukları üzerinden kendi öfkelerini dindirmeye çalışırlarsa bu durum çocuğun psikolojisini çok olumsuz etkiler. Çocuğun anne ve babasını sevmeye ve onların sevgisine ihtiyacı vardır. Onların birbirini kötülemesi yaşadıklarını çocuğa anlatmaları, öfkelerini çocuğa yüklemelerine sebep olur. Öfkenin yükü de çocuğa ağır gelir.

Eski eşlerin birbirini kötülemelerinin altındaki bir sebep de “bu yuva yıkıldı fakat benim suçum değildi, diğerinin suçuydu” diye çocuğu masum olduğuna inandırıp kendi yanına almak ya da onun sevgisini kaybetmemek düşüncesi olabilir fakat niyet ne olursa olsun bu davranış yanlış,

Karşı taraf sürekli sizi kötülüyorsa bile siz yapmayın, sadece çocuğa “Biz anlaşamadık, benim de hatalarım oldu, kabul etmek istemese de onun da hataları var. Fakat ben bu konularda konuşup senin canını sıkmak istemiyorum. Bunlar artık geçmişte kaldı, konuşmanın bir faydası yok.” deyip konuyu kapatın. Sadece çocuk özel bir olayla ilgili bir soru sorarsa yine karşı tarafı kötülemeden “O çok yanlış anlamış o olay söyle olmuştu…” deyip durumu anlatabilirsiniz.

Fakat senin annen ya da baban “şöyle yalancı, şöyle kötü, şöyle ahlaksız…” demenin olayı anlatmaya faydası olmaz sadece çocuğu fazlasıyla üzmüş olursunuz. Sevdiğiniz biri hakkında kötü konuşulması çok inciticidir. Hele bu kişi anne ya da baba ise çok daha can acıtır.

Sadece siz değil, sizin anne-baba ve yakınlarınızın da eski eşiniz hakkında kötü konuşmasına izin vermeyin, çocuğun yanında hele hiç konuşulmamalı. Zaten dinimizin de hoş görmediği, yasakladığı davranışlar bunlar. Hem kin tutmak kötü hem aleyhinde konuşmak kötü.

Üçüncüsü; çocuk sizde kalıyorsa bunu çocuğun başına kakmayın: “Seni ben aldım da, senin için şu fedakarlıkları yapıyorum da, sen üzülme diye bir daha evlenmedim de, bu sıkıntıları senin için çekiyorum da, onunla kalsaydın şöyle perişan olurdun da benim kıymetimi bil…”

Bu tarz sözler çocuk için büyük bir minnet yüküdür. Çocuğa kendini suçlu hissettirir. Ve ilginçtir ki kişi kendini suçlu hissettiğinde ona bunu hissettirene kızgınlık duyar.  Sizinle çatışmaya girebilir.

Yaptığınızı Allah rızası için yapın, çocuktan karşılık beklemeyin. O normal anne-baba saygısını göstersin yeter. Saygı sağlamanın yolu da yaptıklarınızı başa kakmak değildir.

Dördüncüsü; çocuk diğer tarafta kalıyorsa kendinizi iyi göstermek için onun kurduğu bir disiplin varsa onu bozmayın. Çocuğun canı sıkıldıkça oradan kaçıp kaçıp size gelmesine müsaade etmeyin. Özlediği için istediği zaman gelebilmeli fakat diğer ebeveyni onun iyiliği için ev, okul ya da sosyal hayatı ile ilgili bazı yasaklar koymuşsa ondan kaçıp onu cezalandırmak için sizi kullanmamalı. Çocuğu az gördüğünüz için onu şımartacak şeyler yapmayın.

Beşincisi; çocuğun boşanmayı kullanmasına izin vermeyin: Çocuğun mutsuzluğunu, ders notlarını, hatalı davranışlarını boşanmanıza bağlamasına müsaade etmeyin. Siz diğer ebeveyni kötülemeden elinizden gelen gayreti göstermişseniz, çocuğu bir düşmanlığın içinde bırakmamışsanız boşandığınız için suçluluk duymanıza gerek yok.

Çocuğun normalde yapmasına izin vermeyeceğiniz şeyleri suçluluk duygusuyla yapmasına müsaade etmeyin. Almak istemediğiniz bir şeyi almayın. Çocuklar anne-babanın zaaflarını çok iyi fark ederler ve bunu kullanırlar. Bu konuda hassasiyetinizi anlarlarsa kullanabilirler.

Mesela sizinle kalıyorlarsa her hafta sonu onu nereye götüreceğinizin derdini çekmeyin. Çocuğu sürekli yemeğe götüreyim, sinemaya götüreyim aman evde sıkılmasın üzülmesin derdine düşmeyin. Anne-babanın işi çocuğu mutlu etmek değil, onları dünya ve ahret hayatına hazırlamaya gayret etmek.

Boşandığınız için çocuğun psikolojisinin bozulacağı ya da iyi yetişemeyeceği düşüncesine kapılmayın. Anne-baba ile beraber yetişen çocukların hali de ortada. Bu devirde çocuk yetiştirmek zor, tehlikeler fazla. Konuyu boşanmaya bağlamadan neler yapabileceğinizi düşünün. Fazlaca kaygı ve korku çekerseniz bu çocuğa da sirayet eder, bu da onu yanlış yöne sevk edebilir.

Siz elinizden gelen gayreti gösterin ve dua edin. Allah’a emanet edin. Çocuk yanı başında dünya iş çevirip, aynı evin içinde hiç haberi olmayan anne-babalar var. Bunlar okumuş bilmiş kişiler. Bazen en güvendiği yerden darbe alır insan, zira Rabbine değil kendine güvenmiştir.

Sonuçta imtihan dünyası. Çocuğunuzla bunu ara ara konuşun. Herkesin çeşit çeşit imtihanı var. Boşanmak sizin için de çocuğunuz için de bir imtihandır. Bu imtihanı kaygılarla, korkularla, söylenerek, şikayet ederek, yapamadıklarımız için bahane ederek değil, ancak Rabbimize dayanak kârlı bir şekilde atlatabiliriz.

Doğru davranıldığında zorluklar nimete dönüşebilir. Önemli olan yaşadığınız zorlukların sizi yere vuracak bir travma değil, tam aksi sizi olgunlaştıracak, yükseltecek bir basamak olduğuna inanmak. Çocuğunuza da bunu doğru aktarabilirseniz o da boşanmanızı en hafif şekilde atlatacaktır.

Sema Maraşlı 

Kaynak: cocukaile.net

www.NurNet.Org

Aile Danışmanları ve Erkekler Üzerine

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya, evlilik danışmanlığı merkezine gidenlerin boşanarak çıktığını açıkladı birkaç gün önce.

Gerçi bakan bu açıklamayı bakanlığın tanıdığı diploma dışında diplomalara sahip kişilere bağlayarak onların sebep olduğunu söyledi fakat işin diploma meselesi olmadığının fark edilmesi lazım. Zira evlilik danışmanlığı yapanların çoğu da üniversite mezunu fakat ülkemizde YÖK tanımadığı için denkliği olmayan üniversitelerden mezun olanlar.

Aile Bakanlığı’nın aile danışmanları için aradığı şartlar; “Sosyal hizmet, psikoloji, sosyoloji, psikolojik danışmanlık ve rehberlik, tıp, hemşirelik ve çocuk gelişimi alanlarından birinde en az dört yıllık lisans programlarından mezun olanlar, Milli Eğitim Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu veya üniversitelerden, biri tarafından uygun görülen en az üç yüz saati teorik ve en az otuz saati süpervizyon eşliğinde olmak üzere yüz elli saati uygulamalı toplam dört yüz elli saatlik aile danışmanlığı alanında bir eğitim programını tamamlayanlar.”

Hadi psikoloji mezunlarını daha yetkin görelim ki onların da pek çoğunun danışmanlık konusunda yeterlilikleri yok, zira evlilik problemi olan insanları psikolojik problemli görüp tedavi işine girişince psikolojik tedavilerde çok uzun süreçlerde devam ettiğinden birkaç seans sonra çiftler psikologa gitmeyi bırakıyorlar.

Diğer alanlara gelince mesela bir hemşire, sosyolog ya da sosyal hizmetler mezunu parasını verip dört yüz elli saatlik bir eğitim aldıktan sonra aile danışmanı olabiliyor. Bu eğitimin üzerine yaş, tecrübe, bu alanda çalışmış olmak gibi başka bir şart aranmıyor. Yirmi iki yaşında genç bir hemşire aile danışmanı olabiliyor,  boşanma safhasındaki çiftlerin evliliğini kurtarması için yardımcı olabileceği var sayılıyor.

Geçen yıl Aile Bakanlığı kendi bünyesine bu şartlara haiz  7 bin aile danışmanı almak için ilan vermiş, alınmıştır herhalde. Bir de bakanlığın diplomasını tanıdığı dışarıda serbest çalışan danışmanlar var fakat boşanmaların azalması noktasında sonuç pek iç açıcı değil.

Aile Bakanımız birkaç gün önce yaptığı açıklamada “Boşanma sürecinde danışmanlığımıza başvuran 7 bin 500 çiftimizden yaklaşık yüzde 38’i evliliğini devam ettirme kararını aldı.” demiş.

Yüzde 38 düşük bir rakam ayrıca bu devam kararı alan çiftler kaç ay devam edebildiler o da ayrı bir konu zira bu takibin yapıldığını zannetmiyorum.

Özetle aile danışmanlarının pek çoğunun evliği kurtarmada faydası olmuyor zira danışmanların aldığı eğitimde kadın-erkek yaratılış farklılıklarını yok sayılıyor. Kadın-erkek birbirinin aynıymış gibi gören bir kişi ne eğitimi alırsa alsın çiftlere gerçek bir faydası olmaz ancak biraz evliliklerini oyalar fakat sonuç yine ayrılığa ya da o evliliği mutsuzluğa rağmen yürütmeye gider. Oysa aile danışmanları çiftlere problemlerini gösterip çözüm konusunda onları yönlendirmeli. Bu olmadığında diplomanın ne olduğu çok da önemli değil.

Danışmanların pek çoğunun da feminist olduğu gerçeğini de göz önüne alırsak aile danışmanlardan medet ummak pek gerçekçi olmaz.

Ayrıca evlilik danışmanına erkekler genellikle gitmek istemezler. Bu da dikkate alınması gereken bir konu. Kadınlar bu durumu kocalarının evlilik hayatını önemsemediğine ya da onu sevmediğini yoruyorlar. Oysa başka sebepler vardır. Konuyu azıcık irdeleyelim. Muhtemel sebepleri sıralarsak,

1-Erkekler yardım talep etmeyi sevmezler, kendi işlerini kendileri halledebileceklerine inanırlar. Yol sormaktan hoşlanmadıkları gibi evlilik problemleri için gidip yardım almak da erkeklere pek hoş gelmez. Kendi problemlerini halledemeyip başka birine ihtiyaç duyma fikri bile pek çok erkeği rahatsız eder. Erkekler genellikle eşlerinin zoru ile ya da boşanma safhasında danışmana giderler.

2-Erkekler kadınlar gibi dert anlatmayı  sevmezler. Hele aynı konuyu defalarca konuşmaktan hiç hoşlanmazlar fakat kadınlar aynı konuyu dönüp dönüp konuşabilirler. Kendi aralarında elli kez konuşup çözemedikleri konuyu gidip danışmana anlatmak da erkeklere mantıksız ve gereksiz gelir.

3-Erkekler daha çok sol beyni kullandıkları için mantık ve analiz yetenekleri kadınlardan daha iyidir. Çoğu erkek evliliklerindeki problemleri ve çözüm yollarını görür ve bunları da karısına söylemiştir fakat kendinden ya da eşinden kaynaklanan çeşitli sebeplerden çözememişlerdir ve erkekler danışmana gidilse de bu problemi çözülebileceğine dair umudu yoktur, bu yüzden gitmek istemezler.

4- Kadınlar danışmanlarda genellikle haklı çıkmayı başarırlar. Kadınların  erkeklere göre iletişim noktasında daha iyi oldukları için bir danışmana gidildiğinde kadınlar yaşananları kendi tarafından anlatarak kendini masum ve haklı göstermeyi başarırlar. “Şöyle oldu sonra böyle oldu, öyle olduğu için ben öyle davrandım, öyle olmasaydı ben öyle yapmazdım o da böyle yapmasaydı ben de onu söylemezdim…”

Ya da uzun uzun detaylara girerler: “O sabah kalktım, keyfim yerindeydi çayı ocağa koydum o arada arkadaşım aradı onunla konuştuk sonda eşime dedim ki…” konuyla alakasız kendileri için önemli fakat danışman için önemsiz pek çok detay anlatırlar. Danışmanın da kafasını karıştırmayı başarırlar. Danışman kadının sabah arayan arkadaşı ile olayın bağlantısını bulmaya çalışırken konunun esas noktasını kaçırır oysa arayan arkadaşın konuyla hiç alakası yoktur.

5-Evlilik problemlerinin çoğu ıvır zıvır şeylerdendir. Kadınların çoğu bunları danışmana anlatmaktan rahatsız olmazlar fakat erkekler aralarında yaşanmış bitmiş basit konuları gidip başka birine detaylıca anlatmayı ayıp görürler.

Bir erkek, evlilik danışmanının karşısına oturup “Annem karıma şunun demiş kız kardeşim de bunu demiş onun annesi de şunu demiş kız kardeşi de bunu demiş, karım kuru fasulye sevmez anneme gittiğimizde annem kuru fasulye pişirmiş karım bunun kasti olduğunu düşündü sonra o akşam orada aç kaldı, kalkıp kahvaltılık bir şeyler de yemedi, üç ay sonra annem bize geldiğinde karım da annemin sevmediği yemeği yaptığında olay oldu,  bunun üstüne şöyle bir kavga oldu…” gibi şeyler anlatmak istemez. Zira kendi bile böyle basit meselelerin olay olmasını anlamamışken danışmanın anlamasını da beklemez.

Erkeklerin çoğu danışmana “anlaşamıyoruz, bana saygısızlık ediyor, ailemi istemiyor,…” gibi detaya girmeden daha genel ifadelerle durumu özetler. Tencerenin, tavanın, halının kilimin yemeğin üzerine kopan kavgaları anlatmak erkekleri gerçekten utandırır. Kadın anlatır anlatır haklı çıkar. Burada danışmanın yetkinliği çok önemlidir, laf kalabalığı için de esas olayı görebilmelidir.

6-Aile ilişkileri ve cinsel hayat evliliklerde en problemli konulardan biridir. Danışmanların pek çoğunun bu konuda çiftlere faydalı önerileri yoktur. Aile konusunda ” onlarla görüşmeyiverin” derler, cinsellikle ilgili de ya sormazlar ya da “konuyu araştırın probleminizi çözün” gibi baştan savma şeyler söylerler, kendiler bilgilendirme yoluna pek gitmezler.

7- Bazı kadınların danışmana gitme sebebi gerçekten problemi çözmek değildir. Kendinin haklı kocasının suçlu olduğunu bir uzmana teyit ettirmek içindir, erkek de suçlu çıkarılacağını bilir gitmek istemez. Bir de erkek evlilikte kendi kusurunun çok olduğunu bilirse danışmana gitmek istemez ve gitmez. Burada esas hatalı olan erkek mi yoksa erkek kusuru az iken suçlu çıkma korkusu ile mi danışmana gitmek istemiyor iyi tahlil edilmeli.

8-Müslüman bir ülkede maalesef ki psikologların ve evlilik danışmanların çoğunun evlilik ve boşanma ile ilgili dini hükümlerden haberi yok. Danışmaya gelen dindar çiftler için bu ciddi bir problemdir. Hem evlilik ilişkisi için de dini hükümler önemlidir hem boşanma durumunda.  Mesela adam kadını tekrar dönülmeyecek şekilde boşamış fakat danışman dini hükümleri bilmediği için boşanmayın diyebiliyor (başörtülü bir danışman söylüyor bunu)  ya da erkek kadını boşadığı halde danışman kadına “boşanma bekle zaman geçince belki döner” diyebiliyor ve boşanma davası resmi olarak bitmediği için erkek senelerce boşanmış olduğu halde boşanamıyor yeni bir evlilik yapamıyor… Hele boşandırmayan danışmanlar daha makbul görülürse, boşanmayan çiftler evliliği mutlu devam edenler mi yoksa sürünenler mi belli olmayacak.

Velhasıl Aile Bakanlığı’nın konu üzerinde çok araştırma yapıp doğru kararlar lazım. Yoksa evliliğini kurtarmak için danışmana gidenler boşanma kararı ile çıkarlar. Zira işinin ehli olmayan bir danışman karı-kocanın evlilikle ilgili bütün ümitlerini bitirip onları ayrılmaya yönlendirebilir. Aile toplum için hayati bir kurum, bakanlık için çok hassas ve önemli bir konu, danışmanlar için de yetkin değilse veballi bir iş.

Not: Evlilik danışmanlığı yapıp yapmadığım ile ilgili çok soru geliyor, danışmanlık yapmıyorum. Bu vesile ile tekrar duyurmuş olayım.

Sema Maraşlı – cocukaile.net

Feminizm: Bir Menfaat ve Münafıklık Hareketi

Bir İslam ülkesi olarak maalesef ki Batı toplumlarının problemlerinden kendimizi koruyamamışız. Sadece azıcık daha iyiyiz. Fakat onların boğuştuğu dertlerle bizler de boğuşmak zorunda kalıyoruz.

Oysa bizim, mükemmel bir dinimiz var; bizi o sıkıntılardan koruyacak. Dinimizin yeterince kıymetini bilmediğimiz ve teknoloji olarak bizden ileride olan Batı uygarlığına hayranlığımız sebebi ile onların mikroplarını ve hastalıklarını bizler de alıyoruz.

Müs­lü­man bir ül­ke­de feminizme hiç­bir şe­kil­de ihtiyaç yok. Ba­tı­ ülkelerinde fe­mi­nizm ha­re­ke­ti­nin çı­kış ama­cın­da on­lar bakımından hak­lı­lık var­dı.

Hı­ris­ti­yan din adam­la­rı Hz. Âdem’in ka­rı­sı tarafından kan­dırılarak yasak meyveyi yediğine inandıkları için yüz­yıl­lar bo­yun­ca in­sa­nın cen­net­ten çı­ka­rıl­ma­sı­nın sorumluluğunu ka­dı­na yük­le­miş ve ka­dı­nı bir şey­tan gi­bi gör­müş­ler.

Bu yüzden de ka­dınlar Batı toplumunda çok ezil­miş, aşağılanmış, sö­mü­rül­müş. Batı’da kadınlar bazı haklar elde etmek için bu mücadeleye ihtiyaç duydular ve pek çok haklar elde ettiler. Gelinen noktada ise artık feminizme ihtiyaçları kalmadı, fakat feministler çalışmalarına son hız devam ediyorlar.

Kadınlar fazlasıyla haklar elde ettiler hatta erkeklerin haklarını da gasp ediyorlar ve buna hakları varmış gibi davranıyorlar. Zira feminizmin hak davası artık bir menfaat davasına dönüşmüş durumda.

İs­lam top­lum­la­rın­da ka­dın her za­man kıy­met­li ol­muş­tur. Di­ni­miz ka­dı­na gerekli hak­la­rı­nı ver­miş­tir. Bazı İslam ülkelerinde kadına haksızlık yapılıyorsa, bu dinimizden kaynaklanan bir eksiklik değil, yanlış politikalardan kaynaklanan hatalardır, Yanlış uygulamalar ise çözümden çok problem üreten Batı kanunları ile değil, ken­di di­ni­mizin kıymetli kaynaklarından çıkarılmalı.

Fa­kat ma­ale­sef ki Müs­lü­man kadınlar, fe­mi­niz­me pek bir sa­hip çık­tı­lar.  Açıkça feminist olanlar, feminist fikirlerden faydalanılması gerektiğini söyleyenler var. Bir de gizli feministler var. Fe­mi­niz­min bü­tün fikir­le­ri­ni ka­bul ediyorlar fakat fe­mi­nist ol­duklarını kabul etmiyorlar. “Biz feminist değiliz. kadın haklarını savunuyoruz.” diyorlar.

Bu ka­dın­lar hem di­nin ni­met­le­rin­den, ai­le ku­ru­mu­nun sı­cak­lı­ğın­dan, hem de fe­mi­niz­min nef­se hi­tap eden yönle­rin­den fay­da­lan­mak is­ti­yor­lar. So­rar­sa­nız fe­mi­nist de­ğil­ler; fakat kadınlar ve erkeklerle ilgili söylemlerine baktığınızda fikirlerinin feminizmden devşirme olduğu görülüyor. Boş yere “Biz sadece kadın haklarını savunuyoruz.” diye kimseyi kandırmaya çalışmasınlar.

Açık ya da gizli fark etmez, bakalım Müslüman feminist olabilir mi? Feminizmin fikirleri ile hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim âyetlerini bir karşılaştıralım. Bakalım ne kadar uyuşuyor?

Al­la­h’­ın si­zi bir­bi­ri­niz­den üs­tün kıl­dı­ğı şey­le­ri ar­zu­la­ma­yın, er­kek­le­re ken­di ka­zan­dık­la­rın­dan bir pay ol­du­ğu gi­bi, ka­dın­la­ra da ken­di ka­zan­dık­la­rın­dan bir pay var­dır.  Al­la­h’­ın lüt­fun­dan is­te­yin. Şüp­he­siz ki Al­lah (her şe­yi) hak­kıy­la bi­len­dir.” (Ni­sâ sure­si, 32)

Allah celle celaluhu, erkeklerin ve kadınların eşit olmadığını fakat birinin diğerinden daha üstün olmadığını da bizlere bildiriyor. Kadın ve erkeğe birbirinden farklı noktalarda üstünlük verildiği açıklanıyor.

Bu âyet-i kerîme, erkeklerin dinin bazı hükümlere bakarak kendilerini kadınlardan üstün görüp övünmeleri ve kadınların da erkeklere özenen sözler sarf etmeleri üzerine indirilmiş. Kadın ve erkek insan olarak eşittir; fakat yaratılışlarında bir eşitlik yok, farklılık vardır. Yaratılışları eşit olmadığı için hak ve sorumlulukları bakımından da eşit değildirler.

Oysa feminizm kadın ve erkeğin eşit olduğunu iddia eder. Dinimiz ise eşitlik yok diyor. Zira eşit­lik iddiası ya­ra­tı­lı­şa ters­tir. Ya­ra­tı­lı­şa ters olan, el­bet­te di­ne de ters­tir.

Fe­mi­nizm fıt­ra­ta kar­şı bir ha­re­ket­tir. Eşit­lik da­va­sı ka­dın­la­rı er­kek­le­re kar­şı aman­sız bir ya­rı­şa sok­tu. Fark­lı ola­nın eşit ol­ma­sı müm­kün de­ğil­dir, bu ada­le­te ay­kı­rı­dır. Ka­dın ve er­ke­ğin eşit ol­ma­ma­sı, bi­ri­nin da­ha iyi, bi­ri­nin da­ha kö­tü ol­du­ğu­nu gös­ter­mez. Su ve ateş bir­bi­ri­ne eşit de­ğil­dir fa­kat bi­ri­nin di­ğe­ri­ne üs­tün­lü­ğü yok­tur.

Âyet-i kerîmede iki tarafa da hitaben, “si­ze ve­ril­me­miş ola­nı ar­zu­la­ma­yın” di­ye de ikaz­ var. Oysa fe­mi­nizm Rab­b’i­mi­zin “ar­zu­la­ma­yın” de­di­ği­ni ka­dın­la­ra ar­zu­lat­mak üze­ri­ne kur­gu­la­nı­yor.

Bazı Müslüman feministler “biz farklılığı kabul ediyoruz, eşitlik davasında değiliz” diyorlar fakat çalışmalarına baktığınızda Batılı feministlerden hiç bir farkları yok, hatta ve hatta onları geçmiş durumdalar.

Ellerinden gelse şu âyetleri Kur’an-ı Kerîm’den çıkaracaklar.

Erkeklerin, kadınlar üzerinde ma’rûf  hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde vardır. Yalnız erkeklerinki onlara göre (aile reisliği ve vazîfeleri bakımından hukûken) bir derece fazladır. Allah mutlak gaaliptir, hüküm ve hikmet sahibidir.”  (Bakara suresi, 228)

Görüldüğü gibi yine eşitlik yok. Erkek açıkça aileye idareci tayin edilmiştir.

Erkekler, kadınlar üzerine ‘idareci ve koruyucu’durlar. Bu da Allah’ın kimini kimine (cihad, imâmet ve aile reisliği gibi şeylerde) üstün kılması ve bir de erkeklerin onlara mallarından sarf etme vazîfesinin bulunması sebebi iledir. İyi kadınlar gönülden itaatli, saygılıdırlar.” (Nisa suresi, 34)

Fe­mi­nizmin sapkın fikir­ler­i ile zih­ni kir­len­miş olan­lar Rabbimizin em­ri olan, er­ke­ğin ev­de yö­ne­ti­ci­li­ği­ni ka­bul et­miyor­lar.

İslam’da kadın ve erkeğe farklı hükümler gelmesinin sebeplerini anlamamış olabiliriz, hatta kadınlarla ilgili hükümlere yüzeysel bakıldığında bir haksızlık varmış gibi de görünebilir, fakat görünen çoğu zaman yanıltıcıdır. Hz. Mevlana “Görmemiz göz bağı olmuş bize” der.

Rabb’imiz “Hakkıyla bilen benim.” buyuruyor. Bizim de görünene değil Rabb’imize güvenip teslim olmamız lazım.

Rabb’imiz kadının da erkeğin de cinsiyetinden dolayı daha fazla sevap alamayacağını, herkese kazandığı kadar pay olduğunu buyuruyor. Gerçek üstünlük ancak Allah yanında üstün olmaktır. Allah yanında şerefli ve üstün olmanın da ne milliyetle ne de cinsiyetle sağlanacak bir üstünlükle olmadığı Kur’an-ı Kerim’de bizlere bildiriliyor.

Hiç şüphesiz ki sizin Allah yanında en şerefliniz, en takvâlı olanınızdır. Şüphesiz, Allah hakkıyla bilendir, her şeyden haberi olandır.” (Hucurat suresi,13)

Takvalı olan Allah’ın emirlerini gönülden kabul eden, nefsinin değil, Allah’ın emrine uygun yaşayan, günahlardan sakınan kişidir.

Kendini dindar diye tanımlayan fakat feminist olan kadınlar, dinimizde kadın-erkek eşitliği olduğu iddialarını desteklemek için bu (Hucurat 13)  âyet-i kerîmeyi iddialarına delil gösteriyorlar. Bu âyet-i kerîme Allah yanında kul olarak üstünlükten bahseder.  Oysa feministlerin iddia ettiği eşitlik, toplum düzeni ile alakalıdır. Toplum ve aile düzeninde ise eşitlik mümkün değildir.

Toplumda yönetim ve düzen için sorumlulukla birlikte gelen statü farkının getirdiği “söz hakkı üstünlüğü” vardır: Müdürün çalışanlara söz hakkı üstünlüğü olduğu gibi.  Ailede de erkeğin yöneticilik vasfından dolayı kadına söz hakkı üstünlüğü vardır.

Feminizmin kadın-erkek eşitliği davası en çok kadınlara zarar vermiştir. Çünkü kadınlar eşit olmak için erkeklere özenip onlar gibi olma hevesine düştüler. Oysa yaratılışları gereği erkek gibi olmaları mümkün değildir.

Sadece kadın-erkek arasında değil, insanlar arasında da eşitlik yoktur. Kimi daha zengindir kimi daha güzeldir kimi daha kabiliyetlidir…

 “Sizi yeryüzünün halifeleri / vazifelileri yapan, size verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz ki Rabb’inin cezası serîdir ve yine şüphesiz O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (En’âm suresi, 165)

Herkes kendine verilene göre de hesaba çekilecektir. İslam’da eşitlik yoktur, adalet vardır.

De ki: “Rabb’im bana adaleti ve itidâli emretti.”  (Araf suresi, 29)

Feminizm İslam’ın özüne aykırıdır. Bu hususta pek çok âyet ve hadîs-i şerîf yazılabilir fakat bir âyet-i kerîme daha yazıp mevzuyu tamamlayayım.

Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velîleri (dostları ve yardımcıları)dır.” (Tevbe suresi,71)

Kadın ve erkek birbirinin dostudur. Feminizm bu âyet-i kerîmenin aksine hareket eder ve kadınları erkeklere düşman etmeye çalışır. Feminizm hareketi bütün dünyada cinsiyetler arası bir savaş başlatmıştır. Sürekli kadınları kışkırtarak erkeklerin zalim, kadınların mazlum olduklarına toplumu inandırmaya uğraşırlar.

Feministler güya kadına şiddeti durdurmak için çalışıyorlar fakat ne hikmetse onların çalışmaları arttıkça kadına şiddette artıyor. Onlar da artan şiddetten nemalanıp caniler üzerinden bütün erkeklere saldırıyorlar ve erkeklere karşı içlerindeki düşmanlığı rahat rahat kusuyorlar.

Feminizmin getirdiği cinsel özgürlüğün İslam’a uymadığı zaten açık açık ortada. Feminizmle birlikte başlayan cinsel özgürlük aldatmacası ile kadınlar erkeklere peşkeş çekilmiştir. İslam’da zina haram olduğu gibi zinaya giden yollar da yasaklanmıştır. Kendini dindar diye tanımlayan feministler farkında olmadan zinanın kapısını da açmaktalar.

Zinâya yaklaşmayın. Çünkü o bir hayâsızlıktır / yüz kızartıcı çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.” (İsra suresi, 32)

Feminizm ikiyüzlü bir harekettir. İki yüzlülük münafıklık alametidir.

Feministler eşitliği savunuyorlar fakat istediklerinin eşitlikle hiç alakası yok.

Gerçi Batılı feministler bizimkilerden daha hakkaniyetli. Erkeklerin yaptığı pek çok ağır işi yapma, evin masraflarını ortak ödeme gibi konularda eşit davranmaya çalışıyorlar. Fakat onlar da erkeklere eşit davranılmayan pek çok konuda sessiz kalıyorlar.

Fakat bizim feministlerimiz tam iki yüzlüler.

Mesela erkeğin evde reis olduğunu kabul etmiyorlar fakat evi geçindirme görevini erkeğin üzerine yüklüyorlar. Erkeğin karısının maddi ihtiyaçlarını karşılamamasını şiddet kabul ediyor, kadınları kışkırtıyorlar. Fakat kadın erkeğin maddi ihtiyaçlarını karşılamıyorsa bunu şiddet olarak görmüyorlar.

Erkeğin kadından yemek ve  ev işi yapmasını talep etmesini şiddet olarak görüyorlar, kadınları ev işi yapmak zorunda değilsin diye kışkırtıyorlar fakat kadının kocasından maddi isteklerini şiddet olarak görmüyorlar.

Kadınların çalışmasını savunuyorlar fakat kadının istemezse evin ihtiyaçlarına harcama yapmak zorunda olmadığını söylüyorlar. Fakat erkeğin hem evi geçindirip hem ev işleri yapması gerektiğini iddia ediyorlar.

Boşanırken erkeklerin kadınlara nafaka ve tazminat ödemesi gerektiğini savunuyorlar. Madem eşitlik var, kadınlar da erkeklere nafaka ve tazminat ödesin. Kanunlar da var fakat uygulamada yok. İstisnalar haricinde. Feministlerin de buna bir itirazları yok.

Kadın hakları savunucuları sürekli erkeklere ayar vermeye çalışıyorlar. Kadınların hataları yokmuş, onlar her daim masum ve mazlummuş gibi davranıyorlar. Oysa gerçekten iyi niyetli olsalardı kadınların da hatalarını görür onları da uyarırlardı.

Feministler, kadınların erkeklere uyguladığı pek çok psikolojik şiddeti görmezden geliyorlar; fakat erkeklerin evde biraz sesini bile yükseltmesini kadına şiddet sayıyorlar. Bu kadar iki yüzlülük olabilir mi?

Daha çok mesele var. Mesela anne-babanın geride bıraktığı maaşları kız evlatları alırken neden erkek evlatlara verilmiyor?..

Madem eşitlik var, kadınlar neden askere gitmiyorlar? Vatanı neden erkekler savunuyor, neden hep erkekler ölmek ya da öldürmek zorunda kalıyorlar, kadınlar güvenli mekanlarda oturup lafla memleket kurtarırken.

Kadınlar da ev geçindirsin ya da askere gitsin diye yazmadım bütün bunları tabii ki. Elhamdulillah feminist değilim. Sadece feministlerin iki yüzlülüklerini göstermek için istedim.

Kadınların çoğu feminizme sahip çıktılar çünkü nefislerinin hoşuna gidiyor. Hep hakların var fakat sorumluluğu yok. Oh ne âlâ. Hep al fakat bir şey vermek zorunda değilsin.

Kadın hakları savunucuları erkeklerden alırken onlara ne kadar haksızlık ettiklerini fark etseler bari fakat nerdeee! Erkeklerin hakkını teslim etmedikleri gibi kendi elde ettikleri hakları da gözleri görmüyor.

Kadınlar erkeklerden çok daha fazla haklara sahip oldular fakat hâlâ mağdur edebiyatı yapıyorlar. Elde ettikleri bütün haklara rağmen “mağdurum da mağdurum” deyip ağlıyorlar. Kadınlar feminizmin oluşturduğu eziklik paranoyasından çıkamıyorlar. Oysa günümüzde kadınlardan çok erkekler eziliyor fakat kadınlar ısrarla bunu görmek istemiyorlar.

Zira zihinler medyanın dayatması ile kirlenmiş. Olaylara Kur’an penceresinden değil, batı destekli medyanın penceresinden, nefsimizin gözü ile bakarsak onların dili ile okuruz.

Oysa Rabbimiz “Yaratan Rabbinin adı ile oku,” buyuruyor. O halde gönlümüzle bakar,  Rabbimizin adı ile okursak ancak hak ve hakikati görebiliriz.

Müslüman kadınların feminizm tuzaklarına düşmesi çok acı. Menfaat ve münafıklık hareketi olan feminizm hiçbir şekilde İslam dini ile uyuşmaz.

Sema Maraşlı – cocukaile.net