Muhammed Numan tarafından yazılmış tüm yazılar

Ehl-i Sünnet müslüman ve pürmerak Risale-i Nur Talebesi instagram sayfası: risaleinurdan.vecizeler

En Mühim Davamız!

indir (2)Kainatın büyük ve ihtişamlı nizamı içerisinde yerkürenin yerini tesbit etmek için üzerinde asırlardır yaşayan mahlukata bakmak yeterli.

Bu kadar uçsuz bucaksız kainat sistemi Allah’ın varlığını ve birliğini ispat etmeye yetiyor.

Ve bu kainat kitabının okuyucusu ve mütefekkiri insanın, akıl gibi bir nimetle donatılmış olması da başlıbaşına Allah’ın varlığının ve birliğinin bir ispatı.

Akıl varsa aklı yaratan bir Allah vardır!

Ama akıl ile kendi enaniyet-i insaniyesini besleyip insanlığın muamma-yı acibesini dinden kopuk felsefe cereyanıyla halletmeye çalışan silsile-i felsefenin yanında silsile-i diyanet de Hz.Adem (as)’dan Peygamber efendimiz Muhammed Mustafa (asm)’a kadar devam etmiştir. İşin esasına bakacak olursak dünya tarihi bütün boyutlarıyla bu iki temel cereyanın mücadelesi ile belirlenmiştir diyebiliriz. Kainatın varlığı ancak insanın varlığı ile mana kazanabilir. İnsanın mevcudiyeti ise ancak akıl ve ilim ile hayat bulur.

Öyle olmasaydı insanın yaratılışının manası da olmazdı. Bunun içindir ki melekler insanın yaratılışındaki maksad ve gayeyi ilk anda bilmediklerinden Cenab-ı Allah’a “orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın. Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişlerdi. (Bakara suresi 30. ayet)

İnsan öyle bir mahluktur ki onun mahiyetine kudretten ehemmiyetli cihazlar ve kaderden kıymetli programlar emanet edilmiştir. O emanetle insan kainat kitabını okuyup o kitabın Sahibi’ni ve Katibi’ni tanıyıp bilmek, O’na ibadet edip bütün mevcudat alemi adına O’na yönelmek vazifesini yüklenmiştir.
Gök ve zeminin ve dağların tahammülünden çekindiği ve korktuğu yüksek ve meşakkatlivazife ve emanetin mesuliyetidir bu.

İşte hususan ahirzamanın bu dehşetli zamanında bütün şartlar ve ortamlar insanlığı nefsine, heva ve hevesine meftun edecek, onun iradesini adeta mefluç edecek derecede gelişmişken insanın bu dünyada vazifesi nedir, nereden geliyoruz ve nereye gideceğizsorularının mahiyeti ve cevabı elbette her zamankinden daha ehemmiyetlidir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi, dünyayı herc ü merce getiren ve İslam mukadderatıyla alakadar olan dehşetli Cihan Harbi’ni bile hiç sormayıp merak etmediği halde, bugünkü müslüman toplumunun içine düştüğü durum içler acısıdır.

Şu anda herkes internet teknolojisinin bağımlısı olmuş vaziyette. Ve maalesef bu hazin bir vaziyet almış durumda.
Evde ve işyerinde, arabada veya uçakta, gezerken ya da okurken ve hatta ne hazin durumdur ki camide bile insanlar sosyal medya kanallarından kopma korkusu, akıllı telefon ve tabletlerinin şarjının biteceği endişesi içerisinde yaşıyorlar.
Halbuki insanoğlunun asırlardan beri hiç değişmeyen ve değişmeyecek olan daha büyük ve ebedi hayatı alakadar eder vazifeleri vardır.

Ahirzamanın dehşetli fitnelerinden ve deccalin kanallarından birisi de bugün bizleri bu vazifelere karşı daha duyarsız hale getiren bu bağımlılıklarımız olamaz mı?

Elbette ki bu imkanların da müspet yönde kullanılması ihtimal dışı değildir. Ama bunun da bir ölçüsü ve sırası olmalı değil midir?

Ömür sermayesi pek az.

Lüzumlu işler pek çoktur.”

(Asa-yı Musa sh. 20)

Bizler en büyük dairede en küçük ve muvakkat işlerimiz olmasına rağmen, bugün en fazla vaktimizi o dairelerde geçirmiyor muyuz?

Bu büyük dairede bugünkü malayani ve afaki işlerle uğraşmaya vesile birçok tablo vardır.

Müslümanlar olarak hassaten gelecek nesiller ve gençler için daha ayık ve uyanık olmak mecburiyeti vardır.

Ve şu şuuru akıllara ve kalplere adeta kök salacak şekilde iyice yerleştirmek vazifesi hepimizin üzerinde vardır.

Siyaset ve dünya işlerinden ve teknolojinin artık bizleri idare edecek derecede ilerlemesinden daha büyük hadise şudur ki:

“Herkesin iman mukabilinde bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen ve baki ve daimi bir tarla ve mülkü kazanmak ve kaybetmek davası başına açılmış. 

Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyunluk taunuyla çoklar o davasını kaybediyor.” (Asa-yı Musa sh. 21)

Abdulhadi Kahya / Araştırmacı – Yazar

Kaynak: NurRehberi.Com

www.NurNet.Org

Hüsnü Bayramoğlu ağabeyden Şuhur-u Selâse tebriği!

Hüsnü Bayramoğlu ağabeyden Şuhur-u Selâse tebriği!

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelen: Seksen sene bir manevî ömr-ü bâki kazandıran şuhur-u selâsenizi ve mübarek kudsî gecelerinizi ve Leyle-i Regaibinizi ve Leyle-i Mi’racınızı ve Leyle-i Beratınızı ve Leyle-i Kadrinizi ruh u canımızla tebrik ve her bir Nurcunun manevî kazançları ve duaları umum kardeşleri hakkında makbuliyetini rahmet-i İlahiyeden rica ve hizmet-i Nuriyede muvaffakıyetinizi tebrik ederiz. (Emirdağ-2, s.121)

Saniyen: Risale-i Nur’un bütün dünyada hususan Güney Amerika, Avusturalya ve Afrika ülkelerinde muhtelif dillere tercüme edilerek neşrini ve Nur medreselerinin tesisini seyahatlerimizde kısmen müşahede etmekten gelen mesruriyetimizi ve memnuniyetimizi müjde eder, oralardaki kardeşlerimizi ve diğer uzak diyarlarda Nurları neşreden kardeşlerimizi tebrik ederiz. Bu vesile ile Çin gibi komünist ve Rusya gibi eski komünist ülkelerde ehl-i iman ve Nur talebelerine yapılan mezalimin son bulması için ve medrese-i yusufiyelerde çile çeken kardeşlerimizin selameti için umum kardeşlerimizden dualarının devamını temenni ve rica ederiz. Üstadımızın:

İki dehşetli harb-i umumînin neticesinde beşerde hasıl olan bir intibah-ı kavî ve beşerin tam uyanması cihetiyle kat’iyen dinsiz bir millet yaşamaz. Rus da dinsiz kalamaz, geri dönüp Hristiyan da olamaz. Olsa olsa küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’an ile bir musalaha veya tabi olabilir. O vakit dört yüz milyon ehl-i Kur’an’a kılınç çekemez. (Emirdağ-2, s.72)

demesine binaen küfr-ü mutlakın ve metaryalizmin son kalıntılarının da inşâallah yakın bir zamanda bertaraf olacağını ve kardeşlerimizin de selamete çıkacağını ve Nurların da diğer dünya memleketlerinde olduğu gibi oralarda da kemal-i serbestiyetle neşrolacağını kaviyen ümit ederiz.

Hem Âlem-i İslam’daki mezalimin de son bulup, bütün hadisat-ı elîmanenin inşâallah rahmet-i İlâhiye ile son bulmasını için dua ediyoruz:

Evet, ben nasıl bu kış içinde baharı temenni ediyorum ve arzu ediyorum fakat irade edemiyorum, getirmeye teşebbüs edemiyorum. Öyle de hal-i âlemin salahını temenni ediyorum, dua ediyorum ve ehl-i dünyanın ıslahını arzu ediyorum fakat irade edemiyorum çünkü elimden gelmiyor. Bilfiil teşebbüs edemiyorum çünkü ne vazifemdir ne de iktidarım var.(Mektubat, s. 69)

diyen Üstadımızın da inşâallah buradaki ifadesindeki temenni ve duasına bizler de âmin diyoruz. Üstadımızın:

Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan zındıka ve dinsizlik ve anarşilik ve maddiyyunluğa karşı yalnız ve yalnız tek bir çare var: O da Kur’an’ın hakikatlerine sarılmaktır. Yoksa koca Çin’i az bir zamanda komünistliğe çeviren musibet-i beşeriye; siyasî, maddî kuvvetler ile susmaz. Yalnız onu susturan hakikat-i Kur’aniyedir.

Rehber Risalesi’ndeki Leyle-i Kadir meselesi, şimdi hem Amerika hem Avrupa’da eseri görülüyor. Onun için şimdiki bu hükûmetimizin hakiki kuvveti, hakaik-i Kur’aniyeye dayanmak ve hizmet etmektir. Bununla ihtiyat kuvveti olan üç yüz elli milyon uhuvvet-i İslâmiye ile ittihad-ı İslâm dairesinde kardeşleri kazanır. Eskiden Hristiyan devletleri bu ittihad-ı İslâm’a taraftar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için hem Amerika hem Avrupa devletleri Kur’an’a ve ittihad-ı İslâm’a taraftar olmaya mecburdurlar. (Emirdağ-2,s.54)

demesinden anlıyor ve ümit ediyoruz ki:

İnşâallah âlem-i İslâmı keşmekeşe sevk eden Batılılar –anarşistliğin verdiği zararlarla– bin pişman olarak ittihad-ı İslâm’a ve hakikat-ı Kur’aniyeye ister istemez taraftar olacaklar ve nev-i beşer de sulh-u umumîden gelen istirahat-ı âmmeye mazhar olacak.

Evet “Bu âhir zaman çok çalkalanıyor, bu fitne-i âhir zaman acib şeyler doğuracağını ihsas ediyor.” (Barla Lahikası s.339)

Risale-i Nur’un neşrindeki fütuhatı hülasaten de olsa bahsetmek çok uzun olacağı için şimdilik ehemmiyetli gördüğümüz; Üstadımızın yirmi büyük mecmua kadar fütuhata medar olacağından bahsettiği ve aynen şöyle denildiği:

Aziz, muhterem kardeşimiz Tahsin Bey!

Leyle-i Kadrinizi tebrik eder, muvaffakıyetler dileriz. Üstadımız size hususi selâm ediyor. Dedi ki:

Tahsin’in neşrettiği Tarihçe-i Hayat yirmi büyük mecmua kadar fayda verdi, fütuhat yaptı. Şimdi bir parça ilişmelerine kat’iyen merak etmesin. Nazar-ı dikkati celbettiği için büyük bir ilanname hükmüne geçti. Şimdiye kadar nasıl ki yirmi senedir yirmi büyük mecmua perde altında intişar etmesiyle çok büyük fütuhata medar oldu. Tarihçe-i Hayat’ın da perde altında intişarı inşâallah aynı neticeyi verecek. (Emirdağ-2 s.235) 

Şimdi bu Tarihçe-i Hayat’ın Türkçesinin aynı tercümesi daha evvel Rusça ve Almanca’sının neşri gibi inşâallah yakın bir zamanda Arapça ve İngilizce’sinin de tercüme ve tashih safhalarının da bitmek üzere olduğunu ve aynen neşredileceğini müjdeliyoruz. Ve böylece Üstadımızın “Muhtelif meslek ve meşreplere mensup bulunan muharrirlerin indî mütalaalarına ve ediblerin yersiz mübalağalara kaçan kalemlerine havale edilerek safiyeti bozulmamış…” olarak tanıtılmasına, Risale-i Nur’un ve Üstadımızın sıddıkiyet mesleğinin ve azami ihlas, azami sadakat, azami fedakarlık, iktisat ve istiğna meşrebinin muhafazasına büyük hizmet edeceğine inanıyoruz.

Tarihçe-i Hayat konusunu birçok yönleri ile ehemmiyetli görüyoruz ve nazara vermek istiyoruz. Çünkü Üstadımızın vasiyetnamesinde ifade ettiği gibi:

Biz de Üstadımızdan sorduk:

Kabri ziyarete gelenler Fatiha okur, hayır kazanır. Acaba siz ne hikmete binaen kabrinizi ziyaret etmeyi men’ediyorsunuz?

Cevaben Üstadımız dedi ki: Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki Firavunların dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi enaniyet ve benliğin verdiği gafletle; heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları, mana-yı harfîden mana-yı ismîyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevî istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiş olmaları ile; eski zamandaki lillah için ziyarete mukabil ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevî şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verir, öyle ziyaret ediyorlar. Ben de Risale-i Nur’daki a’zamî ihlası kırmamak için ve o ihlasın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem şarkta hem garpta hem kim olursa olsun okudukları Fatihalar o ruha gider.

Dünyada beni sohbetten men’eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle beni sevap cihetiyle değil, dünya cihetiyle men’etmeye mecbur edecek, dedi.

Hizmetinde bulunan talebeleri

(Emirdağ -2 s.204)

Üstaddan sonra kaleme alınan bir kısım hatıralar ve Üstad ve talebelerine dair yazılan menkıbelerin mana-yı harfiden, mana-yı ismiye çevirir mahiyeti, sıhhati, Nur mesleğine uygunluk derecesi, belagatça muvazenesi noktasında kardeşlerimizi ikaz etmek istiyoruz. Çünkü Risale-i Nur’un ehl-i dalalete ve maddeci felsefeye galebesinin sırrını taşıyan:

Hattâ ilm-i mantıkta “kaziye-i makbule” tabir ettikleri, yani büyük zatların delilsiz sözlerini kabul etmektir, mantıkça yakîn ve kat’iyeti ifade etmiyor belki zann-ı galible kanaat verir. İlm-i mantıkta bürhan-ı yakînî, hüsn-ü zanna ve makbul şahıslara bakmıyor, cerh edilmez delile bakar ki bütün Risale-i Nur hüccetleri, bu bürhan-ı yakînî kısmındandır.

Çünkü ehl-i velayetin amel ve ibadet ve sülûk ve riyazetle gördüğü hakikatler ve perdeler arkasında müşahede ettikleri hakaik-i imaniye, aynen onlar gibi Risale-i Nur ibadet yerinde, ilim içinde hakikate bir yol açmış; sülûk ve evrad yerinde, mantıkî bürhanlarla ilmî hüccetler içinde hakikatü’l-hakaike yol açmış ve ilm-i tasavvuf ve tarîkat yerinde, doğrudan doğruya ilm-i kelâm içinde ve ilm-i akide ve usûlü’d-din içinde bir velayet-i kübra yolunu açmış ki bu asrın hakikat ve tarîkat cereyanlarına galebe çalan felsefî dalaletlere galebe ediyor, meydandadır. (Emirdağ-1 s.91)

gibi ifadelerde yerini bulan mesleğindeki prensipleri rencide ediyor. Üstadımızın Tarihçe-i Hayat’ın içine Ayetü’l-Kübra ve Münâcat gibi bahisleri bizzat kendi tensibi ile koydurması bu nokta-i nazardan manidardır.

Hem Üstadımızın Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said gibi tabirleri, bazı muharrirlerin yazdığı ve tercümelere de akseden yanlış bilgi, değerlendirme ve kıyaslarda Üstadımızın asıl Tarihçe-i Hayat’ının nazara verilmesi ve Arapça ve İngilizce ve diğer dillerde doğru tercüme ve neşirleri ile inşâallah tashih olur. Âlem-i İslam ve beşeriyet de doğru tanıma imkanına kavuşur ve Üstadımızı siyasi bir lider gibi göstermeye çalışan bazı muvazenesiz beyanlar da böylece bertaraf olmuş olur. Üstadımızın hayatında herhangi bir tutarsızlık ve sünnet-i seniyye ve şeriat-ı Muhammedîye muhalif bir hâlet olmadığını da tahkik etmiş olur. Zira:

Herhangi bir iklimde zuhur eden bir ıslahatçının mahiyet ve hakikatini, sadakat ve samimiyetini gösteren en gerçek miyar; davasını ilana başladığı ilk günlerle, muzaffer olduğu son günler arasında ferdî ve içtimaî, uzvî ve ruhî hayatında vücuda gelen değişiklik farklarıdır, derler.

Mesela, o adam ilk günlerde mütevazi, âlîcenab, feragat ve mahviyetkâr, hülâsa; bütün ahlâk ve fazilet bakımından cidden örnek olan gayet temiz ve son derecede mümtaz bir şahsiyetti. Bakalım, cihadında muzaffer olup hislerde, emellerde, gönüllerde yer tuttuktan sonra yine o eski temiz ve örnek halinde kalabilmiş mi? Yoksa zafer neşesiyle birçok büyük sanılan kimseler gibi yere göğe sığmaz mı olmuş?

İşte büyük küçük herhangi bir dava ve gaye sahibinin mahiyet ve hakikatini, şahsiyet ve hüviyetini en hakiki çehresiyle aksettirecek olan en berrak âyine budur.

Tarih boyunca, bu müthiş imtihanı kazanmanın şaheser misalini, evvela peygamberler ve bilhassa Sultanü’l-enbiya (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz, sonra onun halife ve sahabeleri ve daha sonra onların nurlu yolunda yürüyen büyük zatlar vermişlerdir.

Peygamber Efendimiz, şu اَلْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ الْاَنْبِيَاءِ yani “Âlimler, peygamberlerin vârisleridirler.” hadîs-i şerifleriyle âlim olmanın pek kolay bir şey olmadığını, i’cazkâr belâgatları ile beyan buyuruyorlar.

Zira mademki bir âlim, peygamberlerin vârisidir; o halde hak ve hakikatin tebliğ ve neşri hususunda, aynen onların tutmuş oldukları yolu takip etmesi lâzımdır. Her ne kadar bu yol; bütün dağ, taş, çamur, çakıl, uçurum, daha beteri takip, tevkif, muhakeme, hapis, zindan, sürgün, tecrit, zehirlenme, idam sehpaları ve daha akıl ve hayale gelmeyen nice bin zulüm ve işkencelerle dolu da olsa…

İşte Bedîüzzaman, yarım asırdan fazla o mukaddes cihadı ile bütün ömrü boyunca bu çetin yolda yürüyen ve karşısına çıkan binlerle engeli bir yıldırım sürati ile aşan ve peygamberlerin vârisi olan bir âlim olduğunu amelî bir surette ispat eden bir zattır. (Tarihçe-i Hayat, s.7-8)

Hülasa: Üstad Bedîüzzaman Hazretlerini doğru tanımak isteyenlere ve Risale-i Nur’un mesleğini öğrenmek arzu edenlere bizzat Üstad’ın kendi talebe ve hizmetkârlarının kaleme aldığı, kendisinin de tashih ve tasvib ettiği, Üstad hayatta iken Tahsin Tola ve Ankara’daki Nur talebeleri tarafından neşredilen, Nurcular arasında Külliyatın bir parçası olarak kabul edilen Tarihçe-i Hayat kâfi ve vafidir.

Dua eden dua isteyen

Bediüzzaman hazretlerinin hizmetkarı

Hüsnü Bayramoğlu

 

www.NurNet.Org

Sûretperestlik

Sûretperestlik

 

Tenbih: Lafızperestlik nasıl bir hastalıktır.. öyle de; suretperestlik ve üslûbperestlik ve teşbihperestlik ve hayalperestlik ve kafiyeperestlik şimdi filcümle, ileride ifrat ile tam bir hastalık ve manayı kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktır.[1]

 

Bu yazı alemimde çoktan yer etmiş lakin alemimde kalmış olan bir düşüncemin mahsulüdür.

 

* Ahirzamanın muvazzafı olan Bediüzzaman, Konuşmak ve konuşkan olmak bir hastalık olduğunu bize söylemiştir.

 

* Tıpkı bu konuşkanlık hastalığı gibi Görünüşe Ehemmiyet vermek ve kendi ile alakadar olan şeylerle meşgul olmak ve bu hevese hizmet eden her şeyi mübah görmekte bir hastalıktır.

* Bir başka hastalık ise Benzemek ve Benzetilmektir.

* Diğer birisi ise Hayal Aleminde Yaşamaktır.

* Daha bir başkası ise Vezinli Ve Şairane Konuşmaktır.

 

Bunları ahirzamanın hekimi Bediüzzaman Said Nursi 1908lerde keşfetmiş miladi 20. Asrın hastalıklarının emarelerini reçete etmiştir. Ozamanlar bu hastalık belirtileri çıkmış mürur-u zamanlar bu emareler illet ve hastalık olacağını söylemiştir. Bunları ele alalım.

 

İnsanlar şu teknolojik asırda, teknolojinin getirdikleri ile bu maraz-ı hafiler daha da tezayüd etmiştir.

İşin bir başka yanı ise aynı hastalığa mübtela olanlar birbirini bulmuştur. Bu sayede aynı mizaç sahibleri birbirlerini tanımıştır.

 

Konuşmak yani lafızperestlik ise almış başını gidiyor. Avamca “ağzı olan konuşuyor.” sözü buna bakıyor.  Konuşmak eğer haddinden fazla ve lüzumsuzsa insan vicdanındaki boşluğu gidermek ve vicdanını susturmak için yapmaktadır ibadetlerde noksanlık varsa.

 

Güzel konuşmak bir sanattır yani sanat-ı ilahiyedir. Lakin kendisine bu istidad verilmemiş olanlar bu kabiliyeti kazamak için konuşmaya çalışması da komik şeylere sebep olmaktadır. “Fıtrî karagözlülük, sun’î (yapma) karagözlülük gibi değildir. Yani yapma ve sun’î olan bir şey ne kadar güzel ve ne kadar kâmil olursa olsun, fıtrî ve tabiî olan şeylerin mertebesine yetişemez ve onun yerine kaim olamaz. Herhalde sun’îliğin yanlışlıkları, onun ahvalinden, etvarından belli olacaktır.[2]” bazan görürüz büyük gaflar yapılır bu işte bu meselenin mücessem misalidir. Farklı düşünüp farklı konuşmanın bir tezahürüdür. Bir zaman bazılar bu sun’iliğe aldansa da daim aldatamayacaktır. Bir süre sonra bu iğfal, aldatma son bulacaktır. Bazıları da bu sözlerle sihir yapmakta o başka mesele her ne ise.. vezinli ve şairane konuşmakta bunun benzer bir versiyonudur.

 

Hayal aleminde yaşamak ise bu zamanda bir çok kimsenin tv dizileri sebebiyle zihninde tahayyül hattinden fazla gelişmekte ve zihnin/dimağın diğer 6 kısmını yutmak derecesine gelmektedir. Hayal alemi o kadar o kadar şişiyor ki insanı adeta parmaklıkları hayaldan örülmüş olan bir hapishane.. veya sanal kurgusal alemde insan yaşamakta. Bu aleme hassaten hanımlar ve çocuklar müptela olmaktadır. Çünkü tv ile ekseriya hemhal olanlar bunlar. Erkekler de yok mu bir hayli erkeklerde de var. Yolda giderken kendi kendine konuşan, elinden tableti, telefonu düşmeyen fertler artmakta.

 

İşte bu kitlenin ortak noktası tahayyül hapishanesinde mahkum olmalarıdır. Kalabalıklaşan dünyada, teknolojinin getirdiği hayal alemine kapanan insanlar yalnızlaşmaktadır. Bir yerde çay içmek için giriyorsunuz ellerde telefonlar 4 – 5 kişi oturuyor aynı masada lakin herbiri bir dünyadalar.

 

“Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer’-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik zînetleri.[3]” bu mesele hakikaten gerçektem müthiştir dehşetlidir. Uçurmuş tabirini üstad kullanmış. Erkekler işe gitmesi ile hanımların evde tv, internet vb ile başbaşa kaldığı muhakkaktır. Uydu bağlantısı olan tv ve internet yukardan eve gelmekte ve onlarla hemhal olan hanımlar o uydu bağlantıları ile adteda evinden uçmaktadır. Ya başkasının telefonuna ya bilgisayarına konmaktadır.

 

Hal böyle olunca kıymetsiz bir şey olarak hanımlarımız, kardeşlerimiz kendilerini heder etmekteler. Tv ve internetten, tablet vb şeylerden uzak durmaları ile hürmetlerini kazanacaklarını görmek zor değildir. Rahatları evdedir, huzurları ailededir.

Bir başka maraz ise suretperestliktir. Bu maraz belki hayalperestlik marazının içerisinde bir şeydir veya hayalperestlik marazının afaki dışa vurumudur. Yani hayalhapishanesine hapsolmanın enfüsi iç alemi hayalperestlik, dış alemde görünen şekli ise suretperestliktir.

 

Bu suretperestlik o kadar sirayet etmiş ve derimize yapışmış ki adeta suretperest olmayanımız yok gibi. Teknolojide bu suretperestliği körüklemekte. Mesela tweter, facebook, watsapp vb uygulamalara bakılınca birisinin sayfasına girin muhtelif zaman, zemn, şekillerde çekilmiş fotoğraflar dolu. Yeni bir kıyafet, güzel bir sofra veya bir aile fotoğrafı veya.. veya.. gibi. Bunların hepsi suretperestlik belirtileridir.

 

Bir zamanlar birisinden resim almak büyük maharetken şimdi her yerde nerede ise hassasiyeti kaybolmuş veya gaflete düşmüş olanlarımızın fotoğrafları bulunmakta. Fotoğraf vermek birisine, bir zamanlar başka manaya gelirken şimdi ise nerede ise ahlaksız fotoğraflarla heryer doldu. Reklam panoları, afişler.. şunlar bunlar.

 

Mesela birisinin evine ziyarete gidiyorsun duvarda, orada burada muhtelif fotoğraflar var. Herkes görsün diye oralara koyulmuş. İnsan nasıl kıskanmadan öyle şeyleri serpiştiriyor anlamıyorum. Sonra ortaya abuk subuk nesil ve fikirler türemekte.

 

Geçenlerde birisinin üzerinde bir tşört ve şu yazmakta “my mother a whore” yani “benim annem fahişe” yazmakta. Bu Müslüman ülkesinde böyle düşünün siz ötesini.

 

“Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder.

 

Halbuki açık-saçıklık, samimî hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir.

 

Hususan suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasılki merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverane bakmak, derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.[4]

 

         Bir kadının açık saçık olarak sokaklarda dolaşması ise

“yarım çıplak hanımlardır ki, açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar… o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar.[5]

 

“o bıçaklı bacaklar Cehennem’in odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadakatı kaybettiği için, hilkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasib kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına bela bulur.

 

Hattâ bu hâlin neticesi olarak o âhirzamanda, bazı yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riayetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahibsiz, kıymetsiz bir surete gireceği, hadîsin rivayetinden anlaşılıyor.[6]

Tv şu anda topluma ahlaksızlık akıtan bir kanalizasyon gibi. Hem ahlakı tahrip ediyor hem insanları tahayyüle hapsediyor. Hayalde neler düşünüyor bilinmemekte. Zaten Geleneksel aile yapımızı dinamitleyen bu neidüğü belirsiz film/diziler değil mi? Evlenenler neden bir kısmı senesini doldurmadan ayrılmakta ve ALLAH’ımızın sevmediği bir şeyi işlemeye sevkeden sakın bu kanalizasyon olmasın?

 

Açık saçıkla insanları manen bozup siretini domuza kadar giden bir hal’e getiriyor. “Şu medenîlerden çoğunun, eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır. Sîreti olur suret.[7]Bu vecize siret-i beşerin siretinin bozulma sıralamasını yapmakta. Başta taklit eder bu maymun vasfı, sonra sinsi ve içten pazarlıklı olur tilki vasfı, sonra başkasına zarar verir bu yılan vasfı, sonra laftan anlamaz ve kaba kuvvete güvenir ayı vasfı, sonra artık apolitik yani kutsal hiçbir şeyi önemsemeyen bir vasfa gelir bu ise hınzır-domuz vasfı. Domuzlaşan birisi artık ne namusunu kıskanır ne de bir kutsala önem verir.

 

Tv’de  sefahet ahlaksızlık işlene işlene artık insanlar günahlara duyarsız hale getiriliyor. Bu ise siretini bozuyor ve ruhunu incitiyor. Bir çok şeyi normal görüyor. Bu zamanda olur mu böyle günah ayıp sene 2015 olmuş gibi şeyleri söyletiyor. Beşeriyetin yoluna dinamit koyup beşeriyetin kanını ve ahlakını içiyor sömürüyor sömürüyor! Geride ise içerisi boşaltılmış ve özü gitmiş sadece posası kalmış bir nesil görüyoruz.

 

Ahlaken ve maneviyaten çöken kimseler ruhunun sıkıntısını bastırmak için çeşitli şeylerle meşgul olur. Bu meşguliyetler ise ekseriya heva ve hevaperestane olan şeylerdir.

 

“Ve nefsin tapacak derecede sanem ittihaz ettiği mahbublardan yüzünü çevirtmektir.[8]o halde aklı başında olan insan için Kabedeki putları yıkmaktan daha zor olan içimizdeki putları yıkmak elzemdir, elzemdir, elzemdir. aksi halde putlarımız çoğalacak ve başkalarını ilah edinmek kaçınılmaz olacaktır.

 

İç alemde hayalperestlik dış alemde suretperestlik olan bu hal kalb ve ruhtaki marazı işletiyor. Bizler de Risale-i Nurun eczaları ile marazlarımızı tedavi etmekten başka bir çıkış yolu görünmemekte.

 

         Tv, telefonlar ve oyunlar, internet vb. şeylerden uzak durarak hayal mahkumiyetinden kurtulabiliriz.

 

Selam ve Dua ile

 Muhammed Numan ÖZEL

[1] Muhakemat ( 88 )

[2] İşarat-ül İ‘caz ( 106 )

[3] Sözler ( 727 )

[4] Sözler ( 410 )

[5] Gençlik Rehberi ( 25 )

[6] Gençlik Rehberi ( 26 )

[7] Sözler ( 712 )

[8] Mesnevi-i Nuriye ( 88 )

 

www.NurNet.Org

M.Said Özdemir’in Regaib Kandili ve Üç Aylar Tebrik Mektubudur

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN TALEBELERİNDEN
M.SAİD ÖZDEMİR’İN REGAİB KANDİLİ VE ÜÇ AYLAR TEBRİK MEKTUBUDUR.

   Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü!

           Aziz sıddık halis Hizmet-i Kur’anda hakikatli fedakâr kardeşlerimiz.

           Evvela binler selam ve muhabbetlerimi takdim ederim Allah-ü Teala’nın lütuf ve ikramı ile bir bayram-ı ilâhi olan, bire binler kazandıran, uhrevi bir ticaret pazarı cennet ve ebedi saadet müjdeleri getiren, mübarek şuhur-u selâseye (üç aylara) bugün girmiş bulunuyoruz. Her bir dakikasının uhrevi değeri baha biçilmez pırlanta ve elmas kıymetinde olan bu mübârek üç ayları gafletle boşa giden dünyevi uğraşmalarla değil de, rıza-i ilahiyi ve şefaat-i peygamberiyi kazandıracak ihlâslı ameller, ibâdetler, kıraatler, hizmetler, makbul oruçlarla geçirmeyi cümle kardeşlerimize cenâb-ı hak nasib buyursun âmin.
         Bu gece, Allah indinde çok makbul bir gecedir. Bu gecede Resul-i Ekrem (A.S.M) çok büyük ni’metlere, feyizlere, tecelliyat-ı cemaliyeye ve kemaliyeye mazhar olmuşlardır. Mü’minlerde bu gecede Cenâb-ı Hakk’ın ikram ve ihsanat-ı ilâhiyesine, mârifet ve muhabbet nurlarına mazhar olacakları bir gecedir.
          Bu geceyi uyku ile gafletle geçirmemek lazım. Bediüzzaman hazretleri bu gecelerde yanındaki talebelerini uyutmazdı. Bu gecenin gündüzünü oruçla gecesini de sabaha kadar Kur’anla, namazla, zikirle, Hizbu’l- Hakaik okumakla ihya etmek lazımdır.
          Bu mübârek aylarda kalb ve ruhu harekete geçirmeli, çokca kur’an-ı kerim okumalı. Kur’an-ı Kerim’in bu aylarda  her bir harfinin  iki yüz, üç yüz ve binler sevabı var. Ne mutlu her gün cevşen, Delailinnur, Evrâd-ı kudsiyye, Münacatü’l-Kur’an, Tahmidiye okuyana.
          Bu mübarek  aylarda Cep boy veya orta boy Risâle-i Nur kitaplarını alıp okumıyanlara, alamıyanlara  on günlüğüne verip, alıp başkasına vermek suretiyle nurları okutmak, en büyük bir sadakadır.Sadaka belayı def eder ömrü uzatır. Malın, paranın, zekatını Ramazanda vermek bin katlı sevabı var. Geceleri teheccüd namazı kılmak, mârifet ve muhabbet-i ilâhiyyeye medardır. Bu arada her gün 15-20 sahife Risale-i Nur okumayı kat’iyyen ihmal etmemeli. Çünkü Risale-i Nur’u okumak hem ilimdir, hem marifettir, hem tefekkürdür, hem zikirdir, hem ibadettir.
          Bu dünya bir misafirhanedir, ebedi yolculuğa ne zaman çıkacağımız belli olmaz.Cenâb-ı Hak size ve bize uzun bir hizmet ömrü ihsan buyursun. Sanki yolculuk çok yakınmış gibi, bire binler kâr veren bu mübarek aylarda aşk ve şevkle ibadet ve takvaya sarılalım, hayırlı ve nurlu kur’an hizmetlerine nefes nefese koşalım. Nurları dünyanın dört bir bucağına ulaştıralım. Yeryüzünün hiçbir köşe ve bucağında Kur’an nurlarını duymadık bir kimse kalmasın Milyonlar insanların ebedi saadetlerine inşa-allah vesile olalım Rıza-i ilâhiye ve şefaat-ı peygamberiye inşaallah mazhar olalım.
          Cenab-ı Hak sizleri ve bizleri âhir nefesimize kadar Risale-i Nurdan ayırmasın, hakiki nur talebesi etsin. Bu mübarek üç ayları rıza-ı ilahiye muvafık olarak hakkı ile değerlendirmeyi nasib etsin, üstad hazretlerine komşu etsin, şefaat-i peygamberiye mazhar kılsın âmin,âmin,âmin…

           Hususan  dualarınızı rica eden  ağabeyiniz.

 M.Said Özdemir

www.Nur.Gen.Tr ‘den iktibastır!

www.NurNet.Org

Bediüzzaman Said Nursi’den Üç Aylar Tebriki.

Aziz, sebatkar, fedakar, sıddık kardeşlerim,

 … Gelecek bayramınızı tebrik ederim. وَالْفَجْرِ * وَ لَيَالٍ عَشْرٍ kasem-i Kur’aniyle fevkalade kıymetleri tahakkuk eden o mübarek gecelerde ve seherlerde mübarek kardeşlerimin mübarek duaları hem bana, hem ehl-i imana çok bereketli ve nurlu olmasını rahmet-i Rahman’dan niyaz ederim.

 Aziz, Sıddık Kardeşlerimiz,

 … Leyâle-i aşerenizi ve gelen îdinizi , ruh-u canımızla tebrik ve o çok mübarek gecelerdeki a’mal-i salihanızın ve dualarınızın makbuliyetini Rahmet-i İlahiye’den niyaz ediyoruz.

Bu on gece Kur’an-ı Azimüşşan’ın وَالْفَجْرِ * وَ لَيَالٍ عَشْرٍ kasemi ile, onlara verdiği ehemmiyete binaen o geceler Leyle-i Kadir ve Beraat ve Mi’rac nev’inde büyük kıymetleri var.

 Çünkü: Hac sırrıyla bütün Alem-i İslam namına her taraftan gelen binler hacıların bütün kâinatla alakadarane bir tarzdaki makbul hasenatlarına ve ümmet-i Muhammed’e (A.S.M.) hakkında ettikleri dualarına o gecelerde amâl-i sâliha ile meşgul olan mü’minler hissedâr oluyorlar. İnşaallah Nur şâkirdleri o büyük kazanca mazhardırlar. Hatta diyebiliriz ki; uykuları da ibadet sayılır.

 Elbette böyle ağır şerait içinde gayet ciddiyet ve tam gayret ile ulûmun en yüksek derecesindeki îmân ve Kur’an hakikatlarının dersinde en mükemmel talebelik vazifesini yapan Nurcular, bu leyâle-i aşerede uykuda dahi Nurlarına tam mazhardırlar.

Umumunuza birer birer selam ve selamet ve dâreynde saadetlerinize dua eden kardeşiniz.

 اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Said Nursî

www.NurNet.Org