Etiket arşivi: tv

Risale-i Nur’u medyaya taşımayı bırakın medya siz olun

Dr. Vehbi Karakaş Risale-i Nur ve Medya sorularını cevapladı.

Risale-i Nur’un medya (televizyon, radyo, yazılı basın, internet) kanalları aracılığı ile duyurulması, anlatılması, konuşulması ve tartışılması için uygun kişi ve uygun dil, yakışır üslûb konusundaki düşünceleriniz…

Biraz öz eleştiride bulunacağım. Güneşin güzelliğine en büyük delil, yine güneştir. Risale-i Nur’un güzelliğine en büyük delil de Risale-i Nur’un kendisidir. Yani güneş varlığını hissettirebilmesi için başkasının kuvvetine ve himmetine ihtiyaç duymaz. Risale-i Nur’un temsilcisi durumunda olanlar veya kendisini o konumda görenler, ona gölge düşürmesinler, ona perde olmasınlar, ona ayna olsunlar yeter. Risale-i Nur, sadece İslam’ın ve Kur’an’ın ilmi değildir. O aynı zamanda İslam’ın hali ve Kur’an’ın ahlakıdır. Bu hal ve bu ahlak, herkesten çok Risale-i Nur’u okuyanların yaşama biçiminde görülmelidir. Risale-i Nur, tesanüdden, teanukden, tecavüpten, teavünden, müfritane irtibattan, şefkatten, muhabbetten, uhuvvetten, vifaktan, ittifaktan, ittihattan, isardan ve ihlasdan bahsediyorsa ve bu özellikler fert ve cemaat olarak Nur talebelerinde görülmüyorsa kimse kusura bakmasın böyle bir cemaatin etkin gücü olmaz ve böylelerini de kimse kale almaz.

Bu halinizle siz medya kanallarında Risale-i Nur’u etkin bir şekilde duyuramaz, anlatamaz, konuşamaz, tartışamaz ve tartıştıramazsınız. Bu işten önce Risale-i Nur ekolüne intisaplı olanların aralarındaki ihtilafı, dağınıklılığı, soğukluğu, kırgınlığı, düzensizlik ve disiplinsizliği, başsızlığı ve programsızlığı gidermeleri, herkesin birbirinden ve değerlerinden haberdar olmaları lazım. Bu gerçekleştirilirse soruda belirtilen uygun kişiler, uygun diller, yakışır üslûplar bulmakta zorluk çekilmez. Üstad-ı Muhterem ne demiş: “Kardaşım hizmet, hikmet-i ilahi ile bütün dünyaya yayılacaktır. Siz aranızdaki uhuvvet, muhabbet, ittihat ve tesanüd düsturlarını çiğnemeyin.

Risale-i Nur, uygulanmak için okunmalıdır. Ezberlenmek için değil. Kur’an, Tevrat’ı ezberleyip de amel Onun dediklerini yapmayan Yahudileri Cuma sûresinde şiddetle kınamış, bizim de aynı konuma düşmememiz için dikkatimizi çekmiştir.

Bediüzzaman, İslam’ın sadece dili değildir. O aynı zamanda İslam’ın halidir ve Rasulullah’ın ahlakıdır. Mevıza-i hasene ve hikmetle davet, onun davet şekli, kavl-i leyyin ve müsbet hareket onun hareket tarzı, ilim ve marifet onun en müessir silahı, pozitif enerji ve nur onun bombasıdır. Bu bomba nereye düşerse orayı imha değil, ihya eder. Ölmüşleri diriltir, cahilleri âlim eder. Bediüzzaman Nur talebesini tarif ederken şöyle der: Koyun gibi olmalı, kuş gibi olmamalıdır. Çünkü koyun yavrusuna süt (yaşadığını ve ürettiğini) verir. Kuş yavrusuna kay (kusmuğunu, yaşamadığını ve üretmediğini) verir.

TV, Radyo, gazete, kitap ve dergi yayıncılığı dışında alternatif yayın araçları konusunda neler söylenebilir?           

Hele siz öncelikle bu yayın araçlarını bir kullanın. Alternatiflerini sonra düşünelim. Bana göre daha başka alternatifler aramak yerine bu araçları etkili kullanmanın yolları aranmalıdır. Elin oğlu bu gün bu araçların hepsini kullanıyor. Hem de en etkili bir şekilde kullanıyor. Ama biz onlar kadar bu araçları etkili kullanamıyoruz. Bu araçları kullananlarımızdan bir kısmı da körler-sağırlar birbirini ağırlar olmuşlar. Aynı adamlarla oturmuş, aynı adamlarla kalkmışlar. Bu yüzden etkileri de kapının eşiğinden dışarı çıkamamıştır.

Bugün bütün dünyanın kullandığı en etkili iletişim araçları ve aygıtları nelerdir? Biz bunları ne kadar kullanabiliyoruz?

Radyo, televizyon, internet, gazete, dergi ve benzeri araçlar en etkili iletişim araçlarıdır. Biz bunları yeterince kullanamıyoruz. Neden? Nedenini birinci ve ikinci cevapta arz ettim. Bir sebep de üçüncü cevapta arz edeyim: Galiba Allah’ın yardımına liyakat kesp edemiyoruz. Muhabbetin yerini, adavet alırsa, tevhidin yerini tefrika alırsa, tevazuun yerini tekebbür alırsa, mahviyetin yerini hava atma ve kendini gösterme hevesi alırsa, yardımlaşma ve diğergamlığın yerini bencillik alırsa… Herkes mevcut imkânlarıyla Allah’ın dinine hizmet etmesi gerekirken, Allah’ın dinini ve hizmeti dünyevi nimetleri ve imkânları elde etme aracı olarak görürse Allah’ın yardımı geri dönebilir. Allah’ın yardımı gelmezse muvaffakıyet olur mu? Olmaz. Allah ne buyuruyor? Siz Allah’a (ve Allah’ın dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım edecek ve ayaklarınız kaymayacak, sırtınız yere gelmeyecektir.”

Müslüman yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Allah ise hâkim-i mutlaktır. Allah’ın halifesi olan Müslüman yeryüzünün hâkim-i mutlakı olması gerekmez mi? “Kur’an, yeryüzüne Allah’ın salih kulları varis ve hâkim olacaktır” demiyor mu? Hani nerde? Bu gün “dünyanın hâkimi ve süper gücü Müslümanlardır” diyebiliyor muyuz? Hayır. Neden yeryüzünün varisleri ve hâkimleri Müslümanlar değil? Neden? Lütfen bir düşünün.

Risale-i Nurun iletişim dili konusundaki düşünceleriniz?

Risale-i Nur’la insan arasında iletişim sağlanmalı. İnsan Risale-i Nur’la buluşmalı ve onu anlamalıdır. İletişim dili olarak da kendi orijinal dili kullanılmalıdır. Risale-i Nur’un dili nedir? Risale-i Nur, ne Türkçedir, ne Kürtçedir, ne de Arapçadır. Risale-i Nur Risale-i Nur’cadır. Risale-i Nur’u anlamak için bu dil öğrenilmeye değer. Fani dünyayı kazanmak için bir sürü yabancı dil öğrenen insan, baki dünyayı kazanmak için Risale-i Nurca öğrenmeyi ihmal etmemelidir. Risale-i Nur, İslamî ilimlerin harmanlanmış halidir. Onu çok iyi anlamak için bu ilimlere ihtiyaç vardır. İslamî ilimleri bilmeyenler onu anlayamaz, ondan nasibini alamaz, demiyorum.  Okuyan herkes ondan nasibini alır. Ama herkes anladığı ve algıladığı kadar alır. Kim ne alırsa alsın, alınan şey, Risale-i Nuru eskitmez, ondan bir şey de eksiltmez. Risale-i Nur, insan ve iman kurtarma aracıdır. O hep taze ve genç olmalıdır ki bu kurtarma operasyonu kıyamete kadar devam etsin. Bu özelliği Allah Kur’an’a ve Kur’an’dan ilhamını alan Risale-i Nur’a vermiştir. Onun için diyorum ki nasıl dil kursları açılmakta, Risale-i Nur’u anlamak için de özel birimler, fakülteler ve kurumlar açılmalıdır. Risale-i Nur okuma ve anlama kursları diye. Herkes buranın müdavimi olmalıdır. Kimisi öğretmen ve kimisi öğrenci olarak. Öğretmen de kendisini öğrenci hissetmeli, asla ona karşı müstağni durmamalıdır.

Mevcut medya organları –özellikle televizyon kanalları- üzerinden Risale-i Nur’un tanıtımı nasıl yapılabilir?

“Herkesin ve her kesimin muhtaç olduğu ilim” şeklinde bir sloganla medya organlarına reklam verilmeli. Risale-i Nur’un hakikatlerini anlatmak için takvalı simalar, güler yüzler, tatlı diller, tatlı dilliler, anlayan dimağlar, anlatan kabiliyetler kullanılmalıdır. Bunun için fonlar tahsis edilmeli. Bu tahsisat israf sayılmamalı. Sizin defineniz var, mücevher hazineniz var ama kimsenin ondan haberi yok. Neye yarar o define ve o hazine? Onu alan, bulan Kur’an’la tanışacak, Peygambere sevdalanacak. Allah’ın sevgili kulu olacak. Bu sonuca götürecek olan bir duyuru, bir reklam, bir hakikat her yerde, her insanın karşısına çıkarılmalıdır. Bu yolda bir veren, bin, on bin ve nihayet cennet kazanacaktır.

Televizyon programcılığında karizmatik ve medyatik isimlerin daha etkili olduğu göz önünde bulundurulursa mevcut potansiyelimiz ile tanıtım ne düzeyde yapılabilir?

Eskimemiş karizmalar aranmalı, bulunmalı, şovdan, şöhretten, riyadan uzak, anlayan, yaşayan ve anlatma kapasitesinde olan herkese ve her kesime hitap edebilecek çapta ve tipte isimler istihdam edilmeli. Bunlar mevcut potansiyelden (tabii varsa) ve mevcut olmayan potansiyelden, hatta farklı fraksiyonlardan çıkarılmalıdır.

Bilim adamı, gazeteci, sanatçı, yazar gibi mesleklerinde tanınmış isimlerimiz ile televizyon yayımcılığı konusunda harekete geçmemizin zamanı gelmiş midir?

Geç bile kalınmıştır. Bu geç kalmanın vebali ve günahı nasıl telafi edilecektir bilmem. Bu meselenin de müzakere ye ihtiyacı vardır. Ve derhal harekete geçilmelidir.

Nur hareketinin kendi medyası olacaksa bunun alt yapısı nasıl oluşturulabilir? Cemaati kanallar mı olmalı yoksa cemaatler üstü bir anlayışla yeni bir yapılanmaya doğru gidilmeli? Tamamen özel girişimciler eliyle yürütülecek işlere destek mi verilmeli?

Nur hareketinin medyası demeyin, iman hareketinin medyası deyin. Çerçeveyi daraltmayın, tekele düşürmeyin, çok elleri işin altına sokun. Bu hususta çok ciddi çalışmalar yapılmalı, bu hususta ittifak ve ittihadın sağlanması, kurulacak medyanın da başarısını beraberinde getirecektir. Bu meselenin de hiç zaman kaybetmeden müzakere mutfağına alınıp pişirilmeye ihtiyacı vardır. Risale-i Nur ekolüne mensup olanlardan birçoğu, ellerindeki üründen başka ürünleri kullanamıyorlar; çünkü bunların çoğu İmam-Hatip ve İlahiyat kökenli değil. (Onun için kullanmıyorlar demedim, kullanamıyorlar, dedim.) Risale-i Nur ekolüne mensup olmayan Müslümanlar da Risale-i Nur’a yanaşmıyor ve yaklaşmıyorlar. Bu insafsız ve izansız yanlışı ortadan kaldırmanın yollarını bulmak lazım. Risale-i Nur’u tekelde tutan zihinlerdeki bariyerleri kırmak lazım.

Risale-i Nur’u ne tür programlar ve formatlar aracılığı ile ekrana taşımalıyız?

Ehl-i dünyanın kullandığı meşru anlamdaki bütün programlardan ve formatlardan yararlanılabilir. Yeni ve orijinal formatlar bulunabilir. Bu hususta format yarışmaları tertiplenebilir. Şimdilik bu kadar söylemekle yetinelim.

Toplum neyi niçin seyrediyor? Bizi niçin ve nasıl seyretmeli?   

Toplumun ilgi ile izlediği her şey, toplumun yararına olduğu söylenemez. Hattâ bazen toplum, zararına olanları da ilgiyle izlemektedir. Bu zararlı gidişi durdurmanın en etkili yollarından biri, toplumun ilgisini çeken daha kaliteli programlar ve projeler toplumun önüne koymak ve ekranlara getirmektir. Bir bu. İkincisi de toplum, size ihtiyacını hissetmelidir. Ve siz onun ihtiyacı olduğunuzu, orijinal olduğunuzu üstünlük havasına kapılmadan topluma hissettirmelisiniz. Üçüncüsü de, abi-kardeş, ahbab-çavuş ilişkisiyle ekranlar doldurulmamalıdır. İşin erbabı ekranlara davet edilerek bir taşla birkaç kuş avlama hedeflenmelidir.

Risale-i Nur camiasına yakın/uzak TV kanalları ile ilişki kurma ve irtibata geçme konusunda ne gibi çalışmalar yapılabilir?

Kimsenin yapmadığını yapma niyetiyle yola çıktığınızı söyleyerek. Bunu söyleyebilmeniz için de ciddi hazırlıklarınız olması lazım. Kimi zaman da yakın bulduğunuz medyaya iş birliği ve güç birliği teklifinde bulunarak. Mehtap TV, Radyo Cihan, nasıl Samanyolu TV’nin rakibi değil de yardımcısı ise sizin kuracağınız radyo, televizyon da mevcut kanalların destekleyicisi olabilir ve olmalıdır. Her şeye rağmen sizin çıkışınızı hoş karşılamayabilirler. Hiç önemli değil. Önemli olan sizin İslam ve ihlas düsturları içinde hayırlı hizmete teşebbüs etmiş olmanızdır. Kur’an’ın ifadesi ve işareti ile söyleyeyim, siz doğru ve dürüst olduktan sonra başkasının sizin hakkınızda olumsuz düşünceleri size zarar veremez.

Medyanın gündemine Risale-i Nur’u taşımak için yapılması gereken uygun sosyal ve kültürel faaliyetler nelerdir? Bu faaliyetler ile medyayı buluşturma konusunda neler yapılabilir?

Medyanın gündemine Risale-i Nur’u taşımayı bırakın. Medya siz olun. Öyle bir medya kuracaksınız, öyle programlar icra edeceksiniz ki, medya sizi gündemine taşımak mecburiyetinde kalacaktır. Ölü toprağını üzerinizden atacaksınız. Her yere medrese açmak, medrese binalarını büyütmek ve büyük binaları medrese haline getirmek ne kadar önemli sanıldıysa –ki şimdiye kadar hizmet hep böyle telakki edildi- en az bunun kadar önemli olan da hizmeti medyalaştırmak, medyayı hizmetin emrine sunmak, böylece vatan sathını, hattâ dünyayı medreseleştirmek, iman ve Kur’an eğitim merkezi haline getirmektir. Üstad-ı Muhterem’in hedefi de bu idi. “Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bize tedenni dünyası olsun?” Sözünün ve sorusunun anlamı da budur. Bizim yeni yayınlanan “Hz. Peygamberden Bediüzzaman’a Yansımalar” kitabımızdaki “Bediüzzaman’ı Anlamak” başlığını lütfen herkes okusun. Bizim bu sözlerimiz, uyarı değil, bir çığlıktır. Lütfen lütfen lütfen… Çabuk olun.

Risale-i Nur yayıncılığı yapanlar için yayın standartları ortaya koymak istense, önerileriniz ne olacaktır?

Önerilerim, yukardaki cevaplar içinde saklıdır ve açıktır. Bu söylenenler istikametinde adımlar atıldıktan sonra, özel bir gündemle neler yapılabileceği masaya yatırılabilir ve yatırılmalıdır. Önce bu işleri yapacak kadrolar, beyinler ve dimağlar tesbit edilmelidir.

Sizce Risale-i Nurları tanıtmada en etkili araçlar nelerdir? İlk üç tanesini belirtir misiniz?

İletişim araçlarının hepsidir. Biri diğerinden önemsiz değildir. Herkes arabanın motorunu en önemli görür. Şiddetli bir yağmurda ve karda arabanızın silecekleri olmazsa ya olduğunuz yerde kalırsınız, ya da uçurumdan aşağıya yuvarlanır paramparça olursunuz. Derler ki “Küçük bir şey yoktur.” Büyük büyüklüğüne güvenmesin, küçük de küçüklüğünden dolayı mahzun olmasın, ye’se kapılmasın. İkisini Allah bir birine muhtaç yaratmış. Bu hikmetli icraatından dolayı O’na namütenahi şükürler olsun.

Yerel, bölgesel, ülke çapında ve uluslararası platformlarda Risale-i Nur yayınlarına bakıldığında, Cemaatlerin durumu nasıl gözükmektedir?

Düzensizlik ve disiplinsizlik içinde görüyorum. Vifak, ittifak ve ittihadsızlık noktasındaki başarısızlık bu faaliyetlere yansımaktadır. Vifak, ittifak ve ittihad en büyük ihtiyacımızdır. Cemaatleri bu noktaya yönlendirecek barış timlerine, takımlarına acilen ihtiyaç var. Bu barış elçilerinin ve timlerinin oluşturulmasına da acilen ihtiyaç var. Bu görev çok önemlidir. Bunun önemini önce Allah ortaya koymuş, sonra da Rasulullah Efendimiz gerek icraatıyla ve gerekse sözleriyle perçinlemiştir. Gerekirse bir başka platformda bu meseleyi açabiliriz; şimdilik bu kadarla iktifa edelim.

Son olarak derim ki tebliğ araçları içinde Risale-i Nur’un orijinalliği dikkate sunulmalı, farklı olduğu çok iyi hissettirilmelidir. Bediüzzaman’ın işlediği konular mercek altına alınmalı, Bediüzzaman’ca işlenmelidir. Mesela: Risale-i Nurda iman esasları, Risale-i Nur’da Hz. Peygamber, Risale-i Nurda Melekler ve Azrail, Risale-i Nurda hayat ve ruh, Risale-i Nurda üç aylar ve Ramazan, Risale-i Nur’da haşir ve ahiret, Risale-i Nur’da Kader, Risale-i Nur’da Miraç…

Bu ve benzeri konuları sempozyum, konferans, panel ve medyaya taşımakla hem geniş çapta İslam’ın esaslarını işleyerek millet evlatlarının imanını takviye etmiş olacaksınız; hem akademisyenleri tebliğ hazırlamaya davet ederek onlara Bediüzzaman’ı okuma ve tanıma fırsatı vermiş olacaksınız, hem akademik dünya ile halkı bütünleştirmiş olacaksınız; hem de Bediüzzaman’ın farkını âleme fark ettirmiş olacaksınız. Bir taşla birçok kuş avlamak buna derler. Allah hepimizi yardımına layık eylesin, tevfiki hepimize refik olsun. Vesselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh.

Risale Akademi

Düşman ile Aşk

Televizyon insanoğlunun mutsuzluğunun baş sebebi iken evlerin başköşesini kaplıyor. Başköşesini değil başköşelerini kaplıyor. Neredeyse her evde birden fazla televizyon var. Bey, hanım, çocuklar ayrı ayrı odalarda, ayrı kanallarda, ayrı programlarda takılıyorlar.

Sanki dünyaya vakit doldurmak için geldik de televizyon o ihtiyacı karşılıyor. Sevdiklerimizle geçirmediğimiz vakitleri, onları kaybedince anlayacağız; ama biraz geç olacak.

Düşman ile aşk yüzünden, sevgiler soluyor, sevenler mutsuz oluyor.

Sevdiklerimizle aynı evde yalnızlaştık, hayatımıza başka dünyalar girdi.

İnsana ait ahlaki değerlerin çoğunu televizyon başında kaybettik.

Dünyadan haberi olan adamlar, yanı başındaki karısından habersiz kaldı.

Daha fazlasını iste.” reklam sloganları ile kanaat duygumuzu kaybettik, aç gözlü olduk.

Hırsızlığı arsızlığı oradan öğrendik.

Ağlak muğlak dizilerle, merhamet ve itimat duygumuzu yitirdik. En yakınlarımızdan şüphelenir olduk.

Aşk dizileri ile aşkı ucuzlattık, ihaneti öğrendik.

En kötüsü, biz kadınlar, kadınlığımızı onunla kaybettik. Dizi ve filmlerdeki kadınlardan; dik dik bakmayı, güçlü görünmeyi, erkeklerle mücadele etmeyi, erkeği adam yerine koymamayı, gururu, kibri, çokbilmişliği ve ukalalığı öğrendik.

Kadının kadınlığını, yumuşaklığını, komedi dizilerinde dalga geçilirken gördük. Kadının eşine “Peki canım!” demesini ezilmişlik, fedakârlığını aptallık, ev işleri yapmasını fakirlik, erkeğe hizmet etmesini geri kalmışlık olarak öğrendik.

Bütün bunları hikâye içinde, bize sevdirilen oyunculardan, hiç farkında olmadan, rol çalarak elde ettik. Göz gördü, şuuraltı sevdi…

Fakat bir problem var: Onlar filmde, biz gerçek hayattayız. Oradaki kadın bütün dikbaşlılığına rağmen kıymetten düşmüyor. Sevilmeye devam ediyor.

Erkek, kendine bağıran, laf sayan, güya gurur timsali gibi gösterilen kadına bir gün sonra elinde çiçekle gelip barışmak için uğraşıyor. Kadını neredeyse taç yapıp başına takacak…

Gerçek hayatta ise bunların tam tersi oluyor. Film de zaten orda kopuyor.

Medyanın zararı bu kadarla da kalmıyor. Reklamlar kadını aşağılık hissettirmeye ayarlı hazırlanıyor. Firmalar daha fazla satış yapmak için kadın bedenini kullanılırken ekran başındaki kadınların da bedenlerine saldırılıyor. “Yeterince iyi değilsiniz, ancak bu ürünü kullanırsanız, bu kadın gibi olursanız kendinizi düzeltebilirsiniz, güzelleştirebilirsiniz. O zaman erkekler sizi beğenir.

Bu arada televizyondaki incecik, her daim bakımlı kadınlar, erkeklerin de kafasındaki kadın ölçülerini değiştiriyor. Onlar da eşlerinde kusur bulmaya başlıyorlar, evde manken gibi eşler görmek istiyorlar. Bu da pek mümkün olmadığı için hem kadın eşine karşı kırgınlık duyuyor hem erkeğin gözü dışarıda kalıyor.

Televizyon, çocuklarımız için de ayrı bir tehlike. Onlara vermeye çalıştığımız manevi değerlerimiz televizyonla yerle bir ediliyor. Çocuklarımızın tertemiz zihinlerine çizgi filmlerle, gözümüzle göremediğimiz; fakat şuuraltına ulaşan (subliminal) 25. kare tekniği ile pek çok tehlikeli fikirler aşılanıyor.

Tabii kötü olan televizyon değil, programlar. Bütün kanalları ve programları aynı kefeye koymayalım. Maneviyata saygısı olan, faydalı bilgiler sunan kanallar da var. Fakat maalesef ki bilhassa çocuklara ve gençlere diğer zararlı yayınlar yapan; fakat nefse hitap eden, albenili, eğlenceli programlar daha hoş geliyor. Aşk ve ihanet dizileri de kadınları cezbediyor. Erkeklerde de futbol merakı, mafya ve polisiye dizi merakı varsa en tehlikeli kanallar açılıyor.

Velhasıl, dikkat edelim de kendimizi ve ailemizi ekran başında kaybetmeyelim.

Not: “Sevmek Bu Kadar Güzelken” kitabımdan

Sema Maraşlı / Haber 7

Televizyon Erken Yaşlandırıyor

Uzmanlar, ekran başında geçirilen zamanın insanı yaşlandırdığını ancak alınabilecek bazı tedbirlerle cildin yaşlanmasını geciktirmek mümkün olduğunu belirtti.

Celal Bayar Üniversitesi (CBÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serap Öztürkcan, ekran karşısında bilinçsizce yenilen abur cuburların kilo alımına yol açtığını, bunun da cildin dengesini bozarak istenmeyen yan etkilerin ortaya çıkmasına neden olduğunu belirterek, “Sonuç olarak ekran başında geçirilen zaman cildi yaşlandırıyor” dedi.

CBÜ Dermatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Öztürkcan, insan ömrünün uzamasıyla birlikte kişilerin imajına, görüntüsüne olan düşkünlüğünün arttığını, gerek kadınların gerekse erkeklerin cilt sağlığına, genç görünmeye eskiye nazaran daha çok önem verdiğini belirtti.

Cildi genç tutmak için insanların artık daha bilinçli hareket ettiğini kaydeden Öztürkcan, sebzelerde bulunan vitaminlerin cildin güzelliğine ciddi katkıda bulunduğunu, vitaminlerin cilt güzelliğinde önemli yer teşkil ettiğini dile getirdi.

Yaşlanmanın fizyolojik kaçınılmaz bir süreç olduğunu, yaşla birlikte ciltte değişimlerin yaşandığını ancak bunun bazı tedbirlerle geciktirilebildiğini ifade eden Öztürkcan, cildi genç tutmanın yollarını şöyle anlattı:

Sağlıklı beslenme, vitaminler, balık yağı, Omega 3 gibi vitaminler cildimizin genç kalmasında, cildin yenilenmesinde çok etkili. Cildi genç tutan vitaminler yeşil sebzelerde bol miktarda var. Cildin yaşlanmaması için güneş ışınlarından korunmamız mutlaka gerekli. Cildimizin yaşlanmasında en önemli faktör güneş ışını. Bunlarla birlikte fiziksel aktiviteler de yaparsak derimizin güzel, kendimizin de genç kalmasını sağlayabiliriz.

Öztürkcan, televizyon bilgisayar ekranı karşısında uzun süreler geçirmenin, bu davranış kalıbının beraberinde getirdiği bazı alışkanlıklarla cilt sağlığı üzerinde olumsuz etkileri bulunduğu kaydetti.

EKRAN KARŞISINDA 6-7 SAAT GEÇİRİYORUZ

Cildi bir yandan genç tutmak için çaba gösterilirken diğer yandan ise farkında olmadan televizyon ve bilgisayar başında geçirilen zamanla aksi yönde davranış sergilendiğine dikkati çeken Öztürkcan, sözlerini şöyle tamamladı:

Cilt sağlığı artık her şeyden önemli hale gelmeye başladı. İnsanlar görselliklerine çok önem vermeye başladı. Ancak bunu yaparken bir yandan da cilt sorunlarına neden olabilecek yaşam tarzını düzenlemek gerekiyor. Günümüzde artık televizyon ve bilgisayar başında günde 6-7 saat vakit geçiriliyor. Televizyon önünde veya bilgisayar başında oturmak, bir kere başlı başına hareketsizliğe neden oluyor. Ekran karşısında bilinçsizce yenilen abur cuburlar ve hareketsizlik doğal olarak kilo alımına yol açıyor, cildin dengesini bozarak istenmeyen yan etkilerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Sonuç olarak ekran başında geçirilen zaman cildi yaşlandırıyor.

DÜNYA BÜLTENİ

Uzaktan Kumandaya Yakından Kumanda Etmenin 15 Yolu

Bu ülkede çocukların en çok nerede, ne tarafından kötüye kullanıldığı sorusu sorulsa, kimsenin tahmin edemeyeceği bir cevap çıkar ortaya: Televizyon. Evet, televizyon.

Çocuklar, en çok karşısında durdukları, sesini, rengini hayatlarının ilk yıllarından itibaren yanlarında hissettikleri televizyon görüntüleri sayesinde suistimale uğruyorlar. Bu suistimalin de en çarpıcı yanı, çocukların kendi evlerinde, kendi ana-babalarının gözü önünde, hatta bizzat onlar tarafından icra ediliyor olmasıdır.

Çarpıcı bir gerçek: Sekiz yaşın altındaki çocuklar gerçek ile kurguyu birbirinden ayıramıyorlar! Ve her gün televizyon karşısında kendilerince “gerçek şiddet”i, “gerçek cinselliği” seyrediyorlar ve öğreniyorlar. Şüphesiz bu korkunç cümleler televizyonun hepten kötü olduğu, kökünün kazınması gerektiği gibi bir sonuca gitmeyecek.

Sorunumuz ölçüsüzlük! Çözümümüz de ölçü! Buyurun ölçüsüzce tükettiğimiz ve acımasızca tükendiğimiz TV karşısında, hiç olmazsa çocuklarımız adına, neler yapabileceğimize birlikte karar verelim.

İlk tavsiyemiz yasaklamak değil elbette!

Böyle bir tavsiye geçerli olsaydı, sorunu hemen çözmüş olurduk ve diğer tavsiyelere gerek kalmazdı. Öncelikle televizyon konusunda, çocuğu doğrudan karşınıza almayın. “Bir yasak meyve” sendromu oluşturmayın. Televizyonun çocuğun dünyasında çok cezbedici bir eğlence olduğu gerçeğini görün ve kabul edin. Özellikle yasaklamanız bu cazibeyi daha da artıracaktır, unutmayın.

Kendinize bir bakın.. Televizyon sizin dünyanızda nerede?

Tahmin edeceğim gibi, televizyon evinizin en çok kullandığınız, aile bireyleri olarak en sık bir arada olduğunuz odada olmalı. Eğer bu tahminim doğruysa, televizyonun odanın içindeki konumunu da tahmin edebilirim: odanın en merkezi yerinde! Bütün koltukların yüzünün döndüğü yönde! Sizin için bu kadar önemli ve merkezi bir konumda olan televizyonu çocuğunuzun bir kenara atmasını nasıl bekleyebilirsiniz? Unutmayın ki, çocuğunuz televizyonun içindekileri olduğu kadar, hatta daha da fazlası, sizin televizyona dışarıdan atfettiğiniz önemi de algılar.

Evin en merkezi odasının en hakim konumundaki televizyonun çocuğunuza söylediği şey şudur: Televizyon vazgeçilmezdir! O halde televizyonu hayatınızın kenarına bir yere çekmeye ne dersiniz.

Siz televizyonu merkezi konumundan edebilirseniz, şimdi çocuğunuza televizyonu seyretme konusunda bir ölçü teklif edebilir konuma gelmişsiniz demektir.

Çocuğunuza bir “televizyon bütçesi” önerin; bir günde kaç saat, bir haftada kaç gün televizyon seyredebileceği konusunda ortak bir anlaşma yapın, tabii seyrettiklerinin içeriğini onaylamak kaydıyla. Günde bir ya da iki saat televizyon seyretmesi çocuğunuz için uygun olabilir; ancak siz bunu aklınızda tutarak esnek olmaya çalışın!

Televizyonu kapatmayı öğretin.

Televizyonu neden kapattığınızı ve neden her programı seyretmediğinizi ve seyretmesini istemediğinizi açıklayın. Gerekirse tartışın. Çocukları baştan kendi yanınıza alın. Bu konuda belirleyici ve zorlayıcı olmak yerine, liderlik rolünü üstlenin.

Çocuğunuz yatak odasına televizyon koymayın, koymuşsanız da alın.

Böylesi “özel seyretme alanları” televizyon ya da video oyunu seyretme ihtimalini iki kat artırır. Televizyonu ev için gizli olarak seyredilebilecek bir yerde değil, ancak ortak seyredilebilecek bir yerde tutun ama merkezî konumda tutmadan.

Çocuklara ödül olarak ya da ayrıcalık olarak TV seyretmeyi vaadetmeyin.

Daha ilginç ödüller bulabilirsiniz. En iyi ödül, ona yakınlık göstermenizdir ya da onunla birlikte geçirebileceğiniz bir meşguliyet önermenizdir.

Çocuklarınıza TV seyretme zamanı kazandıracak fırsatlar da tanıyabilirsiniz. Kendilerinin bir seçimde bulunmalarını sağlayarak, ödevini erken -ve doğru!- bitirmesi halinde artan vaktini TV’ye ayırabileceğini söyleyebilirsiniz. Böylece kendisine bir seçim imkanı sağlamış olursunuz; yasaklamayı hissettirmemiş olursunuz.

TV seyretmekten vazgeçtiği zaman ya da TV seyretmek yerine daha yapıcı bir işe yöneldiği zaman, onlara iltifatta bulunun. Çocuğunuzu televizyondan uzaklaştırmanın yolu, her zaman yapılageldiği gibi, televizyon seyrederken otoriter uyarılarda bulunmak değil, televizyon seyretmediği zamanlar iltifatlarda bulunarak ödüllendirmektir.

“Televizyonu kapatıp ödevine başlaman beni çok mutlu etti!” gibi bir cümle, “Ödevini yapmadığın halde niye televizyon seyrediyorsun!” gibi cümlelerden daha etkileyici ve yapıcıdır.

Daha iyi bir rol modeli olun.

Anne-baba olarak televizyon seyretmek yerine, okumak, bir hobi ile uğraşmak veya kendi aranızda sohbet etmek gibi aktiviteler yapın.

Çocuğunuzla birlikte televizyon seyredin.

Bu sayede neyi seyredeceklerine karar verirsiniz. Ayrıca, reklamlar gibi çocuğu tüketime yöneltici yayınların içeriğini de beraberce tartışabilirsiniz. Onların şiddet ya da cinsellik gibi yayınların etkilerine doğrudan maruz kalmasını beklemek yerine, önceden hareket ederek, meselâ bir tabancayla vurulmanın ne demek olduğunu, vurulan insanın ailesinin neler hissedebileceğini, öpüşme gibi sahnelerin neyi ima ettiğini anlatabilirsiniz. Onları ölçülü olarak olan bitenle yüzleştirebilir ve böylece bir tür bağışıklık sağlayabilirsiniz.

Televizyon duvar kâğıdı değildir.

Televizyonun sürekli açık olduğu evler hiç de az değildir. Televizyonun kapatılabileceğini, sürekli olarak açık kalması gerekmediğini böylece öğretebilirsiniz. Ekrandaki bir şeyin sürekliliği sizin ve çocuğunuzun onu sürekli seyretmesini gerektirmez. Bırakın dizilerin arkası gelmeyiversin! Can sıkıcı ve seviyesiz tartışmacıları tek bir parmak hareketi ile susturmanın, evinizden kovmanın keyfini sürün. Bunu çocuğunuza da öğretin! Unutmayın, habire bakıp durduğunuz cam yüzey hiç de masum değildir, çocuklarınıza sürekli bir şeyler telkin eder, öğretir!

Eğitim programlarını tercih dedin.

Televizyonların “prime-time” dedikleri saatler eğlenceye ayrılmıştır. Neden illa prime-time’da televizyon seyredesiniz ki! Kendinize ve çocuğunuza özel seyir saatleri oluşturun, hem daha az reklam seyretmiş olursunuz, hem de kimsenin prime-time’a koyma cesareti göstermediği kaliteli ve yapıcı programları seyredin. Videonuz varsa kaydedin; kendi prime-time’ınızı oluşturun, sonra seyredin.

Çocuklarınızı komşu çocukları ile okul arkadaşları ya da arkadaşlarınızın çocukları ile sık sık bir araya getirin.

Komşuluğun yozlaştığı, dostluğun köreldiği bir zamanda onlara komşuluk, dostluk ve arkadaşlık adına güzel şeyler yapabileceklerini, yaptıklarını beğendiklerini onlara hissettirin. Televizyon dışında gözle görülür, elle dokunulur başka eğlence türlerinin olduğunu da hatırlatın onlara ve kendinize!

Çocuğunuzun TV programcısı siz olun.

Onunla çok sevdiği bir programın benzerini yapmaya çalışın. Sunuculuk yapın ya da çocuğunuzun sunucu olmasına izin verin.
Evdekilerden kendinize seyirci bulun. Bunun belki daha sahici, belki daha başarılı ve kesinlikle reklamsız program olduğunu görebilir ve sevebilirler. Bunu yaparken TV’ye rakip olmaya kalkmayın, alternatif olmayı deneyin.

Televizyonu bir “çocuk bakıcısı” gibi kullanmayın.

Yapabileceğiniz en kötü şey budur! Ayak altından uzak olsun, sesi çıkmasın, ağlamasın diye çocuğunuzu televizyonun karşısına koymayın. Çocuğunuzun televizyon seyretme davranışının da sorumlusu sizsiniz! Bununla birlikte, zaman zaman bazı rutin meşguliyetlerinizi çocuğun televizyon seyretme saatlerine denk getirebilirsiniz.

Senai Demirci