Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

Selahaddin Eyyubi Kimdir? (1138-1193)

El-Melik el-Nasır Ebu’l Muẓaffer Selahaddin Yusuf bin Necmeddin Eyyub 1138 Tikrit’te doğmuştur. Haçlı Seferleri’ne karşı direnen büyük komutan olarak bilinir.Mısır ve Suriye sultanı, Ünlü kumandan ve siyâset adamı Selâhaddîn Eyyûbî  Sûriye, Filistin, Mısır ve Yemen’de kurulan  Eyyubi hanedanının kurucusudur.

Hıttin Muharebesi ile 2 Ekim 1187’de Kudüs’ü Haçlı kuvvetlerinden alarak kentte 88 yıl süren Hıristiyan egemenliğine son vermiş, ayrıca Hıristiyanların düzenledikleri III. Haçlı Seferi’ni etkisiz hale getirmiştir.

Baalbek ve Şam’da büyüyen Selahaddin, İyi bir tahsil aldı. Askeri eğitimden ziyade dini derslere meraklıydı. Sanatla ve ilimle uğraşırdı. Selahaddin’in biyografisinde Onun Öklid Geometrisi, Astronomi, Matematik ve Aritmatik konularında uzman olduğu yazmaktadır Mantık, felsefe, sosyoloji, fıkıh ve tarih öğrendi, Şam’daki Dar’ul-Hadis’den mezun oldu.

Selahaddin Eyyubi’ye tarih boyunca farklı etnik kökenler atfedilmiş, çeşitli milletler mirasını sahiplenmişlerdir. Fakat oluşan genel kanaat Kürt kökenli olduğudur.

Selahaddin tanınmış bir ailede dünyaya geldi. Doğduğu gece, babası Necmeddin Eyyub ailesini de alarak Halep’e göçtü. Burada Kuzey Suriye’nin güçlü Türk valisi İmadeddin Zengi’nin hizmetine girdi. Daha sonra Tikrit’in kumandanlığına atandı.

Selahaddin’in annesi Selçukluların Harim emiri Şihabeddin Mahmud ibn Tokuş el-Harim’un kızkardeşidir.

Yirmi altı yaşındayken amcası tarafından eğitilmek üzere kendi hizmetine alındı.Mısır’ın güçlü aşiretlerinden Banu Ruzzaiklerin ele geçirilmesinde Fatımi halifesinin yanında savaştı. Daha sonra Haçlı ordusunun elinde bulunan Mısır’daki Bilbeis şehrinin ele geçirilmesinde görev aldı.

Selahaddin’in askeri hayatı amcası Esedüddin Şirkuh’un hizmetine girmesiyle başladı. Mısır’a gönderilecek orduya Nureddin Mahmud komutan olarak Şirkuh’u atadı. Şirkuh Nureddin Zengi’nin emriyle, ilki 1164 yılında olmak üzere Mısır’a üç sefer düzenledi. Selahaddin bu seferlere Nuredddin Zengi’nin emriyle katılmıştır. Önceleri Selahaddin bir ilim adamı olmak istiyordu, yönetici olmak gibi bir niyeti yoktu.

Salaheddin Şirkuh’un ölümünden ve Şavar’ın öldürülmesinden sonra, henüz 31 yaşındayken 1169 yılında hem Suriye birliklerinin komutanlığına, hem de melik unvanıyla Mısır vezirliğine atandı. 

1171’de Mısır’da Şii Fatımi halifeliğini tamâmiyle ortadan kaldırdı .Onların eski toprakları üzerinde din ve eğitimde kuvvetli bir siyâsetin teşvik ve uygulayıcısı oldu. Şiîliğin yerine Sünnî mezhebini yaymaya başladı. Bunda başarılı olan Selâhaddîn, Mısır ve Suriye’de Fâtımîlerin yaydığı yanlış itikâdın önüne geçerek, Ehl-i sünnet itikâdının yayılmasında önder oldu.

Artık İslam dünyasında tek bir halife vardı. Bu olay Müslümanların haçlılara karşı birleşmesinde tarihi dönemeçlerden birisi olmuştur.

Bu yüzyılda Haçlılar iki defa Anadolu’dan Kudüs’e kadar gitmişler ve geçtikleri yerlerde kan ve gözyaşından başka bir şey bırakmamışlardı. Hatta bu zalimler, kendi dindaşları ve ırkdaşlarının kalplerinde bile derin bir nefret uyandırmışlardı.

Selahaddin Nureddin Mahmud Zengi’ye hayatı boyunca bağlı kaldı, fakat Nureddin’in 1174 yılında vefat etmesiyle durum değişti. Selahaddin, Nureddin’in dul eşi İsmedüddin Hatun ile evlendi..

1186’ya değin Suriye, Kuzey Mezopotamya, Filistin ve Mısır’daki tüm Müslüman topraklarını kendi bayrağı altında birleştirmeye girişti ve İslam birliğini tekrar kurdu .

1187’de bütün gücüyle, Latin Haçlı krallıklarına yöneldi. Hıttin Muharebesi’nde Selahaddin, Kudus Kralı Lüzinyanlı Guy  komutasındaki Haçlı ordusunu yenmeyi başardı.

Haçlıların verdiği kayıpların büyüklüğü Müslümanların Kudüs Krallığı’nın neredeyse tümünü ele geçirmesini sağladı.

Haçlıların 90 sene önce Kudüs’ü işgal ederlerken 70 bin Müslümanı kılıçtan geçirmesine rağmen, muzaffer bir komutan olarak karşılarına geçen Sultan Selahaddin, intikam alma yerine onlara iyi muamelede bulunmuştur. Zaten İslam tarihinin çeşitli dönemlerinde de görülebileceği üzere, Müslümanlar kendilerine kan kusturan hasımları karşısında hep centilmence davranmışlardır.

Salaheddin Haçlılara en büyük darbesini ise 88 yıl Frankların elinde kalan Kudüs’ü 2 Ekim 1187’de teslim alarak indirdi.

Böylece bütün Müslümanların gönüllerinde taht kuran Selâhaddîn Eyyûbî, büyük bir üne kavuştu. Avrupa bu hezimet karşısında birbirine girdi ve üçüncü Haçlı seferi için çalışmalara başladılar. Ancak bu yeni Haçlı ordusu daha Akka’da iken hezimete uğratıldı ve yine onların aleyhine olarak bir antlaşma imzalandı.

Selahaddin Eyyübi’nin yirmi beş senelik vezirlik ve sultanlık hayatı, hep İslamiyet’e hizmetle geçmiştir. Tarihte pek nadir yetişen şahsiyetlerden biriydi.Sultan Selahaddin, ilme çok değer verir, âlimleri himaye ederdi. Yüksek insani meziyetlere sahip, iyi huylu, cömert, adil, kültürlü ve müsamahakar bir hükümdardı. Ülkesine her taraftan, ilim sahipleri gelir verdikleri derslerle insanlara hizmet ederlerdi. Onun zamanında Şam medreselerinde ders veren altı yüzden fazla fakih (fıkıh, din, şeriat ilminin üstadı) vardı. Tabipler, edebiyatçılar, şairler, matematikçiler, kimyagerler, mimarlar ve diğer ilim sahipleri memleketin gelişmesi için canla başla çalışırlardı.

Selahaddin Eyyubi, komutan ve memurlarıyla bir arkadaş gibi samimi olarak konuşur, yumuşaklıkla muamele ederdi. Bundan dolayı herkes, fikrini ve arzusunu çekinmeden söylerdi. Zamanında yetişen âlimlerden İmadüddin el-Katib onun hakkında şöyle demektedir: 

Sultan ile oturan bir kimse, onunla oturduğunun farkına varmaz, bir arkadaşıyla oturuyor zannederdi. Anlayışlı, dinine bağlı, temiz, hataları affeder, kusurları görmemezlikten gelir ve kızmazdı. Asık suratlı durmaz, daima tebessüm eder vaziyette olurdu. Bir şey isteyeni, boş çevirdiği görülmezdi. Herkese çok nazik davranır, kimseye kaba hareketlerde bulunmazdı. Söz verdiği zaman yerine getirirdi.” 

Abdüllatif el-Bağdadi’nin de onun hakkındaki sözleri şöyledir: “Selahaddin-i Eyyubi’yi heybetli bir kimse olarak gördüm. Sözleri, kalplere tesir ediciydi. Yanına ilk girdiğim gece, meclisini âlimlerle dolu gördüm. Her biri çeşitli ilimlerden konuşuyorlardı. Sultan’ın yakınları, onu kendilerine örnek alıyorlar, iyilikte yarış ediyorlardı. Müslüman olsun, kâfir olsun herkes Sultan’ı çok seviyordu. Onun ölümüyle, insanlar hakiki bir babayı kaybettiler, ölümüne üzülmeyen kimse kalmadı.” 

Selahaddin-i Eyyubi, düşmana karşı da, İslamiyet’in adalet ve ihsan kurallarından hiçbir zaman ayrılmazdı. Haçlılar esir Müslümanları kılıçtan geçirdiği zaman, elindeki Hıristiyan esirlere, İslamiyet’in emrettiği şekilde güzel muamelede bulundu. Hiçbir zaman onlar gibi yapmadı. 

Mısır ve Kudüs’ü fethedip, hazinelere sahip olduğu halde, ömrü boyunca bir asker gibi yaşadı. Lüzumsuz hiçbir şeye harcama yapmayıp, parayı zaruri ihtiyaçlara ve askeri malzemelere sarf etti. Öldüğü zaman cebinden bir altın ile birkaç gümüş para çıktı. Çok cömertti. Akka Muhasarası için geldiğinde, on binden ziyade atını askerlerine dağıttı ve binecek bir ata muhtaç kaldı. 

Çok cesurdu. Baştan başa çelik zırhlarla kaplı olan Haçlıları, göğsü açık, imanlı bir grup askeriyle perişan ederdi. Hatta bir defasında da; “Et iken demirle çarpışıyoruz, yüz olursak, karşımıza bin düşman çıkıyor, kaleler ateş saçıyor, denizler düşman kusuyor.” demekten kendini alamadı. Yaptığı bütün harplerde, askerlerinin sayısı, düşmandan daima azdı. Bütün muharebelerini, İslamiyet’i yüceltmek ve Müslümanları Haçlıların zulmünden korumak, devletini düşman çizmesinden muhafaza etmek için yaptı. 

İlme ve ilim sahiplerine çok ehemmiyet veren Selahaddin Eyyubi, Mısır Sultanı olunca, Şafii, Maliki, Hanefi ve Hanbeli mezheplerine göre tedrisat yapan medreseler yaptırdı. Kahire, Şam, İskenderiye gibi şehirler birer ilim merkezi oldu. Kendisinden önce yapılan pek çok camiyi tamir ettirdi. Haçlılar tarafından saray haline getirilen Mescid-i Aksa’yı yeniden cami haline getirdi. Mihrabını ve birçok kısımlarını mermer ve mozaiklerle kaplattı. Sultan Nureddin’in Halep’te inşa ettirdiği meşhur Âgah Minberini de getirtip, camiye yerleştirdi.

Zengi’nin yıllarca önce yaptırmış olduğu minberi Halep’ten getirterek Mescid-i Aksa’ya yerleştirdi. 

Selahaddin Eyyubi’nin bir komutan olarak kazanmış olduğu harplerden elde edilen ganimetlerden kendi hissesine hiçbir pay almadığını ve kan dökücü bir insan olmadığını yabancılar da doğrulamaktadır.

Sobernheim şöyle diyor: “Zekası ve dindarlığı üzerinde kurulmuş bulunan iktidarı, sarsılmaz halde idi. Her türlü hırs ve tamah ona yabancıydı. Biri, Fatimi halifesi el-Azid’in ve diğeri Atabey Nureddin’in ölümünde olmak üzere, iki defa büyük servetler elde etmek fırsatını buldu. Halifenin hazinelerini askerlerine dağıttı; Nurettin’in servetine dokunmadı; onu oğlunun emrine bıraktı.

Şahsi olarak, haçlılara ve idaresine tabi Hristiyanlara kötü davranmayan Sultan Selahaddin’in haçlılara karşı askeri başarılarından sonra bölgedeki Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki münasebetler iyileşmiştir.

Selahaddin, hakikaten asla boş yere kan dökmemiş ve çok defa esirleri serbest bırakırken veya verdiği hediyelerinde alicenap bir şahsiyet olduğunu göstermiştir.” 

Hemen hemen bütün günleri harp meydanlarında geçen, Ortadoğu’daki Haçlı varlığının belini kıran ve onu aslâ eski gücüne kavuşamayacağı bir hâle getiren, böylece Ortadoğu-İslâm dünyâsının kudretini bütün Avrupa’ya gösteren Mücâhid Sultan Selahaddin Eyyubi’nin 17 oğlu ve bir kızı olmuştur.

Selahaddin Eyyubi, 1193 kışı Şubatında hastalandı. On dört gün hasta yattı. 4 Mart 1193 çarşama günü 56 yaşında- Şam’da vefat etti. Kabri Şam’da   Aynı şehirde bulunan Emeviye Camii haziresindedir. 

 Çetin KILIÇ

www.NurNet.Org

kaynak:

  • S.E.Ü
  • Türkçe bilgi
  • sızıntı
  • biyografi

Resulullah (asm)’ı gamlandıran ve düşündüren ve neye müştak olduğunu biliyor musunuz?

Bir gün Hazret-i Fahr-i Alem (S.A.V.) Efendimiz, Ebu Zerr’i Gıfari (R.A.)’a buyurdular ki:

Yâ Ebâ Zerr Allah güzeldir, güzeli sever. Benim niçin gamlandığımı ve düşündüğümü ve neye müştak olduğumu biliyormusun, yâ Ebâ Zerr?

Oradakiler:
— Bilmiyoruz yâ Resûlallah, gamını ve  düşünceni bize haber ver yâ Resûlullah.

Resûlullah (S.A.V.) bir Aah! dedi:
— İştiyakım benden sonraki ihvanıma kavuşmak içindir. Onların durumları Enbiyaların durumları gibidir. Onlar Şühedaların menzilesindendirler. Babalarından ve kardeşlerinden sadece Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmak için ayrı düşerler. Malı Allah için terk ederler. Nefislerini tevazu ile hor hakir ederler. Şehevata ve dünya fuzûliyyâtına rağbet etmezler. Allah’ın beytlerinden bir beytde Muhabbetullahdan dolayı mağmum ve mahzûn olarak toplanırlar, kalplerini Allah’a verirler. Ruhları Allah’a bağlı, onları bilmek Allah’a ait. Onların birinin hastalanması bir sene ibadetten efdal olur.

— Eğer istersen anlatayım yâ Ebâ Zerr?

— İsterim yâ Resûlullah.

— Onların birisi öldüğü zaman Allah indindeki şereflerinden dolayı semada ölenler gibidirler.

— Eğer istersen daha anlatayım yâ Ebâ Zerr?

— İsterim yâ Resûlullah.

— Onlardan birisi elbisesindeki bir böcekten müteezzi olduğu vakit ona Allah indinde yetmiş Hac ve gazve ecri ve İsmâil zürriyyetinden kırk köle azad etmiş sevabı yazılır. Onlardan da her birisi onikibin kişiye muâldir.
— Eğer istersen daha ziyade edeyim yâ Ebâ Zerr?

— Evet yâ Resûlullah.

– Onlardan birisi ehlini hatırlayıp da gamlandığı vakit her bir nefesine bir derece yazılır.

— Eğer istersen daha ziyâde anlatayım mı yâ Ebâ Zerr?

— Evet yâ Resûlullah.

– Onlardan birisinin arkadaşları arasında iki rekat namaz kılması Nuh (A.S.)’ın Cebel-i Lübnan’da binyıl ibadet ettiği gibi ibadet eden bir adamın ibadetinden daha efdaldir.

— İstersen daha ziyade anlatayım mı ya Eba Zerr?

— İsterim yâ Resûlullah.

– Onlardan birisinin tesbihi, kıyâmet gününde bütün dünya dağları kadar altın tasadduk edip de gelen bir kimsenin ecrinden daha fazladır.
— İstersen daha sayayım mı yâ Ebâ Zerr?

— Evet yâ Resûlullah, dedim. Mefhar-i Mevcudât (S.A.V.) Efendimiz saymaya devam ederler.

– Onlardan birine bir kere nazar etmen Allah indinde Beytullaha nazar etmenden daha sevimlidir, ona nazar  eden Allah’a nazar etmiş gibidir. Onun sevindirdiği kimse Allah’ın sevindirdiği kimse gibidir.

— Eğer istersen ziyâde edeyim yâ Ebâ Zer?

— Evet yâ Resûlullah.

– Onların yanında günahlarda ısrar ede ede hantallaşan bir topluluk oturunca Allah onlara nazarı rahmeti ile nazar edip, günahlarını onların hürmetine affetmeden kalkmazlar. Yâ Ebâ Zerr, onların gülmeleri ibadettir, şakalaşmaları tesbihtir, uykuları sadakadır. Allah onlara her gün yetmiş kere nazar eder. Ben bunlara müştakım yâ Ebâ Zerr.

Resûlullah (S.A.V.) bitkin bir şekilde saçlarını düzeltti, sonra başını kaldırdı, ağlıyordu, gözyaşları gözlerinden inci daneleri gibi dökülüyordu, bir kere daha “Allah” dedi. Onlara müştakım, onlara kavuşmak istiyorum, sonra Nebi (S.A.V.) Efendimiz:

Allah’ım! Onları muhafaza et, muhaliflerine karşı onlara yardım et, kıyamette gözümü onlarla nurlandır.

Dikkat edin, Allah’ın o velileri ki onlara  korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Yunus Sûresi: 82)

buyurdular.

Müfritane İrtibat

İrtibat konusunda muhatabımızı iyi tanımak iletişimin hedefini bulmasına yardımcı olur. Onu fizikî yönden tanımanın yanında psikolojik yönden tanımak, sevgileri, korkuları, ilgileri, meyilleri  nelerdir? Zevk ve haz duyduğu noktalar nelerdir? Seviyesi hangi mertebededir? Kültürel  ve sosyal faaliyetleri var mıdır? Nelerdir? İşin teorisinde mi kalıyor? Ve uygulayıcı mıdır? Çevreci midir? Çevreyi emanet olarak algılıyor mu? Kendisini ne görüyor? Çevresindekilere alakası ne konumda? Hürmet gördüğü kimselere hürmet gösterebiliyor mu? Yoksa bu konularda tek taraflı mı hareket ediyor? Arkadaşları kimlerdir? Onların sıraladığımız özellikleri nelerdir? Yaşının insanı mıdır?

Yukarıdaki sorular uzar gider. Uzar gider ama bir sonuca varır. Sonuç ise muhatabımız ile sağlıklı bir diyaloğ kurmanın neticesini, meyvesini verir.

Muhabere kurulduktan sonra maksat hasıl olur mu? Ama henüz iş bitmedi. Acele etmeyiniz. Çünkü önemli olan bundan sonrasıdır. Bunca gayretlere rağmen ihya edip, tesis ettiğiniz haberleşmenin devamlı olmasını arzu etmemizden daha tabii ne var ki?

Bunda ölçü ise; tesbit ve tesis edilen bir irtibatın devamı için karşılıklı vazife ve vecibelerin yapılmasıdır. Her iki taraf bu neticenin kolay elde edilmediğini yeniden hatırlayarak bu köprüyü değil yıkmak, mümkün ise devamlı bakımını yapmak cehdi ve heyecanı içerisinde olmalıdır.

Sonrası ne olacak diyeceksiniz? Siz “Hayvanların koklaşa koklaşa, insanların ise konuşa konuşa anlaştıklarını hatırlıyorsunuz. Azamî derecede irtibatın bu noktadan fevkalade ehemmiyeti vardır. Zira insan çevreye tesir ettiği gibi çevrenin de tesirinde kalabiliyor. Şevk ve heyecan, irtibat ile doğrudan alakalıdır. Şevk hayatın bineği ise, irtibat da şevkin muharrikidir, harekete getiricisidir.

Hayat ile doğrudan alâkalı olan irtibat günümüzde eskisi gibi fıtrî ve yüzyüze, canlı olmakdan ziyade haberleşme vasıtaları ile yapılmaktadır. Esasında bizzat görüşmek, kucaklaşmak, hasreti, sıcaklığı ile hissetmek gibi tabii bir şekil yerine makinaların soğukluğunun içerisinde kurulmasına ve yaşanmasına çalışmak ne kadar verimlidir acaba? Sohbetin orta yerinde içilen çaylı muhabbet, internet sohbetlerine her zaman fark atmaya devam ediyor. Bu sohbetler kablolu değil kalbî ve kavlîdir.

Birbirini sevenlerin arasındaki irtibat, taraflara sayılamayacak kadar faydalar sağlar. Ama arada hasıl olan uhuvvet ve muhabbet elbette bu faydalardan yüksek ve muallâdır. Lütfen kendi elimizle yaptığımız binayı yine kendi elimizle yıkmak hatasından vazgeçelim. Kendimize saygımız olsun.Toplumu meydana getiren ailenin ve onun da ferdleri arasındaki, insanların arasındaki diyaloğun sağlıklı olması ile sağlıklı ve huzurlu bir toplum ortaya çıkar           

İrtibat; muhabbeti, muhabbet ise uhuvvet ve huzuru netice verir.

Mehmet Çetin

mehmetcetin.de

25.04.1995- İzmir

İlticam Sanadır Ey Rabbim! (Cuma Duası)

Ey Rabbim, ey Rabbim, Ey Rabbim!

Ey Mabudum, ey Seyyidim, ey Mevlam ve ey benim Sahibim! Meleklerin, semeklerin, Ay’ın, Güneşin, doğacak gerçek güneşlerin sahibi Sen’sin…

Ey varlığımı elinde tutan! Gecenin karanlığıyla varlığımı setredip istirahat için uyutan, bu Cennet ülkeyi bizim için vatan yapan Allah’ım! Uykumu derin, gafletimi kavi, yüreğimi katı eyleme! İslâm Ümmetine idrak, şuur, birlik, vahdet, meveddet, saâdet, basîret, iffet, merhâmet, nedâmet, meserret nasip eyle, günahlarımızı keffaretinle, merhâmetinle, âtifetinle, letâfetinle affeyle yâ Rab!

Ey zorluk ve çaresizliğimi bilen, göz yaşlarımı lütfuyla silen, cümle âlemi kudret elinde döndüren, yetimleri güldüren, mazlumları sevindiren Rabbim! Garip kalan, garip yaşayan, sırtında Kur’ânını taşıyan gariplere yardım eyle!

Ey fakirlik ve yoksulluğumdan haberdar olan! Mutlak gınasıyla kalbimi dolduran, zerreden kürreye her varlığı rızkıyla doyuran Rabbim! Maddî ve mânevî rızıklarımıza bereket, Kur’ânî hizmetlerimize hareket nasip eyle…

Ey Rabbim, ey Rabbim, ey Rabbim!

Hakkın, bin bir esmâ ve sıfatın, kutsiyetin, ehadiyyetin, Vahidiyyetin, Vahdâniyyetin, Samedaniyyetin hürmetine senden dileğim şudur ki: Gece ve gündüzden oluşan  vakitlerimi zikrinle, fikrinle, ibâdet ve taatinle  canlandır ve beni soyumla birlikte kendi hizmetinde, emrinde, himâyende, hıfzında tut, şerirlerin şerlerinden, insî ve cinnî şeytanların sosyal medyada kol gezen tuzak ve hilelerinden, nisa taifesinin şerrinden, câzibe ve fitnelerinden, göz ve gönül kaymasından, dil sürçmesinden, boş ve mâlâya’nî meşgûliyetlerden, zaman ve emek israfından, geçici ve fâni mahbuplardan, riya dolu amellerden, nefsimin, hevâ ve hevesimin evhamlarından, kötü arkadaş ve muzir dostluklardan muhafaza buyur Allah’ım!.. İhlaslı ve rızana muvafık amellerimi kendi indinde kabul buyur; öylesine ki,  bütün amellerim, tefekkür ve zikirlerim, okumalarım, temâşa ve hayretlerim öylesine tecessüm etsin ki, her hâlim tek zikir şeklinde dâim ve bütün davranışlarım Allah ve Resûlü’ne layık bir imana, akideye, ilmî, amelî ve edebî müstakîm hayata dönüşsün…

Ey Seyyidim, ey güvenip dayandığım ve ey kendisine hallerimi sunduğum (Allah’ım)!

Uzuvlarımı, latîfelerimi Sen’in dinine hizmet yolunda güçlendir; sana yönelmemde kalbime güç ve sebat ver; senden korkmada ve hizmetini sürdürmede bana öylesine bir ciddiyet ver ki, sana kulluktaki yarış meydanlarında, irşad ve tebliğ hizmetlerinde sana doğru koşayım ve rızana ulaşayım. Yakîn ehlinin korktuğu gibi Sana yaklaşayım ve Sen’den öyle korkayım.                                                        

Allah’ım! İslâm’a ve Müslümanlara kötülük yapmak isteyenlere fırsat verme; kurdukları tuzakları başlarına ve aleyhlerine çevirerek Âlem-i İslâm’a sevinç ve ferah bahşeyle..

Yüzümü sana çevirdim ve ellerimi sana açtım; izzetin hakkına duamızı kabul eyle ve arzularımıza ulaştır; fazlın ve kereminden ümidimizi kesme; bizi, insî ve cinnî  düşmanlarımızdan koru.

Ey ismi deva, zikri şifa ve itaati zenginlik olan! Bizlere merhamet eyle.

Ey nimetleri tamamlayıp yayan, ey zorlukları defeden! Ey karanlıklarda dehşete kapılanların nuru! Dehşetimizi hayrete, itaate, ibâdete; zorluklarımızı sevinç ve meserrete tebdil eyle… 

Gelecek nesillerimizin gönüllerine iman, Kur’ân ve Resûlullah sevgisini bahşeyle…

Okullarımızı süfyanizmin, darvinizmin, siyonizmin bela ve tuzaklarından muhafaza eyle…

Hz. Muhammed (s.a.v) ve Ehli Beyt’ine salât ve selâm eyle…

Âmîn…

İsmail Aksoy

www.NurNet.Org

Dünya Uçağında Mana-yı Harfi ile Seyahat Etmek

İnsanların yaptığı, dünyanın en büyük veya en hızlı yolcu uçağına ait bir haber ilgimizi çeker. Halbuki biz şu anda, yedi milyar insan yolcusu ile ve onlardan daha fazla ve toplam sayısı tahmin edilemeyen çeşitli hayvanlar ve bitkiler ile ve ayrıca denizler, dağlar, bahçeler, evler,  köşkler vs. ile süslü, üstelik 6.592.000.000.000.000.000.000 ton  ağırlığında ve yaklaşık 12.500 km (ekvatorda 12.727 km) çapında gövdeye sahip bu dünya uçağında saatte 108.000 km ortalama hızla, gece-gündüz hiç durmadan seyahat ediyoruz! Bu hızla yıllık yörüngesinde seyahat eden dünya uçağımız, aynı zamanda kendi ekseni etrafında da devrini her 24 saatte, çok muntazam bir şekilde tamamlayarak dönüyor!

İnsan yapısı uçaklar, kapalı mekânlardır. “Yolcu kabini” denilen o kapalı mekânlarda yolcuların hayatı ve seyahati esnasındaki rahatı için uygun bir ortamın tesisine çalışılır. Halbuki, insan yapısı uçaklardan en az 100 misli daha hızlı olduğu halde,  sürekli seyahat halinde olduğumuz bu dünya uçağımızda kapalı bir mekânda da değiliz!

İnsan yapısı uçaklarda zaruretsiz kalkıp dolaşılmaz. Halbuki çeşitli hızlarda yürümek, koşmak, bisiklete, motosiklete, otomobile, gemiye, sürat motoruna ve hattâ bu dünya uçağının etrafında uçan, insan yapısı başka bir uçağa da binmiş halde bile, bu dünya uçağında birlikte seyahatimize devam etmemiz mümkün olabiliyor!

Güneşin etrafında bahsettiğimiz ortalama hızla sürekli hareket halinde olan bu dünya uçağının yolcuları olarak, açık mekândaki bu seyahatimizde dünya uçağımız bizi dengeli bir şekilde çektiğinden, uzaya savrulmamak için kendimizi kemerlerle bu uçağın bir yerine bağlamak ihtiyacını da duymuyoruz; hem lüzumundan fazla bir çekimle çok ağırlaşıp hareketlerimiz engellenmiyor; hem de lüzumundan az bir çekimle ayaklarımızı yere basabilmekte güçlük çekmiyoruz. Hattâ bu dengeli çekimle, bir küreye birbirine zıt istikamette batırılmış toplu iğneler gibi, bu uçakta bizim zıt istikametimizde öbür ucundaki canlı ve cansız varlıklarla birbirimize göre baş aşağı durumda bulunduğumuzun bile farkında olmuyoruz!

İnsan yapısı uçaklar, kısa mesafeli uçuşlarında bile tarifelerinde yazılı varış saatlerine tam uyamazken, o uçaklara göre çok daha büyük, çok daha hızlı olan bu dünya uçağımızın insan yapısı uçaklardan en az yüz misli kadar büyük bir hızla 13,5 milyar seneden beri kat ettiği çok daha uzun mesafelerde harika bir düzen ve dakiklik içerisinde hareket ettiği için, ne zaman hangi mevkie geleceği insanlar tarafından çok önceden büyük bir doğrulukla tahmin edilerek, buna göre yıllar öncesinden takvimler bile yapılabiliyor.

17 km kalınlıktaki dış tabakasının kalınlığının gövdesinin çapına oranı, ancak bir elmanın kabuğunun kalınlığının elmanın çapına oranı kadar olmasına rağmen burada bitki, hayvan ve insan nevilerinden hayat sahipleri olarak yaşayan; insan yapısı uçaklardaki gibi içinde uçuş ekibi, motoru, yakıtı, haritaları ve muhabereyle, hızla, yükseklikle ilgili aletleri, bilgisayar vs gibi uçuş ekipmanı bulunmayan; bunların tam aksine, gövdesinin derinlerinde yüksek sıcaklık ve basınçta erimiş madenler mevcut bulunan bu harika dünya uçağımızı Kim yapmıştır; 13,5 milyar yıldan beri Kim sevk ve idare etmektedir? Bu, akıl sahiplerinin üzerinde hayretle ve ibretle düşünerek doğru hükme varması icap eden mühim mevzulardan biri değil midir? Bunu; “evrim”, “çevrim” gibi bu mevzudaki asıl gerçeği örtmeye çalışan sözlerle açıklayabilmek, selim akıl ve bozulmamış vicdan sahiplerini bu şekilde tatmin edebilmek mümkün müdür?   

İnsan yapısı uçaklarla yaptığımız her seyahatin belirli bir ücreti varken ve seyahat edilen uçağın uçuş mesafesi arttıkça seyahat ücreti de artarken, insan yapısı uçaklara nispeten çok daha uzun uçuş mesafeli bu dünya uçağında yıllarca yaptığımız seyahatimizin de ücreti yok mudur? Varsa, bu ücret nedir? Biz o ücreti ödüyor muyuz?

Hem, her çeşit vasıtayla yapılan seyahatlerin başlangıç yeri ve varış yeri vardır. Biz, dünya uçağıyla yolculuğumuza nereden başladık; bu yolculuğumuzda varış yerimiz neresidir? Bu dünya uçağıyla seyahatimizde varacağımız yerin neresi olduğunu biliyor muyuz?

Her seyahatte varılacak yerin şartları önceden merak edilir ve o şartlara göre tedbirler alınır; hazırlıklar yapılır. Dünya uçağı ile yaptığımız bu seyahatimizde varacağımız yerin şartlarını merak ediyor ve o şartlara göre tedbirlerimizi alıyor, hazırlıklarımızı yapıyor muyuz? 

İnsan yapısı uçaklarla yapılan her yolculukta ve bilhassa dış hat seferi uçuşlarında yolculardan kimlik bildiriminde bulunmaları ısrarla istenir. Yolcusu olduğumuz bu dünya uçağında biz kimiz? Bu dünya uçağında halimizle, tavrımızla, yaşayış tarzımızla gösterdiğimiz kimliğimizin en mühim özellikleri nelerdir?

Prof. Dr. Mustafa Nutku

www.NurNet.Org