Kategori arşivi: Seçtiklerimiz

Dert anlatınca azalmıyor ki! Feraha kavuşsun gönül

Dert anlatınca azalmıyor ki! Feraha kavuşsun gönül

Ağrımız ! Anladıkki, dert diye bir başkasına yakındığımız, derdi vereni şikayet etmekten öte bir marifet (!)değilmiş. Dert anlatınca azalmıyor yahut kaybolmuyor ki feraha kavuşsun gönül. Aksine paylaşmak ile derdin daha çok arttığı bir dönemdeyiz.Güvenmek, artık büyüklerin anlattığı güzel hikayelerin başkahramanı oldu. “Çöküşünü seyrettiğimiz şey, merhametimizdir, insanlığımızdır, kardeşliğimizdir. Ötesi yok .”  Özellikle maddi manevi taarruzların çok olduğu bir dönemde güzel ahlak üzere büsbütün tam olmakoldukça güç bir durum olmuştur.“Acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? Acaba insan denince hatırlanıyor muyuz?”

İyi olmak istiyorsak eğer kötülüğümüze de inanmamız gerekir. Diğer taraftan dostluk ve insanlık üzerine kurulu her ne varsa hayatta gözden geçirmek ve yeniden değerlendirmek de faydavar.Herkesin bir kusurunu bulup, kendi kusurlarını unutan dostunu kaybetmeye mahkum oluyor. Halimizi, birde başkasından dinlemeli. Halimizi, yani bir nev’i nefsimizi… İşte dostluk bunun içindir. Omuz omuza olup beraber adım atmaya ihtiyacımız varken karşı karşıya geldiğimiz günlerin acısı ancak hakiki bir dost tesellisi ile diner.
Ona yazmak değil O’nu yazmak için vesile olan nimettir , dost … “Güven olmazsa dostluk olur mu ? Dostluk olmazsa bağlanma olur mu? Bağlanma olmazsa eylem olur mu? “ . Bunları düşünüp muhakeme etmek gerekir elbet. Pakdil’in Fethi Gemuhluoğlu için dediği gibi “Onun her sözü, konuştuğu her insanın üzerinden ,kürek kürek kül kaldırıyordu.” Böylesi bir  dost aramak yahut olmak …
Dost, merhamete, şefkate muhtaç olduğumuz  anlarda aciz kalıp bitap düştüğümüz , mustarip olup , avane gezdiğimiz anlarda  eksik kaldığımız yerden tamamlayandır. Gün olur ki bir kış günü sırtında  yük iken kaderin,  arkana dönüp baktığında görmek istediğindir belki de … Geçirdiğimiz imtihanlar bize dost mu getirir düşman mı bilinmez ama , acı ve tecrübe getireceği ve neticede insan edeceği muhakkaktır.
İnsaf dinin yarısıdır. Peki ya insan bunun neresinde?  Yara almış gönlekavl-i leyyin ile  dokunalım,. Dost arayalım usanmadan… “Dost istersen Allah yeter. Evet, O dost ise her şey dosttur.”Sözünü yaşayana kadar.  Zira insan kimi zaman zulmeder, kusur görse saklamaz, dert anlatsan anlamaz. Bu dünya başka bir gezegenin cehennemi değilse eğer birbirimize karşı sabır ile dayanıp iyi olmak zorundayız. “İyi, bir yanıyla rahatsız edicidir.”  Fakat biz buna da razıyız.  Kaleler fedailer ister. Bir gönlü fethetmek için kaleye ulaşmak zorundayız , vesselam.
Allah hepimizi sevsin. Ta ki bizler de birbirimizi sevelim. Muhabbet ile…
Zahide Aydoğdu
  İbrahim Tenekeci
  Ali Ural , Posta Kutusundaki Mızıka
  Ömer Doğru
  Nuri Pakdil , Bağlanma sf 61
www.NurNet.Org

Üç Müceddid–Şahs-ı Manevi’nin formasyonları

Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmak (Emirdağ Lahikası)

İkinci Makale:  Birinci Müceddid – İman

Birinci Makalede “Üç müceddid: Bilim, Felsefe ve Sanat” başlığı altında işlediğimiz konu; gerek kâinatta gerekse bireysel insan hayatı ve toplum sosyolojisinde kaçınılmaz olan üç devreyi izah etmekle birlikte; aynı zamanda ahirzamanda büyük hizmetler verecek olan Mehdiyet Kurumunun, bu kurumun programı olan Risale-i Nur’un ve yüklenicisi olan Cemaatin şahs-ı manevisinin geçireceği evreleri göstermekte; Büyük İman ve Kur’an hizmetini ifa eden unsurların da temel tecdid yönelimlerini açıklamaktadır.

“Şahs-ı manevi” kavramı Risale-i Nur’un özgün temel öğeleri arasında yerini almış durumdadır. Hadislerde Ahirzamanın en dehşetli iki figürü olarak anlatılan Deccal ve Süfyan ile bunlara karşı mücadele edecek İsa Aleyhisselam ve Mehdi Aleyhisselam’ı konu alan hadisler, Risale-i Nur’da “şahs-ı manevi” anahtar kavramıyla çözümlenmektedir.

Bediüzzaman’ın yorumlarından, Hadislerde birer “kişi” olarak bahsi geçen bu tipolojilerin aslında birer “arketip” oldukları ve bir şahs-ı maneviye tekabul ettikleri anlaşılmaktadır. Ahirzamanda ortaya çıkan karmaşık kültürlerin, devasa yapıların ve uluslararası düzlemde yoğun faaliyetleri bulunan kurumların tüm küremizi etkisi altına alabilen bilimsel, sanatsal ve felsefi cereyanlar meydana getirdiklerini; dolayısıyla, bu büyük cereyanların kombinasyonu olarak ortaya çıkacak olan ahirzamanın dehşetli fitnelerinin yıkımlarını, karşıt eşdeğerleri olan yapıların tamir ve tecdid edeceğini öngörmektedir.

Bu kurumlar, kültürler, felsefeler bir anda ortaya çıkmamış; belirli aşamalardan geçerek küresel düzlemde etkin birer aktör haline gelmiştir. Aynen bunun gibi, ahirzzamanda tecdid vazifesi de belirli aşamalarla gerçekleşecek; uzun dönem mağlup vaziyetinde kalmakla birlikte çocukluk ve gençlik döneminin sonlarına kadar tahşidat faaliyetleri ile kurumsal kimliklerin ve seçkin toplulukların oluşması sonrasında dengelenme gerçekleşecek, daha ileri safhada üstünlük emareleri ortaya çıkacaktır.

Bediüzzaman Hazretleri’nin Kastamonu Lahikası’nda “Evet, bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için gayet ehemmiyetli birer müceddid ister” şeklindeki sözleri bu zamanda üç aşamalı bir tecdid faaliyetinin varlığının gerekliliğine işaret etmektedir. Bu ifadeler aynı zamanda bütün güzelliklerin düşmanı ve söndürücüsü olan ümitsizliğin yer bulmaması ve ümidin devamlı bir çağlayan haline gelmesi için planlama yapılmasının, istişarenin devam ettirilmesinin ve gelecek tasavvurunun insanlara sunulmasının önemini göstermektedir. Bunlar bir idealin hayata geçirilmesinin olmazsa olmazları durumundadır. Başta Muhakemât olmak üzere Hutbe-i Şâmiye ve Münazarât gibi eserler ile 5’inci Şua tarzında teviller ve izahlar esasen bu ihtiyacın bir sonucudur.

Üç müceddidle ilgili beyanlar ile buna benzer cümleler; Risale-i Nur metinlerinin etrafında gelişen iman hizmetinin ahir zamanda ifa etmekte olduğu ve kıyamete değin sürecek faaliyetlerin şümüllü bir analizinin gerçekleştirilmesi; bu analizlere dayanan planların yapılması, İman ve Kur’an Hizmetinin geleceğine yönelik stratejik tahminlerde bulunulması anlamını da taşımaktadır.

Bütün bunlar, üç müceddid olarak ifade edilen üç dönemin kendi konjonktürel şartlarının anlaşılması ile daha mümkün ve gerçekçi bir hale gelebilecektir. Bu dönemleri bilim, felsefe ve sanat olarak isimlendirmemiz, esasında bu kavramların hem ukde-i hayatiyesi olan ana umdelerin iman, hayat ve şeriat kavramlarına karşılık gelebilecek olmalarından kaynaklanmakta; hem de bu kavramları uygulama alanına taşıyan ana karakterlerin, yani akademisyen, filozof/entelektüel ve sanatçıların bu dönemlerin temel figürleri olmasından kaynaklanmaktadır.

Risale-i Nur cemaatinin çoğunluğunu oluşturan ortodoks kısım, üç müceddidlerin birincisi olan ve bilim safhasını inşa edecek olan kesimdir. İman Hizmetinin en temel işlevi olan ve Risale-i Nur’un metinlerinin neşir ve izahı anlamına gelen birinci vazife yani “iman ve dinin tecdidi” cemaatin ortodoks çoğunluğu tarafından yerine getirilecektir. Tekrara başvurmak, sıkça totolojiye sürüklenmek, ispatlama sadedinde sadece Risale-i Nur metinlerine atıf yapmak, menkıbelere başvurmakla bir tür ideoloji mühendisliği yapmak çocukluk dönemine tekabül eden bilimsel safhanın, ezcümle “iman ve dinin tecdidi süreci”nin tipik göstergeleridir.

Kıyamete kadar sürecek bir hizmet olarak Birinci Mücedditlik Döneminin üreteceği en önemli ve en keyfiyetli insan potansiyeli “akademisyen”ler olacaktır. Ümmetin en temel eğitimi olan iman hakikatlerinin didaktik şekilde öğretimi ve en yüksek seviyede üniversite tezlerine konu olması bu dönemin iki ucunu ifade etmektedir. Bu dönem esasında kıyamete değin sürecek iman ve Kur’an hizmetlerinin temelini oluşturmakta ve sürekli eğitimle tekrar edilen bir düzlemi ifade etmektedir. Bu aşamada bir toplum inşasından bahsetmek reel anlamda iyimserlik olacaktır. Bu dönem için en önemli argüman “bireyin inşası yönünde maneviyatla olan bağının kurulması ve soyut imani hakikatlerle tanışıklığın sağlanılması”dır. Bu evre, esasında tüm tecdid hareketlerinin ve tüm müceddidlerin temel görev alanı olmakla birlikte ahirzamandaki tecdid hareketi olarak Mehdiyet Kurumunun da en esaslı vazifesini anlatır.

Vurguladığımız gibi “İman, hayat ve Şeriat” kavramları “İman ve Kur’an Hizmeti”nin fütüristik devirlerine işaret etmektedir. İman aşaması, en genel anlamda ve cemaat bağlamında Risalelerin telifinin tamamlanmasını, Cemaatin kökleşmesini ve Ortodoks bir topluluğun oluşmasını ifade etmektedir.

Bu dönemde Cemaatin çoğunluğu Risale-i Nur metinlerine mevcut bilimsel argümanlar eşliğinde ve düşman fikriyatları çökertme meyliyle muhatap olmaktadır. Devamlı surette metinler okunmakta, çoğaltılmakta, başkalarına ulaştırılmakta ve iman hakikatleri tipik ideolojik reflekslerle savunulmaktadır. Bu refleksler, çocukluk dönemine benzer şekilde, zihinsel altyapının oluşmasına, fikriyatın kökleşmesine, Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinin aynı zamanda maddi bir şahsiyette de tezahür etmesine yol açacaktır. Bu aşamada Nur metinleri öngörü olarak Cemaatin çok önündedir ve bu metinler bağlamında da yapılması gereken çok iş vardır.

Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur metinleri ile ilgili olan bu vazifeleri görebildiğimiz kadarıyla 17 başlık altında toplamıştır: “Neşir, İzah, Tahşiye, Talim, Tertip, Tashih, Cem, Şerh, Tekmil, Telif, Tanzim, Tefsir, Beyan, İspat, Tafsil, Tasvir, Tasfiye”. Bu vazifelerin bazıları iman bazıları hayat bazıları da şeriat dönemlerinde ancak hakkıyla yerine getirilebilecektir. Cemaatin ana damarını oluşturan Ortodoks kesimin üstlenebileceği en önemli vazifeler “Neşir, İzah, Talim, Tertip, Tashih ve Cem” olmakla birlikte bunlar iman döneminin en yoğun faaliyetlerini oluşturacaktır.

Risale-i Nur’un telifinin başladığı tarihten (1926) günümüze kadar 17 vazife içerisinde yukarıda belirttiğimiz 6 vazife ifa edilmeye çalışılmıştır. Yeterli entelektüel seviyenin oluşmasıyla diğer vazifeler de yerine getirilebilecektir. Uluslararası bir nitelik kazandıkça, bu hizmetin daha farklı problemlerle, sorularla ve muhataplarla karşılaşacağı ortadadır. Dolayısıyla sadece Ortodoks yapının gerçekleştirdiği faaliyetler yetmemeye başlayacak; Mehdiyetin İsevilik din-i hakikisi özelinde tevhide inanan kesimlerle buluşmasını sağlayacak olan yeni dönemlerin ve yeni karakterlerin meydanda yer alışına tanık olunacaktır.

Mustafa AKÇA

Kaynak:RisaleHaber

www.NurNet.Org

Evlenmeden Önce Mutlaka Okuyun

Evlenmeden Önce Mutlaka Okuyun

Yazar Ümit Şimşek kişisel web sitesinde evlilik ile alakalı çok ilgi çekici ve gençlerin mutlaka okuması gereken bir yazı kaleme aldı. Yazısı şöyle ;

Genç nesillerin düşmana ihtiyacı yok; onlar kendi kuyularını elleriyle kazıyorlar. Birçoğunun belki hiçbir geleceği olmayacak; bugünkü çizgilerini aynen devam ettirdikleri takdirde, nesilleri, kendileriyle beraber sona erecek.

Gençlerimiz evlenemiyorlar — eş yokluğundan değil, alternatif çokluğundan. Tüketim çağının getirdiği “maksimize etme” alışkanlığıyla, tıpkı bir kazağın en iyisini en ucuza alabilmek için birkaç düzine mağaza dolaşır gibi, hayallerindeki eşi bulabilmek için de yaptıkları görüşme ve elemelerden elleri boş dönüyorlar. Adaylardan kiminin yaşı, kiminin kaşı, kiminin boyu, kiminin soyu aranan özellikleri tutmadığı için, ellerindeki sayılı yılları sayısız aramalarda harcamaya devam ediyorlar.
Sonuç:
Her iki tarafta da birbirini arayan, fakat bir türlü buluşamayan eş adayları.
Veya bir tarafta hayat arkadaşını bekleyenler, diğer tarafta da mümkün olan en karlı alışverişi yapmak için pazar araştırması yapan tüketiciler.
Ve mutlu bir yuvanın kuruluşunda harcanmaya layık iken beyhude arayışlarla heba olan hayatın en güzel yılları.
**
Son yıllar, eş seçiminde aranan özelliklere bir de “elektrik” şartını ekledi. Eş adayları evliliği beyaz eşya türünden bir alet olarak gördüklerinden midir, bilinmez, ama artık trafolarda aranacak şeyi birbirlerinde arıyorlar; çoğu zaman da görüşmeler, öyle uzun boylu kaş-göz, boy-pos değerlendirmelerine girişmeden, kısa ve net bir ifadeyle sona eriyor: “Elektrik alamadım.”
Belki de bu, karşı tarafa “Senin şu tarafını beğenmedim” demekten biraz daha haysiyet kurtarıcı bir formül sayılabilir; ama yine de bir arızanın işaretini vermiyor mu? Pek muhtemeldir ki, elektrik alamayan gencin devrelerindeki bir arıza, akımın iletilmesini engellemiş; yahut alınan elektrik, uyaran çokluğu ve aşırı yüklenme yüzünden duyarsızlaşan bünyelerde bir tesir uyandırmamış olsun.
Ne olursa olsun, söz konusu geçici bir beraberlik değil, sonsuza kadar sürmesi beklenen bir aile olduğuna göre, bu işi anlık voltaj ölçümleriyle belirlemeye kalkmak kadar yanlış bir yöntem düşünülemez. Ömürler gençlik hülyaları içinde geçecek değildir; zaman içinde hayatın inişleri ve düşüşleri de yaşanacak, hastalık ve ölümler, sıkıntı ve darlıklar başa gelecek, bu arada ilk günün voltajı çoktan düşmüş olacaktır. Anne veya babanız bakıma muhtaç hale geldiğinde, vaktiyle servi boyuna veya ela gözüne bakarak alıp eskittiğiniz dilberden nasıl bir davranış göreceksiniz?
***
Eğer bugünün gençleri — özellikle dindar gençler — yarının adı sanı unutulmuş, nesilleri kesilmiş yoklukları haline gelmek istemiyorlarsa, bir an önce Batı medeniyetinin kendilerine biçtiği “tüketici” rolünden sıyrılıp “mü’min” kimliğine kavuşmak zorundadırlar. Kadere inanmak da imanımızın bir rüknüdür; bunu unutmayın ve yaşanacak bir hayatın bütün ayrıntılarına hakim olmak gibi bir hevese kendinizi kaptırmayın. Böyle yaparsanız, hayatın en ağır yükünü omzunuzdan atmış olacaksınız, buna inanın.
Hiç mi araştırmayalım diyeceksiniz.
Araştırın. Fakat öyle uzun boylu araştırmayın. Gözünüz geçici değil, kalıcı özelliklerde olsun. En önemlisi, “Benim seçtiğim eş” olarak değil, “Allah’ın benim için yazdığı arkadaş” olarak bakın. O zaman, bilinmeyenler, tıpkı sürpriz bir armağan paketi gibi, bu seçimi sizin için daha da hoş hale getirecektir. Bu tavsiyelerimiz, ebediyete talip olanlar ve huzurlu ve mutlu bir yuva kurmak isteyenler içindir.
Başına bela alıp da hayatını zehir etmek isteyenler ise daha iyisini arayadursunlar. Eğer bir yanlışlık yapıp da evlenecek olsalar bile, ömürleri boyunca “daha iyilerini”görmeye ve yapmış oldukları seçim için hayıflanmaya devam edeceklerdir.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de evliliği şu şekilde tarif eder ;bediuzzaman


“Evet insan, bir refikaya veya bir refike muhtaçtır ki, tarafeyn, aralarında, hayatlarına lazım olan şeyleri muavenet suretiyle yapabilsinler. Ve rahmetten neş’et eden muhabbet iktizasıyla, yekdiğerinin zahmetlerini tahfif etsinler. Ve gamlı, kederli zamanlarını, ferah ve sürura tebdil edebilsinler. Zaten dünyada insanların tam ünsiyeti, ancak refikasıyla olur.” 

İnternette tıklanma rekoru kıran bu resmin gördüğü ilgi, hepimizin içinde yatan bir özlemi yansıtıyor. Batı medeniyeti kendi değerlerini bizim zerrelerimize kadar işlemek için ne kadar uğraşırsa uğraşsın, varlığımızın ta derinlerindeki birşeyler, bize, asıl özenilecek değerlerin orada değil, bizim olduğumuz yerde bulunduğunu fısıldamaya devam ediyor. Ve o fısıltı, fırsat bulduğu anda, dünyanın bütün gürültülerini bastırarak kendisini bize dinletiyor.
***
Resim, iki güzelliği bir arada önümüze seriyor. Bunlardan birisi, yaşlılığın güzelliğidir. O da, Yer ve Gökler Rabbinin bahar mevsiminde dağları ve ovaları boyamakta kullandığı gelincik ve sarı çiçeklerden meydana gelen bir fon üzerinde sunulmuştur.
Yaşlılık, Batı’nın batıl ölçüleri içinde, güzellik kavramıyla en son barışabilecek bir hadisedir. Çünkü onların gözünde değer ifade eden güzellikler ancak maddi güzelliklerdir; o da zaman içinde pek çabuk tükeniverir. Gençlik geçer, sağlık elden gider, güzellik yerini günahların çirkin izlerine terk eder. Fakat Batı medeniyeti yaşlıları bütünüyle gözden çıkarmak da istemez; çünkü onlar da cepleri boşaltılacak bir kesim olarak ortada durmakta, hatta ömür ortalamasının artmasıyla birlikte sayıları da artmaktadır. Onun için, tüketim toplumunun mühendisleri, yaşlılara birşey pazarlayacakları zaman, önce onları “genç olduklarına” ikna ederler, sonra da onların genç gibi yaşamak için muhtaç oldukları şeyleri kendilerine satarlar.
Bizim dünyamız ise hep güzelliklerle doludur. Burada sadece güzellikler yer değiştirir, o kadar: gece ile gündüzün ve mevsimlerin güzellikleri gibi. Gençlik de giderken yerini yaşlılığın güzelliklerine bırakır. Bu yüzdendir ki, onların yaşlıları çirkinleşirken, bizde yaşlananlar daha başka güzelliklere bürünürler. Simasını yılların secdeleriyle nurlandırmış ak sakallı bir dedenin yahut beyaz yemenili bir ninenin mübarek yüzünden daha fazla seyredilmeye layık hangi şey vardır bu dünyada?
***
Resmin ikinci güzelliği, bir muhabbet tablosu halinde karşımızda beliriyor. Fakat bu arzi, beşeri, maddi bir sevgi değil, başka alemlerden kokular taşıyan İlahi bir muhabbettir. Onun da adresini ayet-i kerimeden alıyoruz:
“Hemcinslerinizden kendilerine ısınacağınız eşler yaratması ve aranıza muhabbet ve merhamet vermesi Onun ayetlerindendir.” (Rum, 30:21.)
O muhabbet semadan anne ile babanın arasına iner, fakat orada kalmaz. Çocukların her biri ile anne ve baba arasında ayrı ayrı bağlar halinde çoğalır. Derken kardeşler arasında, derken her bir evlat ile teyzeler, halalar, amcalar, dayılar, dedeler, nineler arasında ayrı ayrı sevgi bağları olur. Bu rahmet ve muhabbet deryasında her bir fert, kendisini sayısız sevgi haleleriyle kuşatılmış bulur.
Liste böylece uzayıp giderken, hiçbir muhabbet, bir diğerinin kefesinden birşeyi noksanlaştırmaz. O muhabbetlerin hepsi de semavi ve nurani bir kaynaktan beslendikleri için, bölünmekle eksilmez, bilakis paylaşıldıkça artarlar. Yaşlanan ve yıpranan bedenlerin de böyle bir muhabbete zararı dokunamaz; yarım asır sonra o muhabbeti, daha da renklenmiş ve zenginleşmiş olarak, bir gelincik demeti halinde elden ele, gözden göze alınıp verilirken seyredebilirsiniz.
***
Bir gelincikte bütün gelincikleri, bir baharda bütün baharları birden gören gözler, bir dede ile ninenin muhabbet alışverişinde de kainatın bütün muhabbetlerini birden seyredebilirler. Zerreler aleminde parçacıkları, göklerde yıldızları birbirine bağlayan şey, o semavi hakikatin cemadat diline tercümesinden başka nedir ki? Bunlardan birine elektrik, diğerine çekim gücü adını veren bilim, bir tabloyu bize anlatmış olmaz, sadece tablonun bezinden, boyasından, tahtasından bahsetmiş olur, o kadar.
Ebedi hayat arkadaşları arasındaki muhabbet alışverişini bir “elektrik” hadisesi olarak görenlerin de cemadat lisanından zişuur lisanına yükselmedikçe bu hakikati anlamaları pek güçtür.
Kaynak : yazarumitsimsek.com
www.NurNet.Org

Dinde ve dindarlıkta denklik

Soru: “Evlilikte denklik ne demektir? İlim, kilo, boy…vs. her yönde denklik olmalı mı? Bunun hük­mü nedir? Âyet ve hadislerle açıklayabilir misi­niz?”

Evlilikte denk olmak, evlenecek kız ve erkeğin soy ve sopta, boy ve posta, yaş ve başta, mal ve mülkte, hür olup olmamakta, servet ve meslekte, din ve inanç anlayışında, huy ve ahlâkta mümkün mertebe birbirine yakın değerler taşıması demektir. Bunlardan en önemlileri dinde ve dindarlıkta denk­liktir. Sırayla görelim:

1. Dinde denklik: Evlenecek kız ve erkeğin din­de birbirine denk olması Allah’ın emridir, yani farz­dır. Her ikisi de Müslüman veya kadın en azından ehl-i kitap olmalıdır. Müslüman bir erkeğin müşrik bir kadın alması haram olduğu gibi, Müslüman bir kadını müşrik bir erkekle evlendirmek de haramdır.

İlgili âyetler şöyledir; “İman etmedikçe putpe­rest kadınlarla evlenmeyin. Beğenseniz bile, put­perest bir kadından, imanlı bir köle kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe putperest erkekleri de (kız­larınızla) evlendirmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha iyidir.”1

2. Dindârlıkta denklik: Evlenecek kız ve erkeğin dindarlıkta, dîni yaşama arzusunda, âhirete hazır­lanma kaygısında, güzel huyda, güzel ahlâkta, edep ve terbiyede, iffet ve namusta, dürüstlük ve doğ­rulukta, haramlara karşı hassasiyette ve helâlleri tercih etme duyarlılığında, hizmet anlayışında ve usûlünde ve Allah korkusunda birbirine denk olma­sı sünnettir.

İlgili hadisleri buraya alalım. Peygamber Efendi­miz (asm) buyurmuştur ki:

* “Kadınlar ile dört tür hasleti için evleniliyor: 1- Malı, 2- Soyu, 3- Güzelliği, 4- Dindârlığı. Ey Mü’min! Sen bunlardan dindar olanını seç! Yoksa fakirliğe düşersin!” 2

* “Kadınları sırf güzellikleri için nikâhlamayınız! Çünkü onların güzelliği onları böbürlenmek ve kibir­lenmek gibi tehlikelere sürükleyebilir. Kadınları sırf malları için nikâhlamayınız! Çünkü mal üstünlüğü onları azdırabilir ve isyana sevk edebilir. Lâkin ka­dınları dindarlıkları için nikâhlayınız! Şüphesiz bur­nunun bir kısmı kesik, kulağı delik ve teni siyah din­dar bir cariye dindar olmayan hür ve güzel kadından daha efdaldir.” 3

Bu hadislerin tefsirini yapan Üstad Bedîüzza­man nikâhı, insanın en fazla ihtiyâcını tatmin eden kalbe mukabil bir kalp ile sevgilerini, aşklarını ve şevklerini karşılıklı yaşayabilecekleri, lezzetlerde birbirine ortak, gam ve kederde birbirine yardımcı olabilecekleri önemli bir saadet kurumuna atılan adım olarak tanımlar.4

Üstad Hazretlerine göre bu saadet kurumunda kadın ve erkek dindarlıkta, güzel ahlâkta ve Allah korkusunda birbirine denk olmalıdırlar. Ebedî ha­yatta eşini kaybetmemek için, eşinin dindarlığını örnek alan ve eşini dindarlığı ve güzel ahlâkı için seven erkek dünya-âhiret elemsiz mutluluğu yaka­lamış demektir. Kocasının dindarlığına bakıp, ebedî hayatta kocasını kaybetmemek için Allah korku­suna ve takvaya giren kadın da bahtiyardır, ebedî mutluluğa ulaşmış demektir.

Yoksa, sâlihâ kadınını ebedî kaybettirecek se­fahatte ve kötü davranışlarda bulunan erkek ken­disine yazık etmiş olur. Kadın da, Allah korkusunu yaşamaya çalışan kocasının izinden gitmemesi do­layısıyla, o ebedî arkadaşını kaybederse kendisine yazık eder. Kadın ve erkek ise birbirinin fısklarını, günahlarını ve kötü davranışlarını taklit ediyorlar ve böylece birbirini ateşe atıyorlarsa, sevgilerine, aşk­larına ve mutluluklarına binlerce defa yazık etmiş olurlar.5

Eşinin maddî ve fizikî güzelliğinden ziyâde, huy ve ahlâk güzelliğine, şefkatin madeni ve Rahmetin hediyesi oluşuna sevgisini bağlayan bir erkeğin, eşinden aynı derecede sevgi ve hürmet göreceğini bildiren Üstad Saîd Nursî Hazretleri, bu karşılıklı hürmet ve muhabbetin her iki taraf yaşlandıkça ve çirkinleştikçe artacağını, böylece dünya hayatının da bir mutluluk yumağına döneceğini, yoksa yal­nızca sûret güzelliğine bağlanan bir sevginin çok geçmeden bozulacağını ve yerini geçimsizliklere bı­rakacağını haber verir.6

Bedîüzzaman’ın ifadesiyle, eşini latîf şefkatine, güzel hasletine, güzel huyuna ve güzel ahlâkına da­yalı olarak sevmenin ve böylece eşini günahlara gir­mekten korumanın âhiretteki neticesi ise, Rahîm-i Mutlak tarafından ebedî Cennette hûrilerden daha güzel, daha alımlı ve daha câzibedâr bir fizikî ve rûhî güzellikle eşinin kendisine ebedî bir eş, latîf bir dost, güzel bir arkadaş ve sâdık bir sevgili olarak ve­rilmesidir.7

Çocuklarımızın böyle büyük mükâfâtlara erme­lerini temin için, evliliklerinde dinde ve dindarlıkta mutlaka denklik aramalı, sâir unsurları çok fazla abartmaya değer görmemeliyiz.

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi: 221.

2- İbn-i Mâce, Nikâh, 1858.

3- İbn-i Mâce, Nikâh, 1859.

4- İşârâtü’l-İ’câz, s. 196.

5- Lem’alar, s. 257.

6- Sözler, s. 587.

7- Sözler, s. 591.

Kaynak: www.fikih.info

www.NurNet.org

“Tereddütün olduğu evliliklerde uzun yolculuğa çıkılamıyor.”

Gittikçe artan boşanma oranları; evliliklerde sadakat ve sabrın kaybol­maya başladığının işaretlerini veriyor. Bizler de konuyu Çift Terapisti Klinik Psikolog Ayşe Yıl­maz ile konuştuk.

 Evliliklerde sabır, tahammül ve sadakatin azalmasıyla ilgili görüşlerinizi almak istiyoruz. Bu konuda tavsiyeleriniz nelerdir?

Öncelikle evlilik yapmadan önce bireyin kendini tanıması, açmazla­rını, zaaflarını, temel ve duygusal ihtiyaçlarını, güçlü ve zayıf yönle­rini bilmesi önemli. Sadece davra­nışsal boyutta değil de duygusal boyutta da kendisini tanıyan kişiler evlilikten ve evleneceği kimseden ne beklediğini bilerek yola koyu­lur. Kendini tam olarak tanımayan, kimle birlikte ve hangi durumlarda yapamayacağını bilemeyen, çocuk­luk dönemin doyurulmamış olan ihtiyaçlarını fark etmeyen kişiler, bu ihtiyaçları tamamlayamayacak kişileri bilinçdışı olarak seçebiliyor­lar. Kendini tanıma, ihtiyaçlarını ve beklentilerini bilme tarafını çalış­mış olan kimseler bu ihtiyaçlarına hitap edebilecek kişileri seçebilirler ve evliliklerinde sıkıntı olmaz.

 Kendini tamamlayacak kişi­ler…

Evet, temel ihtiyaçlarını karşı­layabilecek kişiler. Tabi ki problem olmaz dediysem; iki farklı beyin, iki farklı cinsiyetin aynı evin içerisine girmesi zaten problem olabileceği­nin göstergesi ve bu normal. Kar­deşinizle, ailenizle bile ara ara bazı sıkıntılar yaşabiliyorsunuz.

Bazı sıkıntılar olmasını abartmamak lazım; fakat bazen şu olabiliyor: İnsan kendini tanıdığını zannede­rek evleniyor; fakat aslında kendini tanıma sürecine evlendiği zaman giriyor. Eşini tanırken kendisini tanıyor. Evlendiğinde yaşadığı ça­tışmalarla temel ve duygusal ihti­yaçlarını, doyurulmamış taraflarını görmüş oluyor.

özellikle evliliğin ilk beş yılı kişilerin birbirlerini ken­dilerini tanıma ve adapte olabilme dönemi. Kritik bir dönem aslında; çiftler bu dönemde duyguların yo­ğunluğuyla güzel bir dönem yaşıyorlar; fakat bununla birlikte doyurulmamış, karşılanmamış çocukluk ihtiyaçlarını eşinin karşılayamadığını gördüğü zaman içinde büyük duygusal reaksi­yonlar verebiliyor. Burada kişinin duygusal reaksiyon vermeyip, “Ben burada ne hissediyorum, neden kaygı, olumsuz duygu ya da çatışma yaşama ihtiyacı his­sediyorum?” sorusuna odakla­nıp bunu kendi içinde çözmeye çalışması ve eşiyle doğru ileti­şim yoluyla çözmesi çok önemli. Eşini suçlayarak, aşağılayarak, eleştirerek, eşine duvar örerek vs. olumsuz iletişim yollarını kul­lanmadan, olumlu bir yaklaşımla eşini anlaması, ona kendini an­latması ve beklentilerini ifade etmesi önemli.

 Evlilik demek; iki ‘ben’in ‘biz’e dönüşmesi demek…

Kişiler evlenmeden önce ben yani birey olarak ya da aileleri­nin bünyesinde bireyleşememiş olarak yaşayabiliyorlar. Evlilik; iki ‘ben’in ‘biz’e dönüşmesi demek. “Ben” demeye devam ediyorsa bir taraf, “Ben ve benim ihtiyaç­larım… Benim istediğim olacak. Sen benim ihtiyacımı karşılaya­caksın. Sen benim uzantımsın. Sen benim için varsın.” gibi al­gıları varsa; bu, karşı tarafı da kilitler. Bencillik ilişkiyi kilitleyen bir durumdur. Bencilliği sonlan­dırmaya, ben yerine biz olmaya odaklanmak önemli.

Bunu da tabi olumsuz iletişim yollarını kullanmadan tanıma, anlama, anlatma ve doğru iletişim kurma yoluyla yapabiliriz. Tabi ki özel­likle evliliğin adaptasyon döne­minde problemler olabilir. Bura­da problemi tanımlayıp çözüm odaklı olabilmek çok önemli. Kişiler karşılıklı olarak memnun olabilmelidir. Yani ben buna ka­zan-kazan dengesi diyorum. Yani çiftlerden biri o ilişkiden devamlı besleniyor, o kazan konumunda diğeri de kaybeden konumun­daysa bir süre sonra o ilişkide bir çatal olmaya başlıyor, bir taraf büyüyor diğer taraf küçülüyor, bir süre sonra o küçülen taraf problem olmaya başlıyor.

İlişki­nin başında kontrol kimdeyse bir süre sonra kontrolü diğer taraf alıyor. Ya istediğini vermiyor ya daha mutsuz ediyor ya da ilişki­yi bitirme kararı alıyor. İlişkinin başından itibaren kazan-kazan dengesini korumaya çalışmak iki tarafı da memnun edecek ve ilişkiyi de güdebilecek bir şeydir.

 Bencil olmamak, biz olmaya çalışmanın içerisine saygı da gi­riyor, diyebilir miyiz?

Evet, elbette öyle. Evliliğin başı, güven temelinin atıldığı bir dönem. Bu dönem sevgiyle, insanların duygusal yakınlaşma­sıyla başlıyor. Tanışma dönemin­de ve evlenme ânında artık bağ kurma ve güven duygusu oluşu­yor. Çiftlerden biri devamlı kendi ihtiyacına odaklı biriyse güven duygusu zedelenmeye başlıyor. Bu ilişkiyi krize sürükleyen bir şey. Güveni sağlayabilmek için iki tarafın da bu ilişkiden bes­lenme hakkının olduğunu bilmek gerek. İlişkiyi iyi hale getirecek şey saygıdır. Saygıyı oluşturan şey ise “Karşımdaki kişi benden farklı bir birey, benim gibi dü­şünmek zorunda değil, benim her istediğime, her ihtiyacıma karşılık vermek zorunda değil, o benim uzantım değil.” gözüyle bakabilmek. Bu da saygıdan doğan bir şey. Ve saygıyı büyüten en önemli şeylerden biri de doğ­ru iletişim kurmak. Sevgi konu­sunda ise, herkesin sevgiyi ifade etme kanalları farklı. Kimisi sev­gisini hediye alarak sunar, kimisi konuşarak, kimisi yüze bakarak, kimisi dokunarak vs… Çiftlerden biri “Ben nasıl sevildiğim zaman kendimi sevilebilir ve değerli hissediyorum” a odaklanırsa ve eşinin de sevgi alma yolunu bul­maya çalışırsa kendi ihtiyacına cevap verme ihtimalini arttırmış olacak. Bunlar tabi deneyimle­yerek öğrenilecek şeyler. Yani aslında şöyle diyoruz biz; mutlu evliliğin yolu bireylerin sağlıklı ol­masından geçiyor. Özellikle 0–3 yaş dönemde anneyle bağlan­mayı iyi yaşayamamış ya da an­neden bağımsızlaşamamış ya da baba otoritesi altında ya da anne-baba çatışmasına maruz kalmış olan bireylerin kendi evliliklerin­de kriz yaşama riskleri vardır. Ne kadar çok severek ve hayallerin­deki insanı bulduğuna inanarak evlenmiş olsalar da, eğer kendi ailelerinden ya da çocuklukla­rından getirmiş olduğu sıkıntılar varsa mutlaka evlenmeden önce danışmanlık almaları gerekir.

 Mesele doğru insanı bulmak mı?

Biz şunu yapıyoruz; doğru in­sanı bulalım, karşımızdaki kişiyi doğru insan yapalım, o ilişki gü­zel olsun… Genellikle bize tera­piye gelen çiftlerimiz “Eşimi de­ğiştirin, benim kafamdaki, benim bu ihtiyacıma cevap veren insan olsun!” beklentisiyle geliyor; ama iki taraf da aynı beklentiyle gel­diği için o ilişkinin dönüşmesi zor oluyor. Birey; “Ben ilişkimi dö­nüştürmek için kendimde neleri dönüştürebilirim” e odaklanırsa o zaman dönüşüm başlıyor. Çün­kü insanın kendini değiştirmesi gerçekten zor ve sancılıdır. İnsan mekanizması muhafazakâr olu­yor. Anne-babasından görmüş olduğu iletişim biçimiyle ya da annesiyle veya babasıyla kur­muş olduğu iletişim biçimiyle eşiyle bağ kurmaya çalışıyor. Ör­neğin: Anne-babasına çok yakın olamamış, babasının dünyasına girememiş bir kız çocuğu büyü­düğünde dünyasına giremeyece­ği, ona yakın olamayacağı bir eş seçebiliyor. Ya da yakın olmaktan korkuyor. “Annesinin kucağından inememiş.” diyorum ben bunla­ra. Annesine bağımlı kalmış olan bir erkek çocuğu, büyüdüğü za­man yine annesini kendi ailesine müdahale ettireceği için kendi ailesinde sıkıntılar oluşturmaya sebep olabilir. Yani evlenmeden önce birey olmak, kendi anne-ba­basıyla çözümleyemediği me­seleleri çözümlemeye çalışmış olmak önemli. Farkında değilse de zaten evlilik “Senin bu tarafın eksik, şu özelliklerinin törpülen­mesi gerekiyor.” diye ayna tutu­yor insana. Ve kişi bu aynayı alıp kendine çevirdiğinde; “Evet, ben hangi özelliklerimi değiştirmek istiyorum? Bana ve ilişkime yara­yacak şekilde neyimi değiştirmek ve dönüştürmek istiyorum?”diye sorduğu ve bu gözle bakmaya başladığı anda hem daha sağlıklı ve olgunlaşmış bir birey olacak, hem de ilişkisini sağlıklı hale ge­tirdiği için doyumlu bir ilişki yaşa­mış olacaktır.

Şu önemli; “Eşim benim ter­cihim, kaderim, Allah’ın takdir ettiği emanet. Kusurlarıyla, ek­siklikleriyle, hatalarıyla eşimi ka­bul ediyorum.” algısıyla evliliğin içinde kalıp bütün çıkış yolları­nı kapattığınız zaman bir süre sonra eşiniz değişmeye başlıyor. Evliliğin temelinin atıldığı ve güven duygusunun oluş­maya başladığı bir dönemde; evli­liğin içindeki problemleri ailelere çok taşırı­yorsanız, bir sıkıntı olduğu anda evi terk ediyorsanız, küçük bir meseleyi büyütüyorsanız, yanlış iletişim yollarını kullanıyorsanız o evlilik yanlış yola girmiş oluyor maalesef. Ve eşlerin kafalarında tereddütler oluşmaya başlıyor. Tereddüdün olduğu evliliklerde uzun yolculuğa çıkılamıyor. Zih­nin bir tarafında soru işaretleri oluşturacak, sevgi ilişkisine ve evliliğe zarar verecek olan şeyle­re dikkat edilmeli.

 Peki, aile büyüklerinin tavrı nasıl olmalı?

Mümkün olduğunca aileleri müdahale ettirmemek yetişkin davranışının göstergesidir. De­vamlı evliliğine ailesini müdaha­le ettiren kişinin, sınır problemi vardır ya da bağımlı kişilik yapısı­na sahiptir. Kendisine çok müda­hale edilmiş olan kişiler ailesine müdahale ettirebiliyorlar; özel­likle erkeğin ailesine müdahale ettirmiş olması o ailenin denge­lerini tamamen bozuyor. Ailesini, bilhassa annesini eşine müdaha­le ettirmemek, arada denge ku­rabilmek çok önemli

 Erkeğe çok iş düşüyor diyorsu­nuz yani…

Evet, ama ağır kritik tablo­lar yaşanıyorsa, “Ne yaparsam yapayım bu mevzuyu çözemiyorum.” dönemine girildiyse objektif olabilecek, iki tarafa da nötr bakabilecek kişi hakem ola­rak tayin edilebilir.

 Ailede hakem tayin etmek di­nimizde de yeri olan bir şey, ama eksik bırakılıyor maalesef…

Evet, bizim evlilik terapisti hocamızın bir sözü vardı: “Aileler Yahudi gibidir; ailenin içine giren bir daha çıkamaz” demişti. Çok doğrudur, gerçekten çiftler ken­di aralarında problem yaşadıkları zaman birbirlerine karşı bağlılıkla­rı, duygusal çekimleri itibariyle bir süre sonra problemi aşabiliyorlar. Fakat aileler işin içine girdiği anda bu aşılamıyor. Mümkün olduğun­ca işin içine sokmamak önemli; ama çift terapisti, üçüncü bir kişi olarak, kişilerin geçirdiği o ilişki­nin sistemine baktığı için ilişki­nin yola girmesini sağlayacaktır. Çünkü bir evliliğin içerisinde sa­dece iki kişi yaşamıyor, o kişilerin anne ve babaları da var ve aslında anne-babalar ile kurulmuş olan ilişkiler işin içine giriyor. Bunu dı­şarıdan biri göremeyecektir; ama profesyonel anlamda çift tera­pistleri bunu görürler ve evliliğin içinde dengeyi kurabilirler. İlk iki yıl adaptasyon dönemi olduğu için problem olabilir; fakat hâlâ çözümlenemeyen meseleler var­sa çiftlerin aile terapisi almalarını tavsiye ederim.

 Üçüncü bir göz olarak uzman, o hakem rolünü üstlenecek di­yebiliriz. Peki, çiftler beraber mi geliyor yoksa teker teker mi alı­yorsunuz? Sizin önünüzde de kavgalar oluyor mu?

Çift olarak alıyoruz. Amacımız ilişkinin iyileşmesi, ilişkinin için­de o bozulan dengelerin oturma­sı ve sağlıklı iletişim kurabilmeyi öğretmek. Bu denge oturduğu zaman zaten kaldığı yerden de­vam ediyor. İlişki nasıl başlıyorsa öyle devam ediyor, eğer olumlu bir müdahale yoksa.

 Biraz açar mısınız?

Evliliğin başında adil hakka­niyetin olmadığı bir ilişki varsa, güven problemi oluştuysa, say­gı yitimi olduysa ya da doğru iletişim kurulamadıysa, ilişkinin kontrolü sadece bir taraftaysa, bir taraf ‘ben’ diyor diğer taraf da onun ihtiyacına odaklı ilişki ku­ruyorsa, bu ilişki yanlış başladığı için yanlış devam edecektir. Ya da bir süre sonra kontrolü diğer taraf ele alacak ve yine ilişki ra­yına oturamayacaktır. Yani den­geyi kurabilmek için profesyonel destek almak önemli.

 Danışmanlık hizmetini alanla­rın başarı oranı nasıl? Boşanmak­tan kurtardığınız aileler var mı?

Her aile boşanma niyetiyle gelmiyor. Kriz oluşmadan, baş­tan tedbir almak amaçlı gelen çok bilinçli aileler var. Kriz sü­recinde ne yapacağını bileme­yenler var. Ya da tam boşanma öncesinde, “Artık yapamıyoruz. Bu evlilik dönüşecek mi, dönüş­meyecek mi?” veya “Boşanmak istiyoruz bize yardımcı olun.” di­yenler var. Ailenin neye ihtiyacı varsa ona göre müdahale etme­ye çalışıyoruz.

 Toplum sağlığı için çok önemli bir hizmet yapıyorsunuz. Çiftle­re son nasihatleriniz varsa ala­biliriz.

Şöyle diyelim: Bireyler; “Ben eşimi bana Allah’ın emaneti ola­rak görüyorum ve eşim bana, beni gösterecek ailem. Eşim be­nimle alakalı bir şeyler söylüyor­sa ona hissettirdiğim bir şeyler vardır, gerçeklik payı vardır. Bu benim kişisel anlamda olgunlaş­mam ve gelişmem için fırsattır. Bu fırsatı bana sunduğu için eşi­me minnettarım. Ben bu süreçte acı da zorluk da çeksem eşimden çok şey alacağım. Bireysel ola­rak olgunlaşacağım ve ne olursa olsun eşimi kendi olarak özüy­le seveceğim ve ilişkinin dışına çıkacak tüm kapıları kapataca­ğım.” diyebilirse bu evlilik inanın zamanla huzura dönüşecektir. Evlilikler gerçekten cennet bah­çesine dönmüş olur, eşler el ele tutuşarak, ‘biz’ duygusuyla Al­lah’a doğru yürüyebilirler.

Yasemin GÜLEÇ

KAYNAK: Bizimaile

wwwNurNet.org