Nurlara Hizmet Edenlerin Dikkatine

Pek Aziz ve muhterem  kardeşim!

Allahu azimüşşan insanı iman ve ibadet için yarattığını bir çok ayetlerde bildirdikten sonra, Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam dahi üç hadisi şerif ile imanın ehemmiyetini şöyle sıralamaktadır:

(1) “Tek bir kişinin imanının kurtarılmasına sebep olan kimse:  Sahralar dolusı kırmızı koyun sadaka vermekten daha hayırlısını yapmıştır .

2) Tek bir kişinin imanının kurtulmasına sebep olan kimse, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır .

(3)Tek birinin imanının kurtulmasına sebep olan  bir hayırseverden  daha hayırlı bir kimseyi güneş ısıtmamıştır.”

Bu kaynaklar bize imanla yaşayıp onunla  can vermenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu bildiriyorlar.

Üstadımız Bediüzzaman Hazretretleri dahi bunu te’kid edecek şöyle bir ifade kullaniyor: İnsana imanını kurtarma hadisesi:

Bu zemin yüzündeki hakimiyeti amme dâvasından daha ehemmiyetli bir dâvadır, (bu itibarla) herkesin ve bilhassa Müslimanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dava açılmiş ki: Her adamın, eğer alman ve ingiliz kadar kuvveti ve(onlardaki kadar) serveti olsa ve aklı da varsa , o tek davayı kazanmak için bilatereddüd (hiç çekinmeden) sarfedecektir.

Nasıl sarfetmesin ki karşılığında, bu dünya büyüklüğünde bir çiftliği kazanma imkânı elde etmiş oluyor. Ve o çiftlikte sonsuz bir zamanda mutlu yaşamayı Allaha iman edip müslüman gibi yaşamak için çalışana Allah va’d etmiştir.

Peki sonsuzluk ne demek olduğunu  tarif etmek için bir misal vereyim: Ne dersiniz: Bu hava boşluğunun tamamını buğday taneleri ile doldursak, bu buğdaylardan bir tavuk her gün, her hafta ve her ay değil, her senede birer tane buğdayı alsa, bu buğdaylar mı biter yoksa ebedi hayat mı biter? Ever kardeşim bu buğday tanelerin bitmesi çok uzadığı halde gelir gün biter. Fakat ebedi hayat hiçbir zaman bitmez!..

Evet Müslüman olmak yalnız imanla olmuyor. O imanın hakikatini o imanı pekiştiren insanın amelleri gösteriyor. Çünkü ne imanın amelsiz, ne de amelsiz imanın geçerliliği olmuyor bu sebeptendir.

Evet insan ibadet için yaratıldığını anlamak için  bakın Allah ayeti kerimesinde nasıl buyuruyor:

“Ben Cinnileri ve İnsanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”.

Evet mezkur ayeti kerimeden de anlaşılıyor ki, insanın hakiki vazifesi Allaha iman ve Ona ibadet etmektir. Üstadımızın de, “insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi, Halik-ı kâinatı tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir” sözü yukarıdaki Ayet ve hadisi şeriflerin manalarını ifade ettiğini gösteriyor.

İmanın ne kadar çok ehemmiyetli ve büyük zenginlik olduğunu daha iyi anlamamız için bir misal vereyim: Mesela bir zalim 5 oğlunu  öldürüp kulübeciğini harap eden mazlum bir babaya, haşmetli bir  Padişah ciddi sahip çıktığını göstermek için o mazlum babaya dese gel senin düşmanından ben istediğin şekilde  intikamını alacağım; bu da Padişahın o güzel teklifine karşı Padişaha: Halimi görüyorsun Evlatlarımı diriltemezsin ama katil zalimi öldürüp bana bir kulübe yapsan yeter, Padişah da katili öldürdükten sonra onu alıp mükemmel has sarayına yerleştirip, işte sana hizmetçiler; istediğin yiyecekleri ve her çeşit hizmetlerini sana yapacaklar ve işte bu kasaların anahtarlarını sana veriyorum orada her çeşit döviz ve mücevherat var, serbest alabilirsin ve bunların hayrını gör seni Allaha ısmarlıyorum diyerek gitse. Anlata bilirmisiniz bu zat Padişaha karşı nasıl bir minnettarlık hisseder. Halbuki meal-esef bir saat sonra bu zatın ölmesi muhtemel. Yani İman karşılığında kazanılacak sonsuz ve görülmemiş mutluluk karşısında Padişahın verdikleri tümü bir hiç mesabesinde kalır.

Biz yukarıdaki kaynakları ve delilleri nazara verdikten sonra, bir Nur talebesinin Risale-i Nurda serdedilen delillerle kendi imanını taklitten kurtarıp takviye ettikten sonra, “bu zamanda en büyük bir ihsan (iyilik yapma hasleti) bir vazife, kendi îmânını kurtarmak ve başkasının imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır.” Bu ihsanı ve bu vazifeyi yaparken biz nasıl bir üslup bir metot kullanmamız icab edeceğini, 54 sene Risale-i Nurlardan istifadeye çalışarak  bu eserlerin bana verdikleri tecrübelerden istifade ederek derim: Hısım  akrabalarımıza, komşularımıza, ve iş çevremizde görüştüğümüz kimselerin imanlarını kurtarmaya  nasıl ve hangi metot a ne kadar çalışmamız lazım olduğunu aşağıda ki yazılarımdan daha iyi anlaşılacağını tahmin ediyorum.

En evvela Üstadın tavsiyesi üzere İhlas risalesini la ekal (En azından) 15 günde bir def’a, çok dikkat ederek okumak lazım geliyor, kendimize: Ben kendimde acaba buradaki prensiplerin %  kaçını  tatbik ediyorum düşüncesi ile okursak öteki mes’eleler daha kolay hallolmuş olur. Nur talebeleri fedakârdırlar bu fedakârlığı dahi yalınız ve yalınız ihlastan aldıklarına asla şüpheniz olmasın.

Bir def’a düşünün ki, acaba bu nasıl bir fedakârlık: Ücret dağıtılırken kendisini arkaya atıp din kardeşini öne atar, hizmet icab ettiği yerde ise başkasını değil kendini öne sürer. İşte bu kardeş  bu şekilde fedakârlığın mükemmel bir örneğini ortaya sermiş olur. İhlastan doğan fedakarlıkla bu kardeş, başkasına iman hakikatini anlatmama tembelliğine düşmek için, bu davada kemmiyyet (sayı çokluğu) değil keyfiyyet (kalite) önemlidir demez. Ancak Vazifesini noksansız yaptıktan sonra kemmiyetin azlığından sıkılmaz. Dikkat edilirse kemiyet hakkında, Üstad İhlas risalesinde: Kemmiyet mühim değil demiyor, belki kemiyet o kadar medar-ı nazar olmamalı diyor. Ve her kelime her yerde her zaman aynı ehemmiyette olmadığını bilmek lazım.

Üstadımız Risaleleri Neşretmeye başladığı zaman kemmiyyeti nerede bulacak, o zaman keyfiyet (kalite) ne kadar mühim olduğunu ben sizin idrakînıza havale ediyorum. Bir örnek vereyim: Üstad kalitenin ehemmiyetini öne sürmese idi Risale-i Nurun o yasak günlerinde Şerafettin Kartal Ağabey Kayseri dershanesinde 4 kişi ile 4 sene nasıl sabrederdi. Ne zemana kadar dört kişiyle devam edeceğiz diyenlere karşı, bu davada kemmiyetin ehemmiyeti yok demekten başka ne diyecekti. Amma ondan sonra O Ağabey ve kardeşlerin çalışmaları neticesinde dershanede 4 ten 400 çıkıyor ve Şerafeddin Ağabeyin ihlasla ne pahasına olursa olsun davasına bağlılığı neticesinde, haksız olarak 16 defa hapsediliyor ve berat edip  çıkabiliyor. Kayseri’den sonra Kütahya’yı da ihya eden Şerafeddin Ağabey onun doğum yeri olan Simav’daki dershanesi şöyle dursun, mükemmel 4 katlı Hanımlar dershanesinin açılışında hanımla beraber katılmak bize de nasip oldu. Allah ondan ve onun gibi da’vasına sadik Ağabeylerden ve kardeşlerden ebediyyen razı olsun.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Eşinizi Doğru Tanıyın!

Ailevî sorunların meydana gelmesinde ve sürmesinde en önemli faktörlerden birisi, eşlerin birbirlerini yanlış tanıması ve yanlış anlamasıdır. Sorun olan ailelerde iki taraf da, kendisini hatasız ve kusursuz görüyor. Her zaman en doğruyu kendisinin yaptığını, gereken fedakârlığı gösterdiğini, ancak hep haksızlığa uğradığını düşünüyor.

İşte burada Nasreddin Hoca’nın ünlü bir fıkrası akla geliyor. Bir gün aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişi Hocanın yanına gelir. Birinci adam, olayı kendi açısından güzelce anlatır. Bunu dinleyen Hoca:

“Haklısın” der.

Sözü alan diğer adam da, kendine göre nasıl haklı olduğunu bir güzel açıklar. Hoca aynı şekilde:

“Haklısın” der.

Olaya şahit olan Hocanın eşi dayanamaz ve itiraz eder:

“Hocam nasıl olur, ikisine de haklısın, dedin.”

Hoca, biraz sıkılır ve eşini tasdik etmekten başka çare bulamaz:

“Hanım, sen de haklısın.”

Aslında eşler arasındaki olaylar, tıpkı bu fıkrayı andırır. Neredeyse tüm ikili ilişkilerde “yüzde yüz haklı” olan taraf yoktur. Herkes aralarında geçen olayları kendi açısından değerlendirir ve bir bakıma herkes haklıdır. İşin asıl önemli yanı şudur: Eşlerden birisinin olumlu veya olumsuz davranışı, diğerini etkiler. Bu yüzden eşinizi doğru tanımak, onun davranışlarını doğru yorumlamak zorundasınız. Eğer davranışın ardında yatan niyeti keşfedemezseniz, boşu boşuna kendinizi üzer, yanlış değerlendirmelere gidersiniz.

Bu konuda ilginç ipuçları vereceğine inandığım iki mektubu özetlemek istiyorum. İkisi de aynı kişiye ait. İlki, ikincisinden iki ay önce yazılmış. Karamsar, ümitsiz, suçlayıcı bir mektup. šöyle diyor okuyucumuz ilk mektubunda:

“Ben, bir sene dinî nikâhla evli kaldım. Sizin aileyi etkileyen psikolojik sorunlar hakkındaki görüşlerinizi öğrenince, öyle bir ferahladım ki, anlatamam. Beyimin, bahsettiğiniz gibi, hırçın, aşırı kıskanç, şüpheci bir sürü huyları oldu. Başlangıçta böyle değildi. Bir senedir beni aşağılayıp, hakir gördükçe, ben sadece ağlayabiliyordum. Zamanla uzaklaştım. Onu tanıyamıyordum. Kocam olduğu için hakkını biliyor, ne derse kabul edip, hizmet etmeye çalışıyordum. Eşim aslında çok dindar ve iyi kalplidir. O hep şeytanın vesvesesinden bahsederdi. Bunun için bir hocaya gidip muska bile yaptırdık. Ama fayda vermedi hiçbiri. Bu, bizden de kaynaklanabilir. Bana, ‘Seni ezmeme izin verme’ diyordu. Ama nasıl izin vermeyeyim; bağırarak, hak aramak olmaz ki? O zaman pek bilinçli de değildim. Ona yardım edemedim. Eminim o da böyle istemezdi.

“Sorunlar böyle devam edince boşandık. Ailesi önceden doktora götürmüş. Ama, psikiyatristlere antipatisi olduğu için devam ettiğini sanmıyorum. Bugüne kadar onu suçlayıp, nefret etmeyi, böylece aklımdan çıkarmayı çok denedim. Ama, başaramadım. Çünkü, hâlâ çok seviyorum. Sizin psikolojik sorunlar üzerine yazdıklarınızı öğrenince onu daha çok sevmeye başladım. Demek ki, sıkıntılarımız hastalıktan dolayı imiş. İnşaallah böyle hastalara tez zamanda şifa verir Rabbim. Bundan sonraki hanımına iyi davranması için dua ediyorum. Tabiî, gönül ister ki, düzelsin, iyileşsin de bana dönsün. Pek umudum da yok ya, Allah bilir artık.”

Görüldüğü gibi, psikolojik sorunların aileyi sarstığı bir örnek var. Eşler, ne birbirlerinden vazgeçebiliyorlar, ne de mutlu olmanın yolunu bulabilmişler. Birbirlerini tanımıyorlar ve anlamıyorlar. Sonuçta, yanlış davranış içindeler. Ama bunun farkında değiller. Çünkü, doğru yaptıklarına inanıyorlar.

Aradan iki ay geçince aldığım mektupta, bakış açıları değişiyor, okuyucum eşini değil, kendisini suçluyor. İşte bir dizi olumlu gelişmenin müjdecisi olan satırlar:

“Bu, size yazdığım ikinci mektup. Rabbime hamdolsun, size öyle hayırlı, sevinçli haberlerim var ki… Öncelikle Ömür Boyu Aşk isimli eserinizi okudum. Gördüm ki, eşime karşı ne kadar hatalarım olmuş. Üzüldüm ve pişmanlık duydum. Sonra düşündüm, acaba başarabilir miyim, diye. Hani diyorsunuz ya, ‘İnanırsanız, başarırsınız’ diye. Ben inanamıyordum ki… Korkuyordum, ya eşim beni sevmiyorsa artık, diye. Ancak geçenlerde doğum günü vardı eşimin. Öncelikle Cenab-ı Hakkın rızası için bir tebrik edeyim, dedim. 6 kez mesajlaştık. Sonra telefonla görüştük. Ne kadar mutluyum anlatamam. Onu kötü zannettiğimi, kızıp nefret ettiğimi sanıyormuş. Ben de, şefkatle, dünyada en çok kendisine güvendiğimi, kötü duygular beslemediğimi açıkça söyledim. Helâlleştik. İlerisi için hoş ve temiz bir adım attık. Sizlere de şükran borçluyum. Hakkınızı ödeyemem. Bu günahkârın bir derdini çözmeye vesile oldunuz. Yalnız ben bu evliliğin neden bir sene sürdüğünü şimdi anlıyorum ki, biz tam olarak İslâmiyeti yaşamıyoruz.”

Görüyorsunuz, sevgi, şefkat, olumlu yaklaşım, başkasından önce nefsini suçlamak, nasıl küllenen bir ateşi tekrar tutuşturabiliyor. İnşaallah, atılan bu iyi niyet çekirdeği sümbüllenir ve meyve veren bir ağaç olur.

Yalnız burada yanlış anlaşılmaması gereken bir nokta var. Eşler kendilerini doğru ve haklı görürken, bunu kötü niyetle yapmıyorlar. Ne yapıyorlarsa, doğru zannettikleri için yapıyorlar. Bu da düzelmeyi kolaylaştırıyor. Yoksa insanlar bilerek ve kötü niyetle birbirlerini üzseler, bunun düzelmesi çok zor. İşte burada hikmek, feraset ve basiretle hareket etmeniz gerekiyor. Can alıcı nokta şurası: Davranışları düz mantıkla değerlendirmeyin; davranışın arkasındaki niyeti anlamaya çalışın.

Zaten bizim iddiamız, insanların iyi niyetli olduğu ve hızla davranışlarını iyileştirecekleri şeklinde. Yılan gibi zehirlemekten lezzet alan hemen hemen yoktur. Çünkü, evlenmek başlı başına iyi ve güzel insanların eylemidir. Evlenmişse; sevgiye, şefkate, ilgiye, iffete, sadakate, vefaya değer veriyor demektir. Böyle değerli duygular taşıyan insanların mükemmel bir evlilikle mutluluğun zirvesine çıkmaları ise zor değil. Yeter ki, bunun için bir çaba içine girsinler.

Yukarıdaki mektup da gösteriyor ki, eşlerin en büyük problemlerinden birisi, birbirlerini doğru tanımamak. Bir okuyucum anlatmıştı. Almanya’daki bir akrabası, kendisini telefonla arayıp, “Biz yengenle geçinemiyoruz, boşanacağız” diye acı bir haber veriyor. 75 yaşında ve 50 yıldır evli olan bu kişiye okuyucum, “Acele etmeyin, evlilikle ilgili birkaç kitap göndereceğim. Onları okuduktan sonra kararınızı verin” diyor.

Yarım asır evli kalmışlar ve sonunda sabırları tükenmiş. Oysa biraz daha sabretseler, Azrail zaten onları boşayacak. Demek ki, geçimsizlik, katlanamayacakları bir sınıra dayanmış.

Ne var ki, olaylar bekledikleri gibi gelişmiyor. Okuyucum evlilikle ilgili üç kitap gönderiyor. Bir hafta sonra boşanmak isteyen akrabası telefon edip şu müjdeyi veriyor: “Kızım, biz boşanmaktan vazgeçtik. Meğerse 50 yıldır birbirimizi tanıyamamışız.”

Bir insan nasıl olur da yarım asırlık eşini tanıyamaz, diye düşünmeyin. Çok şaşırtıcı ve acı da olsa, yaşanmış bir gerçek bu. Üstelik hemen her evli insan az ya da çok yaşıyor bunu.

Birbiriyle evlenmek için önlerindeki engellerle yıllarca savaşan çiftler, evlendikten bir müddet sonra birbirine giriyorlar. “Tanıyamamışım” diyorlar. Haklılar. İnsanları tanımak kolay değil. Ve asıl zor olan, sevdiğiniz kişiyi evlenmeden önce tanımak.

Eşinizi doğru tanımak size ne kazandıracaktır? Tanıdığınızda hoşlanmayacağınız yönlerini görünce evlenmekten vazgeçecek veya boşanacak mısınız?

Elbette ki hayır! Öğrendiğinizde hemen vazgeçeceğiniz bazı bilgiler mutlaka olabilir; ama “doğru tanımak,” hoşlanmadığınız durumda hemen vazgeçmek için değil; ona uygun davranışları sergilemeniz için.

Eşinizin kişilik özelliklerini, yeteneklerini, güçlü ve zayıf yönlerini, duygusal ihtiyaçlarını, korktuğu ve hoşlandığı şeyleri, temsil sistemlerini, sevgi dilini, beğeni ve beklentilerini bilirseniz, onu doğru tanımış; bu bilgilere uygun davranışları gösterirseniz de, doğru davranmış olursunuz.

Tabiî burada birer kelime olarak andığım tanıma noktalarının her biri geniş bir şekilde açıklanmaya muhtaç.

Acaba siz ve eşiniz, hangi kişilik tipine sahipsiniz? Bugüne kadar bilinen dört farklı kişilik tipi var: Popüler neşeli, güçlü kararlı, mükemmeliyetçi ve barışçıl sevecen.

Bunlar birbirinin zıddı veya alternatifi değildir. İyi veya kötü diye de nitelendirilemez. Sadece hayatımıza zenginlik ve renk katan birer farklılıktır. Eğer bu farklılığı, sizi mutsuz edecek bir olumsuzluk kabul ederseniz, gerçekten mutsuz olursunuz.

Eşinizin kişilik tipini keşfettiniz ve bu hoşunuza gitmedi diyelim. Hiç zorlamayın. Onun kişiliğini değiştiremezsiniz. Ama o kişiliğe göre davranırsanız mutlu olursunuz. Kişilik değişmez, ama karşılıklı hoşgörü ve anlayışla, daha esnek hâle getirilebilir. Kişiliği değiştirmeden de, davranışlar değiştirilir, kontrol altına alınır ve yönlendirilir.

Diyelim ki eşiniz mükemmeliyetçi bir kişilik tipine sahip. Evde her şeyi dağıtmanızdan elbette rahatsız olacak. Çünkü, o her şeyin tertipli ve düzenli olmasını istiyor. Yapacağı işi önceden plânlamayı seviyor. Onun dünyasında rastgele işler, pejmürdelikler olamaz.

Eğer kendinizin ve eşinizin kişilik tipini öğrenmek isterseniz, Florence Littauer’in “Kişiliğinizi Tanıyın” isimli kitabını gecikmeden okuyun. Bu vesileyle eşinizi tanırsanız, onun kişiliğine uygun davranırsınız.

Kişilik tipleri gibi, sevgi dilleri de farklıdır. Sevgi dili, birbirimize sevgimizi gösterirken kullandığımız formüldür. Bilinen sevgi dilleri beş tanedir. Bunlar, hizmet davranışları, onay sözleri, nitelikli beraberlik, fiziksel temas ve hediye almaktır. Sırasıyla örneklemek gerekirse, yemek pişirmek bir sevgi ifadesidir. Takdir etmek, beğendiğini söylemek sevgiden gelir. Birbirinize odaklanarak birlikte vakit geçirmek ancak sevgiyle mümkün. Eşinizin elini tutmak ve çiçek almak da bir sevgi ifade biçimidir.

Acaba eşiniz, bu beş farklı sevgi ifade biçiminden hangisinden daha çok hoşlanıyor? Birisi, en önemli olandır. Yerine göre hepsinden ez veya çok hoşlanan insanlar da vardır. Ama birisi, daha önceliklidir. Asıl isteği, nitelikli beraberlik olan eşinize, yıllarca çiçek taşımanız pek anlam ifade etmeyebilir. Çünkü o çiçekten çok, sizinle birlikte olmayı arzu ediyor. Eşinizin sevgi dilini fark ederseniz, boşuna kürek çekmekten kurtulursunuz.

Eğer Dr. Gary Chapman’ın “5 Sevgi Dili”ni okursanız, eşinizin bilinmeyen yönünü keşfedersiniz. Ona bu bilgi ışığında davranırsanız, sizi şok edecek mutlulukları yakalayabilirsiniz.

Peki, ya eşinizin zekâ çeşitlerinden hangisine sahip olduğunu biliyor musunuz? Zekâ deyince aklımıza hep matematiksel zekâ ve güçlü hafıza gelir. Bir çocuğun matematiği güçlüyse, onun zeki olduğuna inanırız. Çok konuşan, çok hareketli ve hep yaramazlık yapan çocuğun pek zeki olduğuna inanmayız. Sessiz duran çocuk, usludur. Çok konuşan ve hareketli çocuğa, sessiz ve sakin olması için, “šurada uslu uslu otur” deriz. “Us” akıl olduğuna göre, suskunluk ve hareketsizlik, “akıllılık”la eşanlamlıdır. Halbuki, çok konuşan çocuk, “dilsel zekâ”ya, aşırı hareketli bir insan da, “bedensel zekâ”ya sahiptir. Birincisinden iyi bir spiker, iyi bir standapçı; ikincisinden de ünlü bir sporcu olabilir.

Zekâ, matetiksel bilgiden ya da üstün ezberleme gücünden ibaret değildir. Kaldı ki, hafızayı güçlendirmenin de bir yöntemi vardır.

Eşinizin insanlar arası ilişkilerde başarısı varsa, “sosyal zekâ”ya sahip demektir. Müziksel zekâ, doğa zekâsı, bireysel zekâ, görsel zekâ, diğer zekâ çeşitleridir. Size düşen, eşinizin ve çocuklarınızın hangi zekâ çeşidine sahip olduğunu fark edip, onu geliştirmenizdir.

Özetle, bugünkü bilim, “çoklu zekâ”yı kabul etmiştir. Buna göre, zeki olmayan insan yoktur. Sadece farklı zekâlar vardır.

Maalesef, bırakın eşini detayllı bir şekilde tanımak, yıllardır evli oldukları halde eşinin belirgin on özelliğini bile sayamayan kadınlar veya erkekler var. İsterseniz bir deneyin. Siz ve eşiniz, birbirinizin on belirgin özelliğini bir kâğıda yazın ve birbirinize gösterin.

Bakalım yazdıklarınız doğru mu?

Eğer yanlış veya yetersizse, hiç gecikmeden eşinizi tanımaya bakın. Unutmayın: Bunun için ne kadar çaba harcasanız, değecektir.

Risale-i Nur’lar Sudan’ı Aydınlatıyor

Kur’an’dan ezber yapmadan mezuniyet yok!

28 Mart – 6 Nisan 2014 tarihleri arasında Avustralya Nur Vakfı ile Gönüllü Hekimler Birliği’nin işbirliği ile Sudan’daydık. Neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Kalbimiz ve gönlümüz ise sadece bedenimiz ve ilmimizin zekatını vermeye kilitlenmişti. Bütün ekip arkadaşlarıma da, “Hadi Sudan’a gidiyoruz” dediğimde hepsi de aynı inançla ve teslimiyetle “tamam geliyoruz” dediler.

Hal böyle olunca, ne çıkarsa bahtımıza, deyip yola koyulduk. Hayli meşakkatli yolculuğumuz sonrası maksuda vardık. Şartlarımız oraya göre iyiydi. En azından tahta karyolalarda yatacaktık, oysa biz çadır hayal etmiştik.

Arkadaşlarımın tam bir güven içinde, her türlü zorluğu bilerek, hiç düşünmeden evet demeleri beni çok memnun etmişti. Çok kötü şartlarda çalışmayı hepimiz hazırdık zira. Daha önce de çok kötü şartlarda çalışmalara katılmıştım ki, buralar Kenya, Filipinler, Filistin ve Lübnan’dı.

Bu gönül rahatlığı ile gittik ve geldik. Bütün ekibime teşekkür ediyorum, çok verimli, çok içten ve samimi olarak beraberce çalıştık.

1940’LI YILLARIMIZI YAŞIYORLAR

Sudan bize göre 1940’lı yılları yaşıyor. Coğrafi konum ve sıcaklık engel gibi görünse de avantaja çevrilebilir. Yeter ki çalışma isteği ve bir de onlara doğru yöntemleri gösterecek birileri olsun.

Nil boyunca yerleşmiş birçok köy var. Arazi inanılmaz büyük. Sadece sulama rejimi ile inanılmaz bir zenginliğe ve refaha geçebilirler. Sadece görgü, bilgi, çalışma ve güçlü bir önder gerek. Gıda üretimi ile her şey bir anda değişebilir.
Nil boşa akıyor. Köylerde elektrik, su, kanalizasyon yok. Çözümü zor olmayan bir konu olmasına rağmen hala çözümsüz, el birliği ile çözüm uzak değil. Afrika’nın kaderinde “ne verirsen onu bekler” bir tarzı benimsemişler. Onun dışında sıcağında etkisi ile dinlenmedeler her daim!

Daha iyi nasıl olabilir, diye bir dertlenmek pek yok. O yüzden hala 1940’lı yıllarda yaşıyorlar. Kaymakam ve Belediye Reisi aynı kişiden oluşan bir yönetim anlayışı var. O da atanarak geliyor. Eğer reis dertlenirse o belde belki gelişime ve değişime açılabiliyor.

ORTAK ÇALIŞMA ŞART

20 binin üzerinde hastaya baktık. Küçük cerrahi müdahaleler yaptık. Yeterli mi, değil. Yeterli olması için oradaki hekim ve sağlıkçı dostlarımızın da bizim gibi gelişim açısından aynı düşüncede olmaları gerekiyor. Bu da zamanla olacak inşallah. Malzeme eksik, fakirlik var ve sizin tek başınıza bir şey yapmanız zor. Komple bir kalkınma için ortak çalışma şart.

Sıtma ve Malaria adeta kaderleri olmuş, fakat bunu değiştirmek ellerinde. Biraz olsun düşünce değişikliği şart. Evet, yapılacak çok iş var. Birilerinin de Afrika’daki bu fakirliğe bir nebze olsa da el atması şart gibi. O da biz olduk, bu ay. Yeniden herkese ve emeği geçenlere teşekkür ediyorum. En kısa zamanda yeni seferlere inşallah.

NURLAR AYDINLATIYOR

Ahmed Salah, El-Düveymli bir genç. Köyünden kopup Avustralya’ya iltica etmiş. Fatih Ağabey ve Avustralya Nur Vakfı ile tanışmış. Sonuç; bizim oraya gitmemize vesile oldu. Allah razı olsun.

Zübeyir ve Kasım kardeşler Hartum’da maşallah tam bir fedakar hizmet erleri. Onların sayesinde Nurlar herkesi aydınlatıyor. 30 tane üniversite talebesine ağabeylik ediyorlar. Üç katlı bir medreseleri var. Bizi ağırladılar. Cumartesi akşam umumi sohbete kısa da olsa katılma şansımız oldu. Arapça yapılan dersten sonra tanışma ve Avustralya’dan hizmet haberleri ile herkes şevke geldi. Gördük ki, Nur hizmeti dünyaya yayılmış durumda.

Şeker kamışını da bizzat orada gördüm. Şekeri ondan elde ediyorlar. Sokaklarda tabla üzerinde satıyorlar. Aldık tadına baktık. Muhteşem! Yolunuz düşerse tatmayı unutmayın!

KUR’AN EZBERİ ŞART!

Hartum İslam Üniversitesi çok branşlı bir okul. En güzel yanı da Kur’an’dan belli bir sayfa ezber yapmaz iseniz mezun olamıyorsunuz. İngilizce ve Arapçayı bilmek şart.

Mango; 105 çeşit olduğunu duyunca çok şaşırdım. Ama tadına ilk defa Sudan’da vardım. İnanılmaz. 12 adet bir deste oluyor ve 60 cüneyh yani 8 dolar. Bu şekilde satıyorlar. Lezzet muhteşem. Kavuna benzer meyve. Ama tadına alıştınızda bırakamazsınız gibime geliyor.

Kemikten tespihleri de anlatmak gerek. Fil ve deve kemiğinden tespih ve takılar ile yılan ve timsah derilerinden çantalar, kemerler ve ayakkabılar. Sadece el çantası alabildik.Pahalı idi. Ama değer tabi. Fildişinden tespihi 300 cüneyhe bıraktılar, ama alamadık.

Emwaj, Tunusluların işlettiği bir lokanta. Salaş, ama lezzeti muhteşem. Victory adlı bir balık menüleri var. İnanılmaz lezzetli. Porsiyonları ise iki kişilik, ama tek kişi yiyor. Önden sıcak mercimek benzeri bir çorba, salata ve Victory balık mönü. Hartum’a yolunuz düşerse mutlaka Emwaj’a uğrayın. Pişman olmazsınız. Ayrıca 60 cüneyh, yani 8 dolar.
Son günümüzü gezi ve alış verişle geçirdik. Herkes bişeyler alma telaşına girdi.

Nil’de gemi ile gezinti, beyaz ve mavi Nil’in birleştiği yerde çay içmek… Ayrıca Yumurta Kule diye adlandırılan Kaddafi’nin kızının yaptırdığı ve Hartum’un simgesi haline gelen otelin seyir kulesini çıkmadan gelemezdik. Hartum ve Nil başlı başına oradan gözüküyor. Tam bir keyif. Nileteyn Camii ve El Noor (nur) Camiini de mutlaka görün. Her iki cami de Hartum’un simgesi olmuş. Nileteyn Camii Nil kenarında, çok güzel bir cami. Nur Camii Ankara Kocatepe Camiinin bir benzeri ve Cumhurbaşkanı kendi şahsi parası ile yaptırmış.

Kısacası hizmet, seyahat, tanışma, kardeşlik görme, Sudan Gönüllü Hizmeti.
Bütün sağlık görevlisi arkadaşlarımızı bu hizmete bekliyoruz.

Selam ve dua ile.

AYTEKİN COŞKUN
mdaytekincoskun@gmail.com

FATİH YARGI
lightfoundation@hotmail.com

Risale Ajans

2014 Trakya Buluşması Çorlu’da Yapıldı

Ruba Vakfı tarafından bu yıl altıncısı düzenlenen Trakya Mezunlar Programı 27 Nisan Pazar günü Çorlu Sidre dersanesinde yapıldı.

Mezun olanlar dışında, İstanbul’dan, Kıbrıs’tan, Yunanistan ve Bulgaristan’dan misafirler ve bazı mezun kardeşlerin babaları da programa iştirak etti.

Ruba Vakfı Başkanı Mehmet Şaylan ve Abdulhamit Hoca’nın konuşmaları ve dersleri oldu. Zülkif Yıldırım ve Nurettin Kıray vakıf faaliyetleri ve tercümeler konusunda bilgilendirmeler yaptı. Bunun yanı sıra Hizmet haberleri ve çeşitli hatıralar aktarıldı ve dualar yapıldı.

Birbirini uzun zamandır görmeyen dost ve ahbaplar arasında çok sıcak, neşeli sohbetler ve kaynaşmalar oldu.

Ruba Vakfı

www.NurNet.org

Risâle-i Nurla Topluma Yön Vermek Vazifesi!

Üstad, Nurların yazılmasına, teksirine çok ehemmiyet verirdi. “Risale-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mu’cize-i Kur’aniyedir.” deyip, Nur’a ait hizmeti, zamanın en büyük mes’elesi olarak kabul eder, bu ehemmiyetle davranırdı.Tarihçe-i Hayat ( 463 )

Risale-i Nur kıyamete baki kalacak bir tefsir-i Kuran olup rivayet tefsiri sahasında değerlendirilmektedir. İttifakla sabittirki Bediüzzaman Said Nursi ahirzamanın muvazzafı müceddidi, müçtehidi, müfessiri, müctehidi olan Mehd-i Al-i Rasuldür.

Türkiye ehl-i sünnet itikad ve ameli ile kaim olan ve üzerinde dini ve siyasi bir çok hadisenin ve senaryoların oynanmak istediği bir ülkedir. 3 kıtaya islamın sancağını onurla, aşk u şevk ile götürmüş ezan-ı Muhammedinin (asm) şeair-i islamiyenin inkişaf ve inbisat etmesine merkez teşkil etmiş olan bir coğrafya olup şanlı Osmanlı İmparatorluğunun başkenti ve merkezidir. Saltanatı kastetmiyorum; ama hilafet yani halifelik bu ülkeden battı şahsi temsilcilik vazifesine son verildi.

Bir şeyi nerede kaybetti isen orada aramak mantıklı olan şeydir. Evde salonda düşürüp kaybettiğini bildiğin şeyi mutfakta aramak makul değil ve mantık dışıdır.

Ülkemizde ehl-i sünneti yıkmak için ve dini temsil vazifesinin lağvedilmesi için çok oyundı ve oynanmaktadır. Türkiyede dini sahada isim yapana dek ehl-i sünnet olan ve isim yaptıktan sonra vehhabi, şia… gibi ehl-i sünnet harici kimseler kitaplar yazarak piyasaya sunmaktadır. %99 ehl-i sünnet %1 ehl-i bid’a fikri yüklü olan bu eserler bir çok yerde bulmak mümkündür.

Bu bid’at ehli Türkiyede hemen her mevzu üzerine kalem oynatmakta ve gündem oluşturmaya çalışmaktadır.

Biz Risale-i Nur Talebeleri Türkiyenin bugün ehl-i sünnet kalmasının temel sebebiyiz. Elimizdeki Risale-İ Nur Külliyatı ehl-i sünnetin en muhkem ve revaclı olan bir Barika-i asası bir zülfikarıdır.

Lakin cemaat içerisinde yetişen ve hemen her alanda isim yapmış olan kardeşlerimiz. Ehl-i bid’atın hücümat-ı siteden tehacümatına mukabil eserler neşretmemektedir. Kalem kımıldatmamakta kelam etmemektedir. Bir şeyler yapmaya çalışan kimseler de dışlanmaya çalışılmaktadır.

●Risale-i Nur, dikkatle okuyan kimseye öyle bir fikrî, ruhî, kalbî intibah ve uyanıklık veriyor ki; bütün böyle aldatmalar, bizi Risale-i Nur’a şiddetle sevk ve teşvik ve o dessas münafıkların maksadlarının tam aksine olarak bir tesir ve bir netice hasıl ediyor. Tarihçe-i Hayat ( 691 )

 

Şimdi sormak elzemdir ki: Risale-i Nuru tahkik ederek okuyan ve alanında isim yapan kimselere, okunan hakikatları Edille-i Şer’iyeye (Kuran, Sünnet-i Seniyye, İcma, Kıyas)  müvazene ederek eserler verildi mi?

Ehl-i bid’anın tehacümatına mukable edildi mi?

 

İsminin önü kalabalık abi ve kardeşlerimiz bu mevzuda ne yaptı. Birkaç cılız sesten başka?

 

Neden ehl-i sünnetin sağlam kalası olan risale-i nurun allameleri, isim yapan kimseleri, prof.ları nerede? Neden hadisat-ı ahval u ehval Risale-i Nur Müvacehesinde Müvazene edilerek tahlil edilerek eserler okurlara sunulmamakta. Bizler ki sağlam dindar ve ehl-i sünnetiz o halde ne den üstadımın Risale-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mu’cize-i Kur’aniyedir.Tarihçe-i Hayat ( 463 ) bu sözüne kulak vermiyoruz?

Bizler elimizde tekemmülata dair malzemeler olarak cevherbaha hakaik Risale-i Nur varken neden bunları tasnif, şerh ve izah edip bir şeyler yapmamaktayız?

●Ehl-i iman ise; hususan tahkikî iman ile imanı inkişaf edenler kavîdirler, muazzezdirler. Onların her biri bir abd-ı aziz ve bir abd-i küllîdirler. Tarihçe-i Hayat ( 690 )

Bizlere elzem olan vezaif ise: imanını kuvvetlendirmek, hem başkalarının imanlarını tehlikeden kurtarmaya çalışmak.. Tarihçe-i Hayat ( 284 )

Bahtiyar Odur Ki:

  • Dünyayı bir misafirhane-i askerî telakki etsin ve öyle de iz’an etsin ve ona göre hareket etsin. Mektubat (33)

  • Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin. Mektubat ( 71 )

 

  • İttiba-ı Sünnette hissesi ziyade ola. Lem’alar ( 59 )

 

  • Kevser-i Kur’anîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enaniyetini o havuz içine atıp eritendir. Lem’alar ( 166 )

  • Medar-ı saadet ve lezzet olan iktisad ve kanaatla sa’y-i helâli, bir nevi ibadet ve rızk için bir fiilî dua bilerek müteşekkirane ve minnetdarane o ihsanı kabul edip hayatını saadetkârane geçirir. Şualar ( 173 )

Biz Risale-İ Nur Talebeleri okuduklarımız hazmederek elimizdeki Risale-İ Nur Külliyatıyla müvazene ederek eserler neşretmeli ve toplumun imani, içtimai, iktisadi.. vs mevzularında Entelektüel kesimin efkarına kazımalıyız. Elimizdeki hakaiki pazarlamasını bilmeliyiz. Yoksa kendim okudum kendim söyledim nevinden bir şey olacaktır.

Risale-İ Nurun Hayata Tatbikini Engellemiş ve Mesul Oluruz!

 

Hakikî Mürşid-İ Âlim Koyun Olur, Kuş Olmaz. Hasbî Verir İlmini.

            Koyun Verir Kuzusuna Hazmolmuş Musaffâ Sütünü.

               Kuş Veriyor Ferhine Lüab-Âlûd Kayyını.  Sözler ( 706 )

 

Bizleri İhsan-I İlahi Olarak Bu Hizmette – Ahirzamanın Hizmet Tarzı –

İstihtam Eden Allahım Daire-İ Nuriyede Hissemizi Azim Eylesin

Bizleri Pasif, Sinik Bir Rol Oynattırmasın.

Dairede Aşk U Şevk İle İstihtam Ettirsin.

Amin

 

 

Selam ve Duayla

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version