Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

Kendi Kendinizi Tehlikeye Atmayın!

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

(Mallarınızı) Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.

“Bakara Sûresi 195. Ayet Meali”

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:

Dört kimse vardır ki, öldükten sonra bile sevapları devam eder:

  1. Allah yolunda hizmet ederken ölen,
  2. öğrettiği ilimle amel edilen âlim,
  3. verdiği para ile yapılan faydalı eser ayakta duran hayır sahibi,
  4. kendisine duâ eden hayırlı bir evlât bırakan kimse.

Hadis-i Şerif Meali – Camiü’s-sağir – 933

.…….

Risale-i Nur’dan;

Demek ecel ve kabir insanı beklediği gibi, Cennet ve Cehennem de insanı bekliyor ve gözlüyor.

(9. Söz’den)

…….

Cevşen’den ;

51.
Ey güzel hesap gören,
Ey güzel Tabîb,
Ey güzel gözetleyici,
Ey güzel yakın,
Ey güzel icâbet eden,
Ey güzel sevgili,
Ey güzel Kefil,
Ey güzel Vekil,
Ey güzel Mevla,
Ey güzel yardımcı!
Münezzehsin sen,

Ey kendisinden başka bir ilah olmayan…
Kurtar bizi ateşten ey Rabb’im!

…….

Esma-ül Hüsna’dan;

El-Berr: Dilediği kullarına kesintisiz iyilik ve ihsanda bulunan; nimet veren.

Eî-Tevvâb: İsyanından dönen kullarının tevbelerini her zaman kabul eden; sevdiği kulunun günahla bağlantısını kesen ve tevbeye muvaffak kılan.

www.NurNet.Org

Helal Gıda Hatıraları – 3

İstanbul Üniversitesi Kimya bölümü öğrenciliğimde, IAESTE teşkilatının organizasyonuyla yurt dışında yaz dönemi teknik stajı için o ders yılının yaz mevsiminde trenle İstanbul’dan Madrid’e hareket etmiştim.

Madrid’de staj yapacağım fabrikayı bulup onun yakınındaki bir öğrenci yurduna yerleştim.Yurtta benden başka, ayni fabrikaya benim gibi staj için gelmiş Seyfettin isimli bir Türk öğrenci ve değişik ülkelerden öğrenciler vardı.

Staj yaptığım o fabrikada, öğle yemeğinde herkese birer şişe bira da veriyorlardı, fakat ben oraya gelmeden önce Türkiye’de edindiğim bilgilerle, yiyeceğimin helal olabilmesi için dikkatle daha ince detaylar üzerinde dururken, her öğle yemeğinde verilen o birayı da tabii ki, hiç  içmiyordum. Öğlen fabrikada, akşam da kaldığım öğrenci yurdunda mutfağa girip aşçılara ekseriya temiz bir kapta zeytinyağında yumurta pişirtmek gibi yiyebileceğim basit ve hazırlanması kolay bir çeşit helal yemek hazırlatmağa çalışırken, benim için özel ve helal yiyecek yapılışına nezaret de ediyordum.

Benim gibi stajyer olarak oraya gelmiş, Ankara Üniversitesinin Kimya bölümünden isminden bahsettiğim Türk öğrenci ise, maalesef bu mevzuda hiçbir hassasiyet göstermeden oradaki ortama uyuyordu. Halbuki, biz ömür boyu sürecek , aklımız ve irademizle bir dünya imtihanındaydık. Buluğ ve mükellefiyet çağımızın başladığı 15 yaşlarımızdan itibaren, bu dünya hayatımızda önceliklerimizi iyi tesbit etmiş olmamız ve o önceliklerimize hassasiyetle riayet etmemiz gerekirdi. Benim de onun da, o fabrikada yaz tatilinde yapılacak bir kimya stajından daha öncelikli mevzularımız vardı ve o mevzulara gereken önem verilerek de o fabrikada Kimya stajı yapılabilirdi.        

Staj yaptığım İspanya’nın Madrid şehrindeki o fabrikanın laboratuar şefi biraz şakacı genç bir adamdı. Benim hem kendilerinden, hem de diğer Türk stajyer öğrenciden biraz farklı davranışlarımı ve İslâm’a göre helal gıdayı arayışlarımı bir müddet izledikten sonra, bana ne cevap vereceğimi de belki bildiği halde, bir gün laboratuarda istirahat zamanımızda:

“-İçki içiyor musun?”

“-Sigara içiyor musun?”

şeklinde başlayarak, İslâm dininin yasakladığı  başka kötü menhiyâtı da yapıp yapmadığımı sırayla sordu. Ben, onun saydığı o menhiyâtın her biri için ayrı ayrı:

“-Hayır..”

cevaplarını peşpeşe verince de, ayni menhiyâtı bu defa tekrar topluca saydı ve bana o şakacı tavrıyla:

“- Bunları yiyip içmediğine, kullanmadığına ve yapmadığına göre, sen yaşamıyorsun..” dedi.

Ben de, ona  cevap vermek için sözü aldım ve;  

“-Yaşamak, eğer bu saydığınız yiyecek ve içekleri yiyip içmek ve İslâm dininin yasakladığı diğer kötü diğer fiilleri de işlemekse; evet ben yaşamıyorum.” dedim.

Bu sözüm üzerine tebessüm etti; bana hiçbir mukabelede bulunmadı ve o fabrikadaki stajım, olması gereken şekliyle ve çok şükür, bilhassa helal gıda ile ilgili dinî önceliklerimden tâviz vermeden tamamlandı.

İspanya’daki, komşusu Portekiz’deki ve İspanyolların çok olduğu Güney Amerika’nın bazı ülkelerindeki, başka kaynaklarda da bahsedilen boğa güreşlerinin geniş tasvirini ve tahlilini burada yapmağa girişmeyeceğim. Fakat, orada bizim ülkemizde zamanla çok yaygın hale gelen futbol okulları gibi, futbol yanında ve ondan daha da fazla önem verilen boğa güreşçisi okulları da olduğunu, boğa güreşçilerinin (matador) henüz çocukluk çağlarındayken bu okullara alınarak yıllarca yetiştirildiklerini ve futbol yıldızları gibi boğa güreşlerinin de yıldızları olduğunu görmüştüm.

İspanya’da bulunduğum yıllardaki en meşhur boğa güreşçisi El Cordobes’ti;  onunla ilgili gazete ve dergi sayfaları, afişler, kitaplar, broşürler ve kartpostallara her yerde rastlanırdı. Bizdeki fanatiklerin futbol gevezeliği gibi, orada hem futbol ve hem de boğa güreşlerinin gevezeliği yapılırdı. Birkaç ay evvel tramvayda rastladığım İspanyol turistlerden birine El Cordobes’i sordum. Çok seneler önce öldüğünden bahsetti. Çocukluktan itibaren iyi bir boğa güreşçisi olarak yetişmeğe odaklanmış; her arenaya çıkışında birkaç boğa öldürürken kendisi boğa tarafından öldürülmemeğe çalışmış; bu “başarısı” (?) ile İspanya’da büyük şöhret ve servet kazanmış, fakat kendisine mukadder olan ölümü öldürememiş efsanevî bir İspanyol boğa güreşçisi…

Futbol maçları gibi biletle para ödeyerek girilen arenalarda her biri 15 dakika kadar süren 6 boğa güreşi ard arda yapılır. Çok nadir olarak boğanın matadoru öldürebildiği de olur, o zaman boğa kazanmış kabul edilir ve arenada hayatına son verilmez. Fakat bu, boğaya karşı insanların, orantısız güçle yaptığı bir karşılıklı mücadeledir; boğa orantısız güçle kendisinin hayatına kasteden matador, atlı pikadorlar ve diğer yardımcıları ile onların ellerindeki mızrak, ok ve kılıca, o insanların akılları ve kabiliyetleriyle yıllarca bu mevzuda ve kendisini 15 dakikada öldürebilmek programıyla eğitilmiş olmalarına karşı, arenada tek başına mücadeleyle karşı karşıyadır.

Boğayı kırmızı renk nedense çok kızdırır ve matadorun elinde tuttuğu kırmızı örtüye boynuzlamak için hücum eder. Boğa iyice yaklaşıp geliş hızıyla son anda manevra yapamayacak duruma gelince, matador kırmızı örtüsüyle aniden yana çekilir. Defalarca tekrarlanan boğanın hücumunu böyle boşa çıkarmak işlemi ile yorulan ve matador yardımcılarının bir programa uygun olarak ard arda yaralamaları ile hücum gücü kırılan boğayı, iyice yorulup hareketsiz durduğu bir anda, matadorun nişan alıp kılıcını boğanın boynundan kalbine sokmasıyla, boğa olduğu yere devrilir ve böylece 15 dakika içinde “boğa güreşi” (?) biter.

Bunun ardından, seyircilerin “Ole!” (Yaşa!) vahşi çığlıkları  arasında, çok orantısız güç kurbanı boğanın ölüsü, koşumlu bir çift ata bağlanıp yerde sürüklenerek, boğa güreşinin yapıldığı arenanın alt katındaki “leş kasabı”na götürülür ve orada derisi yüzülüp parçalanarak “leş eti” halinde ona müşteri çıkanlara satılır.

Şair Mehmet Âkif Ersoy’un “Medeniyet dediğin, tek kişi kalmış canavar” sözünün bir misali de belki budur.

Madrid’de kaldığım öğrenci yurdunda sığır etinden biftek çıktığında, tabii ki yemiyordum ve bundan sakınırken, İslâm dininin âyetle açıkça yasakladığı “leş eti” olmasıyla ilgili asıl dinî sebebleri yanında, o bifteğin sofraya gelinceye kadarki geçmişiyle bir boğa güreşinin muhtemel ilişkisini de düşünüyordum.

Yaya geçitlerinde kırmızı ışık yanarken geçen araçlara bizim ülkede trafik cezası verilir; yayaların kırmızı ışıkta geçmeleri de araçlar gibi yasak olmasına rağmen, Türkiye’de trafik polisinin gözü önünde bile yayalar kırmızı ışıkta geçer ve trafik polisinin onlara ceza uygulaması fevkalade nadirattandır. Bu şekilde kırmızı trafik ışığında geçmek, günlük hayatımızın vazgeçemediğimiz bir alışkanlığı gibidir. İspanya’daki o staj dönemimde bir defa kırmızı ışık yanarken yaya geçidinden geçmeğe teşebbüs etmiş, trafik polisinin bana ceza kesmesinden çok zor kurtulabilmiştim.

Belki bunda, o dönemde İspanya’da devlet başkanı olan ve ölünceye kadar 40 yıl müddetle iktidarda kalan diktatör General Franko idaresinin otoritesinin de rolü olabilirdi. Gazete haberi olarak okuduğuma göre, General Franko 40 yıllık iktidar döneminin son zamanlarında hastalanıp yatağa düşmüş, onu sağlığına kavuşturmak için dünyanın en iyi doktorları çağırılmış; onlar gece-gündüz başında nöbet tutmuşlar, konsültasyonlar yapmışlar ve bildikleri tedavileri uygulayıp onu iyileştirmeğe çalışmışlar. Kendisi de, bazen büyük bir güç sarfıyla yatağından kalkıp bir koltuğa oturuyor ve koltuğa sımsıkı tutunarak, azmini ve iradesini ölüme karşı koymak için yoğunlaştırmaya çalışıyormuş, ama ne çare..

Kendisiyle alâkalı bir anekdot, ölümünün üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen hâlâ çeşitli ülkelerde ve bilhassa futbol bahsiyle alâkalı olarak, yeri geldikçe hâlâ anlatılır:

General Franko’ya 40 yıl İspanya’yı idare etmeye nasıl muvaffak olduğunu sormuşlar. General Franko:

“- Büyük futbol sahalarında ve büyük arenalarda onları uyutarak..” cevabını vermiş.

Prof. Dr. Mustafa Nutku

Madem Dünyevî Dostlar ve Rütbeler Kabir Kapısına Kadardır

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Ya Rabbî,” dedi (Musa), genişlet göğsümü, kolaylaştır işimi, çözüver şu dilimin bağını. Ta ki anlasınlar sözümü!

[Tâ Hâ Suresi 20,25-28]

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Urs İbnu Amire el-Kindi Radiyallahu Anh anlatıyor:

Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi Vessellem buyurdular ki:

Yeryüzünde bir kötülük işlendiği vakit, ona şahit olan bunu takbih ederse (kötü olduğunun teyid ederse), o kötülüğü görmemiş gibi zararından kurtulur. O kötülüğe şahit olmadığı halde, işittiği zaman memnun kalan kimse, sanki şahit olmuş gibi manen zarar görür.

(Ebu Davud, Melahim 17)

.…….

Risale-i Nur’dan;

Madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.

Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin…

(16. Mektup’tan)

…….

Cevşen’den ;

50.
Ey gören ve görünmeyen,
Ey yaratan ve yaratılmayan,
Ey hidayet edip de hidayete muhtaç olmayan
Ey hayat verip de kendisi hayat verilmeye muhtaç olmayan,
Ey sorgulayan fakat (başkaları tarafından) sorgulanmayan,
Ey (her şeyi) doyuran, fakat kendisi doyurulmakta münezzeh olan,
Ey başkalarını (rahmetine) sığındıran, fakat sığındırılmaya muhtaç olmayan,
Ey (her şey hakkında) karar veren, fakat kendisi hakkında karar verilmeyen,
Ey herkese hüküm süren, fakat (asla) başkalarının hakimiyeti altına girmeyen,
Ey doğurmayan ve doğmayan ve asla eşi, dengi bulunmayan!
Münezzehsin sen,

Ey kendisinden başka bir ilah olmayan…
Kurtar bizi ateşten ey Rabb’im!

www.NurNet.Org

Hakiki Ömrünü Bulunduğun Gün Bil!

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

O, Rahman’dır (Sonsuz merhamet ve şefkat sahibidir), Rububiyet arşına kurulmuştur. Göklerde ne var, yer de ne varsa O’nundur. Bu, ikisi arasında olan, yerin altında olan da O’nun’dur.”

[Tâ Hâ Suresi 20,5-6]

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Buhari’nin Ebu Hureyre Radiyallahu Anh’tan yaptığı bir rivayette Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vessellem buyurdular ki:

“Orta yolu tutun, güzele yakın olanı arayın, sabah vaktinde, akşam vaktinde, bir miktar da gecenin son kısmında yürüyün (ibadet edin), ağır ağır hedefe varabilirsiniz. Unutmayın ki sizden hiç kimseye, yaptığı amel, cenneti kazandırmayacaktır.” buyurdu.

“Sende mi (amelinle cennete gidemeyeceksin) Ey ALLAH’ın Rasulü?” dediler.

“Evet, ben de, dedi, ALLAH affı ve rahmetiyle muamele etmezse ben de!

(Buhari, Rikak 18)

Buhari Nesai’de gelen bir başka rivayette:

Bu din kolaylıktır. Kimse (aşırı gayretle) dini geçmeye çalışmasın, (başa çıkamaz, yine de yapamadığı eksikleri kalır ve) galibiyet dinde kalır.” buyrulmuştur.

(Buhari, İman 29)

.…….

Risale-i Nur’dan;

Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı; yarın ise, senin elinde senet yok ki, ona mâliksin. Öyle ise, hakiki ömrünü bulunduğun gün bil.

(21. Söz’den)

…….

Cevşen’den ;

49.
Allah’ım ben, ismin hürmetine sana el açıyor (hacetimi) senden diliyorum;
Ey (müşkülleri) kolaylaştıran,
Ey (hakkı, batıldan iyiyi, kötüden, nuru zulmetten…) ayıran,
Ey (kötülüğü iyiliğe) çeviren,
Ey (serkeş ve âsileri) râm eden,
Ey (rahmet ve nimetini) indiren,
Ey bol bol bağışta bulunan,
Ey fazl-ü kerem sahibi olan,
Ey büyük (nimetler) veren,
Ey (günahkarlara tevbe ve dönüş için) mühlet veren,
Ey (kullarına) güzel davranan!
Münezzehsin sen,
Ey kendisinden başka bir ilah olmayan…
Kurtar bizi ateşten ey Rabb’im!

www.NurNet.Org

İster Yavaş Konuş, İster Açıktan, O’na Göre Birdir.

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

İster yavaş konuş, ister açıktan, O’na göre birdir. Zira O gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilendir. O’dur Allah. O’ndan başka yoktur ilah. En güzel isimler ve vasıflar O’nundur.

[Tâ Hâ Suresi 20,7-8]

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi Vessellem’in katibi Hanzala İbnu’r-Rebi el- Esedi Radiyallahu Anh anlatıyor:

Birgün Hz. Ebubekir (Radiyallahu Anh)’la karşılaştık.

Bana:

– Nasılsın? Diye sordu.

– “Hanzala münafık oldu” dedim.

– “Subhanallah, sen neler söylüyorsun?” diye şaşırdı.

Ben açıkladım:
– Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vessellem)’in huzurunda olduğumuz sırada bize cennet ve cehennemden söz edilir, sanki gözlerimizle görmüş gibi oluruz. Oradan ayrılıp çoluk çocuğumuza, bağ bahçemize karışınca çoklukla unutup gidiyoruz.”

Hz. Ebubekir de (Radiyallahu Anh):

– “ALLAH’a yemin olsun ben de aynı şeyi hissediyorum” dedi.

Beraberce Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vessellem)’e gittik. Ve bu durumu açtık. Bize:

– “Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal’e kasem olsun siz, benim yanımdaki hali dışarda da devam ettirip (cennet ve cehennemi) hatırlatma işini koruyabilseniz melekler sizinle yataklarınızda, yollarda musafaha ederdi. Fakat Ey Hanzala, bazen öyle bazen böyle olması normaldir (Münafıklık değildir) dedi ve (son cümleyi üç kere tekrarladı).”

(Müslim, Tevbe 12)

.…….

Risale-i Nur’dan;

Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarf ediyorsun?

(21. Söz’den)

…….

Cevşen’den ;


48.
Ey bağışı şerefli- değerli olan,
Ey fiili latîf olan,
Ey lütfü daimi ve ebedi olan,
Ey ihsanı kâdim, e ezeli olan,
Ey sözü hak olan,
Ey verdiği vaadi doğru olan,
Ey (kullarını) affederek (onlara) fazl-u ihsanı olan,
Ey azabı adalete dayanan,
Ey zikri tatlı olan,
Ey fazl-ü keremi (bütün yaratıklara) şamil olan
Münezzehsin sen,

www.NurNet.Org