Burada şükürle borçlu olduğumuzun binden birine işaret edeceğım. Kur’anı Kerimde meȃlen: Siz Şükretmezmisiniz? Siz Şükrederseniz ben size nimetlerimi ziyadeleştiririm. Allaha İbadet ederseniz Şakirinden olursunuz; gibi Âyetler ile Allah bize gösteriyor ki: Allah bizden istediği en mühim iş Şükürdür.
Küçük Sözlerde bir ibare var: Sual: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiyat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah bizden ne fiyat istiyor?
Elcevap: Evet Mün’imi Hakiki bizden o kıymetdar ni’metlere mallara bedel istediği fiyat ise üç şeydir. Biri zikir. Biri fikir’dir. Başta “Bismillah” Zikirdir. Ahirde “Elhamdülillah” Şükürdür. Ortada bu kıymetdar harika san’at olan ni’metler, Ehad’i Samedin Mucize’i Kudreti ve hediye-i Rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek(anlamak) Fikir’dir. Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak, ne derece belahet (aptallık) ise, öylede; zahiri mün’imleri medh ve muhabbet edip, Mün’imi Hakikiyi unutmak; ondan bin derece daha belahettir. (aptallıktır)
Ey nefis! Böyle ebleh olmamak istersen; Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle. vesselam…
Saygı değer kardeşlerim: İnsan ilk önce kendindeki nimetleri görerek şükre başlamalı. Aptallara bakarak, çok şükür ki onlar gibi değilim demeliyiz, aklımızın çalıştığını düşünüp, akı karadan farkettiğimizin rahatlığını yaşayıp, yaptığımız işlerin tamamı yerli yerinde olduğundan zevk alıp, aklımızı kullanarak mahcup edecek en ufak bir işe tenezzül etmediğimiz için Allahımıza şükretmeliyiz. Ya bende geçen gün camiden çıkarken gördüğüm 17-18 yaşında ki delikanlı gibi olsa idim, halim ne olurdu? Ki Zavallı farketmeyerek caminin kapısında adamın birine soruyor amuca bakarmısın ayakkabımı ters mi giydim? Biz çok şükür ki onun gibi değiliz.
Biri görmediği için sokaklarda yürürken sopayı sağa sola sallayarak tak tuk ses çıkararak yürüyenlerin halini görüp, veya evinde canı sıkılıp bir yere gitmek için de kendisi hareket edemediği için bir yakını merhamet ederek onun kolundan tutarak gezdirdiğini gördüğümüz zaman, kendi gözlerimizle gördüğümüz rahat görenleri hatırlayıp, bu dünyada hayatımız âmâların hayati gibi zifiri siyah karanlıklara boğulmamız için Allahımız bize etten göz yapıp, gözlerimizin de görmesi için koskoca güneşi bizim için göğün tavanına çakan Allahımıza şükretmeyelim mi?
Sokaklarda yürüyemeyen kötürümleri görüp, Benim Allahım beni de onlar gibi yapabilirdi, şükür ki yapmamış deyip, sağlam bir vücutla beni yaşatan Allah’ıma ne kadar minnettar olsam azdır demeyelim mi?
Baksana? Başkası kıvrana kıvrana yürürken, benim ayaklarım sapa sağlam olduğu için her yere rahatlıkla koşup gidebildiğimden ötürü ne kadar şükretsem azdır demeyeyim mi? Kulağım işitir ağzım tat alır, burnum her çeşit güllerin, karanfillerin, kavunların ve farklı kokan bitki ve yiyeceklerin kokularını fark ederek onlardan ayrı ayrı zevk aldığım için, ben, Allahım sana çok şükür demeyeyim mi?
Hastanede yatan akrabalardan bazan ziyaretlerine gittiğimizde, sağdan soldan ağrı ve sızılarına dayanamayan hastaların seslerini işittikçe, çok kimsenin dediği gibi, bizde Allahımız, bize de bunlara gibi dert verip derman arattırma diyerek, kendimize verilen sıhhat ve afiyetimizin şükrünü eda etmek hissi o zaman biraz daha iyi uyanıyor.
Hele hayatımızda hayati rol oynayan böbreklerimizin vücudumuzdaki vazifeleri ki, ikisi de sıvı maddesi olan kanımızı ve idrarımızı ayırıyorlar. Allah o böbreklerimizi öyle ayarlamış ki, böbreklerimiz yalnız % 5 i çalışsa hayatımız devam edebilir. Ki, böbrekler 300 gram oldukları halde lazım olan işi yapıyorlar. Böbrekleri çalışmayan zavallılar, böbrekleri çalışmak için girdikleri o diyaliz makinesinin ağırlığı 100 kiloya yakın olmasına rağmen Böbreğin yaptığı işin % 50 sini yapamıyor, Ne yazık ki sağlam iken insan böbreklerin kıymetini bilemiyoruz. Böbreklerin değerini anlayıp Allahımıza şükretmek için, böbrekleri bozulanların halini düşüneceğiz.
Böbrekleri çalışmayanlar hayatlarını devam ettirebilmek için, haftada en az üç gün diyaliz makinasına girmeleri icab ediyor ve o makina vücudun kan ve idrarının tamamını alır, filitreden geçirdikten sonra tekrar vücuduna verilen hastaların o anki bitkin halini seyretmek lazım ki, böbreklerimizin çalıştıklarına deruni hislerimizle Allahımıza şükredelim.
Bana kalsa, sıhhatın kıymetini daha iyi anlamak için azda olsa yukarıda yazdıklarımızı ciddi bir şekilde düşünebilmek lazım ki, Mübareğin Şiiri:
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhat gibi”
(halk arasında devlet sözü en makbul bir sözdür ama, sıhhat ve afiyet ile bir nefes almak, devletin enbüyüğü’dür)
fıkrasının manasını anlarsak, daha iyi anlamış olurduk.
Evet, sıhhat ve afiyetle kuru ve siyah ekmeği yemek, veya soğanla veya pul biberle yemek de Şükür ister. O ekmeği kuru fasulyeyle yesen daha fazla şükür ister. Hele her yediğimizde bir kaç çeşit yemekle yediğimiz gibi yeyip, ziyafetlerle lüks hayat yaşadığımızı, kuru ekmek bile bulamayanlarla kıyas edersek, Allahımıza ne kadar şükürle mükellef olduğumuzu daha iyi görmüş oluruz. Eskiden 5-6 kilometre saatta yürüyerek yol alınırdı. Şimdi ya taksi, ya otobüs, ya minibüs, veya uçak ile yolculuk yapıyoruz.
Biz, ihtiyacımızı gidermek için veya herhangi akrabamızı ziyaret etmek için evden sabah çıkıp 30-40 kilometre yol yürüyerek yerine kavuştuğumuz zaman Elhamdülillah diyerek sıhhat ve afiyetle gidebildiğimiz için Allahımıza şükrederdik. Hele merkebi olup, ona binip giden daha az yorgunlukla yerine vardığı için memnun olurdu. Katırla, gitse sevinci artardı, atla gitse daha fazla sevinirdi. Parası olup bisiklet alabilenin keyfinden geçilmezdi.
Bütün bu saydıklarım bu günkü lüks vasıtalar yanında çok basit nimetler olmakla bereber, derece derece onlar için de Allaha şükretmek lazım olsa bile, yolculuk için bugünkü lüks vasıtaları bize ihsan eden Allahımıza acaba nasıl şükretmek lazım? Ki, mıcırlı, taşlı çukurlu yollardan şükür kurtulduk demekten öte, yollarımız asfalt olduğu gibi, çok uzun yollarımız otoban bile oldu. Ve ister otobüs’te isterse arabada üşüme derdi olmadığı gibi, ağustosun ayının sım sıcağında bile terlemek yok, çünkü arabalar öyle mükemmel ki, en uzun yolculuğun da bile, hiç rahatsız olmadan sonuna varabiliyorsun. Bu nimetlere karşı Allahına şükretmeyen insan insanlığın neresindedir, siz söyleyin?
Biri yağmurda kışta dışarda kalmamak için ev kiralamış, oh be çoluk çocuğunu çatı altına soktuğu için ne kadar sevinir, Allahına ne kadar şükretmesi lazım değil mi. Ötekisi onun ötesinde peşin parayla daire almış. Bu evvelkine göre daha fazla şükretmek icab etmezmi? Peki, parası olup beş altı kat apartmanı satın aldı ise dünyasını daha fazla garantiye alan kimse, bir dairede kendisi, ötekilerini kiraya verirse bu daha çok şükretmesi lazım değil mi? Hele buna ek olarak deniz kenarında veya herhangi çamlıkta bir yazlık aldı ise Allahına daha fazla şükürle borçlu olduğunu bilmesi lazım değil mi?
Bunların ötesinde, villada yaşayanlar gece konduda yaşayanlardan ne kadar fazla Allha şükürle borçlu olduklarını siz düşünün. Zaten imanı sağlam kimseler, perişan halde yaşayan kimseler mevcut iken, parası olup zengin olsa da, lüks hayattan zevk ve lezzet alamaz. Evet, Ayeti kerime mealen buyuruluyor ki: ”Eğer siz verdiğim nimetlerime şükrederseniz, Ben size karşı nimetlerimi ziyadeleştiririm”. Bu ayeti kerimeden de anlıyoruz ki, Allahın nimetlerinden ne kadar istifademiz artar ise, şükürümüz de o nispette artması lazım ki nimet elimizden gitmesin, veya şükürsüzlüğün cezasını çekmeyesin!..
Fakat! Şimdi nimetin en büyüğünü hatırlatmak istiyorum: Allahımıza çok şükür ki, bizi yokluk aleminde bırakmayıp meydana çıkarmış. Dağda bir taş yapabilirdi yapmamış. Bir diken de yapabilirdi yapmamış. Bir Kurt, bir yılan, veya bir inek veya eşek yaratabilirdi yaratmamış. Hatta başka yerde dahi dediğim gibi bizi, Rusyada bir rus gavurunun veya İsrailde bir yahudinin oğlu veya kızı yapabilirdi yapmamış, şehid kanıyla yoğrulmuş bir toprakta şehit dedenin torunu olarak yaratmış. Oh be ne kadar şükretsek azdır.
Eğer şuurlu anne babanın oğlu veya kızı isek küçük yaştan İmanla ölmemiz için ciddi çalışarak fırsat elden gitmeden bizlere Kur’ani Kerimi öğretti iseler, yirmi yaşına kadar zamanın ihtiyaçlarına cevap verebilecek kitapları okutarak evlada karşı lazım olan vazifeyi, ağızla dua ederken işle de icabına baktı iseler, Allahın varlığını, öldükten sonra dirilmeyi ve orada cehennemden kurtulup cenneti kazanmak için burada çalışmak lazım olduğunu telkin ederken, bizi ikna etmek için zorba değil ikna metodunu kullandı iseler, büyük yaşta bile hatırlatmak için evladım sen namaz kıldın mı diyerek eğer kılmadı isen haydi cemaatle beraber kılalım teklifini yaparak, evlatların evlenme çağına geldikleri zaman da, daha önce üzerinde titizlikle durulan evlatlar anne babanın izinsiz hiç kimseye gönül vermedikleri için beraber karar vererek evlenme işini de hallederlerse, hele ölünceye kadar taviz vermeden müslümanlıklarını devam ettirebilseler? Ne bahtiyarmış o anne baba ve evlatlar demeye hak etmezler mi?
Bahsettiğim bu mübarek aile efradı Allaha şükürle mükelleftirler. Memleketimizde, bazı anne baba, evladına karşı bu mühim vazifeyi yapamadıkları halde, bazı Akıllı kız ve delikanlılar araştırıp Allahın yoluna sağlam girebiliyorlar, bunlar çok tebriğe ve alkışa layıktırlar, çünkü bunlar kendilerini kurtardıkları gibi anne babalarını da, onlara manevi terbiye verdiklerinden ötürü azaptan kurtaracaklar. Allah bu gibi gençlerin ve yukarıda sıfatlarını saydığım o mübarek ailelerin sayısını çoğaltsın. Amin Amin Amin.
Paylaşan: Abdülkadir Haktanır