Etiket arşivi: üç aylar

Üç Aylar geliyor.. Yatırıma hazır mısınız?

11 Mayıs Cumartesi Üç Aylar başlıyor.

Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şâban-ı Muazzamda üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve Cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadirde otuz bine çıkar. Bu pekçok uhrevî faydaları kazandıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i imana temin eden şuhûr-u selâsenizi (üç aylarınızı) tebrik ediyoruz.” (Şuâlar, s. 416)

Dinî anlatımda “Şühûr-ü selâse“, yani üç aylar olarak bilinen bu mevsimin girmesiyle birlikte Müslüman ruhları bambaşka bir hava kaplar. Çünkü bu aylar İlâhî rahmetin coştuğu aylardır. Diğer vakitlerde iyilik ve ibadetlere on sevap veriliyorsa, Receb, Şaban ve Ramazan aylarında gittikçe yükselen bir oranda kat kat fazla sevap verilir.

Meselâ, başka zamanlarda okunan her bir Kur’ân harfi için on sevap yazılmaktadır. Receb ayında bu sevap yüz olarak yazılır, Şaban’da üç yüzü aşar, Ramazan’da bine çıkar. Cuma gecelerinde binleri bulur. Kadir Gecesinde de otuz bine ulaştığını düşünürsek, üç aylardaki mübarek vakitlerin âhiret ticareti bakımından ne kadar kıymetli bir fırsat olduğunu anlayabiliriz.

Bu bakımdan üç aylar “pek çok uhrevî faydaları kazandıran ticaret-i uhreviyenin (âhiret ticaretinin) bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri (sergisi)” olarak vasıflandırılmıştır. Bilindiği gibi, pazarlar ve fuarlar mühim ticaret yerleri arasında yer alırlar. Haftanın belli bir gününde belli bir yerde kurulan pazarda, insanlar her türlü ihtiyaçlarını karşılarlar. O gün sabahtan akşama kadar pazarın ucuzluğundan istifade etmek mümkündür. Ama o gün pazara gidemeyen bir insan, aynı şartlar altında alışveriş yapabilmek için bir hafta beklemek zorundadır. Çünkü pazar bir günlüktür.

Aynı şekilde, üç aylar da yılda bir defa kurulan ve ahiret ticaretinin yapıldığı pazarlardır. İstifade etmesini bilenler, bu pazardan büyük kazançlar sağlarlar. Ahirete yönelik amellerini diğer vakitlere oranla arttırırlar. Daha fazla Kur’ân okurlar, ilme daha fazla yönelirler, uykularından kısarak ilim ve tefekküre, ibadet ve İslâmî hizmetlere daha fazla vakit ayırırlar. Hayırlı işlerde birbirleriyle yarış içine girerler. Böylece, “bu çok sevaplı ibadet ayları”ndan tam bir istifade ile çıkarlar. Bir mânâda, bu mübarek vakitlerde yapılan manevî hizmetler, insanın ebedî hayatı için yapılmış en kârlı “yatırım” olur.

Buna karşılık, üç ayların fazilet ve kıymetinden haberdar olmayıp da değerlendiremeyenler, herkesin istifadesine açık tutulan çok kârlı bir ticaret imkânından mahrum kalmışlar demektir. Bu kimseler, aynı imkânı tekrar ele geçirebilmek için bir yıl daha beklemek zorunda kalacaklardır.

İşte üç ayların ve bu aylardaki mübarek gecelerin büyük bir coşkunlukla ihya edilmesi bu bakımdan da önem kazanıyor. Çünkü bunlar şeâirdendir, İslâmın sembolü ve alâmetlerindedir.

Bu açıdan şeâirin duyurulmasında hem İslâmın izzet ve şerefinin gösterilmesi, hem de İslâmın mânâsından uzak yaşayan insanlara örnek olunması gibi büyük hikmetler vardır.

Namazlarda, bilhassa Cumalarda ve Kandil gecelerinde camilerin mü’minlerle dolup taşması, radyo ve televizyonda Kur’ân ve mevlidlerin okunması, camilerin mahyalarla (iki minare arasının ışıklı güzel yazılarla) süslenmesi, hattâ kandil simitlerinin dağıtılması, bu İslâm sembolünü ilân eden huzur verici hadiselerdir.

Böylece bütün mü’minler âhiret kazancına yöneliyor. Herkes Allah’ın rızası yolunda sonsuz bir yarışa giriyor. Ve oluşan manevî hava, bütün bir topluma huzur veriyor. Bu huzur havasından herkes derecesine göre istifade ediyor. Yapılan ibadetler, okunan Kur’ânlar, Arş’a yükselen ihlâslı dualar, bitip tükenmek bilmeyen bir şevkle devam ettirilen İslâmî hizmetler, İlâhî rahmetin celbine vesile oluyor. Ayrıca sırf Allah rızası için ve ihlâsla yapılan bu hizmetler, günahların, sefahetlerin ve zulümlerin kirlettiği manevî havamızı temizliyor.

Şu halde, her yıl bizlere ikram edilen bu bulunmaz fırsattan istifade etmeliyiz. Bunun için, mü’min kardeşlerimizle daha sık bir araya gelip sohbetlerde bulunabiliriz. Aramızda Kur’ân’ı paylaşıp imkân nisbetinde günlük ve haftalık hatimler yapmaya başlayabiliriz. Makbul dua ve zikirleri daha çok okuyabiliriz. İslâmî eserlere daha fazla vakit ayırabiliriz. İslâmın hakikatlerini yayma ve anlatma hususunda daha fazla gayret gösterebiliriz. Bu yolda göstereceğimiz en küçük bir gayret, en azından bire yüz netice verecektir.

Bu arada, üç ayların ve kandil gecelerinin evlerimizde ve aile fertleri arasında ayrı bir mânâ içinde yaşanması gerektiğini de unutmamalıyız. Çocuklarımız o manevî havayı soluya soluya büyümelidirler. Bunun için, mübarek gecelerde onları hediyelerle sevindirip, camilere alıştırmakta büyük faydalar vardır.

Ayrıca, sabaha karşı seher vakitlerinde uyanık bulunmaya çalışarak İslâm âlemi için ve mü’min kardeşlerimiz için dualar etmenin fazilet ve kıymeti sonsuzdur. O feyizli vakitte yapılan duaların kabul ihtimali çok kuvvetlidir.

Bu bakımdan gerek kendimizin, gerekse diğer mü’minlerin dünya ve âhiret imtihanlarında başarılı çıkmaları için Cenab-ı Hakka niyazda bulunmak ve Ondan yardım istemek suretiyle, hem sıkıntı ve musibetlere karşı sarsılmaz bir dayanak noktası bulmuş, hem de tükenmez bir teselli kaynağına kavuşmuş oluruz.

Sorularla İslamiyet

Ramazan’da kimler oruç tutmayabilir?

Tefekkür derinliğini kaybetmeyen her insan bilir ki, kullarını yarattığı sayısız nimetlere karşı sene boyunca serbest bırakan Rabb’imiz, sadece Ramazan-ı Şerif’te bir aylık bir sabır imtihanına tabi tutmaktadır. İnanmış insan bu imtihana gönülden evet, der:

-Senenin bir ayında neden Rabb’imin emrini yerine getirmeyeyim? Ben bu kadar iradesi zayıf, boğazına düşkün oburun biri miyim?. diyerek de Ramazan orucunun mutluluğunu toplumla birlikte yaşamayı esas alır. Tereddüt ve vesveseye asla girmez.

Sonsuz merhamet sahibi Rabb’imiz, yine de kullarının oruç tutmada zorlanacak olan özür sahiplerini ayırır, onlara oruçlarını ileride mazeretleri geçince tutmaları iznini verir.

-Kimlerdir Ramazan ayında herkes oruçlu iken oruçlarını tehir edip de sonra tutma iznine sahip mazeretliler?

Bu izin sahiplerini kısaca şöyle sıralamak mümkündür:

***

1-En başta küçük yaştaki masum çocuklar:

Bunlar ergenlik yaşına ulaşmadıkça oruç tutmakla yükümlü olmazlar. Buna rağmen tutarlarsa sevabı, onları alıştıranları da şamil olur.. Kızlarda dokuz, erkeklerde on beş yaş, ergenlik yaşı dediğimiz yükümlülük başlangıcı olarak kabul edilirse de esas yükümlülük tespiti, muayyen hal ile ihtilam olmanın başlamasıyla kesinleşir.

2- Çok yaşlanmış, sanki çocuklaşmış ihtiyarlar:

Oruç tutacak kuvvete sahip olmayan bu yaşlıların halsizlikleri oruç tutmaları halinde daha da artacak, zor durumda kalacaklarsa tutmazlar. Bunların ekonomik durumu müsait olanları otuz fitre (fidye) verirler tutamadıkları oruçları yerine.

3- Yaşlı değil fakat hasta olanlar:

Oruç tutacak olurlarsa hastalıkları fazlalaşacak, sıhhatleri daha da bozulacaksa, sıhhatine kavuşunca tutmaya niyet ederek beklerler..

4- Hamile hanımlar:

Taşıdıkları yavrularına zarar geleceğini biliyorlarsa doğumdan sonra tutmayı niyet ederek oruçlarını tehir ederler.

5- Doğum yapmış, çocuk emzirmekte olan anneler:

Çocuğun, ya da annenin zarar göreceğini düşünüyorlarsa oruçlarını tehir eder, sonra tutarlar.

6- Her ay belli günlerdeki özürleri başlamış bulunan hanımlar:

Bunlar da oruçlarını tehir ederler. Oruç tutamadıkları günlerinde de Rabb’imizin emrine uyduklarını düşünerek yine mutlu şekilde dualarla bekleyebilirler. Çünkü Rabb’imiz tutmayın buyurmuştur bu günlerinde de. Bu da tutmak gibi emir gereğidir.

7- Seferde olanlar:

Yani oruç günlerinde doksan kilometreden az olmayan yolculuğa çıkmış bulunanlar.. Ancak yolcular yeme iznine sahip oldukları halde tutarlarsa sevaplısını tercih etmiş olurlar.

***

İleride genişçe bilgi vermeyi düşündüğümüz bu gibi önemli konularda en başta şu önemli hususu hatırlamakta fayda vardır.

Orucun başlama vakti sabah ezanı değil takvimdeki ezan öncesi imsak dakikasıdır. Ezan geç de okunabilir erken de.. Bunun için de, herkes bulunduğu yerin imsak ve iftar dakikasını iyi bilmelidir. Orucunu ona göre başlatmalı, ona göre bitirmelidir.

Burada bir yanlışlık olur da, imsak dakikası girdiği halde girmedi zannedilerek yemeye devam edilirse, yahut da iftar vakti girmediği halde girdi zannıyla oruç açılırsa hata ile orucu bozulmuş olacağından dolayı bu orucu bayramdan sonra tekrar tutarak kaza etmek gerekir. Takvimdeki bu imsak dakikası sınırı unutulmamalıdır.

Ahmed Şahin / Zaman

Sevabı en çok Ramazanlar dileğimizle…

Geçen seneki Ramazan’ın son iftarında bu seneki Ramazan’ımızı hasretle hayal ederek: Muhtemeldir ki, gelecek Ramazan’a ulaşamaz, mutlu bir Ramazan’ı daha tutma saadetine erişemeyiz.. diye hayıflanmıştık.

Bugün diyoruz ki, işte size bir mutlu Ramazan daha.. İşte size inşa Allah mükellefiyetlerini yerine getireceğimiz, sevabı en çok bir Ramazan daha.. Öyle ise buyurun, hep birlikte şimdiden şükredelim Rabb’imize.. Bizi böylesine sevabı en çok günlere bir daha ulaştırdığı, 11 ayın sultanına bir daha kavuşturduğu için…

Nitekim bugün çevremize baktığımızda görüyoruz ki, geçen Ramazan’ı birlikte yaşadığımız nice dostlarımız, yakınlarımız yoktur bu sevabı en çok Ramazan’da aramızda. Onlar yaşadıkları Ramazan’ların mükâfatını görmek üzere ayrılmışlar aramızdan.. Biz de onlarla birlikte göçebilirdik bu âlemden.. Ama Rabb’imiz lütfetmiş, bir Ramazan’a daha ulaştırmayı takdir buyurmuş.. İşte bu lütfun şükrünü eda için şimdiden niyetimizi kesinleştiriyor, ay boyunca görevimizi yerine getirmeye azm-ü cezm-i kastederek diyoruz ki:

Rabb’imiz! Akşamları teravihlerimizi büyük bir aşk ile kılacak, geceleri sahurumuza aynı aşk ile kalkacak, gündüzleri orucumuzu da aynı şevkle tutacağız… Sene boyunca, benimsediğimiz kötü alışkanlıklarımızı terk ederek ay boyunca melekleşmeye yöneleceğiz. Bunda azimli, cezimli ve kararlıyız inşa Allah..

Şeytan vesvese verse de, nefsimiz zorluk çıkarsa da, ‘ortalık sıcak, günler uzun’ gibi evhamlar pompalamaya yönelse de diyoruz ki:

Ey bize böyle vesvese verip şevksizlik ve ümitsizlik telkin eden nefis ve şeytanımız, biz biliyoruz ki sizin göreviniz de bu!. Siz ümitsizlik ve şevksizlik telkin edeceksiniz bizlere. Böylece bizim bu karşı koyuşumuz irademizin ve imanımızın ispatını yapan cihadımız olacak, Rabb’imizin rızasını kazandıran imtihanımızı teşkil edecektir. Ey şeytan! senin telkin ettiğin bu zorluk hissi olmasaydı bizim karşı koyuşumuzun sevabı ve değeri de bu kadar yüce ve yüksek olmayacaktı.

Evet, bilhassa bu mübarek ayda daha farklı bir tövbe, istiğfar içinde olacağız. Çünkü bu ayın her gecesinde Rabb’imizin hitabını duyar gibi olacağız. Kullarına Ramazan boyu geceleri hitap eden Rabb’imiz buyuracak ki:

Yok mu kullarımdan sene boyunca maruz kaldığı günahlarına tövbe, istiğfar eden? Kabul edeyim tövbe ve istiğfarlarını.

Yok mu günahlarından dolayı üzülüp af dileyen? Affedeyim günahlarını. Ay boyunca her gece kullarına böyle hitap eden Rabb’imizin bu davetine icabet etmemek; ancak şeytanı ve nefsi sevindirip imanı ve kalbi yerindiren bir gaflet olur. Böylesine büyük bir gaflette boğulmayacak, böylesine aziz bir fırsatı da kaçırmayacağız inşa Allah. Ay boyunca hep tövbe, istiğfar halinde yalvaracağız Rabb’imize. Şimdiden büyük bir ümitle el açıp diyoruz ki:

Rabb’imiz! Bizleri kendine kul, Habib’ine ümmet kabul eyle. Hatalarımızı bağışla, ibadet aşk ve şevkimizi kavi ve sabit eyle. Yaşadığımız müddetçe cümlemizi hizmette sadık, himmette sabit eyle. 11 ayın sultanını hakkımızda huzur ve kurtuluşa vesile eyle..

Hizmet ve himmet dolu sevabı en çok Ramazanlar dileğimle..

Ahmed Şahin / Zaman

 

Neden Ramazan, Neden Oruç?

Ramazan, İslam’ın temel esaslarından olan oruç tutmakla emredildiğimiz, her yılın bir ayına özel ibadet mevsimidir. Oruç, kul olduğumuzun farkına varma, nimetlerin değerini anlama, nefsi terbiye etme, toplumdaki muhtaç insanların durumlarını daha iyi anlama ve beden için bir perhiz olması gibi pek çok faydaları sayılabilecek bir ibadettir. Aşağıda bu faydalardan bazılarını başlıklar altında değerlendirmeye çalışacağız:

Nimetlerin Farkına Varma Açısından Oruç

Cenâb-ı Hak, yeryüzünü hadsiz nimetlerinin bulunduğu bir sofra şeklinde yaratmıştır. Bu sofrada yarattığı nimetlerle, kâinattaki en değerli misafir olan insanın etrafını donatmıştır. Bu nimetler “Umulmadık yerlerden”1 getirilerek insanın istifadesine sunulmuştur.

Zehirli bir böcek olan bal arısı kendi ihtiyacının kat kat üstünde yaptığı balı, Allah’ın ilhamıyla insan için hazırlamakta, elsiz bir böcek olan ipek böceği yaprak yiyip Allah’ın ilhamıyla dokuduğu ipeği insan için üretmektedir. Allah bütün varlıklar âlemini, bu şekilde rezzakiyetini ve rububiyetini anlamamız için bizlerin hizmetine vermiştir.

Nimetlerin Farkına Varma Açısından Oruç

Ancak insanlar, çoğu zaman gaflet perdesi altında ve sebeplerin perde olması ile Allah’ın bu nimetlerinin tam olarak farkına varamamakta ve Allah ile irtibatını kurmadan sebeplere verebilmektedir.

İşte, Ramazan’da, bütün Müslümanlar, Rezzaklarının ziyafetine davet edilmiş bir misafir gibi, akşama kadar “Sofraya Buyurun!..” emrini beklerler. Bu bekleme esnasında yemek, içmek ve cinsi münasebetlerden uzak durarak âdeta melekler gibi bir kulluk tavrı içerisinde bulunurlar. Böylece yukarıda saydığımız ve sayamadığımız nimetlerin farkına vararak, bu nimetlerin ne kadar kıymetli olduğunu anlama imkânı bulup şükür vazifelerini yerine getirme gayretine girerler. Âdeta yeryüzü bir ordu gibi, beraber yiyip, beraber içmekle geniş ve külli bir ibadet ederler.

Acaba böyle ulvî bir kulluk mevsiminde, melekler gibi şerefli bir makamda ibadetle vakit geçirmek yerine, hayvanlar gibi yiyip içmeyi tercih edenler, insan ismine layık olurlar mı?

Nimetlerin Şükrünü Eda Etme Yönünden Oruç

Ramazan orucunun hikmetlerinden biri de nimetlerin kıymetini anlamamıza ve şükrünü yapmamıza vesile olmasıdır.

Nimetler bize çeşitli vesilelerle ulaşır. Örneğin bir elmanın hangi sebeplerle bize ulaştığını düşünelim. Elma bize gelinceye kadar, ağaç, ağaçtan elmayı toplayan yetiştiricisi, yetiştiriciden onu satan manavına kadar çeşitli vesilelerden geçmektedir.

Bizler çoğu zaman nimeti, bu vesilelerden bilip, asıl nimet sahibi olan Cenab-ı Hakk’ı görmeyiz. Asıl teşekküre layık olan Cenab-ı Hak yerine, teşekkürümüzü o elmayı bize ikram eden şahsa ederiz.

Oysa o elma için arka planda bütün kâinat çalıştırılmıştır. Çünkü o elmanın olması için güneş olmalı, dünya dönmelidir… Rüzgârlar esmeli, bulutlar çalışmalıdır… O cansız, renksiz, tatsız, kokusuz toprağa giren cansız bir tohum, canlı bir bitkiye dönüşmekte, tatlı, renkli kokulu meyveler vermektedir. Demek ki, bu şuursuz mahlûklar şuurlu gibi çalışmalarıyla, bize arka plandaki ilim, irade ve kudret sahibi Cenab-ı Hakk’ı göstermektedirler.

Böyle vesilelerle bize gelen nimetlerde, vesilelere ehemmiyet verip, asıl nimet sahibini görmeyenin halini şöyle bir örnekle daha iyi anlayabiliriz:

Bir padişahın, elçisi vasıtasıyla, bize bazı hediyeler gönderdiğini varsayalım. Biz hediyeleri veren elçiye bütün teşekkürümüzü yöneltsek, padişahı hiç düşünmesek ve kıymet vermezsek olur mu?

Bu örneğe göre, nimetleri bize ulaştıran vesilelerin hepsi birer elçi gibidir. Asıl mal sahibi Cenab-ı Hakk’tır. Verdiği nimetlere karşılık olarak da bizden şükür istemektedir. İşte O’na teşekkür etmek; o nimetleri doğrudan doğruya O’ndan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacımızı hissetmekle olur.

İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, hakikî, samimi bir şükrün anahtarıdır. Çünkü normal şartlarda bir mecburiyet yoksa, insanlar hakiki açlığı hissetmezler. Açlık olmayınca da nimetin kıymeti pek anlaşılmaz. Kuru bir parça ekmekteki kıymeti, tok olan adam, özellikle zengin olsa bilemez ve göremez.

Hâlbuki iftar vaktinde, o kuru ekmek, bir mü’minin aleminde çok kıymettar bir İlâhi nimet hükmüne geçer ve lezzetinin farkına varılır. En zenginlerden en yoksul bir insana kadar herkes, Ramazan-ı Şerifte o nimetlerin kıymetlerini anlamakla, manevi bir şükür yapar.

Hem gündüz, yemek-içmek yasak olduğu için, “O nimetler benim malım değil. Yemek içmekte hür değilim. Demek başkasının malıdır ve ikramıdır. Onun emrini bekliyorum.” diye, nimeti nimet bilir, mânevî bir şükürde bulunur.

Bu şekilde oruç, çok farklı yönlerden, insanın hakikî bir vazifesi olan şükrün anahtarı hükmüne geçer.

Orucun Toplum Hayatına Bakan Faydaları

Orucun emredilmesinin hikmetlerinden birisi de, toplum hayatındaki farklı tabakaların birbirlerinin hayat şartlarını daha iyi anlamalarına vesile olmasıdır.

İnsanların geçim şartları farklı farklıdır. Kimileri zenginken, kimleri de fakir olarak hayatlarını sürdürürler. Cenâb-ı Hak, bu farklılığa binaen, zenginleri zekât ve sadakalarla fakirlerin yardımına davet ediyor. Hâlbuki zenginler, fakirlerin acınacak acı hallerini ve açlıklarını normal şartlarda anlayamazlar. Ancak oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, kendinden başkasını görmeyen ve düşünmeyen çok zenginler, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu tam olarak anlayamaz.

İnsandaki hemcinsine şefkat ise, hakikî bir şükrün esasıdır. Hangi fert olursa olsun, kendinden daha fakirini bulabilir; ona karşı şefkat etmekle yükümlüdür. Eğer bir insan için, oruçla nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla yardım etmekle yükümlü olduğu muhtaç insanlara ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Çünkü hakikî olarak o hâleti kendi nefsinde hissetmez.

Orucun Nefis Terbiyesine Bakan Faydaları

Orucun emredilmesinin hikmetlerinden birisi de nefis terbiyesi için en ideal ibadet olmasıdır. Çünkü nefis, kendini hür bilir ve serbest hareket etmek ister. Hatta kendisinde bir nevi rububiyet olduğunu zanneder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Eğer dünyada serveti ve kudreti de varsa, gaflet de gözünü kapamışsa, bütün bütün gasbedercesine, hırsızcasına, İlâhi nimetleri, nimeti veren Yaratıcısını düşünmeden adeta hayvan gibi yutar.

İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi mâlik değil, köledir; hür değil, kuldur. İzin verilmezse, en basit ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rububiyeti kırılır, kulluk halini takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.

Ayrıca Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir, kul olduğunu bildirir.

Hadisin rivayetlerinde vardır ki:

Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?”

Nefis demiş: “Ben benim, Sen sensin.”

Azap vermiş, cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ben benim, Sen sensin.” Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten yani benlik ve gururdan vazgeçmemiş.

Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Ben neyim, sen nesin?”

Nefis demiş: “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim.”2

Orucun, İnsanın Aczini Anlaması Açısından Faydaları

Orucun, insanın ihtiyaçlarının çokluğu açısından ne kadar fakir olduğunu ve bu ihtiyaçlarını karşılamakta ne kadar aciz olduğunu anlaması açısından pek çok faydaları vardır. Bir faydası şudur ki:

İnsan, gafletle kendi mahiyetini unutabiliyor. Ne kadar aciz, fakir ve kusurlu bir varlık olduğunu görmez veya görmek istemez. Oysaki insan nefes ve su gibi hadsiz maddi ihtiyaçlarının yanında, sevgi ve şefkat gibi hadsiz manevi ihtiyaçların hepsine muhtaçtır, yani bunların fakiridir. Ve bu ihtiyaçlarının çok az bir kısmını kendisi temin edebilir, çoğunun temininden acizdir. Su için yağmur yağmalıdır. İnsan yağmuru yağdırmaktan acizdir. Bir ekmek yiyebilmesi için güneşin çalışması, dünyanın dönmesi, bulutların vazife görmesi gibi pek çok sebep çalışmalıdır. Oysa insanın bu sebepleri çalıştırmaktan ne kadar aciz olduğunu herkes bilir.

Hem insan, ne kadar zayıf, yok olmaya müsait, musibetlere maruz ve çabuk bozulur, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Sanki çelikten bir vücudu var gibi, kendini ölümsüz zannedip dünyaya saldırır. Şiddetli bir hırs, açlık, ilgi ve muhabbetle dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini şefkatle terbiye eden Yaratanını unutur hem de hayatının yaratılış gayesini unutup, ebedi hayatını düşünmez ve günahlar içinde yuvarlanır.

İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve inatçılara da, ne kadar zayıf, aciz ve fakir olduğunu hatırlatır. Açlık vasıtasıyla midesini düşünür; midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlar. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu fark eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, acz ve fakr ile İlâhi dergâha sığınmaya bir arzu hisseder ve bir mânevî şükür eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır -eğer gaflet kalbini bozmamışsa!

Ramazan Kur’an Ayıdır

Ramazan-ı Şerif, Kur’ân-ı Hakîmin dünya semasına indirildiği aydır. Kur’ân’ın bize gönderildiği bu mübarek ayda, o semâvî hitabı en güzel şekilde karşılamak için Ramazan-ı Şerifte oruç tutmak emredilmiştir.

Bu ayda, nefsin kötü arzularından ve dünyevi boş işlerden yüz çevirerek, yemeği içmeyi terk ederek insan âdeta meleklere benzemektedir. Bu vaziyette Kur’ân’ı yeni nâzil oluyor gibi okur ve dinler. Okurken ve dinlerken de Kur’an’daki İlâhi hitapları güya ilk geldiği andaki gibi okumaya ve dinlemeye çalışarak ulvi bir hal yakalayabilir. Hatta bazı yüksek ruhlu insanlar, Kur’an’ı, sanki bizzat Allah Resulü’nden (a.s.m.) işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrâil’den, belki Cenab-ı Hakk’tan dinliyor gibi bir kudsî hâle mazhar olurlar. Ve insan kendisi tercümanlık ederek, başka insanlara da bu İlahi mesajı iletip, hem kendi yaratılış gayesine uygun hem de Kur’an’ın indirildiği aya uygun bir şekilde bu zaman dilimini geçirir.

Ramazan-ı Şerifte İslâm âlemi bir mescid hükmüne geçer. Öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o büyük mescidin her tarafında Kur’an’ı bütün yeryüzüne işittiriyorlar. Her Ramazan, “Ramazan ayı, kendisinde Kur’ân’ın indirildiği aydır.” 3 âyetini, nuranî, parlak bir tarzda gösteriyor; Ramazan Ayı’nın “Kur’ân Ayı” olduğunu ispat ediyor. O büyük İslam cemaati ya Kur’an’ı okumakla veya dinlemekle vakitlerini değerlendirirler.

İşte, bütün İslam âleminin, yeryüzünü büyük bir mescid haline getirip ibadet ettiği böyle bir zaman diliminde, nefsinin kötü arzularına tabi olarak, yemek içmekle o nuranî vazifeden çıkmak ne kadar çirkin olduğunu şu misalle daha iyi anlayabiliriz:

Camide herkesin namaz kıldığı esnada, birisinin namaz kılmak yerine oyun oynaması, okunan Kur’anı dinlemek yerine şarkı söylemesi ne kadar büyük bir hürmetsizlikse, aynen öyle de bütün İslam âleminin oruçla ve Kur’an’la meşgul olduğu bir zamanda yemek-içmek ve orucu bozan diğer şeyleri yapmak da Kur’an’a ve ibadet edenlere karşı o kadar büyük bir hürmetsizliktir.

Ramazan, Ahiret Ticareti İçin En Uygun Zaman Dilimidir

İnsan bu dünyaya ahiret hayatını kazanmak için gönderilmiştir. Ramazan ayı bu ahiret ticareti için en uygun zaman dilimidir. Çünkü Ramazan-ı Şerifte amellere verilen sevaplar bire bindir. Kur’ân-ı Kerim okunduğunda, her bir harfi için on sevap vardır, on cennet meyvesi verilir.4 Ramazan-ı Şerifte ise her bir harfin on değil, bin ve Âyetü’l-Kürsî gibi âyetlerin herbir harfi için binler sevap verilir. Ramazan-ı Şerifin cumalarında bu sevap daha fazladır.5 Ve Leyle-i Kadir’de ise her bir Kur’an harfine otuz bin sevap verilir.6

Evet, her bir harfi otuz bin ebedi meyveler veren Kur’ân-ı Hakîm, nuranî bir tûbâ ağacı gibi, milyonlarla bâki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü’minlere kazandırır. İşte, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bakalım, seyredelim ve düşünelim ki, Kur’an okumanın kıymetini takdir etmeyenlerin ne kadar büyük bir kârı elden kaçırdıklarını anlayalım…

İşte, Ramazan-ı Şerif âhiret ticareti için gayet kârlı bir pazar yeri gibidir. Uhrevî kazanç için gayet verimli bir zemindir. İbadetlerimizin bereketlenmesi için âdeta nisan yağmuru gibidir. Bu bereketli zaman dilimi, bütün müminlerin kulluk vaziyetlerini takınıp kâinattaki diğer mahlûklara ve en önemlisi Yaratıcılarına karşı sergiledikleri bir resmigeçit gibidir.

Bu durumda, yemek-içmek gibi nefsin gafletle, hayvanî ihtiyaçlarla ve malayani şeylerle meşgul olmasına ve nefsin arzuları peşinde koşmasına engel olmak için oruç ibadeti emredilmiştir. Bu şekilde hayvani ihtiyaçlardan soyutlanarak, melekler gibi bir tavır takınmak mümkün olur.

Ramazan-ı Şerif, bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta, uzun bir ebedi hayatı içinde barındırır ve kazandırır. Evet, bir tek ramazan, eğer hakkıyla eda edilebilirse Kadir Gecesini içinde barındırmasından dolayı seksen senelik bir ömrü, ibadetle geçirmiş gibi bir netice kazandırabilir.

Nasıl ki bir padişah, yılın belli günlerini özel günleri olarak belirler ve o günlerde halka ve emri altında çalışanlara bazı ikramlarda bulunur. Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelâli olan Rabbimiz, o on sekiz bin âleme bakan, Kur’ân-ı Hakîmini, Ramazan-ı Şerifte bize göndermiştir. Elbette o Ramazan, özel bir İlâhî bayram ve ruhanî bir meclis hükmüne geçmesi hikmetinin gereğidir.

Madem Ramazan İlahi bir bayramdır. Elbette bir derece boş ve hayvanî meşguliyetlerden insanları çekmek için, oruç tutmakla emredileceğiz. Bu orucun en mükemmeli ise, mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri ve benzeri insanın bütün maddi manevi organlarına dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani, haramlardan ve boş şeylerden uzaklaştırarak, her bir organımıza özel ibadete onları yönlendirmektir..

Meselâ, dilimizi yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak ve o lisanımızı, Kur’ân okumak, zikir, tesbih, salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek, dilin en mükemmel orucudur. Veya gözümüzü namahreme bakmaktan ve kulağımızı fena şeyleri işitmekten men edip, gözümüzü ibrete ve kulağımızı hak söz ve Kur’ân dinlemeye sarf etmek gibi, diğer organlarımıza da bir nevi oruç tutturmaktır.

Orucun, İnsanın Şahsi Hayatına Bakan Faydaları

Ramazan-ı Şerif’in orucunun, insanın maddi ve manevi hayatına pek çok faydası vardır. Oruç, insana en mühim bir ilâç gibi maddî ve mânevî bir perhizdir. İnsanın nefsi yemek, içmek hususunda serbestçe hareket ettikçe, hem şahsın maddî hayatına tıbben zarar verir hem de helâl-haram demeyip rast gelen şeyi âdeta saldırırcasına yiyerek mânevî hayatını da zehirler. Böyle bir durumda kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir, serkeşâne dizginini eline alır. Nihayet insan ona binemez; o insana biner.

Bazı veli zatların, nefis terbiyesinde riyazetin, yani yemenin içmenin azaltılarak ibadetle vakit geçirmenin önemli bir rolü vardır. Ramazan orucu da bir nevi riyazet gibi bizlere nefis terbiyesinde yardımcı olur ve hakikatlere karşı itaat etmeyi öğrenir.

Normal zamanlarda yemek üstüne yemek ile sürekli çalışan mide de bu vesile ile dinlenir. Allah’ın emrini dinleyerek helal olan yemeği ve içmeyi terk ettiği için, haramlardan çekinmeye yönelik emirleri de dinlemeğe ruhu ve nefsi daha kolay ikna olur. Bu şekilde manevi hayatı da düzene girer.

Diğer taraftan, insanların çoğu, açlığa çok defalar maruz kalırlar. Sabır ve tahammül için bir idman şeklinde olan açlığa ve riyazete muhtaçtırlar. Ramazan-ı Şerifteki oruç, ortalama on beş saat, sahursuz ise yirmi dört saat devam eden bir açlık zamanında sabır etmeyi öğreten bir riyazet ve bir idmandır. Demek, insanlığın sıkıntılarını arttıran sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilâcı da oruçtur.

İnsanın midesiyle irtibatlı pek çok maddi ve manevi organları vardır. Eğer o mide yılda bir ay gündüzleri istirahat etmezse mideyle irtibatlı diğer azalar hususi ibadetlerini unutur, yemek ve içmekle meşgul olur. Bu nedenle eskiden beri veli zatlar manevi yükselişleri için yemeği içmeyi azaltma yolunu tercih etmişlerdir.

Ramazan-ı Şerifin orucuyla beden fabrikasının hizmetçileri anlarlar ki, sırf yemek ve içmek için yaratılmamışlar. Bedenin maddi ve süflî eğlencelerine bedel, Ramazan-ı Şerifte melekî ve ruhanî eğlencelerle, insanın ruhu ve manevi latifeleri lezzet alır. Onun içindir ki, Ramazan-ı Şerifte mü’minler derecelerine göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, mânevî sürurlara mazhar oluyorlar. Kalp ve ruh, akıl, sır gibi latifelerin, o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok manevi feyizleri ve yükselişleri vardır. Midenin ağlamasına bedel, onlar mâsumâne gülüyorlar.

Kaynak: Sorularla İslamiyet
____________________________________

[1] Talâk Sûresi, 65/3.
[2] El-Havbevî, Dürretüt’l-Vâizîn, s. 11.
[3]” Bakara Sûresi, 2/185.
[4] Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 16; Mecmeu’z-Zevâid, 7/163.
[5] Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, 3/130.
[6] bk. Kadr Sûresi, 97/3.

Müjdeler olsun, Ramazan geliyor!

Ramazan’a az kaldı. Evler temizleniyor, iftarlar için misafir planları yapılıyor. Kimimiz tatilde kimimiz sıla-i rahimde Ramazan’ı karşılayacağız. Peki, ruhen Ramazan’ın manevî atmosferine hazır mısınız? Prof. Dr. Muhit Mert, Rahman’ın manevî sofrasından istifade etmek için kalbi, dili ve gözü manevî kirlerden arındırmak gerektiğini söylüyor.

20 Temmuz’da Ramazan başlıyor. Az bir zaman kaldı. Hazırlıklar hızlandı. Temizlik yapılıyor, iftarlıklar listeleniyor. Kimin ne zaman davet edileceği planlanıyor. Tüm bunlar aslında günahlardan ve kirlerden temizlenecek olan ruhlar için psikolojik hazırlık. Ramazan’ın, Rahman’ın manevî sofrası olduğunu düşünen Prof. Dr. Muhit Mert, bu manevî sofradan istifade etmek için Ramazan’a psikolojik olarak kendimizi hazırlamamız gerektiğini söylüyor. Nasıl ki abdest ve niyet namaz için hazırlık yapmak ise, üç aylar da bu anlamda Ramazan’a hazırlıktır. Bu dönemlerde ibadeti artırmak, namazı daha kaliteli eda etmeye gayret göstermek, Kur’an-ı Kerim okumak, zikir çekmek Mert’e göre Ramazan’a psikolojik olarak hazırlanmak demek. Yazar Ahmet Kurucan da geçen haftaki yazısında Ramazan için farklı bir teklifte bulundu. Malum Ramazan Kur’an ayı. Kur’an okumaya bu ayda daha çok önem veriliyor. Buna dikkat çeken Kurucan, “…öyleyse gelin ferdî hatim ya da mukabele ile yaptığımız Kur’an okumalarına -ki buna ben ‘vahiyle şuurlu temas’ demek istiyorum- bu Ramazan, tefsiri ilave edelim ve okuma programımızı buna göre ayarlayarak Ramazan boyunca tefsir hatmi yapalım.” dedi. Ramazan’da tefsir hatmi yapma teklifinde bulunan Kurucan, Diyanet Vakfı Yayınları arasında çıkan ve Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kafi Dönmez, Sadrettin Gümüş hocaların hazırladığı Kur’an Yolu adlı tefsiri önerdi. Yöntem olarak tek başına okuyabileceği gibi birkaç kişiyle birlikte mütalaa ederek de okunabileceğini söyledi.

Sahura kalkmak için uyku vaktini bir saat öne alın

Ramazan’dan birkaç gün önce uyku saatini öne çekmenin faydalı olacağını söyleyen Medical Park Bahçelievler Uyku Laboratuvarı yöneticisi ve nörolog Gülten Özdemir, uyku problemi yaşayanlar ve baş ağrısı olanlar için şu önerilerde bulunuyor:

Aktif ve yoğun çalışanlar, uykusuzluk çekmemek için uyku saatini bir-bir buçuk saat öne almalılar.

Uyku saatini öne alamıyorlarsa ve imkânları varsa Ramazan’da öğlen bir saat şekerleme yapmalılar. Öğleyin yapılan yarım saat uyku gecenin bir buçuk saatine bedeldir, bu kadar kaliteli uykudur. Ama çok fazla uyumamak gerekir, aşırı uyku baş ağrısı yapar.

Uyku problemi yaşamamak ve baş ağrısı tetiklenmemesi için uyku hijyeni yapmak gerekiyor. Düzenli uyumak, gece uykusunu biraz erkene almak, sahura kalktıktan sonra uyuduğumuzda sabah hep aynı saatte kalkmak yani uykuyu uzatmamak lazım. Her sabah 8’de veya 9’da kalkmak gibi. Veya gündüz ortalama bir saat uyumak gibi.

Oruç tutacak migrenli hastalar mutlaka sahur yapmalı. Yatmadan önce kesinlikle yememeli. Uyuyup sahura kalkmalılar ve uzun süre tok tutacak yiyecekler tüketmeliler.

Ramazan Kur’an ayı, bol bol Kur’an-ı Kerim okuyun

Kur’an’da sık sık tekrar edilir, “Hiç düşünmez misiniz?” diye. Bu Ramazan’da düşünmeye gayret edin. Prof. Dr. Muhit Mert, düşünmenin de yöntemi olduğunu söylüyor. Bu yöntemlerden biri okumak. Bu Ramazan’da hep okumayı istediğiniz ama okuyamadığınız, ertelediğiniz kitapları listeleyip, hatta şimdiden okumaya başlayabilirsiniz.

İbadetlerinizi artırabilirsiniz. Mesela nafile namaz kılmaya başlayabilirsiniz. Şimdiden gece teheccüde kalkmak, Ramazan’da sahura da zorlanmadan kalkmanızı sağlar.

Oruç sadece mideye tutturulmaz. Dile de oruç tutrulur. Kulağa da ve hatta gözlere de… Mesela televizyonu kapatın.

Uzmanlar oruca hazırlık olarak az yemeyi ve öğün aralarını uzatmayı öneriyor. Az yiyerek, az uyuyarak ve az konuşarak sadece bedeninizle değil, ruhunuzla da Ramazan’a hazırlanmaya ne dersiniz?

İnsan kendi kendini terbiye tezgâhından geçirmeli

Prof. Dr. Muhit Mert: Ramazan, bazı insanların zihninde eğlence ayı gibi telakki ediliyor. Yeme-içme ayı gibi algılanıyor. Oruç tutanlar bile iftar sofralarını, sahuru hayal ediyor. Bunu bir problem olarak telakki ediyorum. Ramazan ve kutsal zaman dilimleri üç aylar, Rahman’ın manevî sofrasıdır. Manevî olarak istifade edilmesi gerekir. Bunun için ise ibadetler artırılmalı. Dilin ibadeti olan zikri arttırılmalı. Peygamberimizin bazı zikirleri daha çok söylenmeli. Dilimiz, gözümüz, kulağımız boş şeylerle çok kirleniyor. Bu kirlenmeye karşı dilimizi, kulağımızı, gözümüzü, kalbimizi temizleme yoluna gitmeliyiz.

İbadeti artırmalı Üç aylar, mübarek gün ve geceler Ramazan’a hazırlık vesilesidir. Bu zaman dilimlerini Ramazan’a hazırlık olarak değerlendirmeli. İbadetler artırımalı, namaza özen göstermeliyiz.

Dilin kirlerinden arınmak için zikir yapılmalı Mesela Efendimiz’in, “Dilde söylemesi kolay ama mizanda sevabı ağır iki kelimeyi size öğreteyim mi?” diye tavsiye ettiği “Sübhanallahi ve Bihamdihi, Sübhanellahi’l Azim” zikrini çokça tekrar etmeli.

Gözü, manevî kirlerinden Kur’an okuyarak temizleyin Gözü manevi kirlerden arındırmanın iki yolu vardır. Biri Rabbin kelamı Kur’an’ı okumak. Bir de yarattığı şeyleri seyredip gözü arındırmaktır.

Güzel düşün, kalbin kötülüklerden arınsın Kalbi arındıran en önemli unsurlardan biri tefekkürdür. Efendimiz, oruç ve Cenab-ı Hak üzerine düşünmek gerekir. Kalbi temizlemenin bir başka boyutu kişinin kendisiyle ilgili. İç dünyasında haset, kin, nefret olan, bu duygularla uğraşan bir insan, ne üç aylardan ne Ramazan’dan istifade edebilir. Bir insanda haset ve kin gibi duygular kuvvetli şekilde duruyorsa, o ibadetini sorgulamalı. Bu, terbiye tezgâhında geçmekle olur. “Böyle düşünmek, hissetmek doğru mu? Doğruya nasıl erişebilirim?” diye sorgulamalı. Mesela dünyaya düşkünlük bunlardan biri. Yemeye içmeye düşkünlük bunlardan biri. Yemek gaye haline geliyorsa kendisini sorgulaması gerek.

Oruca bedeni hazırlamak için Ramazan’a 4-5 gün kala bol bol su için

Birden bire yemek yemeyi kesmemek için Ramazan’dan önce beslenmede alışkanlıklarımızı düzenlemek gerek. Medical Park Bahçelievler Hastanesi’nden diyetisyen Emel Unutmaz, “4-5 gün öncesinden beslenmeye dikkat etmek gerekir.” diyor. Unutmaz’ın Ramazan’a hazırlık önerileri şöyle:

Bu Ramazan’ın en önemli konusu sıvı tüketimi. Ramazan başlamadan birkaç gün önce sıvı tüketimini artırmalı.

Uzun süreli susuzluk, dolayısıyla mineral kayıpları çok olacak. Ramazan’dan iki-üç gün öncesinden yine maden suyu, ayran gibi mineral içeren içecekler bolca tüketilmeli.

Ramazan’dan bir iki gün öncesinde aralıklı beslenmeye geçilmeli. Uzun süre besin tüketilmeyeceği için beden buna hazırlanmalı. Sabahla öğlen arası 5 saat, öğlenle akşam arası 5 saat olacak şekilde öğünleri düzenlemeli. Çünkü beş saate kadar çok büyük problem olmaz. Eğer bir hastalık yoksa.

Ramazan öncesi şekerli gıdadan tamamen uzak durmalı. Çünkü en büyük problem şeker dengesizliği. Şeker dengesizliği, şekerli gıda yendikten sonra kan şekerinin hızlı yükselmesi ve hızlı düşmesidir. Tüketimi kesilirse ani yükselip düşme engellenmiş olur.

Mineral ve vitamin dengesi için meyve ve sebze tüketimi çok önemli. Bol bol meyve ve sebze tüketin.

Ramazan’da insanlar kilo alma noktasına takılırlar. Ama asıl problem zayıf bireylerdir. Onlar normalde de iyi beslenemedikleri için Ramazan’da ekstra özen göstermeli kendilerine.

Gülizar Baki / Zaman Gazetesi