Kategori arşivi: Seçtiklerimiz

Boşanma (4) Yeni Evlilikler ve Çocuklar

Boşanma (4) Yeni Evlilikler ve Çocuklar

Çocuğu olanların, boşanma sonrası yeni evlilik yapacakları zaman, çocuksuz birine göre on kat daha fazla düşünmeleri gerekir. Zira sonraki evliliklerde çocuk konusundaki yanlış tutumlar hem çocukların psikolojisini olumsuz etkileyebiliyor hem de karı-koca arasını bozabiliyor.

Öncelikle evlilik görüşmesi safhasında çocuklarla ilgili mevzuların net bir şekilde eş adayı ile konuşulması lazım.

Zira baştan açık açık konuşulmayan konular, sonradan sıkıntılara sebep olabilir. “Ben öyle anlamıştım, böyle zannetmemiştim, çocuğun bizde kalabileceği hiç aklıma gelmemişti” gibi cümlelerle evlilik sonrası huzur kaçırabilir.

Çocuğu kendinde kalmayan kişi, eş adayına çocuğun ara ara gelip kalacağını, hatta ölümlü dünya yanında kaldığı ebeveynin başına bir şey gelirse onlarla kalabileceği baştan konuşmalı. Bunu kabul etmeyen kişiyle evlilik düşünmemeli. Bu konuda net cevap alınmalı.

Çocukları ile oturacak kişide şartları konuşmalı. Baştan konuşulup kabul edilen konular eş adaylarının birbirlerine verdikleri sözlerdir.

Ve herkes verdiği sözde durmalı. Müslümanın en önemli şiarı güvenilir olması ve sözünde durmasıdır.  Sözünde durmayan kişiler bu arada dindarlığı da kimseye bırakmıyorlar. Dindarlık dilde değil esas gönülde olmalı. Keyfi olarak sözünden dönenin dindarlığından bahsedilemez.

Bu konuda pek çok olay duyup şahit oluyorum.

Mesela çocuklar sebebi ile yaşanacak yer ve hanımın bağlı olduğu camia ile ilgili konuda evlilik öncesi tamam deyip sonrasında iki konuda da sözünde durmayarak problem çıkaran erkek yüzünden biten evlilik var.

Ya da başta kabul ettiği halde sonradan eşinin çocuğunu istemeyenler “ailene gönder” diyenler olabiliyor. Güvenilirliğini kaybetmek her şeyini kaybetmektir.

Evlilik içinde çocuk yüzünden problem çıktığında problemi çözmek lazım, çocuğu evden uzaklaştırmak değil.

Çocuğu olup evlenmeye niyet edenlerin ve evlenenlerin dikkat etmeleri gereken bir kaç husus:

Birincisi çocuğun yaşı. Küçük çocuklar ya da ergenliği atlatmış olanlar anne ya da babasının yeni eşini daha kolay kabullenebiliyorlar. Yaşı küçük olan çocuklar, ebeveynler doğru davrandığında yeni eşi anne ya da baba gibi kabullenebiliyorlar. Bu kendi ebeveyni ile olan ilişkisini de olumsuz etkilemiyor. Yeter ki yetişkinler doğru davransın.

Ergenliği atlatanlar pek fazla dert etmiyorlar. Yine ebeveynlerin tavırları önemli.

En riskli olan yaş grubu ergenlik çağında olanlar. Zira bir yandan kendi kimliğini kişiliğini oturtmaya çalışırken kendi anne ve babasının sözlerini bile dinlemek istemezken yeni birine alışmak onunla yaşamak anne ya da babasını onunla paylaşmak ergenlere zor gelebiliyor, problem çıkarabiliyor. Bu yaşta çocuğu olan ve kendisi ile yaşayacak olanlar evlenmek için iyi düşünüp belki onların biraz büyümesini bekleyebilirler.

İkincisi; çocuğun ebeveynin eşini benimsemesi için onu kıskandırmamak gerek. Çocuk aileye katılan yeni kişiyi kabullenip sevene, ona alışana kadar onun yanında karı-kocanın fazla muhabbetli davranmaması iyi olur. Zira bu çocukta anneyi ya da babayı kaybetme duygusuna sebep olursa çocuk ona tavır alabilir ya da kendi içine kapanabilir.

Tabii bu karı-koca birbirine soğuk davransınlar demek değil, normal davransınlar fakat ilk başlarda biraz dikkatli olunması iyi olur. Ki kendi anne-babasının muhabbetini bile kıskanan çocuklar olabiliyor. Onların eşlerini ilk başlarda kıskanabilirler. Bu kıskançlığı körükleyecek davranışlardan sakınmak lazım. Zira çocuklar zamanla bu duruma alışacaklardır. Hele onu severlerse kıskançlık kalmayabilir.

Çocuk onu sevsin diye çocuğa eş övgüsü yapmak, onun kıskançlık duygularını harekete geçirebilir. Bırakın çocuk kendi tanısın kendi sevsin. Siz uğraşırsanız kıskanabilir. Onu benden çok seviyor duygusunu kapılabilir. Eş sevgisinin ve çocuk sevgisinin ayrı kategorilerde olduğunu çocuk düşünemez. Pek çok yetişkin bile bunları ayıramıyor.

Evlilik safhasında ya da yeni evlilik vakitlerinde, mutlu olan çiftler, bu mutluluğu çocukları ile paylaşarak onların da mutlu olacağını varsayıyorlar fakat çocuklar genellikle kıskanıyorlar. Belki anne ya da babası adına mutlu oluyorlardır fakat kendi adlarına kıskanabilirler. Ve seveceklerse bile ön yargılı davranıp problem çıkarabilirlar.

Aynı durum çocuğun yanında kalmadığı ebeveyn için de geçerli. Hafta sonu sizi görmek için can atan, sizi özleyen çocuğunuza yeni eşinizle ne kadar mutlu olduğunuzu göstermeye çalışırsanız çocuğunuzu kırar ve kıskanmasına, onunla rekabet etmesine sebep olabilirsiniz.

Bazıları da yeni eşi ile çok mutlu olmasa bile sırf eski eşine çocuklarla çok mutlu olduğu haberi ulaşsın da eski eşi kıskansın diye çocukların yanında çok mutluymuş gibi davranıp onlara yeni eşini övebiliyor. Bu tür davranışlar çocukları üzmekten başka bir işe yaramaz.

Bir de eski eşinin evlenmesinden dolayı kıskanan kişilerin yanlış tavırları var. Bu kişiler hem eski eşlerinin evlenmesine hem de çocuğunun onların yeni eşine sevmesini kıskandıkları için çocuklarını yalan yanlış sözlerle o kişiden soğutmaya çalışabiliyorlar. Çocuk da etki altında kalınca zararı yine çocuk görüyor. Çocuk ebeveynin kıskançlığından öyle davrandığını düşünemiyor ve onun sözlerine inanabiliyor bu yüzden de yeni eşe soğuk davranabiliyor. Bu durum ebeveyni ile de arasının bozulmasına da sebep olabiliyor. Sonuçta en çok çocuk üzülüyor.

Bir dikkat edilecek mevzu da yeni eş ve çocuklar arasında dengeli davranmaktır. Korku ve kaygı ile hareket ederseniz hata edersiniz. Bir taraf için diğer tarafı ihmal etmeyin ya da kötü davranmayın.

Toplumda bir üvey anne ve üvey baba paranoyası var. Bunun etkisinde kalmayın ve yakınlarınızın kışkırtmalarına kapılmayın,

Öncelikle, çocuğuma kötü mü davranıyor, kaygısı ile gözünüz hep eşinizin üzerinde olmasın. Kötü davrandığı varsayımı ile hareket edip onun davranışlarını kötüye yormayın. Açıkça kötü muameleler görmedikçe. Eşiniz çocuklarla kaynaşmak için elinden gelen gayreti gösterdiği halde, haksız bir şekilde sizin güvensizliğinizle karşılaşırsa hem size kızgınlık duyar hem çocuklara kızgınlık duyar, onlar yüzünden sevilmediğini ve mutsuz olduğunu düşünmeye başlar.

En başta yapılması gereken şey güvenmektir. Zaten ilk başta evlilik öncesi iyice düşünüp taşınıp merhametine, ahlakına güvendiğiniz kişiyi tercih etmeye çalışın. Bundan sonrası o da bir insan.  Üvey anne ya da babanın da öz  anne- baba gibi yeri geldiğinde çocuğu uyarma hakkı vardır. Bu durumlarda alınganlık etmek hatalıdır. Ufak tefek problemlere takılmayın üzeriden durmayın. Öz anne-baba-çocuklar arasında da yaşanacak sıkıntılar olduğu gibi sonraki evliliklerde de böyle problemler çıkacaktır. Esas olan daimi ve kasıtlı olmaması.

Bazıları kişiler ise çocukları ile yeni eşe karşı bir çete oluşturabiliyorlar. Biz beraberiz sen ayrısın, dışarıdasın, bizim önceliklerimiz daha önemli mesajı verebiliyorlar, o zaman da evlilik bitiş noktasına gelebiliyor.

Tabii eşinizin çocuklarınıza alenen kötü davrandığını görüp ses çıkarmamaktan bahsetmiyorum.  “Aman güç bela yeni bir evlilik yaptık o da çocuklar yüzünden bozulmasın.” diye çocuklara eziyet ettiğini gördüğü halde eşinden yana olup çocuklarına sahip çıkmayan kişiler de olabiliyor. Ne çocuklar için eşe ne de eş için çocuklara zulmedilmemeli. Adaletin olmadığı yerde huzur olmaz.

Kısacası çocuklu kişilerin yeni evlilik yaparken iyi düşünüp taşınması lazım. Taraflardan ikisinin de çocuğu kendisi ile yaşayacaksa işler biraz daha zor hale gelebilir. Zira çocuklar arasında rekabet olabilir. Çocuklar kendi anne ya da babasının başka bir çocuğu sevmesini, onula ilgilenmesini ve o çocuğun “anne ya da baba” demesini fazlaca kıskanabilirler. Bunun acısını da hem karşısındaki çocuktan hem de anne ve babadan çıkarabilirler.

Mesela bu yüzden evliliği çatırdayan bir karı-kocayı yakın tanıyan birinden şöyle bir olay duymuştum. Erkeğin üç yaşındaki çocuğu babasının eşine “anne” diyor ve çok seviyor. Fakat kadının onlarla yaşayan on yaşlarındaki çocuğu annesinin bu çocuğu sevmesini ve çocuğun ona anne demesini çok kıskanıyor ve “o sana anne demeyecek” diye tutturuyor. Kadında kendi çocuğunu üzmemek için diğer çocuğa anne demeyi yasaklıyor.Bu arada bu çocuk kendi annesini hiç görmüyor çünkü annesi onu görmek istemiyor.

Bu arada bir parantez açalım çocuğu babada kalan kadınlarda çocuğunu hiç görmeme meselesini çok duyuyorum. Duruma  iyi niyetle bakıp yormak istiyorum. Acaba görüp ayrılmak mı zor geliyor yoksa her ayrılıkta çocuğun daha çok üzüleceğini mi düşünüyorlar bilemiyorum fakat böyle bir gerçek var. Annelerin çocuklarını özlemediklerini zannetmiyorum.

Bu çocuğun annesi de yakın oturduğu halde çocuğunu hiç görmüyor. Kadın “bana artık anne deme” deyince kocası da bu duruma çok bozuluyor o da kadının oğluna soğuk davranmaya başlıyor. Bu yüzden araları bozuluyor.

İki tarafında çocukları onlarla yaşayacaksa evlilik meselesini çok çok iyi düşünmek lazım. “Kocaman bir aile olacağız” cümlesi kulağa hoş geliyor fakat çocuklar kendi kardeşleri ile bir olup evin içinde iki cephe oluşturabilirler. Çocukları  idare etmek zannedildiğinden daha zor olabilir.

Bir de önceki evliliğinden olan çocuklarını dilediği zaman görme hakkı olduğu halde karısının korkusundan hiç görmeyen ya da çok az gören babalar var. Bu babalar bilsinler ki o evlatlara yapmadıkları babalıktan ahirette hesaba çekilecekler. Bir baba bütün evlatlarından sorumludur. Çocuklar için baba güvendir, dayanaktır. O dayanağı yıkmasınlar. Kendileri yeni evliliklerinden olan çocuklarla ya da yeni eşlerinin çocukları ile babalık duygularını giderebilirler fakat baba yolu gözleyen diğer çocukların baba ihtiyacını kolay kolay kimse kapatamaz.

Bu konuda erkeğin ilk evliliğinden olan çocukları ve yeni evliliğinden olan çocukları ve varsa eşinin çocukları arasında adaletli davranması lazım.

Çocuk sevmek ve sevindirmek çok sevaptır. Müslümanın bu bilinçle hareket etmesi lazım. Kişinin eşinin çocuklarını sevmesi koruyup kollaması onlara hizmet etmesi Allah indinde kıymetlidir. Fakat kendi çocuklarını da ihmal etmemelidir.

Kadın olsun erkek olsun kendine güvenemeyen başkasının çocuğunu sevemem ya da sahiplenemem diye düşünenlerin çocuğu olan biri ile evlenmemesi gerek. Zira bu hem eşe hem kendine hem çocuklara eziyet olur. İyi düşünüp öyle karar verilmeli.

Özetle sonraki evliliklerde eş ve çocuk arasında kalmamaya özen göstermeli, birini tercih ederek diğerini incitmemeli, ikisi ile güzel bir idare yolu tutmak için gayret sarf edilmeli.

Sema Maraşlı 

Kaynak: cocukaile.net

www.NurNet.Org

Pişkin müfterilerin hamakatlarını itirafı

Pişkin müfterilerin hamakatlarını itirafı

Yeni Asya gazetesi bir “DUYURU” neşretmiş. Bu duyuruda Yeni Asya’nın FETÖ terör örgütü lideri “Fetullah Gülen ile 40 yılı aşkın süreçte mesafesini hep koruduğunu” iddia ettikten sonra, sözü 1996 da Bediüzzaman’ın talebelerinin neşrettiği bir mektub’a getirip, olmayan aklınca Hüsnü Ağabeyi o mektuptaki imzası üzerinden itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Şunu hemen söylemeliyim 1996 da neşredilen o mektup, o günün şartlarında yine Fetullah Gülen’i kullanarak İslam’a saldıranlara verilen bir cevaptı. Ayrıca Akit tv.nin provokasyon yaptığı iftirasını diğer iftiraları yaptıkları gibi çok rahat ve pişkin bir şekilde tekrarlıyor.

Son olarakta Hüsnü Bayramoğlu Ağabeyi ”İslam ahlakından uzak” ve ”Üstadın son yolculuğunda şoförlüğünü yapmış bir insan” diye tanıtarak değer cellatlığı yapma gayretine girmiş. Haaa birde bir lütufta bulunuyor ve Hüsnü ağabeyi mahkemeye vermiyorlarmış..! Ama nafile… Güneşi, matbaalarında terör örgütleri ve pornografik dergileri bastıklarında ellerine bulaşan o iğrenç ve mülevves mürekkeplerle sıvayamazlar Şu husus herkes tarafından bilinmelidir ki Yeni Asya’yı ve onu yöneten komitayı en iyi bilenlerden biriyim. Zira o mevkutenin sahibi ile çok özelim var.

Son defa diyorum, çünkü tabanı kalmamış bir yapı, sağa-sola saldırarak insanların ona cevap vermesini ve bu sayede tanınıp taban oluşturma gayretinin farkındayım.

1- 40 sene Fetö’ye mesafeli durdukları doğrudur. Fakat neden mesafeli durduklarını açıklamıyorlar. Aynı teşkilatın kullandığı 2 ayrı yapı aralarındaki üstünlük savaşında Fetullah Gülen, belki de iyi eğitilmiş olmasının ve sahnede kullandığı argümanları Demirel ile sınırlı tutmayıp birçok isim ile besleyerek hatta yurt dışında birçok ülkede sahne almasının sonucu olarak rakibini geçmiş ve uluslararası bir örgüt haline gelmiştir.

Bunun sonucu olarak Yeni Asya cemaati, kendi Abilerinin onlara verdiği taktik ve derslerle Fetullah’ı kendilerine her zaman rakip görmüş ve mesafesini, rekabet seviyesine göre muhafaza etmiştir. Vakta ki FETÖ yapısı deşifre oldu, bu sefer onunla aynı kaynaktan beslenen Yeni Asya devreye girerek milleti vaktiyle FETÖ’nün yaptığı gibi Risale-i Nurları kullanarak zehirlemeye hız ve kuvvet vermiştir. Daha önce Fetullah Gülen’e düşman olan, onu “hain” ve “dış güçlerin kontrolünde” diye tarif edenler maalesef şimdi onun rolünü hırsızlıyorlar. Onu savunuyor ona bir söz söyletmiyorlar. Vatan hainliği konusunda kör, risaleleri tahrip ve tahrif etmesi noktasında ise cehl-i mürekkep içine düştüler. Acaba bütün bunların karşılığında Fetö terör örgütü bunlara nasıl bir ianede bulunmaktadır? Yani Allah’ın ayetlerini acaba kaça satıyorlar açıkçası merak etmekteyim.

2- Biz Nur talebeleri, yüce kitabımız Kur’an ve onun hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nurdan öğrendiğimiz “innemel mu’minine ihvetun” ferman-ı azimi, bütün müminlerin kardeş olduğunun ifadesidir. Yani İslam ve Müslümanların derdi ile dertlenmiş, İslam’ı yaşayan ve yaşamasını teşvik eden bir gurup, bir cemaat yada herhangi bir kuruluşa biz kardeş nazarı ile bakmamız gerekmiyor mu? Dolayısı ile Akit tv.nin, nur mesleğinin dışında olması İslam’ın emri olan ittihad manasının dışına mı itilmeli? Yada ittihad kiminle yapılmalı bunun kıstaslarını Yeni Asya’mı belirliyor? O sebepten mi dünyada bütün nurcular hatta bütün ümmet bir tarafta, Yeni Asyacılar karşı tarafta ve İslam düşmanları ile aynı safta oluyorlar?

3- Nurcu oldukları kendilerinden menkul olan bu güruh madem nurcu olduklarını iddia ediyorlar bari 20 ve 21. Lem’ayı hiç mi okumuyorlar?

4- Bırakın Nurculuğu önce Müslüman olmak gerekmiyor mu? Allah’ın emrini yerine getirmeyen günahkar olur, peki inkar eden pişkin müfterilerin bu hamakat itirafları değilse nedir? Bakın Nisa suresi 59. ayet-i kerime sarihtir: Siz ey imana ermiş olanlar! Allaha, Peygambere ve aranızdan kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara itaat edin ve herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allaha ve Peygambere götürün, eğer Allaha ve Ahiret Gününe (gerçekten) inanıyorsanız. Bu (sizin için) en hayırlısıdır ve sonuç olarak da en iyisidir.) Namaz kılan, Kur’an okuyan, ibadetini aksatmayan, hac ve umreye giden ve İslam dini için cehd eden ve Türkiye’nin yarısından fazlasının reyi ile seçilmiş, bizden, yerli ve milli bir yöneticimiz var bunu inkâr ediyorlar.

Bediüzzaman hazretlerinin en büyük hayallerinden birini bu hükümet ve başındakiler gerçekleştirmişken, 14 senedir dinimize yapılan bu büyük hizmetler göz önünde iken, din ile alay eden, Müslümanları küçümseyen, Üstadımıza hakaret eden din düşmanları ile aynı safta olmak nasıl bir ruh haletinin sonucudur acaba? Yada karşılığında ne alınmıştır, bütün bir ümmeti karşılarına almaya değecek ne aldılar? Bütün bunları bir tarafa bırakalım, yine savunduğumuz ve iddiasını yaptığımız dinimiz bize emaneti ehline vermeyi emretmiyor mu? Yaşı yetenler eğer hain değillerse hiç mi düşünmezler? Hiç mi akıl etmezler?

Bu ülkede 90 yıldır hayalini bile kuramadığımız fütuhat ve terakkıyatı bu hükümet ve Ak Parti sayesinde görmedik mi? Eğer Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’ye, Müslümanlara ve bütün İslam alemine kazandırdıklarını Demirel yapsaydı ona secde edeceklerdi secde… Ama bu İslam kahramanına kardeş olamıyorlar; bu da nasib meselesi elbette…

5- Son olarak Hüsnü Bayramoğlu ile ilgili 2-3 cümle söyleyeceğim. Bu ahmaklar eğer Risale-i nur okusalardı Hüsnü Bayramoğlu’nun kim olduğunu tabi ki bileceklerdi. Ama sadece bu hadise bile yani Hüsnü Ağabeyi tanımamaları bile, Risale-i nur okumadıklarını dolayısı ile Nurcu olmadıklarını ayan-beyan ortaya koyuyor. Bakın Bediüzzaman ne diyor; Bugün dört fedakâr hizmetimde bulunan manevî evlâdlarımla bir seyahat ettiğim zaman, imandaki Cennet çekirdeğinin bir zerreciği kat’iyyen ruhuma ihtar edildi. Emirdağ Lahikası-2 ( 212 ) Üstadımızın “hizmetinde olan 4 manevi evladım” dediği Zübeyir Gündüzalp, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel ve Hüsnü Bayramoğlu’dur. Tabi bu Yeni Asyacılar lahika okumadıkları için bunları bilmezler. Risale-i Nur külliyatında 4 ana kitap İman kurtarır, fakat lahikalar istikamet verir, nurculuk manevi havuzunu gösterir, kılavuz olur.

Bakınız Hüsnü Bayram Ağabeyin, Üstada ve diğer nur talebelerine yazdığı çokça mektup bizzat Üstad Bediüzzaman tarafından Risale-i Nur külliyatına derc edilmiştir.

Herkesin cep telefonunda külliyat vardır, açın telefonunuzu “Hüsnü” yazın, bakın kaç yerde karşınıza çıkacak. Elbette Bediüzzaman’ın şoförlüğünü yapmak en büyük şereftir. Fakat o ahmak kafalılar bilsin ki Bediüzzaman’ın yanında fasılasız tam 11 sene kalmış ve üstadımızın “manevi evladım” iltifatına mazhar olmuş Hüsnü Bayramoğlu Ağabeyimiz, onların mülevves ağzından çıkan ifrazat ile kirlenmeyecek kadar ali bir makamdadır.

SAADET VE MUHABBETLE KALINIZ.

Abdurrahman İraz

Kaynak: Nurdanhaber.com

www.NurNet.Org

Flört: Zehirli bal

Flört: Zehirli bal

Mitoloji’deki hikâyelerde bile yeri olduğuna göre flört insanlık tarihi kadar eski bir konu! Bütün semavî dinlerde tersi öğütlenmesine rağmen, ilâhî yasaklara aldırış etmeme “imtihan sırrından dolayı insanın kendi tercihine, cüz’î iradesine kalmış bir mesele. Melek de hayvan da değiliz. Cüz’î de olsa tercih hakkımız, irademiz var. Tercihlerimizle meleklerden üstün, hayvandan aşağı derecelere çıkıp inebiliyoruz. Böyle yaratılmışız.

Tahrif edilmelerine rağmen gerek Tevrat’ta gerekse İncil’de değil arkadaşlık, bakışları da kontrol etme üzerinde durularak inananlardan gözleriyle zina etmemeleri istenir.

Semavî dinlerde bu konudaki hükümler şüpheye mahal vermeyecek ölçüde kat’idir, kesindir, apaçıktır.

Ama imtihan dünyası işte!

HARAM HUZUR VERMEZ

Günümüzde “cazibedar fitne içinde bulunan ve aklını kaybeden” gençlerimiz hislerinin esiri olarak ne yazık ki, neticede çok üzülecekleri tercihlerde bulunabiliyorlar.

Oysa ki, haram huzur vermez. Cehennemin acil cezasını daha dünyada iken elemleriyle hissettirir. Haram sevmek “zehirli bal gibi” kıskançlık, ayrılık acısı, sevgisine mukabele görememek gibi Cehennemî bir ruh halini beraberinde getirir. Medyadan eksik olmayan haberlerin bir bölümü bunun sayısız örnekleriyle doludur!

FLÖRT, EVLİLİĞİ ENGELLER

Kız erkek arkadaşlığında netice itibarıyla en çok sıkıntıyı yaşayan, zarar gören kadınlardır. Zira tesettürsüzlük nikâh yolunu kapatır. Çağdaş erkeklerin (!) kadınları “gezip, eğlenecek” ve “evlenip çocuk sahibi olacak” diye ikiye ayırdıkları medyada sıkça yer alır. Kararsız ve şüphede kaldıkları için çoğu zaman evlenmemeyi tercih ettikleri de bir gerçektir.

Bu gerçeğe Bediüzzaman Hazretleri Tesettür Risalesi’nde şöyle işaret ediyor: “Tesettürün ref’i, izdivacı teksir etmeyip çok azaltıyor. Çünkü en serseri ve asrî bir genç dahi refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yani açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhşa sülûk eder.”

GÖRÜCÜ USÛLÜ- DİNÎ NİKÂH

Flörtü evliliğe hazırlık devresi olarak gören bir anlayış da var. Bu görüşü savunanların çoğu görücü usûlünü eleştiriyor. Peki, flörtle yapılan evlilikler garantili mi? Asırlardır, dedelerimiz ninelerimiz yanlış mı yaptı?

Flörtlerin çoğunlukla “psikolojik facia” ile son bulduğunu söyleyen psikologlar yanlış mı düşünüyorlar?

Kaldı ki görücü usûlünde eş adaylarının birbirlerini görüp konuşmaları, tanışmaları yolu kapalı değil. Kültürümüz, geleneklerimiz de buna müsait. Mahremiyet prensipleri ve ölçüleri dâhilinde buluşup görüşme imkânı varsa, flörte ne gerek var?

Bu safhada birbirlerini tanısınlar ve günaha girilmesin düşüncesiyle tercih edilen dinî nikâhsa geri dönülemez hatalara kapı aralayan sosyal bir başka yaradır. Resmî ve dinî nikâhın birlikte yapılması genç kızı da delikanlıyı da hatalardan koruyan sigorta hükmündedir.

HÜLÂSA

Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi “Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.”

Zarara rızası ile girene acınmaz!

Yasemin GÜLEÇYÜZ

www.NurNet.Org

Risale-i Nur Talebeleri Arasında Büyük İttifak

Risale-i Nur Talebeleri Arasında Büyük İttifak ve “Bediüzzaman’ın Aziz Hatırasını İstismar Edenlere Silleyi Tedip” Risale-i Nur’u Sadeleştirme Teşebbüsü Nur Talebelerini Uyandırdı: Hain FETÖ örgütü, Paralel Devlet Yapılanmasından (PDY) önce, Paralel Nur Cemaati Yapılanmasını (PNCY) gerçekleştirmeye çalıştı.

Bediüzzaman hazretlerinin tesis ettiği nurlu hizmetin temel kavramlarını ve değerlerini gasp etti.


Risale-i Nur kitaplarını, tesbihatını, medresesini, hizmetini, abisini, ablasını, şakirdini, sohbetini, çayını, çorbasını, her şeyini istismar etti. Kıymetli kavramların içini boşalttı.

Bugün, insanlar dini kavramlara şüpheyle bakıyorsa ve cemaat ve hizmet denildiğinde mesafeli duruyorsa, bunun temel müsebbibi, hain FETÖ örgütünün mukaddes olan her şeyi istismar etmesidir. Sadeleştirme meselesine ilk defa Necip Fazı Kısakürek tarafından iyi niyetle teşebbüs edilmiş fakat üstadımız buna cevaz vermemiş ve bizzat has talebelerinden Zübeyr Gündüzalp’i göndermek suretiyle bu teşebbüse mani olmuştur. Daha sonra hain FETÖ lideri bu meseleden haberdar olduğunu da anlatarak 1990’lı yıllardan itibaren gazetesinde küçük sadeleştirme denemeleri yayınlamaya başlamıştır.

Bu konuda 2004 yılında gazetesinde yayınlanan bir röportajda sadeleştirme meselesini savunur. Üstadımızın o zaman hayatta olan talebeleri sadeleştirme meselesine şiddetle karşı çıktılar. Bu karşı çıkışlardan sonra Nur Talebeleri sadeleştirme meselesinin farkına varmaya ve uyanmaya başladı. Nur Talebelerinin bu uyanışı, FETÖ’nün yıkılışını getirecek müthiş bir öze dönüş ve diriliş hamlesidir. Üstadımızın Kahraman Nur Talebeleri yapılan bu ihaneti affetmedi ve asla müsamaha göstermedi.

Nur Talebeleri Risale-i Nur’un tahrif edilmesini önlemek için hizmetin aslına ve saf haline sahip çıkmaya başladı. Bu tarihten sonra, alçak FETÖ örgütü belini bir daha doğrultamadı. İktidarın FETÖ mücadelesinde iktidara en büyük desteği veren Nur Talebeleri, bu tavırlarıyla Nur hizmetini büyük bir töhmetten kurtardı.

Bu cihetiyle, FETÖ hainlerine en büyük darbeyi ilk önce Üstadımızın Talebeleri indirdi. Gezi Parkı Olaylarında Nur Talebeleri Net Bir Tavır Koydu: 27 Mayıs 2013 tarihinde “Taksim Gezi Parkı’nda”  bir darbe kalkışması başladı. Çapulcuların başlattığı ayaklanmanın başlangıç tarihi manidardı! Kanlı bir darbe tarihi! Bu isyanın açık hedefi, “meşru olan bir iktidarı devirmek ve Recep Tayyip Erdoğan’ı indirmekti.” Masum gibi görünen bu hain amaç, isyancıları hemen ele veriyordu. Bu olayın destekçisi olan konsorsiyum içerisinde hain FETÖ örgütü baş rolde görünmese de, gizli bir lojistik sağlayan bir taşeron olarak hükümete karşı dişini göstermeye başladı.

Bu hadiseler sırasında Nur Talebeleri safını net olarak belirledi ve hainlerin karşısında ve meşru iktidarın yanında sağlam bir duruş sergiledi. 17-25 Aralık Hain Darbe Oyununu Nur Talebeleri Bozdu: Gezi olayları yatıştırılmıştı, fakat sular bir türlü durulmuyordu. Hainler asla boş durmuyordu. Milletin parasıyla kurdukları yazılı ve görsel medya kuruluşlarında iktidar aleyhinde yazıp çizmeye devam ediyorlardı. Komplo teorileri birbiri ardına devam ediyordu. MİT tırları operasyonuyla köşeye sıkıştırılmaya çalışılan iktidar hain bir darbeyle indirilmeye çalışılıyordu. Kulislerde hain FETÖ yandaşlarının darbe yapacağı haberleri dolaşıyordu. Sözde “imam” olarak geçinen “hain haşhaşiler”, esnafı dolaşarak darbe çığırtkanlığı yapıyordu.

Nur Talebeleri yapılan bu hainlikleri gördü ve bu kirli oyunları bozdu. Yapılanların alçaklık olduğunu ve meşru bir hükümeti darbe yoluyla indirme teşebbüsünün ihanet olduğunu yüksek sesle ifade ettiler.

Oyun planlarının sosyal medyada deşifre olduğunu gören FETÖ yandaşları 28 Şubat tarihinde yapmayı planladıkları hain darbe girişimini 17 Aralık’ta apar topar yapmak zorunda kalıp, yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Bu oyunu Nur Talebelerinin bozduğunu anlatan vesikalar delilleriyle birlikte 15 Temmuz Darbe Araştırma Komisyonuna ulaştırılmıştır.  15 Temmuz Darbe Gecesi Nur Talebeleri Meydanlardaydı: 15 Temmuz darbe girişiminin ayak sesleri duyulurken hain FETÖ yandaşları gemi iyice azıya almıştı. Aleni olarak hükümet aleyhtarlığı yapıyorlardı. Kulislerde darbe çığırtkanlığı yapmayı bırakmışlardı ve artık meydanlarda alenen darbenin yaklaştığından bahsediyorlardı. Sözde gazetecileri ve yayıncıları iktidarı tehdit eden cüretkâr açıklamalar yapıyorlardı. Bu milletin korkak olduğundan dem vurarak, asker sokağa çıktığında herkesin korkarak evlerine gireceğini iddia ediyorlardı. Nihayet hain darbe girişimini başlattılar. Fakat bu gafillerin hesap edemediği bir şey vardı.

İmanlı sinelerin göğsünü kurşunlara siper edeceğini ve adil kader programının fetvasını millet lehine verdiğini bilmiyorlardı. Bu necip ve asil millet, imanına, hürriyetine ve istikbaline sahip çıktı. Anadolu’nun yiğit evlatları “cihat” kavramını tekrar hatırladı ve meydanlara çıktı. Milletin iradesi tanklara meydan okudu. Sıcak ve uzun bir Temmuz gecesinde kadın, erkek, çoluk çocuk herkes meydanlara indi.

Bankalar kapanmasın diye cevşen okuyanlar ise meydanlarda görünmüyordu. Meydanlarda sinsi mermilere göğsünü siper ederek şehit olan Nur Talebeleri hiç te az değildi. Nur talebeleri, bir ellerinde bayrak bir ellerinde Kur’an olduğu halde nöbet tuttular ve nöbetleri reis tamam diyene kadar devam etti.

FETÖ Soruşturmalarının Hedefi Kesinlikle FETÖ Mensuplarıdır: ………. İfade etmeye çalıştığımız bütün bu süreç incelendiğinde, Nur Talebelerinin hükümet aleyhinde tertiplenen olaylarda milletin, ümmetin ve adaletin yanında saf tuttuğu net bir şekilde görülmektedir. Risale-i Nur talebeleri, büyük bir mutabakatla “EVET” oyu kullanacaklarını kamuoyuna alenen beyan etmişlerdir. Lider yapısının olmadığı ve “Kitabi ve İlke Merkezli Bir Cemaat” olan Nur Talebelerinin bu büyük mutabakatı, basiretlerini ve ferasetlerini göstermektedir. Doğru İslam anlayışını temsil eden ve Kur’an ve Sünnet yolunun dönmez bir müdafisi olan Nur Talebelerinin isabetli kararları, istifade ettikleri kaynağın sıhhatinin bir delilidir.

Eserlerden ve üstatlarından müspet hareket dersini alan ve aklını kimsenin cebine koymayan ehli tahkik Nur Talebeleri, milletin ve ümmetin selameti için “EVET” kararında ittifak etmişlerdir. Nur Cemaatlerinin “EVET” kararında ittifak etmesinin baş mimarı, “Üstad Bediüzzaman’ın Mutlak Vekili” sıfatıyla “Yaşayan Son Nur Kahramanı” ve “Ortak Akıl” manasının tahakkuk ettiği “Meşveret” ruhudur. Hüsnü Bayramoğlu ağabeyimiz, “EVET” tercihinin, “Bu Milletin Prangalarından Kurtulmasının Kararı” ve bir “Vatan Millet Meselesi” olduğunu, “EVET” tercihinin kazanmasıyla terör yandaşlarını destekleyen şımarık Avrupa’ya sert bir tokat vurulacağını ifade etmekte ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a hususi olarak dua etmektedir.

Bütün Nur Talebeleri, 16 Nisan 2017 Pazar günü, büyük bir mutabakatla “EVET” mührünü vuracaktır. Bu suretle, Bediüzzaman’ın aziz hatırasını ve resmini istismar ederek kamuoyunu aldatmaya çalışan “Sözde Gazetecilere” ve “Hain Terör Örgütlerine” sert bir silleyi tedip indirecektir.

Dr. Nadir Çomak

Kaynak Linki : NurdanHaberler

www.NurNet.Org

Tırtıl Ölünce Kelebek Doğar

Bir varmış, yok yokmuş. Allahın yarattıkları da, bir hayli çokmuş. Çokta ne demek canım, sayısı bile yokmuş.

Bu çoklar içinde minicik mi minicik bir tırtıl varmış. Bu tırtılcık bir dut yaprağının koynunda dünyaya gelmiş. İyiki de gelmiş.

Neden mi? Hele biraz sabredin bakalım hikayeyi okuyunca anlarsınız. Neyse hikayeye devam edelim.

Tırtıl dünyaya gelmiş, Hoş gelmiiiş, safalar getirmiş. Dut yaprağı beşik olmuş, rüzgar nini söylemiş.Uyumuuş büyümüüş, kocaman bir tırtıl olmuş.  Ekmek elden su gökten, yanıcığında yiyeceği, yemiş yemiş semirmiş.

Sonraları sıkılmış. “Hep böyle yatmakla olmaz biraz dolaşalım çevreyi keşfe çıkalım” demiş.Çıkalım çıkmasına da yürüyecek ayak nerede. Allah pek yanlış yapmaz ama! “Hayırdır inşallah!” demiş. Ikınmış sıkınmış bir de bakmış ki yürüyor. Ön tarafı sabitle. Şimdi poponu öne çek, göbeği yukarı kaldır. Haa şöyle. Şimdi de ön taraf tekrar ileri. Tamam, oluyor galiba. “Ehh biraz zor oluyor amma olsun, yine de yerinde saymaktan iyidir” demiş, yaprağı arşınlamış. Az gitmiş uz gitmiş.

Yeşillikte düz gitmiş. Bir de bakmış ki bir yaprak boyu yol gitmiş. Yaprağın kenarına geldiginde bakmış şöyle etrafına. “Aman Allah’ım, oda ne!” yüksek mi yüksek bir yerde gezermiş. Baş dönmüş göz kararmış. Üstelik ayagı da kaymış.

“Hophophop…  Aman dikkat… Ha şöyle. Oh be! Az daha düşüyorduk canım” demiş. Neyse kıl payı atlatmış bu seferlik tehlikeyi.

Yine de yılmamış yıkılmamış. Bir yandan dut yaprağı yerken bir yandan da ağacı keşfetmiş.

Bir gün yine yaprağın kıyısında dolaşıken. Aşağıya şöyle bir bakıvermiş. Niye mi? Merak işte niye olsun. Bakıvermiş amma… rüzgarı da hiç hesap etmemiş. Hoooop küüüt…

Kendini ağacın dibimde bulmuş. “Eyvah! Şimdi ne yapacağız. Evden yittik gayrı” demiş. Düşünmüş taşınmış birde ne görsün. Etrafında kendisi gibi düşen bir sürü tırtıl yokmuymuş.

Bakmış, onlar tıpış tıpış yürüyerek ağaca tırmanıyorlar, O da başlamış tırmanmaya. Ne de olsa dünya işte, inişi çıkışı olmadan olmazmış yani. Tırmanmış tırmanmasına ama imanı da gevremiş hani.

Ortayı kaldır. Arkayı topla. Ön taraf ileri. İstanbul trafiğinde yol alan körüklü otobüs mübarek. Git git bitmiyor. Keskin ağaç kabukları arasında ilerle. Bu sırada deriyi de çizdirme hani. Sol geniş dala sap. İnce yollarda yürü. Yaprak sapı köprüsünü geç. Oh be! Nihayet vardık yuvaya. Bu dünya hayatı pekte zahmetliymiş canım. Üstüne üstlük insanlar bunca eziyetin için de birde ayrılık acısı çekiyorlar.

Eee akıl olunca kurcalayıp işin ıcığını cıcığını çıkarıyorlar canım. Bir de başlarına olmadık belalar sarıyorlar. Kaprisler, hırslar, kıskançlıklar, gurur, çekememezlik, kin, intikam, düşmanlık. Neyse canım işimiz insanların gıybetini yapmak değil. Şu yazarlar da yok mu hani taş atmak için her fırsatı kullanırlar.

Şunun şurasında çektiğimiz küçük eziyeti anlatıyorduk. Hemen sokuşturmalar. ‘Biz de şöyle çektik, böyle kazıklar yedik.’ bana ne kardeşim. Şükür ki insan olmamışım canım. Vallahi bu insanların işine akıl ermez doğrusu. Hem suçlu, hem güçlüler.”

İşte bizim tırtılın hayatı aşağı yukarı bu minvalde geçip gidiyormuş. Bir gün iniş çıkışlardan, düşüş kalkışardan bir hayli yorulmuş başlamış şikayet etmeye.(İnsana mı çekmiş ne!)  “Ey Allah’ım, gerçi senin hikmetinden sual olmaz amma, ne diye bunca zahmeti çektiriyosun bilmem. İnip çıkmaktan düşüp kalkmaktan yoruldum. Şöyle kuşlar gibi iki çift kanat takamaz mıydın canım. Hani şöyle rahat rahat inip çıksak, gökte uçup şiir yazsak. Havalarda süzülsek. Çiçekten çiçeğe konsak. Hem  biz rahat ederdik,  sende şikayet dinlemekten kurtulurdun.” Demiş.

Meğer YUKARI’daki de tırtıldan bunu bekliyormuş. İsteyin de vereyim diyormuş. Hoş tırtılınki de biraz edepsizce olmuş ama olsun, Allah’ın rahmeti çoook mu çokmuş. “Büyüklük zaten bizde; verelim şu garibana bir müjde” demiş ve bir elçisini tırtıla göndermiş.Elçi ona “İstediğin sana verilecek ama senin de yapman gerekeler var” demiş. “De bakayım” demiş tırtıl “nedir yapmam gerekenler?” Elçi: “bir ağ örüp  içine gireceksin, sonrada ağzını kapatıp uzun bir uyku çekeceksin.” diye yanıtlamamış mı tırtılı.

Tırtıl da “kısaca kefene sarılıp öleceksin desene sen şuna.” Diye kızmış.

Elçi de: “sen bilirsin demiş. Nasıl olsa eninde sonunda öleceksin. Pisipisine toprağa girmektense biraz zahmet çekip kelebek olmak var işin içinde.

Paşa keyfin bilir. İki kanadın yanında, cennet manzaralı çiçek evler de bonus. Kaçmaz fırsat.

-Bakın hele şu elçinin konuşmasına nasılda sokak ağzıyla konuşuyor hiç yakışıyoor mu canım. Neyse neyse biz işimize bakıp hikayeye dönelim-

“Başka çare yok.” diye düşünmüş tırtıl. “Olur” demiş yarım ağızla.Elçi: “bu hayvanlarda ne kadar nankör oluyorlar canıım. Hiç yoktan rengarenk iki kanat üstelik sayısız güzellikte çiçek gezintisi, yine mırın kırın…

Hem isterler hem zahmetsiz olsun derler. Yok, öyle üç kuruşa beş köfte. Her nimetin bir külfeti var canım.

Neyse elçi diyeceğini demiş. Tırtılı kararıyla başbaşa bırakmış.Tırtıl da: “Tüm evreni yoktan yapan, elbette vereceğim dediyse verecektir canım. Biz işimize bakalım. Örelim şu kefeni de uykumuza dalalım.

Tırtıl ağını örmüş,  sonra içine girmiş. Uzuuun bir uyku çekmiş. Uyanınca da gözlerine inanası gelmemiş. İki yanda dört bölmeli güzel mi güzel, şirin mi şirin kanatlar. İki uydu anteni, parlak renkli kocaman gözler. Filinta gibi bir vucut. Üstelik bir de ayaklar. Oooh daha ne olsun ki. O şükretmesin de kim şükretsin canım. Kaldırmış kafasını “Yaptın yine yapacağını. Sana da yakışır canım” demiş ve başlamış uçmaya.Keyfine de diyecek yokmuş hani. O çiçek senin bu çiçek benim; her çiçeğin keyfini sürmüş, çokça şükretmiş.

Derken bir gün ağlayan bir çocuğa rast gelmiş. Meğer çocuğun babası vefat etmişmiş. Tırtıl acımış garibana. Ona kendi hikayesini anlatmış.

Sonunda çocuk sormuş: “Söyler misin kelebek kardeş insan ölünce ne olur?”Kelebek cevap vermiş: “Orasını Allah bilir ama ben biliyorum ki TIRTIL ÖLÜNCE KELEBEK DOĞAR.  Üzülme , vakti gelince sen de uçarsın, babana kavuşursun” demiş. Başka da bişey dememiiiş. Hemi gerçek hemi doğru. Bu hikaye de burada bitmiş.

Abdurreşid Şahin
Kaynak: RisaleAjans
www.NurNet.Org