Etiket arşivi: üç aylar

Fuarlar ve Manevi Avantaj Ayları

Otomobil fuarlarını, mobilya, makine, elektronik, tekstil, ayakkabı, kitap ve tüketici ev ihtiyaç maddeleri fuarlarını hepimiz biliriz. Bizler bu fuarları, tanıtımdan başka birçok avantajları nedeniyle de takip ederiz.
En çok ta, ihtiyaçlarımızı ucuza temin etme avantajımızı umduğumuz için, ilgilendiğimiz branş ve daldaki fuarları dört gözle bekleriz.
Hele hele aynı para ile bir yerine, iki malzeme almamız bizleri çok mutlu eder…
  • Evet, bu günlerde bizlere öyle bir fuar müjdesi var ki, yüzde 100 değil, %700, %1000, hatta aradaki bazı özel gün ve saatlerde yüzde 30 000 avantaj kazandırdığı halde, çok zaman çeşitli meşguliyetlerimiz nedeniyle, bu tür fuarlardan haberimiz bile olmaz.

Bazen de, zamanı geçtikten sonra “..Tüh-vah, keşke..!” diye hayıflanıp dururuz… Özellikle gençlerimize hatırlatmak istiyorum.  Bu avantajlarla yüklü fuar bu sene, 30. Nisan 2014’da başlayıp, bizlere 3 aydan fazla avantajlar sunmaya devam edecek!…

Evet, bu yüzlerce avantajlarla dolu fuar, “ÜÇ AYLARDIR” ve her birimizi tek tek ilgilendiriyor. Çünkü, hepimiz bu fuarlara çok çok muhtacız…
Çünkü her birimiz, istesek de-istemesek de veya inansak da-inanmasak da, kaçınılmaz bir gerçek olan AHİRET’e giden ya da sevk edilen yolcularız…
Sevk edileceğimiz Ahirette geçerli olan levazımatı da, (gerekli olan tüm yatırımı ve her şeyi de) şu kısacık ömürde kazanacağız ve bu kazanç karşılığında, orada muamele göreceğiz…
Ya iltifat göreceğiz (inşaallah,) veya ceza çekeceğiz… (Allah c.c. muhafaza etsin.)

Peki bizler, “bu konudaki hazırlık açısından” ne durumdayız? Hiç düşündük mü?… İçinde bulunduğumuz asır, yüzlerce teknik imkanlarla dolu olduğu gibi, binlerce fitne ve tuzaklarla da dopdolu olduğu, bilinen bir gerçektir. Tedbir almadan, hangi tarafa baksak bile günaha giriyoruz.

Titizlikle bir tercih yapmazsak, nereye gitsek gıybet, dedi-kodu, israf, ilahi emirlere itaatsizlik gibi, bir sürü günahlarla yüklü dönüyoruz evlerimize…

Eve dönünce de, en müstesna köşemize yerleştirdiğimiz “TV.” denilen bir aletle yüz-yüze kalıyoruz ki, yine kararlı bir tercih yapamaz isek, bu konuda sürekli İRTİFA kaybediyoruz, çöküş yaşıyoruz! Daha tedbirli, bilinçli ve kararlı yaşayan kardeşlerimize ne mutlu…
İşte, bizim bu ahvalimizi bilen ve Merhameti sınırsız olan yüce Rabbimiz, biz ihmalkar ve günahkar kullarına, senede bir dönem (yani işte bu hicri aylarda) öyle bir fırsat veriyor ki…
Ahiretteki mizanda, yani büyük mahkemede, (işlediğimiz günahların ağırlığına karşılık,) bizleri kurtaracak olan sevaplarımızı arttırmak için, bu belirli ve yüzde 1000 avantajlı günleri (üç ayları) bizlere ikram etmiş. O’na c.c. binlerce kez hamd ve çok çok şükürler olsun…
  • Var mı dünyada, bizlere böylesine imkanlar veren başka bir Merhamet? Yani size, bir sınavı ‘mutlaka kazanın’ diye, 2 puanlık cevaba “hadi 200 PUAN vereyim de kazanması garanti olsun” diyen var mı?  Yok! Çünkü üniversiteler, okullar, işyerleri ve herhangi bir hedefteki imkanlar, sınırlı…
Fakat yüce Rabbimizin imkanları, Rahmeti ve Merhameti kesinlikle SINIRSIZDIR…
Yeter ki biz O’nu c.c. gerektiği gibi Esma ve Sıfatlarıyla tanıyalım, O’na c.c. yönelelim, verdiği sayısız nimetlerine şükredelim. Bizleri sınamak için, bazen uygun gördüğü musibetlere sabredelim. Yasaklarına riayet ve emirlerine itaat edelim…
Hiç olmazsa, bu mübarek üç aylarda kendimize öyle bir çeki-düzen verelim ki, bu “bire-BİN” fırsatlardan azami bir şekilde istifade edelim…
  • Kur’an-ı Kerimin 99. Suresinin, 7. ve 8. Ayetlerinde bakınız ne buyruluyor: “..O gün (Ahirette) insanlar…  .. zerre kadar bir hayır işlediyse onu (..n karşılığını)görür, kim zerre kadar kötülük (günah) işlediyse o’da onu(..n karşılığını)görür…
Şimdi bizlere düşen: Ciddi bir özeleştiri (nefis muhasebesi) yaparak, bu mümbit(verimli ve çok karlı) zemin ve zamandan, sevdiklerimizle birlikte, azami bir şekilde yararlanmaktır…
***
REGAİB: Hicri takvimdeki bu üç ayların “avantajlar içinde extra avantajlar kazandıran özel günlerden ilki olan REGAİB GECESİ”, Receb ayının, ilk Cuma gecesine denk gelen mübarek bir gece olup, en feyizli ve bereketli olan, manevi bir mevsimin habercisidir. Lügat anlamı; “arzulamak, meyletmek, rağbet edilen, çok istenilen, bol bol ihsan, bol bol ikram, hediye ve elde edilmesi gereken değerler “ gibi manalara gelir…
Hz. Muhammed SAV.’in bu gece ve günlerde en çok yaptığı dua:
“Ya Rabbim ve Ey yüceler yücesi Allahım; Receb ve Şaban aylarını bize mübarek kıl ve bizleri Ramazana kavuştur…” Bu tür gecelerin en makbul ibadeti ise bol bol KUR’AN ile meşgul olmaktır.
Yani; O’nu daha çok okumak, dinlemek, öğrenmek, içindeki emir, yasak ve özel toplantılar yaparak, onun mesajlarını mütalaa ve tefekkür etmektir…
A. Raif Öztürk
Pek tabiidir ki; sıla-i rahim, mübarek yerleri ziyaret ve çeşitli hayırlar yapma
k, yoksul, yetim, fakirleri ve çocukları sevindirmek de unutulmamalıdır…
Bilvesile: ÜÇ AYLARINIZI ve REGAİB KANDİLİNİZİ TEBRİK ve TES’İD EDER, SİZLERE, AİLE EFRADINIZA, SEVDİKLERİNİZE, GÜZEL ÜLKEMİZİN İNSANLARINA ve TÜM İSLAM ALEMİNE NUSRET, HUZUR, BARIŞ, HAYIRLAR ve BEREKETLER GETİRMESİNİ, YÜCE RABBİMİZDEN NİYAZ EDERİM…
Bu mübarek gecede ve bereketli aylarda, “üzerimizde ve tüm İslam ülkelerinde dolaşan kara bulutları, en kısa zamanda tahvil ederek, BEREKETLİ NİSAN YAĞMURLARI şeklinde sağanak sağanak yağdırması için”, Yüce Rabbimize yalvaralım.
  • Yüce Rabbimiz; yüce Dinimize, mukaddesatımıza, birlik ve beraberliğimize yönelik, kurulan tüm tuzakları, fitne, ihanet ve saldırıları, o tuzakları kuranların kendi başlarına çevirip, en kısa zamanda rezil-rusvay ve Kahhar ism-i celiliyle kahrı perişan eylesin. İçlerinde ıslahı mümkün olanları ise ıslah eylesin… 
Hala gaflette olan Müslüman kardeşlerimize de Feraset ve ayılmak nasip etsin…
Allah c.c. her hayırlı konuda YAR ve yardımcımız olsun… AMİN.
  • NOT: 30.04.2014 Çarşamba günü (Hicri 01 Receb 1435) üç ayların birinci günü olup, 01.05.2014 Perşembeyi ilk cumaya bağlayan gece ise REGAİB KANDİLİDİR.
AYRICA: Bu Mübarek günler ve geceler, yoğun meşguliyetlerden ve gafletten sıyrılıp, yaratılış maksadımızı ve bu fani dünyada gönderiliş gayemizi çok ciddi bir şekilde düşünmemiz, Yüce Yaratan ile aramızdaki münasebet ve görevleri gözden geçirmemiz için kaçırılmaz fırsatlardır…

“Gönül Orucu” da neymiş?

Hocam, Ramazan yaklaşıyor, gönüllerde Ramazan nasıl olmalıdır?

– Efendim, Ramazan öylesine yüce bir rahmet mekânı ki, Cenab-ı Hakk’ın, sevgilisine Kur’an’ı inzal ettiği ayın şerefine bütün rahmet kapılarını açıp yanlışları, eksikleri, terslikleri yok ettiği, aksine, güzelliklerin, mutlulukların coştuğu bir ay…

hosgeldin ramazan cami mahyaİnsanların bir çoğunun farkına varamamasının nedeni, kendi platformlarını dünyadan koparak mânâya yaklaştıramadıklarından doğuyor. Yoksa Ramazanı hissetmemek, Ramazanın güzelliğinin farkını görememek, Ramazana ait bir -haşa- eksiklik değil, ona yaklaşım sağlamamak yanlışlığından doğmaktadır. Çünkü Ramazan, bir mânâ perdesinin açılması, güzellikleri seyrettirme, seyrettirilmesi olayıdır.

Bu Cenab-ı Hakk’ın, doğrudan doğruya sırf Kur’an’ın inzal ayına olan fevkâlâde muhabbetidir. Fevkalâde Kur’an inzalinin, Cenab-ı Hakk’a verdiği büyük rıza, büyük mutluluk dolayısıyla meydana gelmiş bir rahmettir. Onun için Ramazan’ın rahmetini kaçırmamak çok önemlidir.

Yasaklar rahmete ermek için

Şimdi, genelde insan, dünya platformunda, dünya kaygıları, nefis kavgaları içerisindeyken, Ramazan’a girivermiş olmaları, adeta iyi niyetli olan insanları bile biraz şöyle bir şaşırtır. Yani, “Şimdi yiyemiyecekmiyim, mutad olan arzularımı daha mı frenleyeceğim!” gibi… Hâlbuki Ramazanda bir takım dünya zevklerine perde getirilmesi, fren getirilmesi, aslında Ramazan’ı anlayabilmemiz içindir.

Şimdi şöyle kabul edin ki, bir perde açılıyor, mânâ perdesi, biz o mânâ perdesinde değil de başımız terse dönmüş bir yere bakıyoruz. Allah da bizim o açılan perdenin arkasındaki gerçekleri görmemizi istiyor. İşte bunu temin ederek, bize yemek-içmek, cinsel ilgi gibi kısıtlamalar getirerek, ters tarafa çevrilmiş olan başımızı, ters yönden alıp doğru yola çeviriyor.

Onun için Ramazan’ın bu rahmetinden kullarının yararlanabilmesi için Cenab-ı Hakk onların dünya ilgilerine yaklaşmaya bir tarz kement atmış oluyor. Çünkü normal olarak insanların mânâ cazibesinde yaşamaları gerekirken, dünya cazibesinde yaşıyorlar. Bunun ikisini de dengeleyip biraz ortada bir hikmetle, mânâsını kaybetmeden dünyayı yaşama hikmeti ise normal nefis mücadelesi içerisinde çok zor bir keyfiyettir. Allah (cc) bunu temin etmek için Ramazanda özel bir tarife tatbik ederek, bizleri mânâya daha çok yaklaştırmak için dünyaya daha uzak kılıyor. Oruçta getirdiği yasaklar, frenler, tamamen dünyaya ait ilgimizi azaltarak, Ramazan’ın sırrına, mânâsına bizi cezbetmek içindir.

Bu, Ramazan’a yakınlıktaki farkı, vücudumuzun yahut da beynimizin neresiyle alacağımız!… Önemli olan budur. Çünkü, göz aynı göz, kulak aynı kulak, zevk kavramları aynı kavramlar, peki biz Ramazan’da bunların değişik biçimdeki yönlenmelerini neyle temin edeceğiz?…

Ancak gönülle temin ederiz. Eğer gönül Ramazan’a iştirak etmezse kesinlikle Ramazan’ın mânâda bize lütfettiği rahmetlerden yararlanamayız. Oruç tutmuş olmakla ancak bir ibadeti yerine getirmiş oluruz, onun sevabını alırız başka. Ama Ramazan’ın mânâsı, yalnız sevap almak mücadelesi değildir. Bilâkis, Allah (cc) rahmetinden büyük pay kapmak mücadelesidir. Yani Ramazan gelince, fırsat bu fırsat deyip elimizden geldiğince büyük hisse kapmaya çalışmalıyız. Hani eskiden saraylarda, kırk gün kırk gece düğün yapılırdı, her önüne gelen girip ondan istifade etmek isterdi, tıpkı Ramazanı da öyle kabul etmeliyiz. Bunun için gönüllerde fevkalâde ciddi bir hazırlık içersinde olmak gerekiyor.

– Hocam, bedenin oruca ihtiyacı olduğu gibi gönüllerin de oruca ihtiyacı var mıdır?

– Bedenin oruca ihtiyacından çok, gönlün oruca ihtiyacı vardır. Çünkü beden oruç tutmadığı zaman, daha hantal oluyor biliyorsunuz. Biraz daha hücresel olarak yorgun oluyor. Ama netice itibariyle hayatını devam ettiriyor. Gönül oruç tutmadığı zaman yahut da orucun güzelliklerine yaklaşamadığı zaman, daha kötü bir zehirlenmeye uğruyor.

Gönül oruca muhtaçtır

Asıl gönül oruca muhtaçtır. Onun için gönül iştiyakla Ramazan’ı bekler. Çünkü Ramazan dışında gönlün yanlışlardan kendisini arıtması için içerisine her gelen yanlışlığı -çöp sepetine atar gibi- lüzumsuzluklarla gönlü doldurulmaması için nefsin çok ciddi olarak disipline edilmesi lâzım. Bu da bilindiği gibi fevkalâde güç hadiselerden bir tanesidir.

Hâlbuki Ramazan’da, rahmet dolayısıyla, Cenab-ı Hakk’ın yardımıyla, nasıl ki biz sabahtan akşama kadar yemek yememekle, Allah’ın bizim hücrelerimize, karaciğerimize verdiği bir sağlık ziyafetine kavuşuyorsak; gönül de Ramazan’ın koyduğu disiplin sayesinde, kesinlikle bu kötülükleri doldurmaktan içtinap etme sırrına kavuşur.

Yani bir insan, Ramazan’da, ne kadar hatalı da olsa kıldığı namazlarla, dinlediği, okuduğu Kur’an’larla, tuttuğu orucun bedeninde sağladığı hassasiyetlerle, gönle daha yakın olma hikmetine kavuşur. Ve bu yakınlık, yavaş yavaş Ramazan’ın rahmetiyle birleştiği takdirde, işte o zaman gönül orucu da tahakkuk eder. Ve böylece, gerçekten bir insanın maddi manevi mutluluğunu bir Ramazan ayı tamamlamış olur.

Onun için gönlün Ramazan’a olan iştiyakı, hepimizin hayat tecrübesinden de bellidir. Pek çok insan, yaptıkları bazı hataları, “Ramazan gelsin de inşaallah ben bu hatalardan vazgeçeyim” diye, zaten kendi kendine itiraf ederler. Yani şuur altlarında, Ramazandan medet ummak, medet beklemek, ondan bir hikmet, bir rahmet beklemek müminin gönlünde yatar. İşte gönül, onun için Ramazanı gerçekten çok arzular. Bir an evvel gelip onun manevî potansiyelinden yararlanmak, olduğunca içerisindeki pislikleri arıtarak, kendi kafasını dinleyerek gönlün, gönül olduğunu anlamak için büyük bir iştiyakla Ramazan’ı bekler.

– Hocam, gönül orucunu bozan şeyler nelerdir?

– Gönül orucu dediğimiz zaman, temel ilke olarak tarif etmiş olalım ki, gönlün tıpkı maddi oruçta olduğu gibi iki unsuru vardır. Bunlardan birincisi, yemeğe benzeyen, gönül orucunun yemek yemeye, su içmeye benzeyen yanıdır. Yani lüzumsuz bir şeyi gönle kabul etmemek. Orucun birinci fazı (kanal; yön) budur.

İkinci fazı da nasıl bedensel oruç, cinsel hayata bir sınır getiriyorsa belli bir saat, süre içerisinde cinsel hayatı yasaklıyorsa gönül orucunda da Allah’ı sevmeyenlerle birleşme, yakınlaşma, yaklaşma, dertleşme, dostluk yapma yasaklanmıştır. Demek ki gönül orucunda, iki farklı fazı çok iyi isabetle tutturmak lâzım.

İmanı olmayandan uzak durmalı

Ramazan’da, Allah’a imana, Efendimize sevgiye yol bulmamış kimselerle -mümkün olduğu kadar değil- kesinlikle irtibat kurmamak lâzım gelir. İktizayı beşeriyet dediğimiz, yani günlük hayatımızın icabatı, akrabalık, işyeri arkadaşlıkları dâhil, bir takım münasebetler cereyan etmekte, bu münasebetlerde; inancı olmayan, hatta Allah’a ve Resulüne karşı düşmüş insanlarla bir takım temaslarınız oluyor. Biz, normal hayatımızda onlardan çok menfi bir cereyan alırız. İşte, gönül orucunda, bir numaralı hadiselerden bir tanesi, bu irtibatı kesmektir.

İşte, bu iki unsuru bir arada mütalâa ettiğimiz zaman, gönül içerisine Allah’ı sevmeyen kişileri almadığımız takdirde; bir de gönle olur olmaz şeyleri doldurarak iç dünyanızı kirletmekten vazgeçtiğimiz takdirde, gönül orucunu tutmuş oluruz.

Dünyevi ihtirasları terk

Nasıl ki oruçta yemeyeceksin, içmeyeceksin diye birtakım kaideler varsa gönül orucunda da bir takım kaideler vardır. Bunların başında, gönül orucunun dünya zevklerinin, dünya bağlantılarının, dünya ihtiraslarının kesinlikle durdurulması gerekir. Dünya ihtiraslarında, “Şu da olsun, bu da olsun. Şunu alayım, bunu da alayım” diye, elindekiyle kifayet etmeyerek, daha büyük taleplerin peşine düşmek, bir defa gönül orucu bakımından yasaktır.

Allah’a rıza itibariyle tam teslim olmak, Allah’ın kendisinin rezzak sıfatıyla lütfettiği herşeyi büyük bir mutlulukla hamd ile, şükür ile karşılamak ve kesinlikle dünyaya ait şeylere itibar etmemek lâzım gelir. Efendimizin verdiği bir misalde, bir gün Ashabı ile giderken, bir ölü ve sıcağın tesiri ile de kokmuş olan bir koyun görürler, koyunun pis kokusundan rahatsız olan Ashab, bir an evvel oradan uzaklaşmak ister. Efendimiz der ki; “Beğenmediniz, rahatsız oldunuz değil mi? Çok nahoş gördünüz… Dünya bir leştir.” İnanınız ki dünya bundan ibaret.

Dünya, mânânın yanında bir leşten ibarettir. Çünkü ölüdür. Mânâ ise devamlıdır. Dünya fanidir… Mânâda yaşlanmak, mânâda yıpranmak, mânâda usanmak yoktur. Hâlbuki dünyada yaşlanmak da vardır, usanmak da vardır, yıpranmak da vardır. İşte bundan dolayı, dünya bir leştir. Dünyayı canlı olarak tasavvur edersek leştir.

Onun için dünyaya rağbeti, en az Ramazan boyunca içimizden atmak lâzım ki, gönül orucunu tutmuş olalım. Gönül orucu, bu hassas özelliği ile kolayca yıpranmaya bozulmaya meyillidir.

Gönlün tamiri

Gönül de insan vücudunun en hassas yeri olduğu için çabucak yıpranmaya, eskimeye, delinmeye, yırtılmaya, bir başka anlamda kırılmaya meyillidir. İşte bu, Ramazan ayı boyunca, gönle koymamaya gayret edeceğimiz yanlışlıklar dolayısıyla, bu tamiratı, bu revizyonu yapmış oluruz. Nasıl ki bir karaciğer, bir bağırsak hücresi, Ramazan boyunca bir yıllık yıprantısını, bir yıllık eskimişliklerini, delinmişliklerini, ölmüş hücrelerini revizyona tabi tutar, tamir ederse gönül de tıpkı böyledir. Beşeri ilgilerden dolayı, aldığı yanlışlıkların, beşeri ilgilerden dolayı depo ettiği hataları, Ramazan boyunca, temelli gönlünden çıkartarak, yanlış bağlantılar kurmayarak düzeltmek zorundadır.

İşte, bu yanlış bağlantılar kurmamalı dediğimiz ve gönlünden eksiklikleri çıkarmak dediğimiz hadisenin başında, takdir-i ilahiye rızadan doğan bir bağışlayıcılık gelir, ondan dolayı biliyorsunuz ki küslerin barışması, herşeyi affetme, bir kimse size karşı ne kadar hatalı olursa olsun, ona merhametle yaklaşma gibi bir takım unsurlar vardır.

İşte, gönül de evvelâ içindeki kinleri, düşmanlıkları, dünya ilişkisinden doğan kırgınlıkları ve kavgaları atmak zorundadır. Aksi takdirde gönül orucu fazına geçemez. Oruç fazına geçebilmesi için insanın nefsinden gelen her türlü çalkantıyı, her türlü cereyanı, gönül motorundan çıkarması lâzım. Çünkü o, gönle ters yönde cereyan vermektedir. Bu ters yöndeki cereyandan kurtulmanın en kolay usulü, onunla bağlarını koparmaktır.

Bu vesile ile Ramazan geldiğinde, gönlümüzün dünya ihtiraslarından ayrıldığı gibi kin, kıskançlık büyüklenme gibi çok kötü sapmalardan arınması lâzım gelir. Böbürlenmeler, başkalarını küçük görmeler…

Fakiri küçümseme yanlışı

Özellikle çok yanlış bir adet, müminlerde hiç olmaması lâzım gelen bir adet, fakat son zamanlarda kültür bozukluğu nedeniyle bize de sirayet etmiş durumda; fakirleri, kimsesizleri hor görmek, küçük görmek, onlara selam vermemek, daha zengin daha kıyafeti düzgün kimselere, yaptığı tebessümü onlardan esirgeme gibi… Bunların hepsi, gönlün büyük vahim hastalıklarının nefse müteallik hadiselerin görüntüsüdür. Onun için hiç değilse Ramazan’da çok dikkat etmemiz lâzım gelir. Fakirlere, ekonomik durumu biraz daha düşük kimselere fevkalâde sıcak, tam onun aksine, kendinde bir maddi manevi kıymeti olmadığı halde, benlik böbürlenmesine girmiş, şatafatlı insanlara karşı soğuk olmamız lâzım gelir. Bu da gönül orucunun bir parçasıdır.

Her zaman tekrar tekrar söylemişimdir vaazlarımda… Bayramlarda bile, toplumda öyle çürümüşlük oluşmuş ki Allah’ın indinde hiç kıymeti olmayan insanlara ikram etmek üzere çikolata alır, temizlik işçisi yahut da kapıcı gelirse bir fakir gelirse diyerek, onlara da en ucuz, taşlaşmış şekeri alır, ikram etmeye çalışır. Bu şekilde hareket eden kimsenin eğer oruç tutmuşsa hepsi gitmiştir. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın kırılmasına, gücenmesine müyesser olacak, en çirkin hadiselerden birini yapmıştır.

İşte, gönül orucunda da çok önemli bir hadisedir ki fakirlere, yetimlere, mazlumlara, gariplere mutlaka ve mutlaka çok sıcak olunması lâzım gelir.

Kesinlikle, gönül dediğimiz bu namütenai güzelliklerin esrarlı makinesi; aslında fakirin, garibin ve kimsesizin mutlaka ve mutlaka Allah’a daha yakın olduğunu, daha mümin olduğunu bilmek gerekir. Ama nefis bırakmaz, çünkü nefis onu bırakırsa, bir takım menfaat kayıplarına uğrayacağını, en azından ona yardım etmesi gerektiğini düşünerek, bırakmaz. Ve onları, insanları soğuk davranışlara alıştırır ki, zaman zaman toplum içersinde bir takım kendini bilmezlerin dilencilere karşı, hakaret edici davranışları, güya dilenciliği kaldırıp onlara kurumlar yardım etsin bahanesiyle, insanların fakirlere yaklaşmasını azaltacak sloganlar uydururlar. Bunların hepsi gönülleri taşlaşmış, kemikleşmiş, perişan olmuş insanların davranışlarıdır.

Gönlün taşlaşmaması lâzım gelir ki, Ramazan’da gönül orucunda bir mesafe alabilsin, yoksa taşlaşmış bir gönlü olan insana ne söylesen boş… O daima menfaatleri doğrultusunda, şu dünyada daha iyi yaşayabilmek çelişkisi içinde, Efendimizin ‘leş’ diye tabir ettiği dünya hayatının peşinde koşmaktadır. Onu engellemeniz mümkün değildir. Ne Ramazan ona müyesser olur, ne onun gönlüne herhangi bir noktadan girip sıcaklık vermek mümkün olur.

Aslında böylelerine, biliyorsunuz, ölü denir… Mânâ ilimlerinde, Allah’a sıcaklık duymadan, eğer gönül makinesi susmuş ise çalışmıyorsa bu ölüdür kesinlikle, komada filan değildir. Gönlü taşlaşmış bir insanın ölü halinden çıkıp dirilebilmesi, gönlün taşlaşmadığı bir devirde, Ramazan’ın sırrı içinde hayat bulması, hay bulmasıdır. Çünkü Ramazan, gönüllerdeki bu nisbi perhizler sayesinde, gönül orucunu bozmadan yaşayabilmeler sayesinde, yavaş yavaş arınacak, gönül aküsünden cereyan gelecek ve mânâ âlemini de hissetmeye başlayacak. Daha ileri safhada, daha tecrübe kazandığı zaman da hesna müstesna kompitür (bilgisayar) ekranlarında, Cenab-ı Hakk’ın namütenai esrarını (sonsuz sırlarını) seyredecektir.

İşte, bu kademe kademe geçişte, gönül orucu; bir nevi mânâ âleminin seyrine açılacak, o büyük senaryoyu seyretme kabiliyetini sağlayacak bir hazırlık safhasıdır. Her Ramazan, gönülde, gönül orucuna iştirak edenleri yavaş yavaş dizaynını yaparak, onun eksiklerini tamamlayarak, antenini düzenleyerek sonunda gönül ekranında Cenab-ı Hakk’ın güzelliklerini, mânâ âleminin esrarını seyredecek bir hale getirir.

Vesveseyi gönüle sokmamalı

İkincisi, vesvese grubu hadiseleri gönle sokmamak lâzım gelir. Çünkü bütün vesveseler, ‘hannas’ dediğimiz Şeytan’ın, nefis ile birleşmesinden doğan, o gayri meşru varlığın dürtmesindendir. Endişeler… “Yarın ne olacak? Öteki iş ne olacak? Çocukların istikbali ne olacak? Bu maaşla geçinebilecek miyim, geçinemeyecek miyim?…” gibi natünahi vesveseyle ve bunu da güya dünya hayatını tanzim etmekte, bir beceri gibi kullanmak ister.

Hâlbuki dünya hayatını kimse tanzim edemez. Takdir-i îlâhi tanzim eder. İnsanlar, yalnız iyi niyetle Allah’a teslim olup Allah’tan ricada bulunabilir. Yoksa hiç kimse dünya kaderini, kendi kaderini, çocuğunun kaderini tanzim edemez, bulamaz. Bulamadığı gibi bunları, gönle vesvese şeklinde yerleştirdiği takdirde, gönül orucu bozulmuş olur…

Tekrar başa dönersek; kin, ihtiras, küçük görme, düşmanlık gibi hadiseler, gönül orucunu bozar, bu bir. İkincisi, vesveseler gönül orucunu bozar.

Tam, Ramazan ayının güzelliği içinde, Allah’ın rızasına teslim olmuş bir müminin, vesveseler içine girmesi, başladığı andan itibaren takdir-î îlâhi ile savaşa girmiş demektir!… Çünkü vesvese, takdir-i îlâhiye itimatsızlıktır. Takdir-î îlâhi’ye güvensizliktir. Allah’ın güzelliğine, yarattığı her kaderin mutlaka en güzel olacağına bir tarz inançsızlıktır ki, bunların hepsi gönül orucunu bozar…

Sınırsız yücelik; infak

Üçüncü kademedeki bozulmanın unsuru da infaktaki kusurdur. Yardımlaşmada kusurdur. Fakir insana karşı, kimsesizlere karşı yaklaşımda kusurdur… Bu kusurların hepsi, infak mecmuası içersine girmekle beraber, aslında, Cenab-ı Hakk’ın bir müminden beklediği gönül yakınlığı sırrını taşır. Eğer bir insanın gönlü fakirden uzaksa, bir insanın gönlü yetimden uzaksa, bir insanın gönlü garipten uzaksa, o gönülde iş yoktur. Çalışmıyor, bozuktur o gönül.

Bir fakire para verirken, mutad (alışıldık) olanı 2 lira ise mutlaka Ramazan’da 20 lira vermesi lâzım. Bütün mutadı 50 lira vermekse, Ramazan’da 100 lira vermesi lâzım. Yani gönlünü maddesel bağlardan tamamen kurtarmak lâzımdır.

Müteaddit konuşmalarımızda, sohbetlerimizde çeşitli örneklerle veriyoruz ki İslâm’ın yücelerini tanırken, İslâm’ın yücelerini anarken, onların temel fazına indiğimiz zaman, bir tek şey görürüz ki, sınırsız bir cömertlik, sınırsız bir infak…

Hemen hemen bütün yücelerde, en başta Efendimizin (sav) yakınlarında, ortak meziyet budur. Ve Efendimizin yaşayış tarzı ile beraber, Efendimize (sav) en yakın olanların yaşayış tarzları, ondan biraz daha uzak olanların yaşayış tarzlarını bir merdivene oturtsak, en üsteki ve en alttakilerin sıralanmasında, acaba hangi faktörler var desek, kesinlikle bu faktörlerin bir numaralı saiki, infaktır.

Efendimize en yakın olan Hz. Fatıma (r.anha) annemizdir. Hz. Fatıma, düğün gecesi, yemeğini kapısına gelen fakire olduğu gibi hepsini vermiştir, tabi bu örnek davranış, insanlara anlatıldığı zaman, böyle bir masal, öykü gibi gelir ama bunu tasavvur edip yaşamak lâzım.

Bu sıcaklık noktasına erişmek mümkün değil. İnsanoğlu, Efendimize (sav) kadar yükselen merdivenler zincirinde seyrettiğimiz zaman, insan kendisine aşağıda da bir yer bulamaz, çünkü adam zaten tok iken de vermiyor. Ama Efendimize yakının da yakını olan Hz. Fatıma (r.anha) annemiz, açken ve ertesi gün de yeni bir lokma ümidi yokken de veriyor… İşte, bunu merkez addederek, bunu tepedeki ışık olarak gönlümüze koyup o ışığın sırrı içersinde, infaklarımızı tanzim edebilmeliyiz.

Evet, biz o ışık olamayız, hiç kimse Hz. Fatıma annemiz gibi olamaz, olamayız ama mademki Efendimize en yakın olmanın sırrı, bir defa en büyük infak gönlü taşımaktır. O halde “Ben de kendi cüzi amelim içersinde, Efendimize yakın olmak için infakımı artırayım” demek lâzım.

Gönül orucu nasıl bozulur?

Şimdi, gönül orucu nasıl bozulur? Bir insan, cebinde parası varken, evinde yemeği varken, “Aç, fakir bir kimse bulsam da şunu doyursam” diye, eğer içinde bir rahatsızlık yoksa ve bir mesuliyet duymuyorsa rahat rahat yiyip içip yatıp kalkıyorsa gönül orucu bozulmuştur.

Gönül orucunun devam edebilmesi için bir fakiri yediremediği gün, bir fakirin ihtiyacını göremediği gün, gönlünüz huzursuz olacaktır. İlk rastladığı fırsatta, kendine göre, şehirli ukalâlığı ile lâik ukalâlıklarla “Devlet baksın, kurumlar baksın, bunları dilenciliğe alıştırmayalım” diye, böyle iddialarla ortaya çıkmadan, elinde-avucunda ne varsa verebilmesi lâzım ki gönül orucu devam etsin.

Demek ki genel anlamda, gönül orucunu üçüncü kademede bozan şey, bahillik (cimrilik) diyeceğimiz hususiyettir. Eğer bir gönülde bahillik rüzgârı eserse gönül orucu bozulur.

Arzulardaki frensizlik

Dördüncü unsur, gönül orucunu bozan, arzulardaki frensizliktir. Yani arzuların, Cenab-ı Hakk’ın bizim için lütfettiği hayat tarzındaki yaşam tarzı içinde, çok mütevazı olması lâzım gelir. Bu mütevazı yaşam tarzını ne bozuyorsa gönül orucunu da kesinlikle bozar.

Bu da çok önemlidir. Ramazan’da bir insanın belki günlük hayatımızda söylendiği zaman tuhaf gibi gelir. Ne alâkası varmış gibi ama şimdi, zaten günlük hayat içersinde, bir televizyon varken, bir tane de mutfağına aldığı, envai çeşit israfları, bir elbise varken bir tane daha alınması sevimsiz bir alışkanlıktır. Bunu en azından Ramazan’da kaldırmak lâzımdır.

Okuyucularımdan, dinleyenlerimden ben çok eminim ki mutlaka istiyorlar, gönül orucunu bozmamak isteği içindeler. Ama her zaman fırsat ele geçmez. Bir insan, ömür boyu daha kaç tane Ramazan yaşayacağını bilemeyeceği için her Ramazan’ı en güzel yaşamak lâzım. Yani “Bu Ramazan’ı hafif geçireyim de ileriki Ramazanlarda daha disiplinli olurum” demek yanlıştır. Her öndeki Ramazan’ı, son Ramazan gibi mütalâa edip ona göre gönül orucuna sıkı sıkıya sarılsınlar. Ben sayın okuyucularımdan, dinleyenlerimden istiyorum ki gönül orucuna mutlaka riayet etsinler.

Bu, bedenlerinin aç kaldığı, bir takım mahrumiyetlere mecbur oldukları ortamda, bir fırsatını bulup gönül orucuna da riayet edilirse çok hoş bir şey olur. Ama şunu belirtmek de istiyorum. Hani çocukları oruca alıştırırken, önce yarım gün tut deriz, biraz ufak-tefek bir şey yerse göz yumulur. “Hadi devam et çocuğum orucuna” denir. Bunun gibi ilk defa gönül orucu tutan okuyucularımız için gönül orucuna niyet etsinler; Ramazan’da ufak-tefek kaçaklar olursa Cenab-ı Hakk, çocuk orucu yerine saysın inşaallah ama tam gönül orucuna ulaşmaya da çalışsınlar.

– Hocam, Ramazan’da gönül açılması nasıl olur?

– Ramazan’da gönül açılması daha kolaylaşır kesinlikle. Gönlün kapalı kalması, gönlün bozulması, gönlün yıpranması, en sonunda da gönlün taşlaşmasının müessir sebebi nefistir.

Ramazan’da orucu bozan ilkelere riayet etmek dahi olsa nefse büyük bir frendir. Nefis frenlendiği için gönlün önünden mânâ (engeli) en az on saat kalkmış oluyor. Bu çok önemli bir faktördür. Büyüklerimizin bize oruç sırasında, nefse ait bazı ilkeleri de oruç planına katmamızı emretmeleri, kötülüklere bakmamak gibi kulağın da oruç tutması, kötü şeyleri duymamak gibi bir meleke kazandırırsa o zaman gönlün açılması daha çok kolay olur.

Yani kötülüklere bakmamak derken, iki şey anlamak lâzım. Bir tanesi, haram olan şeylere imrenmemek, bir zümrüt kolyeyi görüp de imrenmemek gibi. Bir de cinsel olarak yasaklanmış haramlara bakmamak gibi.

İkincisi de abes görmemektir. Yani Ramazan’da bir insanın hiç bir şeyi abes görmemesi demektir. Her şeyde, Cenab-ı Hakk’ın bir hikmeti olduğunu, bizim fark edemediğimiz hadiseleri seyrederken, oruçlu bir göz abes görürse hemen eleştiriye geçip aptal aptal yorumlar üretmemeli.

Cenab-ı Hakk’ın yarattığında hiç bir abes ve çirkinlik yoktur. Çirkinlikler ve abesler bizim nefsimizin bizi aldatmasıdır. Şeytanın bizi aldatmasıdır. Hatta mahlûkatı seyrederken, bu çok önemlidir, bazılarını güzel, bazılarını çirkin görmek gibi tuhaf bir alışkanlığımız var. İşte bu, gözün oruç tutamamasındandır. Eğer göz, oruç tutabilirse bütün mahlukatı birbirinden güzel, birbirinden sevimli görür. Yaratılışta abes diye bir şey yoktur. Buna gözün alışması Ramazan’da olacaktır. Onun için Ramazan’da açılması çok kolaydır.

Gönül orucu tutan, ne kadar eksik tutarsa tutsun, gönül orucuna niyet etmiş bir insan, bir kaç tanesini ancak tutabilirse bayram sabahı mutlaka fark edecektir. Gönlün büyük bir coşku ile gördüğünü fark edecektir. Cenab-ı Hakk, rahmetinden verdiği müjdeli ikramları gösterecektir. Onun için gönül orucuyla beraber, hiç değilse Ramazan’ın bir kısmında, yarım gün gönül orucu tutarsa mutlaka ayrı bir bayram zevki yaşar. Allah’ın bayram bahşişidir. Bu bahşişi de bayram gecesi fark ederiz.

Gönül orucu tuttuktan sonra, gönül orucunun getireceği en büyük nimet, nefis huylarının körelmesidir. Bir mümin, ömrü boyunca tuttuğu Ramazanlarda, elinden geldiğince gönül orucuna rağbet etmesi başlı başına bir nefis eğitimidir. Yani nefsini terbiye etmek için özel bir eğitime ihtiyaç yoktur.

Gönül orucuna gayret etsin, o zaman tam manasıyla nefis eğitilmiş hale gelir ve mertebe mertebe her geçen Ramazan’da, bir nefis emmaredeyken, ikincisinde nefsi levvâmede, üçüncüsünde nefsi mülhimede, dördüncüsünde nefsi mutmainnede…. Böylece, giderek nefsi sâfiyeye kadar götürür. Onun için gönül orucu Ramazanda müthiş bir olaydır. Gönlün Ramazan’da alacağı zevk, Ramazan’da kazanacağı ikramlar namütenaidir.

Allah (cc), inşaallah bu Ramazan’da, bütün mümin kardeşlerimizin gönüllerini daha çok genişletsin ve âlemi İslâm’ın kanayan yaralarına rahmetiyle deva olsun.

DR. HALUK NURBAKİ / www.gulistandergisi.com

___________________

Kaynak: Uğur İlyas Canbolat’ın, Üsküdar FM Radyosu “Gönüllerde Gezinti” programında, rahmetli Üstad Dr. Haluk Nurbaki Hoca ile yaptığı programın çözümünden kısaltılmıştır.

Bir Seyahatin Ardından (Miraç’ın Getirdikleri)

Zübde-i kâinat, kâinat sahibinin onun adına sözcüsü, gözü, kulağı, yorumcusu, şarihi, tercümanı, seyredeni, muallimi, muarrifi daha çok şey.

BÜTÜN ZAMANLARA HİTAB

Bediüzzaman Miraç isimli eserinde kendine gelinceye kadar kimsenin anlatmadığı bir boyutta yorumlamıştır Miraç olayını. İslam’da kelimeler, kelamlar, ayetler, hadisler kıyamete kadar yeni yorumlara açık bir şekilde bekleyeceklerdir. Onların anlamlarını hiç kimse bitiremez, onlar o kadar geniş bir şekilde söylenmiş ve ifade edilmişlerdir. Bütün zamanların ihtiyaçlarına cevap verecek bir boyutta ve azamette söylenmişlerdir.

EN ÇOK KULLANILAN FİİLLER

Bediüzzaman’ın Miraç risalesinde kullanılan fiiller önemlidir. En çok kullanılan fiiller gezmek, gezdirmek, irae etmek, müşahede ve temaşa fiilleridir. Bunlar Miraç olayının odağında manaların santralinde bulunurlar. Peygamberimizin bu seyahati kısaca şöyle anlatılır:

Bu seyahat-ı cüz’iyede bir seyr-i umumi ve uruc-ı külli var ki, ta Sidretü’l-Müntehaya ta Kab-ı Kavseyn’e kadar meratib-i külliye-i esmaiyede gözüne kulağına tesadüf eden ayat-ı Rabbaniyeyi ve acaib–i sanat–ı İlâhiyeyi işitmiş görmüştür.” (Sözler 760) Peygamber umumi bir seyir için, kendine has bir seyir olmakla birlikte ümmeti için yapılan bir seyir, kısmi ve mevzi bir olayı değil, herkesi ilgilendiren bir seyir. Varlığın ve imkân ülkesinin bittiği noktadan, Allah ile karşılıklı iki yay gibi yakın bir düzeye gelmek şeklinde bir büyük seyahat ve seyir. Oraya gidinceye kadar Allah’ın isimlerinin bütün külli tecellilerini görerek, gözüne, kulağına rastlayan Rabbani delilleri ve Allah’ın sanatının görülmemiş olanlarını işitmiş ve görmüştür.

İnsan dünyada beş duyusu ile varlık ve nesneler arasında bir uyum içinde yaşar. Gördükleri ile gören arasında bir şaşırma olmaz, bulut, yağmur, koyun, sinek, bu nesneler ile insanın onları gören ve değerlendiren zekâsı arasında bir sapma olmaz, nesneler ile beş duyu arasında uyum vardır. Ama bu bizim için tanzim edilen sahnenin dışındaki sahnenin dışı ise bizim beş duyumuza göre düzenlenmemiş, oradaki varlıklar bizim beş duyumuzun voltajını çatlatır, dayanamaz. Bu yüzden Resulullah da Cebrail’i ilk gördüğünde heyecanlanmıştır. Eşine “beni ört” diye olayın ilk intibalarını garipsemiştir. Ama vücudunda ve kalbinde yapılan voltaj yükseltme ameliyelerinden sonra semavattaki acaipleri görmeden yıkıcı anlamda etkilenmemiştir. Hz Musa’nın görüntü akabinde yere düşmesi ile Hz Hamza’nın Cebrail’i görürken düşmesi bu nesne ile duyular arasındaki uyumsuzluktan ileri gelmektedir. Resûlullah, “Ben miraçta gördüğümden daha güzel şeyler görmedim” der.

Şimdi bir vezir, hükümdarının saltanatını bilmeden görmeden onun vezirliğini yapamaz, bu yüzden bu büyük vezir-i azam Allah resulü Allah’ın mülkünü tanımak için onun tarafından bir seyahate çağrılmış ve onun adına ümmeti için Allah’ın mülkünde seyahat etmiş ve daha sonra gördüklerini yeri geldiğinde ümmetine anlatmıştır.

ÂLEMİN TEZGÂH VE MEMBALARI

Miraçta görülen şeyleri anlatırken Bediüzzaman acip ve acaib kelimelerini çok kullanır, gördüğüm kadarı ile anahtar noktalarda beş yerde kullanır. İkinci kullanışında şöyle konuşur Üstad: “Madem Sani-i Zülcelâl mülk ve melekûtundaki ayat-ı acibesini göstermek ve şu âlemin tezgâh ve membalarını temaşa ettirmek ve amal-i beşeriyenin netaic-i uhreviyesini irae etmek istemiş” (777) Bu cümle Miracın özeti gibi.

Allah görünen ve görünmeyen âlemdeki alışılmadık varlık delillerini göstermek ve şu âlemin hazırlandığı tezgâhların bulunduğu âlemleri ve bu âlemin kaynaklarını temaşa ettirmek için ve kullarının amellerinin oraya nasıl yansıdığını göstermek için kuluna bunları göstermek istemiş. Temaşa görmekten farklıdır, derinlikli olarak bakmaktır. Peygamberimiz onları temaşa etmeli ta ki Resulü olduğu Allah’ın mülkünü başkalarına anlatsın. Bir peygamber peygamberi olduğu yüce bir mercinin saltanatını eserleri görmese nasıl peygamber olabilir. Büyüklüğü zihninde oluşacak ki başkalarına da anlatsın. Temaşa, acibe, irae kelimeleri Resûlullahın temaşa, garip şeyleri görmek ve göstermek için çağrıldığını ifade eder.

MAHSULÂTIN MAHZENLERİ

Göstermekle acib kelimesi bir başka cümlede kullanılır. “O acib sanatının makinelerini ve tezgâhlarını ve aşağıdan gelen mahsulâtın mahzenlerini göstere göstere ta daire-i hususiyesine kadar getirir. Bütün o kemalatın madeni olan mübarek Zatını ona göstermekle ve huzuruyla O’nu müşerref eder. Kasrın hakaikini ve kemalatını ona bildirir.” (783) Göstere göstere getirmek, hususi dairesine getirmek, Zat’ını ona göstermek, huzuru ile müşerref etmek, kasrın hakaikini yani şu âlemin hakikatlarını ve kemalâtlarını ona bildirmek.- Miracın özeti bir cümle. – Resulünü bütün mülkünde dolaştırır, özel dairesine getirir, âlemin hakikatlerini ona gösterir, sonra gönderir.

Şu kâinatı enva-i acaib ile süslemiştir Allah. Bu görülmedik şeylerin Resulü tarafından görülmesi gerekir. Kâinatı hazine-i gaybiyelerle donatmıştır, O hazineleri Resulün görmesi gerekir. İşte Miraç bu yüzden ona mahsustur.

Mirac’ın meyvelerini anlatırken şöyle der: “İşte Zat-ı Ahmediye öyle bir Zat-ı Zülcelal’in şuunatını ve acaib-i sanatını ve âlem-i bekada hazain-i rahmetini görmüş, gelmiş, beşere söylemiş.” (796)

MİRAÇ RİSALESİ KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR

Mirac’ın odağında Allah’ın sanatının en görülmediklerini, şu âlemin tezgâhlarını, makinelerini görmek ve gelerek ümmetine anlatmaktır. Bu yüzden Allah Resulu, “Eğer benim bildiğimi bilseydiniz, çok ağlar az gülerdiniz.” der.

Miraç hadisesinin anlatımında Bediüzzaman temaşa, gezmek, gezdirmek, görmek, irae etmek, müşahede kelimeleri ile seyahatin odak noktalarına vurgu yapar. Beş yüz yıldır Shakespeare’in Hamlet’i yorumlanır, birisi onun için, “Hamlet keşfedilmeyi bekliyor” diyor. Miraç risalesi daha büyük nitelikli bir eser, çok keşfedilmeyi bekliyor, Allah kâşifleri artırsın.

Prof. Dr. Himmet Uç

Şuhur-u Selâsenizi ve Leyle-i Regaibinizi Tebrik Ederim

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelen: Seksen sene bir manevî ömr-ü bâki kazandıran şuhur-u selâsenizi ve mübarek kudsî gecelerinizi ve leyle-i regaibinizi ve leyle-i mi’racınızı ve leyle-i beratınızı ve leyle-i kadrinizi ruh u canımızla tebrik ve herbir Nurcunun manevî kazançları ve duaları umum kardeşleri hakkında makbuliyetini rahmet-i İlahiyeden rica ve hizmet-i Nuriyede muvaffakıyetinizi tebrik ederiz.”  Emirdağ Lahikası-2 ( 121 )

Bediüzzaman Hz (R.A.) bizlerin Şuhur-u Selase ve mübarek gecelerimizi tebrik ederek başka bir mektubunda Leyle-i Regaibin hikmetine şöyle işaret etmiş:

birden Leyle-i Regaib -bütün ömrümde hiç mislini işitmediğim ve başkalar da işitmediği- üç saatte yüz defa, belki fazla tekrar ile melek-i ra’dın yüksek ve şiddetli tesbihatıyla öyle bir rahmet yağdı ki; en muannide dahi Leyle-i Regaib’in kudsiyetini ve Hazret-i Risalet’in bir derece, bir cihette âlem-i şehadete teşrifinin umum kâinatça ve bütün asırlarda nazar-ı ehemmiyette ve Rahmeten lil’âlemîn olduğunu isbat etti ve kâinat o geceyi alkışlıyor diye gösterdi.

Fahr-i Kainat, iki cihan serveri Resul-i  Ekrem (ASM)’ın bir cihette dünyaya teşrifinin mukaddemesi olan bu gecenin mübarekiyetinin, umum kainatın Rahmeten li-l Alemin (ASM)’ı bizlere müjdelemesi olarak izah etmiştir.

Receb ayının ilk Perşembe gecesi olan Regaib Kandili, Ramazan ayı 80 senelik bir manevî ömrü kazandıran Şuhur-u Selasenin de başlangıcı olarak susuz kalmış kalplerimize manevî ab-ı hayat, hareketsiz kalmış ruhlarımıza ulvî cevelan ve nice ihtiyacımız olan rahmet tecellilerine bir beşîr olarak vagonlar dolusu uhrevî hasenat ve sevaplarla doldurulmuş, geliyor. Bu azîm kazançtan istifademiz için Peygamberimiz(ASM) bu mübarek aylarda hayır hasenat işlemeye ümmetini azamî teşvik etmiş:

Receb-i Şerîf’in birinci gününde oruç tutmak üç senelik, ikinci günü oruçlu olmak iki senelik ve yine üçüncü günü oruçlu bulunmak bir senelik küçük günahlara kefaret olur. Bunlardan sonra her günü bir aylık küçük günahların af ve mağfiretine vesile olur.” buyuruyorlar. (Camiu-s sağir)

gibi hadis-i şeriflerle bu mübarek aylarda dünyadan çok ahiret adamı olmamızı nazara verip, yani tembelliği, yaz rehavetini bir kenara atıp uhrevî kazanç için açılan bu meşherden azamî ceplerimizi doldurmaya, hususen geçmiş hata ve günahlarımıza istiğfar ile yeni ihsan edilecek manalara, Rabbimize yakınlık mertebelerine sinemizi açmaya şefkatiyle manen emretmiş. Bize bizden çok düşkün olan, yaşadığımız sıkıntılar kendisine ağır gelen Rahmet Peygamberi(ASM)’ın bu şefkatli tavsiyelerine ittiba etmek elbette “ümmetiyim” diyen her kişinin kârıdır.

Üstelik bu uhrevî pazara tek başımıza da değil, umum Müslüman kardeşlerimizle iştirak ettiğimizi müjdeleyen “şirket-i maneviye” sırrını anlamamız daha ziyade gayrete medar oluyor. Dünya ve ahretteki en kazançlı şirket olan bu “şirket-i maneviye” hiçbir fazladan ana sermaye katkısı istemeden, zarar ihtimali olmadan, herkesin işlediği hayra –derecesine göre- ortak olmak, bir koyup bin, milyon almak derecesinde kâra vesile, hasbî, samimî bir ikram-ı İlahî. Bu şirketin hakikatine işareten Bediüzzaman Hz (RA):

Risale-i Nur dairesinde, ihtiyarımız olmadan, haberimiz yokken takarrur ve tahakkuk eden şirket-i maneviye-i uhreviye cihetiyle herbir hakikî sadık şakirdi; binler diller ile, kalbler ile dua etmek, istiğfar etmek, ibadet etmek ve bazı melaike gibi kırk bin lisan ile tesbih etmektir. Ve Ramazan-ı Şerif’teki hakikat-ı Leyle-i Kadir gibi kudsî ve ulvî hakikatları, yüzbin el ile aramaktır.” Kastamonu Lahikası ( 263 )

Bu kazanca ortak olmanın şartı da:

Risale-i Nur şakirdlerinin şirket-i maneviye-i uhreviyeleri muktezasınca, herbiri mütekellim-i maalgayr sîgasıyla اَجِرْنَا اِرْحَمْنَا وَاغْفِرْلَنَا gibi tabiratta biz dedikleri vakit, Risale-i Nur’un sadık şakirdlerini niyet etmek gerektir. Tâ herbir şakird, umumun namına münacat edip çalışsın.“  Kastamonu Lahikası ( 263 )

Böylece azim kazançları olan şirket-i maneviyenin nur talebeleri dairesindeki ucuna dikkat çekilmiş, bir numune olarak gösterilmiş, bulunduğumuz beldedeki kardeşlerden başlayarak genişleyen daireler halinde kardeşlerimizi dahil ederek böyle şirket-i maneviyeleri teşkil etmemize teşvik edilmiş. Biz de samimiyet ve ihlasla dualarımızı, niyetlerimizi umum alem-i İslam’daki kardeşlerimize teşmil edersek alem-i İslam çapında bir şirket-i maneviyenin tesis olunmasını Rahmet-i Rahman’dan isteriz, boş çevirmemek yine Rabbimizin lutfu iktizasıdır.

Umum kardeşlerimizin Leyle-i Regaib ve Şuhur-u Selasesi mübarek olsun; künuz-u mahfiye olan Rabbimizin Rahmet aleminden hissemizin ziyade olması duasıyla.

Nabi

www.NurNet.Org

Recep Ayı ve Faziletleri

Mübarek üç aylara girmiş bulunmaktayız.Bu ayların manevi havasını teneffüs etmeye başlarken;bu mübarek ayların ehemmiyetini kısaca aktarmak istiyorum. Bu mübarek aylar Allahu Teala’nın bizlere mağfiret etmesi için fırsat penceresini cömertçe açtığı aylar.

Bu ayların  fazileti ile ilgili özellikle içinde bulunduğumuz Recep ayı ile ilgili  Hazreti Peygamberimizin (s.a.v) çok müjdeleyici ve insanları bu ayı boş geçirmemeleri hususundaki hadisleri  var.Bunları size aktarmak istiyorum:

• Receb ayı girdiğinde Hz. Peygamber şöyle derdi: Allahümme bârik lenâ fi Recebe ve Şa’ban ve belliğnâ Ramazân(Allahım! Receb ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.)
• Receb Allah’ın ayıdır; Şaban benim ayımdır, Ramazan ise ümmetimin ayıdır. Receb ayının niçin Allah’ın ayı olduğu sorulduğunda: Çünkü bu ayda özellikle mağfiret boldur. Bu ayda, halkın kan dökmesine mani vardır. Bu ayda, Allah-ü Teala, Peygamberlerinin tövbelerini kabul buyurmuştur. Allah-ü Teala bu ayda, Peygamberlerini düşmanlarından korumuştur. Bir kimse, receb ayını oruçlu geçirirse, Allah-ü Teala üç şeyi onun için gerekli kılar:
-Geçmiş günahlarının tümünü bağışlar.
-Kalan ömrünün temiz geçmesini temin eder.
-Büyük huzura çıkılan kıyamet gününün susuzluğundan da onu emin kılar.
• Ya Resulullah Receb ayının tümünü oruçlu geçirmeye gücüm yetmez.
– O halde, ilkinden bir gün, ortasından bir gün, sonundan da bir gün tutarsın. Böyle ettiğinde ayın tümünü oruçlu geçirmiş olursun. Zira, yapılan iyilikler on misli sevap getirir.
• Allahü Teâlâ, Receb ayında oruç tutanları mağfiret eder.
• Ramazan ayı dışında Allah rızası için bir gün oruç tutan, iyi bir yarış atının bir asırda alacağı mesafe kadar Cehennemden uzaklaşır.
• Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez. Regaib gecesi, Beraat gecesi, Cuma, Ramazan bayramı ve Kurban bayramı gecesi.
• Receb-i Şerîf’in birinci gününde oruç tutmak üç senelik, ikinci günü oruçlu olmak iki senelik ve yine üçüncü günü oruçlu bulunmak bir senelik küçük günahlara kefaret olur. Bunlardan sonra her günü bir aylık küçük günahların af ve mağfiretine vesile olur.
• İbn-i Abbas(r.a.) : Resulullah(sav) Receb ayında bazen o kadar çok oruç tutardı ki, biz O’nu hiç iftar etmeyecek zannederdik. Bazen de o kadar çok iftar ederdi ki, biz O’nu hiç oruç tutmayacak zannederdik.
• Receb’in ilk cuma gecesini ihya edene, Allahü Teâlâ, kabir azabı yapmaz. Dualarını kabul eder. Yalnız 7 kimsenin duasını kabul etmez: Faizci, Müslümanları aşağı gören, ana babasına eziyet eden, Müslüman olan ve dinin emirlerine uyan kocasını dinlemeyen kadın, çalgıcı, livata ve zina eden, beş vakit namazı kılmayan. [Bu günahlardan vazgeçmedikçe]

• Kim Receb ayında, takva üzere bir gün oruç tutarsa, oruç tutulan günler dile gelip “Ya Rabbi onu mağfiret et” derler.
• Cennette Receb isminde bir nehir vardır. Sütten beyaz, baldan daha tatlı. Bir kimse, Receb ayında bir gün oruç tutsa, Allah Teâlâ bu nehirden ona içirir.
• Bir kimse, Allah Teâlâ’nın ayı olan Receb ayında bir mümin kardeşini, gam ve üzüntüden kurtarsa, Allah ona Firdevs Cennetinde gözünün görebildiği kadar büyük bir saray ihsan eder. Dikkat ediniz! Receb ayına hürmet ve ikram ediniz ki, Allah Teâlâ bin türlü kerametle size ikram ve ihsan etsin.
• Bir kimse, Receb ayında sadaka verse, Allah onu, yuvasından çıkan ve ölünceye kadar havada uçan karganın, yuvasından uzaklaştığı kadar Cehennem’den uzak eder.
• Eğer kişi, Receb ayından(oruç) tuttuğu her gün, azığına(bütçesine) göre bir sadaka verirse, heyhat! Heyhat! Ne Yapsınlar! Bütün mahlukat Allah Teâlâ’nın o kula vereceği sevabın ölçüsünü takdir etmek için bir araya gelseler, Allah Teâlâ’nın o kuluna bahşedeceği mükafattan yüzde birin(i hesab etmeye)e ulaşamazlar.
• Her kim Recebin başında, ortasında ve sonunda yıkanırsa, anasının kendisini doğurduğu gündeki gibi günahlarından çıkar
• Her kim Receb ayında bir cenaze üzerine namaz kılarsa, diri diri gömülen bir kız çocuğunu hayata kavuşturmuş gibi olur.

• Receb ayında yapılan dua kabul edilir, günahlar affedilir. Bu ayda günah işleyenin cezası da kat kat olur. Hz. Hüseyin (r.a.) anlatır:
“Kâbe’yi tavaf ederken, yanık sesle Allahü Teâlâ’ya dua eden bir kimsenin sesini işittik. Babam bunu çağırmamı emretti. Güzel yüzlü, temiz bir kimseydi. Ancak sağ tarafı felç olmuş, kurumuş, hareketsiz idi. Ona, “Sen kimsin, durumun ne böyle?” dedim. O kimse dedi ki:
“Adım Menazil… Ben çalgı çalmak, şarkı söylemekle şöhret salmış, Arabistan’ın ünlülerinden bir gençtim. Hep nefsin arzuları peşinde koştum. Receb ve Şaban aylarında bile, bu günahlara devam ederdim. Salih babam, beni bu günahlardan kurtarmaya çalıştı. Bana, “Allahü Teâlânın azabı şiddetlidir, bir anda kahredebilir. Kötü arkadaşlardan vazgeç, bu kötü işleri bırak! Melekler ve bu aylar senden şikâyet ediyorlar” dedi. Nasihate hiç tahammülüm yoktu. Babamın üzerine yürüyüp, döverek susturdum. Üzüntülü ve kırık kalple, “Bu aylarda oruç tutup, geceleri ibadet ediyorum. Beytullah’a gidip şerrinden korunmak için, Allahü Teâlâ’dan yardım dileyeceğim” dedi. Bir hafta oruç tutup, Kâbe’ye giderek, “Ey Rabbim, mazlumların âhını yerde bırakmazsın. Bu ayda, bu mübarek yerlerde yapılan duaları red etmezsin. Hakkımı oğlumdan al, onu felç et!” diye dua etti. Henüz duası bitmeden sağ tarafım felç oldu. Beni gören, “Baba bedduasına uğramış kişi” derdi.”
Hz. Hüseyin, “Baban bu hâline ne dedi?” buyurdu. O genç, “Babamdan özür diledim. Onun da babalık şefkati galip gelerek beni bağışladı. Beddua ettiği yerde, bu sefer şifa bulmam için hayır dua etmek üzere deve ile gelirken, devenin ürkmesi ile babam düşüp öldü. Şimdi çaresizim.” diyor. Hz. Ali bu felçli gence dua ediyor, Receb’de yaptığı bu dua bereketiyle de Hak Teâlâ ona şifa ihsan ediyor.

Evet yukarıda görüldüğü gibi bu mübarek ayda yapacağımız basit bir amel bize çok büyük sevap kazandırıyor. Rabbim bizleri  bu ayı çok güzel bir şekilde değerlendiren  ve Peygamberimizin müjdelediği manevi kazanca nail eyleyen kullarından eylesin.