Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

Cuma Duası (Cumanız Mübarek Olsun)

Peygamberimiz(ASM)’ın Duâlarından Bazıları (devamı):

“Ey, Rabbim! Gayb ilminle ve halk üzerine kudretinle, hayatı benim için hayırlı gördükçe beni yaşat, ölü­mü benim için hayırlı gördüğün zaman da beni vefât ettir. Ey Rabbim! Gizlide ve açıkda senden haşyetini istiyorum. Rızâ hâlinde de, gadab hâlinde de ihlâs sözünden ayırmamanı istiyorum, fakirlikte de zenginlikte de i’tidâlden ayırmamanı istiyorum. Senden tükenmez bir ni’met, kesilmez bir göz ferahlığı (yüzde açıkça görülen neş’e ve huzûr) istiyorum. Senden beni kazâna râzı kılmanı, ölümden sonra yaşamanın serinliğini istiyorum. Senden yüzüne bakmanın lezzetini; sana kavuşmanın şevkini istiyorum. Bütün bunları zarar vericinin zararından, sapdırıcı bir fitneden uzak olarak vermeni istiyorum. Ey Rabbim! Bizi îmân zîynetiyle süsle, bizi doğru yolda olan hidâyet rehberleri kıl.” (7)

Ey Ebû Bekr’in kızı! Sana diğer duâları da için­de toplayan duâları söyleyeyim mi? Şöyle duâ et:

“Ey Rabbim! Senden bildiğim ve bilmediğim hayrın hem çabuk, hem geç olanını istiyorum. Ey Rabbim Re­sûlünün senden istediğini istiyorum, Resûlünün sana sı­ğındığı şeyden ben de sana sığınıyorum. Allah’ım benim için kaza ettiğin şeyin âkibetini doğru yola ulaştır.” (8)

“Sana bir kısım sözler öğreteyim mi ki, Allah Teâlâ kimin hayrını murâd ederse onları ona öğ­retir, sonra ebediyyen unutturmaz. De ki:

“Ey Rabbim! Ben zayıfım, rızân yolunda benim zaa­fımı kuvvetlendir. Beni nâsiyemden tutup hayra sevk et. İslâm’ı rızâmın en son noktası kıl. Ey Rabbim, ben zayıfım, beni kuvvetlendir. Ben zelîlim beni azîz kıl. Ben sana muhtacım, beni rızıklandır.” (9)

“Ey Rabbim! Acizlikten, tenbellikten, korkaklıktan cimrilikten, eli kolu dökülür derecede takatsızlıktan kasvetten, gafletten, zilletten, azlıktan, meskenetten sana sığınırım. Fakirlikten, küfürden, fısktan, şekavetten, nifaktan, yapdığını insanların duyması ve medh etmeleri için yapmaktan, riyâdan, sana sığınırım. Sağırlıktan, dilsizlikten, delilikten, cüzzamdan, abraslıktan ve kötü hastalıklardan sana sığınırım.” (10)

Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâasında: “Ey Rabbim! Beni, iyilik ettiği zaman sevinen, kötülük ettiği zaman istiğfar edenlerden kıl.” (11)

Ekseri duâları:

“Ey kalbleri çekip çeviren Rabbim! Kalbimi dînin üzere sâbit kıl.” İdi.. (12)


(7) el-Camiu’s Sağir.
(8) İbn Mâce, Duâ, 4.
(9) Râmüzü’l-ehâdis.
(10) Benzeri hadisler Buhârî, Deavât, 39, vd.
(11) Camiu’s-Sağir.
(12) Tirmizî, Deavât, 85.

Cuma Duası – Cumanız mübarek olsun

ANA-BABA VE MÜ’MİNLERİN İYİLİĞİ İÇİN YAPILABİLECEK DUA

“Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru. (Bakara, 2/201)

Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma!

Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet. Bizi bağışla. Bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et. (Bakara, 2/286)

Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım et.” (Al-i İmran, 3/147)

“Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al.” (Al-i İmran, 3/193)

“Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’raf, 7/23)

“Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve inananları bağışla.” (İbrahim, 14/41)

“Ey Rabbimiz! Biz inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.” (Mu’minun, 23/109)

“Rabbim! Bağışla, merhamet et. Çünkü sen merhamet edenlerin en hayırlısısın!” (Mu’minun, 23/118)

“Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır, gerçekten onun azabı sürekli bir helâktir! Şüphesiz, ne kötü bir durak ve ne kötü bir konaktır orası.” (Furkan, 25/65-66)

Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet, dedi. Allah da onu affetti. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Kasas, 28/16)

“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.” (Haşr, 59/10)

Ey Mazlumların Ahını İşiten Allah’ım!

Ey mazlumların ahını işiten Allah’ım! Filistin’e ve tüm İslam âlemine dua için ellerimizi Sana açtık! Dualarımızı kabul buyur Allah’ım!  Filistinli kardeşlerimize yardım eyle, onlara muzafferiyet nasib eyle…Mübarek kıldığın Mescidi Aksa’yı ve mazlumları koru Ya Rabbi…Yalnız sana ibadet ederiz yalnız senden yardım isteriz.

Cebbar ismini Filistin’in imdadına ver. Kardeşlerimize kafir topluluk karşısında dirayet nasib eyle. Kahhar isminle de İsrail terör devletinin altını üstüne getir. Ordularının düzenini dağıt! Sinsi oyunlarına fırsat verme! Kan içicilerin şerrinden kardeşlerimizi koru!… Kâbe’ni yıkmaya gelen Ebrehe ordularını yerle bir eden Ebabil kuşlarını, Mescid-i Aksâ’nı yıkmaya çalışan katil İsrail ordusunun üzerine de gönder Allah’ım! Ey Hayr’ül-Mâkirîn; Planı/tuzağı en üstün/hayırlı olan! Siyonist katillerin Filistinli müminler için kurdukları tuzakları boşa çıkar! Zalimlerin hazırladıkları sinsi tuzakları kendi başlarına geçir Allahım! İslam’a zafer ver ya Rabbi!…

Ya Allah, Ya Rahman, Ya Rahim, Ya Ferd, Ya Hayy, Ya Kayyum, Ya Hakem,Ya Adl, Ya Kuddüs

İsm-i Azamın hürmetine, güzel isimlerin hürmetine, görünmeyen ordularınla Filistin’e ve tüm âlem-i İslama yardım eyle.  Dualarımızı kabul eyle, Ey bütün duaları işiten ve cevap veren Mücib!

Âmin Âmin Âmin

Abdülkadir  Haktanır

www.NurNet.org

Kumeyl Duası (Cumanız Mübarek Olsun..)

Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla

Allah’ım! Sen’den isterim;.. Her şeyi kaplayan rahmetinden: O’nunla her şeyi kahrettiğin kuvvetinden; önünde her şeyin boyun eğdiği ve önünde her şeyin zelîl olduğu ve kendisiyle her şeyi alt üst ettiğin kurtulunmaz ceberûtundan; ve karşısında hiçbir şeyin duramadığı izzetinden; ve her şeyi çevreleyen azâmetinden; ve her şeyin üzerinde (hakim olan) saltanatından; ve her şey yok olduktan sonra da bâkî kalan vechinden; her şeyi ihâtâ eden ilminden; ve.. her şeyi aydınlatan vechinin nurundan;.. (isterim!..).

Ya Nur! Ya Kudüs! Ya Evvel’el-evvelîn! Ve Ya Ahire’l-ahirin! (olan) Allah’ım! İsmet perdesini yırtan günahlarımı affet!.. Allah’ım! Bedbahtlıkların işine sebep olan günahlarımı mağfiret et!.. Allah’ım ni’metleri değiştiren günahlarımı mağfiret et!.. Allah’ım! Duaların kabülünü engelleyen günahlarımı affet!.. Allah’ım! Belalar getiren günahlarımı affet!.. Allah’ım! İşlediğim bütün günahları ve yaptığım bütün hataları affet! (Hepsini bağışla!)!..

Allah’ım! Senin zikrinle sana yaklaşırım ve senin zâtınla senden şefaat diliyorum; ve cömertliğinden beni kendine yaklaştırmanı diliyorum; ve bana şükrünü öğretmeni ve zikrini ilham etmeni… (diliyorum…)!..

Allah’ım! Ben Sen’den ‘huzu’, ‘hâl-i tezellül’, ‘hûşu’ ve bana müsâmaha etmeni ve merhamette bulunmanı, bana verdiğine (beni) razı kılmanı ve kanaatkâr etmeni ve her durumda mütevâzi kılmanı ‘istek(ler) olarak’ istiyorum!..

Allah’ım! Senden, ihtiyacı şiddetli olan ve hâcetini zorluklar anında kapına getiren ve senin katında istediğinde rağbeti olan kimsenin istedikleri(ni ve onun gibi) istiyorum!..
Allah’ım Senden, ‘sultanlığın’ Azim’dir (uludur) ve mekânın Yüce’dir ve tedbirin de hâfi’dir. Ve emrin zahir’dir; kahrın ğaibdir; kudretin ise yaptırıcıdır. Ve Senin hükümranlığından kaçmak imkansızdır!..

Allah’ım!.. Senden başka günahlarımı bağışlayıcı, suçlarımı setr edici ve kötü amel(ler)imi iyiye çevirici (hiçbir güç, asla) bulamam! Sen’den başka asla ilâh yoktur, ancak sen varsın! Tesbih de sana, hamd de Sana’dır! Kendime zulm ettim ve câhilliğimden dolayı itâât etmedim! Beni eskiden beri unutmadığından ve bana olan lütfundan dolayı kalbim rahat etti!..

Allah’ım! Sen benim Mevlâmsın, her kötülüğümü örtersin; başıma gelen her ağır belayı hafifletir, azaltırsın! Ne (çok) günah belalarından beni korur ve ne (kadar) çirkin işleri benden giderirsin! Lâyık olmadığım halde, ne güzel övgüler yağdırdın üzerime!..

Allah’ım! Belâm büyük, kötü halim haddi aşmış ve amelim de elimi kısaltmıştır. Zincirlerim beni çökertti, emelimin uzunluğu beni her faydadan alıkoydu; dünya gururuyla, nefsim de cinayetleriyle ve kayıtsızlığıyla beni (büsbütün) aldattı!..

Ya Seyidim! Senin İzzetinden; kötü amelimin ve işlerimin, dualarımın sana ulaşmasına engel olmamasını dilerim! Sakladığım, ama senin bildiğin gizliliklerimle beni rezil etme! Ve gizlice işlediğim kötü amellerimden, günahlarımdan, devam eden aşırılılarımdan, cahilliğimden, şehvetlerimin çokluğundan ve gafletimden dolayı beni cezalandırmada acele etme!..

Allah’ım! İzzetin (hakkı) için bana karşı her durumda acıyıp, bağışlayıcı; ve her işimde yardımcı ve kolaylaştırıcı ol!.. Ya İlahi! Ya Rabbi! Kötü halimi düzeltmesini ve işlerimi isteyeceğim senden başka benim kimim var?.. Ya İlahi! Ve Ya Mevlâ! Benim için hüküm koydun, ama ben nefsime uydum; düşmanımın süslü vesveselerinden (ihtiraslarından) ona sarılmadım; hevâm beni bu işte aldattı ve buna kaza da yardım etti! İşte, bu gibi sebeplerle koyduğun bazı (İlâhî) sınırları aştım ve birtakım emirlerine karşı geldim!..

Bununla beraber, bütün durumlarda sana hamdetmek üzerime borçtur. Senin kazan’la bana her ne ki gelirse, onlara karşı (itiraz edecek) benim için hiçbir hüccet yoktur. (Çünkü) vereceğin hükmü ve belayı ben hak ettim! (İşte) bu kadar günahımdan ve aşırılıklarımdan sonra, sana geldim Ya İlâhî!.. (Allah’ım!) Özür dilerim, pişmanım, perişanım, müstakilim (kopuk durumdayım); beni yarlığanmış kıl! Sana dönüyorum, kendi günahımı ikrar ve i’tiraf ediyorum!.. Ve yaptığım günahlarda (Rahmetinden başka) sığınacak bir yer bulamıyorum. Zorluklarda (her zaman) sana sığınmak istiyorum ve özrümün kabulü için af diliyorum ve benin sonsuz rahmetine dahîl et! (diyorum!)!..

Allah’ım! Zorluklarımda bana Rahmet et ve özrümü kabul et! Ve beni zorluklardan kurtar!.. Ya Rabbi! Bedenim zayıf ve derisi ince olduğundan dolayı; ve kemiklerimde ince (zayıf-güçsüz) olduğu için bana rahmet et! Ey Beni ilk başta yaratan ve rızk, iyilik, terbiyet ve zikrini edâ eden! (Allah’ım!) Şimdi beni, ilk baştaki kerâmetin (ikramın) ve geçmiş iyiliğin (bağışın) (hürmeti) için affet!.. (Senin Afv-ü Mağfiretin sonsuzdur!)!!…
Ya İlahi! Ya Seyidim! Ve Ya Rabbim! Senin “Tevhidine” kâi olduktan (ve vahdaniyetine inandıktan) sonra, beni “nâr” ile azab edici olarak seni görür müyüm? (Haşa); daha sonra, senin (ilâhî) ma’rifetinden kalbim üzerine “intâvâ” geliyor! (Yüreğim kat kat, büklüm büklüm olup burkuluyor!) Ve senin zikrinden dolayı da lisanım açılıyor! Ve zamirim (içim derinden derine) senin muhabbetine (sevgine) inanıyor! Ve yaptığım i’tiraf(lar)ım ve dua(ları)m doğrulandıktan sonra, senin “Rububiyyetin” için “Huzu” ediyorum!…

(Ya İlahî!) Sen, kendi gözettiğini mahvetmezsin! Böyle bir muamele, senden çok uzaktır! Sen, her şeyden büyüksün; ve yaklaştırdığını uzaklaştırmaz ve koruduğunu da asla kovmazsın!.. Sen, kifayet ettiğin ve rahmet ettiğin kimseyi asla belaya düşürmezsin!..

Eyvah! Ya Seyidim! Ve Ya İlahî! Keşke bilseydim ki acaba senin azametinin kapısında sana “secde” edene ateşi musallat eder misin? Ve senin tevhidini konuşan sadık dillerin dediklerini ve sana “şükür”(ler)le (edilen) medihleri (hiç) kabul etmez misin? (Sen ki; Rahman ve Rahim’sin, nasıl kabul etmezsin?)…

(Allah’ım!) Kalpler; kesin, tahkik etmiş olarak senin (tek) ilah olduğunu i’tiraf ediyorlar! Ve zamirlerinde (kalplerin derinliklerinde) senin ilmin ile sana (olan sonsuz muhabbetten dolayı) “huşu” çığlıkları yükseliyor!.. (Ve Ya İlahi!) Sana ibadet için azalar senin emrinde çalışır; ve (kişi kendi günahına) işaret ederek, ancak senden af bekliyor!.. (İlâhî) Senin bu kadar afv-ü mağfiret edici olduğunu (maalesef) zannetmemiştik. Ve bu kadar (geniş ve sonsuz) fazlından habersizdik! (ki, bu hususlarda cahil kalmıştık!)…

Ya Kerim! Ya Rabbi! Sen, benim dünya belalarından ve onun ukubatından gelecek olan (bela)lara karşı zayıflığımı ve direncimin azlığını biliyorsun! Görünmez belalar, ehli (ve layık) olana oradan gelir! Gerçi bu (dünyevî) belâ kötü’dür (Ama, yine de) etrafı az’dır; (Onun için de, ne de olsa) O’na tahammül etmek kolaydır; (Çünkü) süresi gayet kısadır!… Fakat, ahiretteki belalara ve orada vuku bulacak fenalıklara (ve kötü akibete) nasıl tahammül edebilirim?… Zira; o öyle bir beladır ki, müddeti çok uzundur ve etrafı da daimî’dir. (O belalar) ehil olanlardan asla hafifletilmez; onlara ancak senin ğazabın, intikamın ve hışmın vardır. Ve bu (azabları)na gökler ve yer (dahi) dayanamaz.

Ya Seyidim! Bu nasıl olur benim için? Ben ki; senin kudretsiz, zelil, küçümsenecek ve ni’metine muhtaç bir kulunum! (ve biçare kölenim!)

Ya İlahî! Ve Ya Rabbi! Ve Ya Seyidim! Ve Ey Yüce Mevlam! (bilemiyorum, acaba) hangi işimden dolayı (nefsimi) sana şikâyet edeyim? Ve O’nun hangisinden dolayı (daha fazla) korkayım? Ve hangisinin elîm ve şiddetli azabından dolayı ağlayıp sızlayayım?… Acaba belanın uzunluğuna ve müddetinin çokluğuna mı? (daha çok ağlayım sızlayayım?)… (Ya Rabbi!) Eğer, beni düşmanlarınla beraber ukubatın’ (mahalli olan Nâr)a döndürsen (o zaman) benimle ‘bela ehli’nin arasını cem’etmiş olursun! Ve (böylece) kendi sevdiklerinle ve dostlarınla (dolayısıyla rahmetinle) benim aramı ayırmış olursun! (Ki, belanın ve musibetin en büyüğü de işte budur!)…

Beni bağışla, Ya Seyidim! Ve Ya Mevlam! Ve Ya Rabbim! (Diyeyim ki) senin azabına sabrettim… Ama, senin (ve dostlarının) ayrılığına (asla) sabredemem… Bağışla beni (Ya İlahî!) Farzedeyim ki, senin ateşinin sıcaklığına dayandım… Peki, senin nazarından ve kerametinden ayrı kalmağa sabredebilir miyim?… Senin affını reca ettiğim (ve umduğum) halde, ateşi mesken olarak seçebilir miyim?..

Ya Seyidim! Ve Ya Mevlâm! İzzet ve hürmetin için gerçekten yemin ediyorum ki; eğer konuşmama izin verirsen, senin kapına doğru her an (büyük ümidlerle) coşarım!… Aynen; Cehennem ehli olanlardan, ümid-var olanların coştuğu gibi… Ve sana ‘feryad’ edenlerin ‘feryadı’ gibi kapında feryad ederim!.. (Tüm varlığını) kaybedenlerin ağlaması gibi kapında (feryad-ü figan ederek) ağlarım!…

Ey Mü’minlerin velisi! Sen neredesin? Diye, seni çağırıyorum!… Ey ariflerin emellerinin gayesi! Ey feryad edenlerin feryadına yetişen!.. Ey sadık olan kalblerinin sevgilisi. Ve Ey Alemin İlahı! (olan Allah’ım)… Sen, kendini görüyor musun? (Ki) sen sübhan’sın! (her türlü eksikliklerden münezzehsin!)…

Ya İlahî! Hamdolsun sana ki, ondaki muhalefetten dolayı (Cehennemde) hapis olan, bir müslümanın sesini duyuyorsun! (Ki, o müslüman) günahı karşılığında azabın tadını tadıyor! Ve cürmü ile cinayetinden dolayı (Cehennem hapishanesinin) tabakaları arasında hapistir. Affolunacağı emelini taşıyarak senin kapına, rahmet için koşmaktadır!… Ve o, seni ehl-i tevhidin dili ile çağırıyor; ve sana, senin ‘Rububiyyetin’ ile tevessül ediyor!… Ya Mevlam! (Bu asî, ama nâdim olan) o (müslüman) nasıl azabda bâkî kalabilir? O, senin affedeceğinden emin’dir, ümitli’dir. Hem senin rahmetini ve faziletini arzuladığı halde, ateş onu nasıl yakabilir? (Sen, ona izin verir misin?…)

(Ya İlahî ve Ya Rabbî!) Ateşin harareti onu nasıl da yakıyor! Ve sen yananın sesini duyuyorsun ve yerini de görüyorsun! O ateşin zefiri (nefesi ve ısısı) nasıl da onu bürüyerek kaplıyor! Ve sen, o’nun zayıflığını biliyorsun; (o aciz ve zaif kulun) ateş katları (ve tabakaları) arasında nasıl durabilir? Ve sen o’nun sıdkını (nâdim ve tâib olduğunu) biliyorsun; o halde, ateşin sıcaklığı ona nasıl zarar verebilir? Ve o, sana “Ey o’nun Rabbi!” (benim Rabbim!) diye nida etmektedir! Serbest olduğu zaman, onda senin fazlının (nice) izleri olduğu halde, O’nu nasıl olur da ateşe terk edebilirsin?…

Hayır, asla sen bunları yapmazsın! (Çünkü) senin fazlın ma’ruftur! Muvahhidine ihsanın ve iyiliğin ne güzel bir tutumdur!… Kesinlikle inanıyorum ki, sen böyle (afv-ü mağfiret sahibi)sin! Seni inkar edenlere ise elbette azab edersin!… Sana karşı inad edenleri, her zaman soğuk ateşe atmak için öncelikle sakladın!… Hiç kimseye orada, sığınacak veya duracak hiçbir yer yoktur!.. (İşte, Cehennem bu derece kötü ve dehşetli bir yerdir…)

(İlâhî! Ya Rabbi…) senin isimlerin mukaddestir, lâkin! Sen ki; cin’den ve ins’den kâfir olanların hepsini Cehennem’e doldurmaya kasem etmişsin! Ve o muânnid (kafir)leriorada tutmaktasın! Ve sen onlara, sonsuz ve sürekli ni’metlerinin ve ikramlarının vesilesiyle ‘senâ’ edilmenin yüceliğini (anlatıp) söyledin! (Ki, nankörlük edip ‘küfre’ sapmayalar, diye!…) Hiç (sana iman ve itaat üzere bulunup da) iman eden kimse, (senin emirlerine karşı isyan içerisinde bulunarak) fasık kimse gibi olur mu? Bunlar, elbette musâvî olamazlar!…

İlahi! Ve (ya) seyidim! Senin takdir ettiğin (iyilikler)i, senin yüce kudretin ise (senden) taleb ediyorum! Ve (bu), senin mutlak-kesin kazân ve hükmün iledir! (ki ben ona muhtâcım)… Yarattığını ğalibiyete ulaştıran (ve her nevi murâdına erdiren) sensin! (Lütf-u Kereminle) beni bu gece ve bu sââdete affet! Her türlü ‘cürüm’ ki, ben, o cürümleri işlemişim ve her türlü günâh ve hata ki, ben, onlara bulaşmışım!… Gizlice yaptığım her çirkin iş, işlediğim ve gizlediğim câhillik! (ki, onları) ya apaçık yapmışım veya gizlemiş açığa vurmuşum!… Bütün bu günâhların (yazılıp) isbâtlanmasını da ‘kirâmen kâtibin’ (denen melekler)e emretmişsin! (bu iş için) sorumluluk verip vekil kıldıkların, yaptıklarımı (kütüklere) yazıp saklamaktadır. Ve onları, uzuvlarımın amelleriyle beraber benim üzerime şâhid olarak tuttun! Onlardan başka, ayrıca sen de, üzerime mürâkib (denetleyici ve gözetleyici) olarak, yaptıklarımın tümüne mutlak bir şahid’sin! Ve onlara gizli olan günâhlarımı sonsuz rahmetinle gizledin; ve fazlınla onları setr ettin! (kapattın)! (İlahi!) (Günahlarımı afv-ü setr ettiğin gibi) gönderdiğin bütün hayırlarla da yolumu daha fazla iyiliğe yönelt!..

(Allah’ım!) sen, ya ihsânını faziletli kıldın; veya iyiliği yaydıkça yaydın; yahut da, rızkı genişlettikçe genişlettin! (Sen bunların tümünü de yaptın!)… (Ya Rabbi!) sen, hem her günâhı bağışlayansın; hem de her hatayı (örtüp) setr edensin!… (Onun için; günâhlarımızı affet; hatalarımızı da dâima setr et! Bizi, dünya ve ahrette perişân edip rezil etme!…)

Ya Rabbim! Ya Rabbim! Ya Rabbim!.. (ya) Seyidim! ve (ya) Mevlâm!… Ve ey benim mâlikim!… Ey nâsiyemi (perçemimi) elinde tutan (Allah’ım!)! Ey zorluklar-zararlar içerisinde olduğumu ve miskinliğimi bilen, ‘Alim’ olan (Allah’ım!)!.. Ey fâkirliğimden ve içerisinde bulunduğum bütün güçlüklerimden haberdâr (habir) olan! (Allah’ım!)!… Ya Rabbi!… Ya Rabbi!… Ya Rabbi!… Senin hakkın ve kudsîyetinin hürmetine senden (bütün hâcâtımı) diliyorum! Sıf’atının ve isimlerinin büyüklüğü hürmetine, gece ve gündüzün bütün vakitlerinde seni (lâyıkı veçhiyle) zikretmeme yardım et! Senin ilahî hizmetinde olayım ki, bütün amellerim huzurunda kabul olunsun! Amellerimin ve (zikr) virdlerimin tümü, yalnız senin için’dir! Ve bu (kulluk) hâlim, senin ilâhî hizmetinde dâimi olacaktır!… (Böyle olabilmem için, dâima senin İlâhî yardımına ve Rahmetine muhtâcım!..).

Ya Seyidim!… Ey güven (ve yardım) kaynağı olan! Ey ahvâlimi şikâyet ettiğim (yegâne merci’) olan! (Allah’ım!… Her sıkışık durumumda ancak sana koşarım!…)…

Ya Rabbi! Ya Rabbi! Ya Rabbi!… Uzuzvlarımın sana hizmeti için kuvvet ver! Elimle ve ayaklarımla, kapına geldiğimde onlara (güç ve) şiddet ver! Bana ciddiyet ver ki, (huzur-u ilâhiyetten de) dâimâ senin haşyetinde bulunayım; ve hizmetinde, devamlı olarak fasılasız bulunayım!.. Tâ ki; senin İlâhi haşmetinin huzurunda önde sâf bağlayanlardan ve bütün isteyenlerle birlikte, koşarak geleyim ve senin yakınlığına ‘iştiyâk’ duyan ‘müştaklarınla’ beraber olayım!.. Ve; muhlisîlerin etrâfına sana ‘yakın’ olayım! ve ‘iykân’ ehlinin, (imanlarına yakîn sahibi olanların) korktuğu gibi sen’den korkayım ve mü’minlerle beraber, senin civârında toplanayım!!!…

Ey Allah’ım! Bana kötülük edene kötülük ver! Ve bana tuzak kurana da sen tuzak kur! (Onun tuzağını başına geçirip boşa çıkar!)! Ve beni, huzurunda nâsibi güzel olan kullarından kıl! Ve yine beni, kapına en yakınlardan ve huzuruna en yakın olanlardan kıl!! Senin fazlın olmadan hiç kimse bu sââdete erişemez! (İlâhî!) Bu sââdeti sen bana lutfeyle! Mecdinle-Kereminle, sen bu fazileti bana nasib eyle! Ve; rahmetinle beni muhafaza et!… ve lisânımı senin zikrine hâzır kıl!…

(İlâhî! Ya Rabbî!) Benim (aciz) kalbim, senin muhabbetinin ağırlığını kaldıramaz! Bana, icâbet etmenle (İlâhi’ Bu âcizi) minnettâ et! (nankör etme!) ve hatalarımı da affet! Ve zelle(leri)mi de mağfiret et!.. (Allah’ım!) şüphesiz sen, kullarına ibâdet etmelerini kazâ ettin! (hükmettin!) ve sana duâda bulunmalarını emir buyurdun! Ve yapılacak duâlara icâbet edeceğini de garanti ettin!.. (duâ edin ki, kabul edeyim!; dedin!…)

Ya Rabbî!… (senin bu va’dinden cesâret alarak; büyük bir ümidle) yüzümü senin yönüne doğru çevirdim; ve bana yardım etmen için elimi senin tarafına uzattım! İzzetin hakkı için, benim duâmı kabul etmen ve isteklerime kavuşturman hususunda (lütfunla) ve fazlınla beni ‘recasız’ (ve ümitsiz) bırakma! Ve cin’den ve ins’den olan bütün düşmanlarımdan beni koru!… (Ve) ey rızâ’sı çabuk olan (Allah’ım!.)! Benim duâ’dan başka hiçbir yardımcım yoktur! (Onun için beni) affet! Sen dilediğin her şeyi yapabilirsin!…

Ey ismi her derde derman olan; ey ismi her hastaya şifâ olan! (Yüce Allah’ım!)! Yalnız sana kul olmak (bizim için) yeterlidir! Silâhı ağlamak ve sermâyesi ‘ümid’ olanlara rahmet et! Ey ni’metleri tamamlayan! Ey zahmetleri def’eden! Ey korkanların ışığı, ey öğretmensiz alim! (olan Allah’ım!)!… (Habibin) Muhammed’e ve o’nun (temiz) evlâdına salât (-ü selâm) et; ve bana da, sana yakışan-yaraşan (Rahmet, afv-ü mağfiret, lütuf ve fazlın)la muâmele yap!…

Allah-u Teala’nın (sonsuz rahmeti ve) sâlâvâtı (şânı yüce) Resulüne ve O’nun pâk evlâdından olan imamlara olsun!. ve onlara (yine) selâm olsun; çok (çok) selâm olsun!!!… (Amin…)!

www.NurNet.Org

Çarpışma

Her zaman dile getirdiğim ve yazdığım cümle; “Fasulyeyim diye kendimi nimetten saymıyorum” Hiçbir zaman kendime yazar süsü vermiş değilim. Fakat: Dünya da olup biten haberleri herkes gibi bende takip etmekte iken bazen içime nefret uyanıyor ve izlemekten imtina ediyorum. İşte bu gibi haller beni yazmaya sevk ediyor. Allah c. c. izni ile “Çarpışma” adı altında duygularımı dile getirmek istedim. Dünyanın kuruluşundan zamanımıza kadar gerek hayvanlar gerekse insanlar arasında çeşitli “çatışmalar” devam edip gitmekte; bunların içinde acayip hadiseler insanların nefretini uyandırıyor. Çok kişilerin; “Haberleri izlemek istemiyorum” ifadeleri bunu ispatlıyor. Hele insanlar arasındaki çarpışmalar hayvanlar arasındaki birbirini halletmeye benzerse buna ne demeli? İşte o zaman insanlığımızdan utanç duymak zorundayız. Eski zamanlara göre; çarpışmalar çoğaldı;

Kamu oyu karşısında açık oturumlar,

Kalemşorlar savaşı,

İmansızlarla imanlılar çatışması,

İmanı zayıflarla; imanı güçlü, ihlaslı, takva kaidelerine riayet edenlerle yapılan çarpışmalar.

Bu;   Âdem aleyhi selam in oğullarından başladı kıyamete kadar bu böyle devam edecek.

İnsanın kanında bile çarpışma var; Kandaki mikroplar zararlı ve faydalı mikroplar olmak üzere ikiye ayrılıyor, aralarında devamlı çarpışma devam eder. İnsan eğer sıhhatli ise kanındaki faydalı mikroplar zararlılarını mağlup etmiştir. Zararlılar faydalıları malüb ederse, İnsan hasta olur veya ölür.

Tıbbı yönden bu böyle; diğer yönden İnsanoğlunun mayasında cidal var. Geçmiş zamanlara göz gezdirirsek insanoğlunun kavgasız tarihi düşünülemez. İnsanoğlunun hayatının kandaki mikropların savaşından farkı hiç yok haksız taraf galip gelirse insanlık ölmüştür. Haklı taraf galip gelirse “insanlık ölmemiştir” denilir. Fakat bu aciz; nedense haklı taraf pek göremiyor.

Dünya yüzünde İslâm âlemi hasta, haksız taraf galip gelmiştir. Güçlü olanlar Müslümanların başına çullanmış gidiyor. Bütün bunlar gösteriyor ki bu konularla çok ilgilenmek lâzım işin ortasını bulmak için çalışma icap ediyor.

İhtilafı meselelerin sonu olmaz fakat İslâm-i açıdan mücadele şart olduğuna göre hiç olmazsa bir mücahidin sağ kolu olamaz isek ayağının tozu olsak da bize yeter, bizi kurtarır. Çünkü en zayıf imanlı bir Müslüman kardeşimiz dahi bilir: Resülüllah s.a.v. efendimiz buyurmuştur:

“Ahır zamanda ümmetimin cihadı kalemle olacak”

İşte bütün bu çarpışmaların çoğalması, hele hele yüzde yüz haksız olduğu halde kendisini haklı zan edip Mücadele verenler, bizleri; mücahitin ayağının tozu, Atının kuyruğunun kılı olmaya zorluyor.

Neden ben haberleri izlemekten nefret edeyim. Bende insanım. Benimde insanlık hakkım var. Fakat işte; haklıyı haksız, haksızı haklı göstermeye çalışanları gördükçe insan buna tahammül edemiyor. Bu durum bana Üstad Bediüzzaman Hz.inin şu ifadelerini hatırlatıyor.

Risale-i Nur şakirtleri tarafından sorulan suale cevaptır.

Sual: Geçen sene sizden sormuştuk ki, elli gündür merak edip dünya cereyanlarına bakmadınız ve sormadınız, o zaman bize bir cevap verdiniz. Gerçi o cevap hakikattir ve kâfidir; fakat Risale-i Nur’un intişarı ve hizmeti ve âlem-i İslamiyet ‘in menfaati noktasında bir derece bakmanız lazım iken, şimdi, on üç ay oluyor, aynı hal devam ediyor. Merak edip hiç sormuyorsunuz.
El-cevap: -1- ayetine en azam bir tarzda şimdiki boğuşan insanlar mazhar olmalarından, onlara değil taraftar olmak veya merakla o cereyanları takip etmek ve onların yalan, aldatıcı propagandalarını dinlemek ve müteessirane mücadelelerini seyretmek, belki o acib zulümlere bakmak da caiz değil. Çünkü zulme rıza zulümdür; taraftar olsa, zalim olur, mey
letse -2-. ayetine mazhar olur. Evet, hak ve hakikat ve din ve adalet hesabına olmadığına ve belki inat ve asabiyet-i milliye ve menfaat-i cinsiye ve nefsin enaniyetine dayanan, dünyada emsali vuku bulmayan gaddarâne bir zulüm hesabına olduğuna kat’î bir delil şudur ki: Bin masum çoluk çocuk, ihtiyar, hasta bulunan bir yerde, bir iki düşman askeri bulunmak bahanesiyle bombalarla onları mahvetmek ve tabakat-ı beşer cereyanları içinde, burjuvaların en dehşetli müstebitleri ve sosyalistlerin ve Bolşeviklerin en müfritleri olan anarşistlerle ittifak etmek ve binler, milyonlar masumların kanlarını heder etmek ve bütün insanlara zarar olan bu harbi idâme ve sulhu reddetmektir.
1 “İnsan şüphesiz ki çok zalimdir.” İbrahim Sûresi: 14:34.

2 “Zulmedenlere en küçük bir meyil göstermeyin; yoksa Cehennem ateşi size de dokunur.” Hûd Sûresi: 11:113.

Elcevap: Üstadımız diyor ki:

Evet, bu zamanda merakla radyo vasıtasıyla ciddi alâkadarâne küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve manevî pek çok zararları vardır. Ya aklını dağıtır, mânevî bir divane olur; ya kalbini dağıtır, manevî bir dinsiz olur; ya fikrini dağıtır, manevi bir ecnebi olur.

Evet, ben kendim gördüm: Lüzumsuz bir merakla mütedeyyin iken  âmî (âlim olmayan sıradan kimse)bir adam, beride ilme mensubiyeti varken, eskiden beri İslâm düşmanı olan bir kâfirin mağlûbiyetiyle ağlamak derecesinde bir mahzuni yet ve Âl-i Beytten seyyidler cemaatinin bir kâfire karşı mağlûbiyetinden mesruriyetini gördüm. Böyle âmi bir adamın alâkası, bir geniş daire-i siyaset hatırı için böyle kâfir bir düşmanı, mücahit bir seyyide tercih etmek, acaba divaneliğin ve aklı dağıtmak lığın en acip bir misali değil midir?

Verilen cevap bizim halimizle ne güzel bağdaşıyor değil mi.

Evet; Haklıyı haksız, Haksızı haklı demek büyük günahlardan değil midir?

İş bununla da kalmıyor Bir kısım Müslüman kardeşlerimiz haberlerin tesiri altına kalarak fiili günah işlemeye cüret gösteriyorlar. Meselâ; birisi benden yedi yaş büyük biriside on beş yaş küçük iki samimi arkadaşım “Işid- e katılacağım” gibi ifadelerde bulundular. Onları ikna için her birine; ayrı ayrı telkin at da bulundum.

Kendi âcizane görüşümü bütün insanlığa haykırıyorum:

Maalesef ve maatteessüf bütün insanlık uçuruma doğru gidiyor kimin ne yaptığı belirsiz. Işid olsun      PKK olsun bütün örgütler içinde haklıyım diye savaşan Müslüman kardeşlerimiz var birbirini öldürüyorlar bu durumdan Allah c.c. razı oluyor mu?   Mümkün müdür? Bu fitne değil de nedir?

kavga, zulüm ve bozgunculuk yani şirk düzeni öldürmekten da-ha kötüdür   (BAKARA (191-)

Bu ayeti kerimeye birde hadis ilâve yapalım:

Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:

“-İnsanlar öyle günler görecek ki, katil niçin öldürdüğünü, maktul de niçin öldürüldüğünü bilemeyecek.”

“-Bu nasıl olur?” diye soruldu. Şu cevabı verdi:

“-Herçtir! Öldüren de ölen de ateştedir.” (Müslim, Fiten 56)

 

Eyvah lar olsun! Müslümanlar birbirini kırıyor. Yine Müslümanlar seyirci kalıyor.

Üstelik birde; Türkiye gibi güçlü, süper bir devletin içinden ihlaslı Müslüman kardeşlerimiz desinler “biz falan örgüte katılacağız” Yani Türkiye’yi beğenmiyor!

Ne varmış Türkiye devletine? beğenilmeyecek tarafı neresidir? Yaşım yetmişe gidiyor çok hükümetleri yaşadım: Ana gelir kaynağımız çayımızı denize döküyorduk. Emeklisi, işçisi, maaş alamıyorduk bankalara varıncaya kadar yolsuzluklar alabildiğine ilerliyordu. Türkiye uçurumun kenarında idi Allah( cc) bizi kurtardı hamdolsun.

Şimdi ise bir zamanlar denize döktüğümüz çayımızı bizden satın almak için köşe başlarını kesmişler peşin para diye yalvarıyorlar. Her hangi bir emekli veya işçi çıksın desin maaşımı alamıyorum. Anlını karışlarım.   Müstahsile gelince; beyefendinin telefonuna mesaj geliyor: “gel paranı al” diye. Bundan daha rahatlık olabilir mi? Bu idareden hoşnut olmayanların gözleri kör olur desem başım ağırmaz.

Şeriat devleti kurulmuş da ona katılacakmış! Şeriat isteyen evvela kendi nefsine uygulamalı ondan sonra başkasına. Bak o zaman nasıl şeriat kendiliğinden gelir. Bir şehirde herkes kendi evinin etrafını temizlerse bütün şehir tertemiz olur. O zaman çöpçüye ihtiyaç kalmaz.

2023 de anlaşmalar doluyor ondan sonra Allah-cc. izni ile kendi madenimizi kendimiz işleyeceğiz. Yer altı zenginliklerimiz su yüzüne çıkacak dünyanın eşine benzerine rastlanmayan “Büyük süper devlet” haline geleceğiz inşallah.

Alimlerimiz demiyorlar mı? “Evvelâ kendi nefsimizden başlayacağız” Bu husus da ki hadisi şerifi buraya alalım: (1700) Abdülkerim Kuşeyrî, Risale (Haz. S. Uludağ).

  1. قال رسولُ اللّه #: المُجَاهِدُ مَنْ جَاهَدَ نَفْسَهُ[.قوله

. (988)- Tirmizî’nin  rivayetinde şu ziyade mevcuttur: “Gerçek mücahit,  nefsiyle Cihad edendir.”

Kanaça Yusuf

www.NurNet.org