Kalblerin Zikri Muhabbetullahtır

ÇOĞUMUZ DUYARIZ bu ayetin iktibas edildiğini muhtelif zaman ve zeminlerde:

Ra’d suresinin 28. ayetidir bu. Özellikle de “ela bizikrillahi tatmeinn’ul-kulûb” kısmını duyarız çoğunlukla.

Bir kere öncelikle ayet kalbî tatminin ilk şartının iman olduğunu ortaya koyar: “onlar ki iman ederler ve Allah’ın zikriyle kalbleri tatmin bulur”.

Aradaki “ve” edatı cümleciklerin iki tarafı arasında bir ilişkinin olduğunu gösterir, aynen “âmenû ve amilussâlihât”ta olduğu gibi.

Nasıl amel-i salihin olmaması, ya da görünmemesi imanın yokluğuna delalet etmez, aynen öyle de kalbî tatminin olmaması da imanın olmadığını göstermez. Sadece arada sıkı bir ilişki olduğunu gösterir, iman olmadan amel-i salihin “salih” olmayacağını ve yine iman olmadan kalblerin tatmin bulamayacağını gösterir.

Said Nursi’nin iman-ı billah, marifetullah, muhabbetullah ve lezzet-i ruhaniye denklemini de düşünürsek, ayette ifade edilen mana daha da anlaşılır hale geliyor. İman-ı billah ve marifetullah olmadan muhabbetullah ol(a)mıyor ve muhabbetullah olmadan da lezzet-i ruhaniyeye ulaşılamıyor. Ayette önce imanın, sonra zikrin ve kalbî tatminin zikredilmesinin bir hikmeti de bu olsa gerek.

Ayetin daha çok alıntılanan ve sürekli zikredilen ikinci kısmıyla ilgili ise şu nokta akla geliyor. Kalblerin tatmini, itmi’nana ermesi ancak ve ancak iman üzerine bina edilmiş bir zikir iledir diye anlıyoruz ayet-i kerimeden.

İman kalbin bir amelidir, kalbî bir ameldir. Ve ayette kalbî bir amel üzerine bina edilen bir zikirden bahsediliyor. İşte bu zikir de kalbî bir ameldir aslında. Kalbî olan iman, yine kalbî olan zikirle taçlanır ve kalb itmi’nana erer.

Peki bu “kalblerin zikri” nedir?

Benim anladığım, en geniş manasıyla “muhabbetullah”tır. Aklın zikri marifetullah, kalbin zikri ise muhabbetullahtır. Bunların beraberce kişiyi donatmasıyla, kalb sarayı mamur olur. Kalb itmi’nana, bir anlamda “lezzet-i ruhaniyeye” kavuşur.

Zikirle itminana, lezzet-i ruhaniyeye ulaşılmasını diğer tüm duygular için de böyle düşünebiliriz. Kalbin tatmini zikrullah ile olduğu gibi, aklın tatmini de zikrullah ile ve ruhun tatmini de zikrullah ile olur. Her duygunun, latifenin kendine has bir zikri vardır.

 Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz:

“Zikrullah kalplerin şifasıdır.” buyurur. (Kenzü’l-Ummâl, c.1, s.414, h.1751)

Her şeyin bir şifası vardır. Gönüllerin şifası da Allahu Teâlâ’yı zikretmektir. İnsanlar maddi ve manevi şifaya muhtaçtırlar. Cenâb-ı Hakk’ın yaratmış olduğu birçok şeyde çeşitli hususiyetler vardır ki, onlar maddi hastalıklar için birer şifa vesilesidir. Allahu Teâlâ Hazretlerini zikretmek ise manevi hastalıkların izalesi için en gerekli çaredir. Zinde bir kalbe, uyanık bir ruha, mesut bir hayata nâil olmak isteyenler zikre devam etmelidirler. Zira zikrullah kalplerin şifasıdır. O, yaraya sürülen merhem gibidir. Hakk Teâlâ’nın zikri senin canına dost olursa sende köşk, saray muhabbeti olmaz. Çünkü Allah (c.c)’ın zikredilmesi gönüldeki mâsiva sevgisini yok eder. Cenâb-ı Kibriyâ’nın zikrinden bir an gafil olursan, o anda, o nefeste şeytana sahip olursun. Şeytan, zikrullahın yapıldığı anlarda müminin yanından firar eder. Müminin gafil olduğu anda ise ona musallat olmaya çalışır. Cenâb-ı Hakk’ın zikri, ruhu insaniyeye gıdadır. Ruh ancak zikrullah ibadetiyle cananını bulur.

Hatice BAŞKAN

www.NurNet.org

Bismillah Yazılı Kabir Taşları

Abdullah Yeğin ağabey o yıl ortaokulda okur

On üç on dört yaşında daha henüz çocuktur

 

Arkadaşlarıyla birlikte üstadı daim ziyarete gider

“Öğretmenlerin Allah’tan bahsetmediklerini söyler”

 

Üstad Allah’ın varlığını tek, tek örneklerle ispat eder

Bu ders Risale-i Nurda Altıncı mesele olarak geçer

 

Üstad fıtri sabır cesaret metanet sahibi bir kişi

Hak yolunda söz söylemekten hiç çekinir mi?

 

Kastamonu’da kapatılmakta lağım kanalları

Kullanılır burada “Bismillah” yazılı kabir taşları

 

Şehrin meşhur ünlü insanları sessizlik içinde

Vahim olayı vurdumduymazlıkla seyretmekte

 

Yakından görünce gözüyle üstad, etti feveran

Dedi “sizde hiç insaf yok mudur bu ne vicdan”

 

Böylelikle çalışmalar durdurulup vazgeçildi

“Bismillah” yazılı taşlar tekrar tek tek seçildi

 

Bekir Özcan

www.NurNet.org

Bediüzzaman’ın Söndürmeye Çalıştığı Alevler

İslâm âlemini dinden uzaklaştırmakla uğraşan komünizm gibi bozuk fikirlere karşı Risale-i Nur bir sedd-i Zülkarneyn gibi bir duvar çekerek, dur demiştir.

İşte, komünizmin iktisadî fikrine karşı Bediüzzaman, İslâm’ın zekât müessesesini savunarak “İktisat Risalesi”ni telif eder. İnkâr teorilerine karşı “Tabiat Risalesi” ve daha birçok eserler telif ederek bu zararlı cereyanlara karşı mücadele etmiştir. Komünistliğin ana merkezi sayılan Rusya ve benzeri bolşevik sistemlerin tehdidi altında kalan Türkiye’yi bu süfyanî akımlardan uzaklaştırmaya çalışmıştır.

Bediüzzaman söndürmeye çalıştığı” alev işte bu süfyâni akımlardan tezahür eden dinsizlik cereyanından başka alev değildir.

Bakınız konuyu veciz bir şekilde şöyle açıklıyor, âhir zamanın Müceddidi: “Bir tek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses, âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücâdele ederek gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedemle inşaallah Allah huzuruna girmek istiyorum. Bütün faaliyetim budur.”1

Bediüzzamanın gayesi ve hizmetinin esası iman kurtarmaktır. Bütün Risale-i Nur eserlerinde görüldüğü üzere sadece Allah rızasını ihlâsla kazanmak için çalışan Bediüzzaman şöyle diyor: “Ben maddî ve mânevî her şeyimi feda ettim, her musîbete katlandım, her işkenceye sabrettim.2

Eşref Edip, Bediüzzaman için şöyle diyor: “Millet ve memleket için canını vermekten zerre kadar çekinmeyen bir fedaî. Fitnenin, bozgunculuğun en müthiş düşmanı. Milletin menfaati için, her türlü zulme, işkenceye tahammül ediyor. Ona zulmedenlere bedduâ bile etmez. Onu zindanlara atanlara, ancak salâh ve iman temenni eder. Gaye uğrunda ölüm, onun için basit bir şeydir.3

İslâmiyet dâvâsı için hayatı pahasına mücadele eden ahir zamanın müceddidi Bediüzzaman için daha söyleyecek pek çok sözler ve beyanlar var. Çünkü o bütün enbiya ve evliyaların ser tacı olan Hazreti Muhammed’in (asm) varisi, Hz. Ali’nin (ra) mânevî evlâdı, O’ndan ilim,  Gavs-i âzam’dan yardım, Ebubekir-i Sıddık’tan, sıddıkiyeti, Hazreti Ömer’den şehameti manen ders almış, bir müellif, bir müceddid ve ahir zamanın Bediüzzamanı…

Rivayet ediliyor ki: Ebubekir-i Sıddık Hazretleri, “Yarab! Vücudum cehennemde o kadar büyüsün ki, mü’minlere yer kalmasın” diyerek, şefkat ve merhametinin ne kadar yüksek olduğunu göstermiştir.  İşte Ebubekir-i Sıddık’tan manevî dersini alan Bediüzzaman, “Birkaç adamın imanını kurtarmak için, cehenneme girmeye hazırım.” sözü ile Hazret-i Ebubekir’in yolunda ve izinde olduğu görünüyor. Nasıl bir anne şefkatinden dolayı çocuğu için kendini ateşe atmaktan veya  bir arabanın altına girmekten çekinmiyorsa, İslâm müceddidleri  de insanlığın selâmeti için canlarını hiçe sayıyorlar.

Bediüzzaman Hazretleri, özellikle gençlerin imanlarını tehlikede görüyor ve onları kurtarmak için kendini ateşe atmaya razı oluyor. Başkalarının ebedî hayatını kurtarmak yolunda kendi dünyasını da, ahiretini de feda ettiğini söylüyor:

“Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum…. Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum” 4 demiş.

Bedîüzzamân’ın asıl gayesi âlem-i İslâmı; dinsizliğin esasını teşkil eden komünistlik ve anarşistlik akımlarına karşı korumak, insanların imanı kurtarmak ve Kur’ân ahlâkını yeniden tesis ve tâlim etmekti. Bunda da başarılı olmuş, İslâmiyeti yeniden insanlığın başına geçirmiştir.

Hayatını bu hizmet için feda eden Bedîüzzamân, Dar-ı bekaya hazırlanırken, talebelerine şu müjdeyi veriyor:  “Merak etmeyiniz, küfrün beli kırılmıştır.”

Bedîüzzamân’ın büyük gayretleri ve ulvî hizmetleri neticesinde, insanların ebedî hayatını yakmakta olan imansızlık alevleri sönmüş, küfrün beli kırılmıştır. Bu ateşi tekrar uyandırmaya ve küfrün belini doğrultmaya çalışanlar vardır ve her zaman da olacaktır. Buna karşı, Üstâd Hazretlerinin yolunda giden ve hizmetini devam ettiren Nur Talebeleri, inşallah bunlara fırsat vermeyeceklerdir.

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

7.1.2015

Dipnotlar:

1- Şuâlar, 14. Şuâ,
2- Emirdağ Lâhikası s.52.
3- Tarihçe-i Hayat, Tahliller.
4- Tarihçe-i Hayat, Tahliller.

Hizmette İstikamet ve Hassasiyet!

Bu mübarek vatanın, dehşetli dinsizlik cereyanına ve İslam âleminin şiddetli itiraz ve ittihamına çare ve çözümü istikametli yola dâvette matbuat lisanı ile hizmette azami hassasiyet çok ehemmiyetlidir. Hassasiyette istikametli olurken, istikamette de hassasiyet bir o kadar önemlidir.

Matbuat lisanı ile yapılan hizmete muarızlar zamanla çok cephe değiştirebilir. Onlar; din perdesi altında bazı hocaları, bid’a taraftarı olanları, enaniyetli sofimeşreplileri, bir kısım siyasiler gibi aracıların zaaflarını kullanarak iman hizmetinin önüne bu vasıtaların kendilerine göre haklı gerekçelerle set çekebilir.

Son gelişmelerin, kader ve hikmet cihetiyle, Risale-i Nur hizmetinin önündeki engellerin bertaraf edilip aşılması noktasında hayırlı neticelere vesile olacağını dua niyetiyle ifade edebiliriz.

İster parti yoluyla, isterse devlette kadrolaşarak iktidarı önceleyen çeşitli hizmet anlayışlarının yol açtığı sıkıntılı sonuçlar, dine hizmetin siyaset topuzuyla değil, ancak nur göstererek olabileceği dersini veren Risale-i Nur metodunun haklılığını bir kez daha çok açık bir şekilde ortaya çıkardı. Bu gerçek, Risale-i Nur ile yapılan iman hizmetinin her kademesindeki kişilerin ihlâs noktasında çok hassas olmalarına işaret ediyor.

Nur Talebesi, iman hizmetinde bulunan bütün cemaatlere uhuvvet duygusunu muhafaza ederken siyasî alandaki hizmete talip olmayıp istikametine hassasiyetle devam etmelidir. O kardeşlerinin ehl-i dalâletin tecavüzünden muhafazalarına duâ eder. Onlarla dost ve kardeş olduğunu ifade eder, fakat siyaset noktasında değil. İman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaması hususundaki hassasiyete dikkat eder.

Risale-i Nur ile yapılan iman hizmetini siyasete bulaşmadan her maksadın üzerinde tutar. Bu hizmetleri ile küfrün baskısını kırarken anarşiliğin ıslahına ve istibdadın önlenmesine yardımcı olur. Bu hizmetleri bir kısım evhamlı siyasîleri telâşe düşürse bile yapılan baskılara rağmen istikametteki hassasiyetine tahammülü hizmet kabul eder. Bunlarla beraber hakikat güneşinin önündeki perdelerin aşılmasında izlenmesi gereken istişareli istikamette o kadar hassas olur ki takipçilerin ve seyredenlerin tereddüde kapılmalarına değil, takdirlerine sebep olur.

Sosyal medyada iletişim kuran her insan, harfinin sorumlusudur. Sorumluluğun hesabı hem kabirde ve hem de mahşer gününde ferdi verilecektir. Ferdi gıybet tekillik kazanırken cemaati gıybetin çoğulluk kazanacağı ve bunun da yekûnunun kaldırılamayacak kadar ağır olduğunu klâvyeye dokunurken unutmamak gerekir. Bu konumda da istikametteki hassasiyete dikkat gerekir.

Mehmet Çetin

mehmetcetin.de

01 Ocak 2015 Çiftehavuzlar Çiğli İzmir

Din Adamları Hastanelerde Manevi Destek Verecek

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, inanç değerlerinin, moral ve motivasyondaki yerini ve desteğini hisseden, arayan tüm hastalara ve yakınlarına bu konuda eğitim alan din adamlarınca manevi destek verileceğini bildirdi.
 
Sağlık Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında hastanelerde manevi destek sunulmasına ilişkin protokol imzalandı.
 
Müezzinoğlu, imza töreninde yaptığı konuşmada, protokolün, talep eden hastalara manevi destek uzmanlarınca destek verilmesini kapsadığını söyledi.
 
Diyanet İşleri Başkanlığı ile bu konu üzerinde 2012’den beri çalışıldığını, Avrupa ve ABD’deki örneklerin incelendiğini, din adamlarına gerekli eğitimler verildikten sonra bu aşamaya gelindiğini kaydeden Müezzinoğlu, bazı illerde başlatılacak pilot uygulamayla talep eden hastalara ve yakınlarına manevi destek verileceğini bildirdi.
 
Sağlığın, “Ruhen, fiziken ve sosyal yönden sağlıklı olma hali” şeklinde tarif edildiğini, bireyin fiziken, sosyal açıdan ve ruhen sağlıklı olması için vatandaşlara her türlü desteği verme gayreti içinde olduklarını vurgulayan Müezzinoğlu, moral, motivasyon ve hayat değerleri açısından inanç değerlerinin de önemli yeri bulunduğunu belirtti.
 
Müezzinoğlu, “İnanç değerlerinin de moral motivasyondaki yerini ve desteğini hisseden, arayan tüm hastalarımıza, hasta yakınlarımıza bu desteği önümüzdeki süreçte kademeli olarak ve bu anlamdaki eğitimi almış din adamlarımızın sayısını artırarak yaygınlaştırmayı hedefliyoruz” diye konuştu.
 
Protokolün, sunulan sağlık hizmetinin kalitesini artıracağını ifade eden Müezzinoğlu, uzun süredir vatandaşların talep ve arzu ettiği sürecin protokol vesilesiyle  başlatılacağını, gecikmiş bir görevin yerine getirilmesine vesile olacağını belirtti.
 
Sağlık Bakanlığının himayesiyle
 
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de Başkanlık olarak Sağlık Bakanlığının desteği ve himayesiyle 30-40 yıl gecikmiş bir hizmete başlıyor olmanın heyecanını yaşadıklarını söyledi.
 
Diyanet İşleri Başkanlığının son 10 yıl içinde ”Sosyal İçerikli Din Hizmetleri Projesi” çerçevesinde Adalet Bakanlığı ile hastanelere, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile birlikte huzurevlerine, yetimhanelere, sokak çocuklarına, Gençlik ve Spor Bakanlığıyla gençlere yönelik çok çeşitli hizmetler başlattığını anlatan Görmez, şunları kaydetti:
 
”Ama eksik kalan bir ayağı vardı o da sağlık hizmetlerinde talep ve istekler doğrultusunda manevi destek, dini danışmanlık ve rehberlik hizmetini ilk defa vermeye başlayacağız. 30-40 yıl geriden takip ediyoruz. Çağdaş dünyada bütün din kurumları, dünyada sağlık bakanlıklarıyla, hastanelerle işbirliği içinde  hastalara her türlü tedavinin yanında moral ve manevi destek vermek üzere onların bilhassa acılarına ortak olmak, onların acılarını hafifletmek, onların hayata bağımlılığını güçlendirmek, hayata bakışını özellikle karamsar zamanlarda olumlu hale getirmek için bu manevi destek programlarının çok önemli olduğunu, batı dünyasında pek çok ilahiyat fakültesinde artık bunun bir ihtisas alanı haline geldiğini ve pek çok ülkede din hizmeti yürüten kurumların bu hizmetleri 50-60 sene önce vermeye başladığını biliyoruz.”
 
Görmez, bu hizmetin dünyada ilk olarak 1930’da verilmeye başlandığını, özellikle dünya savaşlarından sonra önemli gelişmeler yaşandığını, bu konuda literatür ile uzmanların ortaya çıktığını, ancak bunun uzun süre Türkiye’de gündeme getirilemediğini ifade etti.
 
Bu hizmetin DSÖ tarafından da kabul edilen Evrensel Hasta Hakları’nın bir parçası olarak kabul edildiğine işaret eden Görmez, aynı zamanda 1981’de Lizbon Dünya Tabipler Birliği Hasta Hakları Bildirgesi’nde de bu hizmetin maddeler arasında yer aldığını kaydetti.
 
Mehmet Görmez, Türkiye’de bu hizmetin 2012’de gündeme gelmesinin ardından Başkanlık olarak çalışmalara başladıklarını ve 10 kişiyi Avrupa ve Amerika’da bu hizmetin nasıl verildiğine ilişkin doktora ve master yapmaya gönderdiklerini anlatarak, Ankara İlahiyat Fakültesinde de çalışma yapıldığını, YÖK’e de özellikle ilahiyat fakültelerinin müfredatına hastalara manevi destek, dini danışmanlık ve rehberlik hizmetinin bir ders olarak verilmesi yönünde bir teklifte bulunduklarını söyledi.
 
Başkan Görmez, ”Pilot bölgelerde hastanelerde arkadaşlarımızın kısa sürede başlatacağı çalışmaların talebi artıracağını, çünkü bu sadece talep doğrultusunda ihtiyari bir tercihtir, herhangi bir hastamız böyle bir talepte bulunmayabilir ama bulunan kardeşlerimize bu hizmeti vermeyi görev kabul ediyorum” şeklinde konuştu.
 
“Organ bağışı en büyük sadakadır”
 
Konuşmasında, organ nakli için de çağrıda bulunan Görmez, ”Biz bir kişiye hayat vermeyi bütün insanlığa hayat vermek olarak değerlendiren bir kitabın müminleriyiz. Organ bağışlamak candan cana yapılan en büyük sadakadır. Binlerce kardeşimiz hastane köşelerinde bizlerden hayat bekliyor. Özellikle bütün vatandaşlarımızın organ bağışında daha çok cömert olmalarını bekliyoruz” ifadelerini kullandı.
 
Bakan Müezzinoğlu, bu sözleri üzerine Görmez’e, organ bağışıyla ilgili yeni bir kampanya sürecini başlatma hazırlığı içinde iken gösterdiği duyarlılık için teşekkür etti.
 
Müezzinoğlu, “Gerçekten candan cana sadakadır veya ölümden ömre vesile olabilmek yani kendi ölümünden bir başkasının ömrüne katkı sağlayabilmek gibi bir hayırlı işe vesile olabilmek ve bu anlamda toplumsal duyarlılığı artırabilmek, buna verdiğiniz destek için de ayrıca teşekkür ediyorum” dedi.
 
Konuşmaların ardından Müezzinoğlu ve Görmez hastanelerde manevi destek verilmesine ilişkin protokolü imzaladı.
 
“Azınlık mensuplarına da bu hizmet verilebilir”
 
Bakan Müezzinoğlu ve Görmez, daha sonra gazetecilerin sorularını da yanıtladı.
 
“Manevi bakımı verecek din görevlilerinin hastanelerdeki mevcut imamlardan farkının ne olacağı, bu hizmetin nasıl sunulacağı ve başka inanç mensuplarına da bu hizmetin verilip verilmeyeceği?” sorusu üzerine, Müezzinoğlu, hastanelerdeki imamların daha çok cenaze merasimi veya namaz vakitlerinde ibadetle ilgili görev yaptığını, hastalara veya yakınlarına bu anlamda bir hizmet verme görev ve sorumlulukları bulunmadığını anımsattı.
 
Müezzinoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:
 
“Dolayısıyla bundan sonraki süreçte hasta ve yakınlarına manevi destek verecek arkadaşlarımız, din adamlarımız, görevlilerimiz bu anlamda eğitim görmüş, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından görevlendirilmiş arkadaşlarımız olacak. Bu arkadaşlarımız Diyanet İşleri Başkanlığımızın kadrosunda olacaklar, görevli oldukları hastanelerde biz onlara fiziki mekan sağlayacağız, hasta ve yakınlarından yoğun bakım, ameliyat sonrası, ölüm esnası, bir talep olduğunda, bu talebe, aldıkları eğitimin de ve dini anlamdaki zaten birikimleriyle destek olma görevlerini yerine getirmeye çalışacaklar.”
 
Başka inanç mensuplarına sunulacak manevi destekle ilgili de bilgi veren Müezzinoğlu, “Özellikle azınlık mensuplarına, onların dini sorumlularıyla, temsilcileriyle görüşerek, o anlamda görevlendirme yaptıklarında onların da en tabii hakkı bu. Zaten az önce değerli başkanımız insan hakları anlamındaki şeyi okudu. Dolayısıyla bu bir insan hakkıdır, hasta hakkıdır. Hasta ve hasta yakını haklarını her boyutuyla bizim bundan sonraki süreçte ama her halükarda yalnız din adamı olması değil, bu anlamda bir sertifikasyonu veya eğitimi de almış olmasını da talep edeceğiz” dedi.
 
Müezzinoğlu, bir başka soru üzerine de uygulamanın başlatılacağı pilot bölgelerin 15 gün içinde netleşeceğini, eldeki uzman sayısını da göz önüne alarak en uygun yerlerin tespit edileceğini belirtti.
 
Diyanet İşleri Başkanı Görmez de kendi verdikleri eğitimlerin yeterli olmadığını belirterek, Sağlık Bakanlığı ile birlikte hizmet içi eğitim programları da yapacaklarını söyledi.
 
Görmez, ”Daha önceki hizmet, vatandaşlarımızın orada vefattan sonraki hizmetleridir ama şimdi bu hayata yönelik hizmettir. Dolayısıyla aynı hizmet değil. Bunlar, aynı şekilde ben de Diyanet İşleri Başkanı olarak bu konuda herhangi bir inanç farkı gözetmeksizin her türü inanç sahibine bu hakkın verilmesi gerektiğini ifade etmek isterim” görüşüne yer verdi.
 
Sağlık Bakanlığınca hastalara ve yakınlarına manevi destek hizmetinin ilk olarak Ankara’da, Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Ulus Devlet Hastanesinde başlatılacağı öğrenildi.
TrtHaber

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version