Etiket arşivi: A.Raif Öztürk

Sizi Üzmek İstemezdim, fakat GERÇEK BU..

Şu mübarek günlerde GSM mesajı olarak öyle bir paylaşım yapılmış ki, okuyunca tüylerim diken diken oldu. Mesajın özeti şöyle: Medine-i Münevvere’nin Türbe hatibi Şeyh Ahmet, bu haberin doğruluğuna yeminler ederek başlıyor.

“Bir Cuma gecesi namazımı eda ettikten sonra uyumaya varmıştım. Haremi şerif tarafından “Ya Şeyh Ahmed” diye bir nida geldi. “Lebbeyk (buyur, emret) Ya Rasülellah” diyerek, Efendimizi gördüm. Bana: “Ya Şeyh Ahmed, Allah-ü teala huzurunda utanıyorum. Bunu sana haber veriyorum ki, geçen cumadan beri Ahirete 16 000 kişi sevk edildi (öldü). Ancak bunların içinden tek bir Müslüman (mü’min)çıkmadı.

Bu gelenlerin amel defterlerinin hepsinin kapkara ve sol ellerinde olduklarını gördüm”…..diye devam ediyor, ancak açıklamalar çok uzun olduğu için ben sadece bir de son kısmını arz edeceğim. ..Devamında, bu ölenlerin işledikleri günah çeşitleri anlatılıyor ve “.. Ya Şeyh Ahmed, benim şimdi hayattaki ümmetime sen haber ver ki, işledikleri bütün günahlardan çok çok tövbe ve istiğfar etsinler. Kıyamet alametleri artık zuhur ediyor….”..Diye devam ediyor.

Ben bu olayın sıhhati ve güvenirliği hakkında hiç yorum yapmayacağım. Çünkü, aynı konuda Bediüzzaman Hz.’ninde çok net bir ikazı vardır. Şöyle ki: “Bir Ehl-i Keşfin müşahedatıyla, 40 vefiyattan (ölümden)sadece 1-2’si İMAN ile ölmüş…”Yani, 40 kişiden 38-39’u İMANSIZ ölmüş.

İşte bizler sadece bu %3-5 gibi imanlı giden oranını düşünerek hareket etsek bile, % 95-97’mizin risk altında olduğu görülüyor. Yani, her birimizin imanlı ölme konusunda ne kadar az şansımızın olduğu ap-açık ortadadır. Ahirete İmanlı gitme konusu da asla şansa bırakılmayacak kadar çok çok önemli bir konudur. Çünkü bu sınavın “işe-güce dalmıştım, herkes gibiydim, bilemedim, fark edemedim” v.b. mazereti, pardonuveya tekrarı asla yok…

Ayrıca herkes tarafından bilinen şu Hadis-i Şerif, yukarıdaki gerçekleri de’yid eder (doğrular)mahiyettedir.İnsanlar helak olacak, ancak alimler kurtulabilecek. Alimler de helak olacak, bildiklerini yaşayanlar ve uygulayanlar kurtulacak. Bildiklerini uygulayanlar da helak olacak, ancak bildiklerini (gösteriş için değil de)SIRF ALLAH cc RIZASI İÇİN UYGULAYANLAR kurtulacak. ..Ve bunları da bazı büyük tehlikeler bekliyor…”

Şimdi bütün bunları birlikte düşünerek, asrımızdaki ahir zaman fitnelerine, Müslüman ülkelerin veya cemaatlerin birbirilerine düşmelerine, havalarda uçuşan yalanlara, iftiralara,tekfirlihakaretlere, gıybetlere ve saldırılara dikkatle bakalım.

Evet dostlarım,sizleri üzmek istemezdim ama çok ciddi bir özeleştiri yaptığımızda, ahvalimiz ve istikbalimiz yürekler acısı gibi gözüküyor.Maalesef, kendilerine çok güvenen birçok ehl-i takvanın bile, GIYBET tuzağınakolayca düştükleri çok net görülüyor. Üstelik kolayca düşülenbu GIYBET hakkında Yüce Rabbimizin ve O’nun c.c. sevgili habibinin SAV öyle dehşetli ikazları ve tehditleri var ki. Bunlara rağmen şu gıybet tuzağı, bu asırda Mü’minlerin büyük bir çoğunluğunu değirmen gibi öğütüyor. İyiliklerimizi, yaptığımız hayırları ve makbul olmuş olan ibadetlerimizi bile, ateşin odunu erittiği gibi bitiriyor…

Mü’minlerihelakete götüren çok önemli bir başka varta da, farkına varılmadan İlahitarife ve emirlere muhalefettir! Şöyle ki: Zalimleritarif;“Allah’ın mescitlerinde (Camilerde)Allah’ın adının anılmasını engelleyip, oraların ıssız ve harap hale gelmesine çalışanlardan dahaZALİM kim olabilir?…..”(Bakara S., 114. Ayet.). İlahi EMİR ise şu:“Bir de sakın zulmedenlere (ZALİMLERE)meyletmeyin, sempati (bile) duymayın!… Yoksa size ateş dokunur. Aslında sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra O’ndan da yardım görmezsiniz.”(Hud, 113. A.)Zalim de belli, emir de.

Hele hele Tevbe S., 24. Ayet, mü’minlerin farkında olmadan niçin döküldüklerini, niçin felaketlere sürüklendiklerini çok net anlatıyor.Habibim,de ki:“Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesada(iflasa)uğramasından endişe ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden konaklar, size Allah’tan ve Resulünden ve O’nun yolunda cihad(mücadele)etmekten daha sevimli ve önemli ise. . . o halde Allah emrini (azabını)gönderinceye kadar bekleyin! Allah öyle fasıklar güruhunu hidayet etmez, umduklarına eriştirmezler.”Şimdi kendimize bir bakalım:Gündemimizde en çok kim ve neler var?Günlük hayatımızı en çok kimler ve neler meşgul ediyor?…

Konunun çok daha da acı tarafı da ZurufSuresi, 37. Ayette şöyle ikaz ediliyor:Şüphesiz şeytanlar, onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, onlar kendilerinin (hala) doğru yolda olduklarını sanırlar.” Ancak, her konuda MİHENK ve ölçü, İlahi Emirlerdir. Gerisi teferruat…

Bütün bu gerçekleri, sizleri üzmek ve ümitlerinizi kırmak için değil, henüz fırsat varken bütün günahlarımızdan çok ciddi tövbeler ve istiğfar etmemiz için arz ediyorum. Lütfen “benim çok büyük günahlarım var” deyip ümitsizleşmeyiniz, “Benim, SONSUZ MERHAMET SAHİBİ ve ÇOK BÜYÜK BİR RABBİM VAR” diye ümit var olunuz.

Bu çok büyük Merhamet sahibi olan Yüce Rabbimiz, şu ahir zamanda bizlerin böylesine büyük tehlikelere duçar olacağımızı elbette bildiği için,“..Milletimin İMANINI selamette görürsem, Cehennem’in alevleri arasında yanmaya razıyım”..diye haykırarak, kendisinin dünya hayatını bizim için feda eden bir Bediüzzaman göndermiştir.İşte bukahraman zat dabizim imanımızı güçlendirerek kurtarmak adına,binlerce sayfalık eserler yazdığı için, yıllarca hapislerde tutulmuş, sürgünler yaşatılmış, 19 defa zehirlenmiş.

Bizlere bu Risale-i Nur eserlerini yetiştirebilmek için evlenmeye bile fırsat bulamamış. İslam düşmanı yarasalar o zatı sekerat(ölüm öncesi) halinde bile rahat bırakmadıkları gibi, kabrinde bile bırakmadılar ve halkın ona olan muhabbet ve teveccühünü önlemek için, halkın gözünden uzak yerlere sevk ettiler.

Fakat o zatsadece ülkemizde değil, tüm dünya ülkelerinde milyonların gönüllerine TAHT kurdu ve eserleri, 50 ayrı lisana tercüme edilerek, milyonların İMANLARINI kurtarmaya devam ediyor. Acaba,yukarıda arz edilen İMANSIZ ÖLME felaketinden emin olabilmek için, bu harikaeserlere yapışmaktan daha avantajlı bir yol var mı? HAYIRLI BAYRAMLAR…

A. Raif Öztürk

Bu nasıl bir Fitnedir Ya Rabbi?…

Bir Hadisi Şerifte;“..İlerde büyük fitneler (*) olacak, kişi o fitnelerde kardeşinden ve babasından bile ayrılacak.….”..“..Ondan sonra daha şiddetli bir fitne baş gösterecek. Sonra bir fitne daha…İşte fitne bitti, dendikçe, bitmeyecek, yine devam edecek. İçine girmedik ev kalmayacak; bulaşmadık hiç bir Müslüman da görülmeyecek” (K.Sitte, Sünen-i İbnMace-Ramuz 3727) .. buyurulmuştu.

Bu Hadisi-i Şerifi yıllar önce okuduğumda, “inşallah bizlere bulaşmaz, bizler hasbelkader asrımızın Bedisinin, en yakın talebelerinin yakın çevresindeyiz” diye iç geçirmiştim. Aradan yıllar geçtikten sonra, şu ahir zaman fitnesinin fırtınalarının değil bize, Bediüzzaman Hz.’nin hayatta olan o mümtaz talebelerine bile bulaştırılmaya çalışıldığını ve onları dahi çok çok üzdüğünü gördükçe, ben de çok ciddi ürkmeye başladım.

Çeyrek asırdan fazla zamandan beri kardeş ve dost bilerek kucak açtığımız, hiç bir zaman desteklerimizi esirgemediğimiz bugünkü “PARALEL YAPI” olarak ortaya çıkanfitne fırtınaları nedeniyle, “ne kardeşlik kaldı, ne de fitne bulaşmadık bir Müslüman!”denilecek duruma yaklaştık. Yani sanki yukarıdaki Hadis-i Şerifte bildirilen, tahakkuk etmeye başladı. Şöyle ki:

1.Bediüzzaman Hz.’nin kendi el yazısıyla “R.Nurlarda tağyir (değişiklik) konusunda ap açık reddiye (yasak)” belgeleri olmasına rağmen, R. Nur cemaati bilinen (!) o gurup bu yanlışı inadına işleyerek, ilkfitnenin fitilini ateşlediler. Daha sonraki ciddi tepkilere de kulaklarını tıkadıkları için, Üstadın hayattaki 6 talebesinin ortaklaşa yazdıkları İKAZ mektuplarını da hiç ciddiye almadılar. Bütün ısrarlara rağmen gem’i azıya almışçasına inadına devam edildiği için, Mustafa Sungur abinin;“elleri, ayakları kırılsın”şeklindeki te’dip ve hiddetlerine bile muhatap oldular. Böylece, yarım asra yakın KARDEŞ gibi birbirileriyle yardımlaşan kitleler, o günden sonra maalesef birbirilerine düştüler…

2.Yine devlet içindeki önemli kadrolara yerleştirilmiş olan dine muzır, laik ve ETÖ yanlısı kişileri devlet kadrolarından temizlemek maksadıyla,“kardeş, dindaş, nurdaş ve muhafazakar” bilinen ve o önemli kadrolara alınan bu kardeşler (!), 17 & 25 Aralık 2013 tarihlerinde, (her ne sebeple olursa olsun) kendi muhafazakar devletlerine karşı DARBE girişiminde bulunup ap-açık İHANET ettiler. Bu ihanetin bedeli elbette çok ağır olmalıydı.

Fakat bu cemaatin, masum olan %90’ı hizmet gurubunun günahları neydi ki? Gerek devlet tarafından, gerekse bu masum hizmet gurubuna kucak açmış olan, varını yoğunu seferber eden iş adamları, esnaf ve sağduyulu halk tarafından, bu İHANETE tepkilerve kısıtlamalar nedeniyle, bu masum hizmet gurubu da çok ciddi yaralar alacaklardı.

Bunun vebali, kesinlikle bu darbe teşebbüsü ile bu ihaneti başlatanlarındı. Ancak çok güçlü bir medyaya ve kadroya sahip olan bu gurup, halkın araştırma yapamamasını fırsat bilip, Türkiye ve İslam düşmanı dış şer güçlerden de destek alarak bu vebali, darbeye maruz kalmış olan mağdur hükümete mal etmeye kalktılar. Bu nasıl bir FİTNEDİR Kİ, hasbelkader o cephede kardeşler bu tuzaklara düştüler ve maalesef ote’vil&yalanlara inandılar.

Öyle inandılar ki, meşru bir hükümete oy verenleri bile TEKFİR derecesinde suçlayarak, tamamen zıt bir cephe oluşturdular. Hasbelkader o cephede kalanlar, baba, oğul, akraba, arkadaş ve kardeş tanımaz oldular. Hatta yıllardır laik ve zalim dedikleri, ırkçı bildikleri ve kesinlikle reddettikleri zıt partilere oy toplamaya başladılar. Diğer otuza yakın İslami cemaatleri bile hükümete karşı kışkırtmayı denediler. Hadis-i Şerifteki gibi,ne kardeşlik kaldı ve ne de o hizmete(!) güven kaldı. Bu nasıl bir FİTNEDİR Ya Rabbi?…

3.Yukarıdaki birinci maddede anlatılan SADELEŞTİRME FİTNESİ, tüm teşebbüslere rağmen önlenemediğinden, Bediüzzaman Hz.’nin varisleri konumundaki talebeleri, bu fitnenin durdurulması ve o haklarının korunması için hükümete müracaat ettiler. Hükümet ise çözüm olarak, tamamen serbest basılmaya başlanan, hatta Hükümet eliyle bile basılan Risale-i Nurların, her zaman ORİJİNAL HALİYLE (sadeleştirmeden ve tağyir edilmeden) basılabilmesi için, BANDROL mecburiyeti koymayı karara aldı. Aynen “Mushafları İnceleme Kurulu” gibi,“R. Nurları inceleme kurulu” da bu güzide eserlerin orijinalliğini koruyacak.

Risaleleri ORİJİNAL basanlar bandrolalıp neşriyatlarına devam edecekler.Ancak bu art niyetli sahteleştiriciler, bandrol alamayacakları için“HÜKÜMET R. Nurları YASAKLADI”yalanı fitnesine başladılar. Böylece akılları sıra kendilerine, hükümet aleyhtarı taraftar toplayacaklar. Fitnenin sinsi derinliğini düşünebiliyor musunuz?Bereket ki akl-ı selim halk bunlara inanmıyor, fakat bir başka yönden hükümete kuyruk acısı olan Yeni Asya Gzt. Yönetimi, “düşmanımın düşmanı dosttur” prensibiyle, bu fitneye çanak tutma yarışına girdiler.

Bu nedenle de 40 yıllık dostluklar, iflah olmaz düşmanlıklara dönüştürüldü. Bu nasıl bir FİTNEDİR Ya Rabbi?…Demek ki; Şeytan ve avaneleri bu asırda çok başarılılar…

-Aziz Üstadım! “Yoğurt bozulunca, ayran v.b. gibi şekilde istifade edilir. Ancak çok değerli olan tereyağı bozulunca zehir olur” örneğini vererek, “..aynen bunun gibi çok değerli olan hakiki Müslümanın bozulmasıyla, anarşist olunacağını ve çok daha muzır hale geleceğini” bildirmiştin.

Acaba bu olayları mı kast ettin? Diye çok düşünüyorum. Çünkü bu kişiler birkaç sene öncesine kadar, Bediüzzaman Hz.’nin hayattaki talebelerine son derece saygılıyken,şimdi o mübarek ve muazzez şahsiyetleri tahkir ve tezyif ederek, onlara çeşitli iftiralar ve çirkin yakıştırmalar yaparak, maalesef bu fitne tuzağına tamamen düştüler. Yazıklar olsun…

Bu nasıl bir FİTNEDİR Ya Rabbi?…N’olur Ya Rabbi, bizleri yıllar öncesi kardeşliğimize döndür. O eski kardeşlerimize de feraset nasip eyle ve bizleri bu tür Ahir zaman fitnelerinden muhafaza eyle! N’olur İslam düşmanlarını bizlere bir daha güldürme! Amin…

(*) FİTNE: 1.) Kur’an’da imtihan, deneme, şaşırtma, şaşırtıcı, günaha sebep olan,kargaşa veren, anarşi ve terör, karışıklık, bozgunculuk, harbe sebep olan, eziyet, kötülük, azap, eza, cefa, bela ve musibet gibi değişik manalarda kullanılmıştır. Biz de bu anlamlarda kabul ediyoruz.

2.) Bu yazıyı, zaruretine inandığım için ve hayırlı dualara vesile olması temennisiyle üzülerek yazdım…

A. Raif Öztürk

RisaleAjans

SOMA Kazasından İBRETLİK Tablolar..

Soma Maden ocağında 13.05.2014 Salı günü yaşanan o elim kaza, ülkemizin yüzde 90’dan (!) fazlasının ciğerlerini dağladı.
 
Sadece ülkemizin değil, dünyanın birçok ülkelerinin insanlarının dahi yüreklerini dağladıklarını, haberlerdeki taziyelerinden, hayırlı dualarından ve yardım tekliflerinden anlıyoruz.
 
Ancak, böylesine elim acılara bile sinsi bir siyaset tarafgirliği ile bakarak istismar edenleri, hatta sevinenlerin olduğunu görmek, tüm akl-ı selimi kahretmiştir. İşte bu nedenle ilk cümlemdeki dağlanan vicdanları, yüzde 90 olarak vurgulamak zorunda kaldım. Bu kahredici ve “menfi anlamda ibretlik” rezalet olayı, belki duymayanlar olabilir düşüncesiyle, bu yazımın sonunda teessüfle arz edeceğim. 
 
YARDIMLAŞMA SEFERBERLİKLERİ: İzinli oldukları halde, faciayı duyar duymaz iş kıyafetlerini giyerek, ölüm tehlikelerine rağmen arkadaşlarını kurtarmaya gidenleri ve her birinin birçok arkadaşını, kahramanca kurtardıklarını takdirle izledik. Nitekim bunlardan bazılarının, arkadaşlarını kurtarırken şehit oldukları da haberler arasındaydı.  
 
Görevli olmadığı halde, ilgili levazımatını alarak ocağa giren ve birçok yaralıya yardımcı olan ve kendisi şehit olan sağlık görevlisini ibretle izledik. Sağ kurtulanların; “..nefes alan ve kıpırdamaya çalışanları gördükçe, ölen arkadaşlarımızın cesetleri üzerinden sürüne sürüne ulaşıp, onları da kurtardık” dediklerini, gözyaşlarıyla seyrettik. Adeta bir sahabe yardımlaşması gibiydi… 
 
HAYATA VEDA DUALARI: Sağ olarak kurtulan Mehmet Ali Dinçer o korku dolu anları şöyle anlattı. “Herkeste ‘Biz burada öleceğiz’ yönünde feryatlar başladı. Kimi anne babasına, kimi de çocuklarına kavuşmak için dualar ediyordu.
 
Bu arada çamurla karışık ufak bir su birikintisi gördük. Oraya ulaşabilen arkadaşlarım ve ben ölüme hazırlık amacıyla, o suyla abdest aldık. Bazı arkadaşlarımız ise topraktan teyemmüm ile abdest aldılar ve artık, ‘Allahım biz sana temiz gelmek istiyoruz’ diye dualar etmeye başlamıştık. Sonrasını hatırlamıyoruz.”…
 
6.5 saat Soma’daki kömür ocağında mahsur kalan ve faciada kurtarılan Salih Erkan ise yaşadıklarını ağlayarak anlattı. “Ölen arkadaşlarımızın arasında 4-5 kişi sağ kalmıştık. Beni de kurtarmaya gelen arkadaşıma ‘..benim takatim kalmadı, sen kendini kurtarmaya çalış’ dedim, gönderdim.
 
Kurtarılmayı beklerken, en çok 4 yaşındaki kızımın en son istediği şeyi parasızlık yüzünden yapamam aklıma geldi, üzüldüm ve ağladım. Aslında kızım çok anlayışlıydı, ısrar da etmemişti. Başka çocuklar babalarına BABA derlerken, bundan sonra benim evlatlarım BABA diyemeyecek diye düşündüm, ağladım.
 
Kurtulmamız için seferber olan devletimize ve yardım sever Türk halkına ve minnettarız. Beni baygınken çıkarmışlar.”… 
 
BAKAN YILDIZ’I AĞLATAN KAHRAMANLIK: Soma’daki kazadan sağ kurtulan, ancak ailesine haber bile vermeden, mahsur kalan arkadaşlarını çıkarmak için 20 saat koşuşturduktan sonra, ailesiyle kısacık bir görüşme yapan İsmail Adalı’yı yakından izleyen Enerji Bakanı Taner Yıldız, böyle bir yardımlaşma karşısında gözyaşlarına hakim olamadı… 
 
AZERBAYCAN’DAN BİR HABER: Azerbaycan parlamentosundan bazı milletvekilleri, Soma’ya ulaştırılmak üzere maaşlarından önemli bir bölümünü bağışladıklarını açıkladılar. Milletvekili Ganire Paşayeva öncülüğünde gerçekleştirilen bu kampanyaya, bütün milletvekillerinin katılmasının beklendiği bildirildi… 
 
MUCİZE KURTULUŞ: Ceyhan Bağdatlı, 22 yaşında ve 9 aylık evliydi. Askerden döndükten sonra babasına yük olmamak ve düğün borçlarını ödemek için, yenidenmadende iş başı yapmıştı. Daha bir haftasını doldurmamıştı ki, o gün de madende mesaideydi. Bir vesileyle çavuşuyla tartıştı ve işi bırakarak ayrıldı.
 
Aynı anda izin alan diğer üç arkadaşı da yerin üstüne banttan çıkıyorlardı, o ise tehlikeli olduğunu düşünerek, onlara katılmadı. Km.lerce uzun olan yaya yolunu tercih etti. Banttan gelmeye çalışan diğer üç arkadaşları da bu patlamada öldüler. Tartışma sonrasında verdiği bu gereksiz (!) karar, genç madencinin hayatta kalmasına vesile olmuştu. Pek tabiidir ki bu ilginç tevafuk, kaderin bir cilvesiydi. 
 
Diğer yandan Murat Avcı ise 44 yaşında bir maden işçisiydi. Bu maden ocağından emekli olmuştu. Ancak emekliliğin tadını sadece iki ay çıkarabildi. Aldığı emekli maaşı, bankadan çektiği kredi borcunu ödemeye yetmeyince, tekrar aynı madende ek işe başlamıştı. Ecel onu da bu ikinci kısa iş hayatında yakalamıştı… 
 
KOMŞU OCAK YARDIMI: Facianın yaşandığı madenin yakınında bulunan İmbatMadencilik’te bulunan Genel Koordinatör Gökalp Büyükyıldız, olayın ilk saatlerinde Bakan Yıldız’ın özel ricasıyla kendi madenindeki tüm faaliyetleri durdurdu. Mühendis ve işçileriyle birlikte, facianın yaşandığı ocağa gelerek teknik kurtarma çalışmalarına başladı.
 
En önemli başarısı; madendeki yangının etkisiyle zehirlenmeleri önlemek için, içerideki havalandırmayı tersine döndürerek, doğru hava sirkülasyonunu sağladı ve 80 işçiyi canlı olarak kurtardı… 
 
Evet saygıdeğer dostlarım. Yukarıda arz ettiğim yüzde 90’ın dışında kalan bir zihniyetten de bahsetme zamanı geldi: Bu malum zihniyetin sesi olan HALK TV.’de konuşan Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil’in, ..“Bu ölen işçiler, AKP mitingine katıldıkları ve AKP’ye oy verdikleri için, bu belaya müstahaktılar” anlamındaki densiz sözleri, hem milyonların vicdanlarını dağladı, hem de o zihniyetin ahlaktan ve vicdandan yoksun olduğunu, bir kez daha ispatlamış oldu.
 
Acaba; geride kalan ve “babacığım” diye çığlıklar atan binden fazla yetim çocukların, dul kalan yüzlerce genç eşlerin ve yürekleri parçalanan ana-babaların feryatları ayyuka çıkarken, böyle açıklamalar yapmak hangi akla, hangi mantığa, hangi insanlığa ve hangi vicdana sığar?…
 
Ayrıca meydanlarda, medyada, TW. Ve facebook’da aynı zihniyetten birçok çirkin girişimlere, akıl almaz iftiralara, istismarlara ve salvolara da şahit olduk. Tamamen mantıksız olduğu halde, bu yalan haberlere atlayan zavallı muhalif kafaları da üzülerek izledik. Fakat biz bunları, şeytanlarıyla baş başa bırakacağız…
 
Bir de böylesine acılar ve feryatlar arasında kurtarma ekiplerinin soyunma odalarındaki dolapları kırarak, para, saat, cep telefonu hırsızlıklarının yapıldığını duymak, yaraların üzerine tuz ve kezzap oldu…
 
BLANÇO: Olay anında ocakta bulunanlar, 787 kişi. Yaralı kurtulanların sayısı: 486 Kişi. Ölenlerin sayısı: 301 Kişi. Bu 301 şehit; aynı zamanda yüzlerce DUL, yüzlerce acılı ANA-BABA ve bine yakın YETİM demektir. Yüce Rabbim bu şehitlere gani-gani rahmet eylesin. Kalanlara da sabr-ı cemil nasip eylesin. Amin…
 
NOT: Bu haftaki yazımı Diyarbakır ve Aydın seyahatlerimden, ilginç anekdotlara ayırmıştım. Ancak, SOMA olayı nedeniyle erteleyerek, nasip ise bir haftalık Dubai seyahatimden sonra özetlemeyi düşünüyorum… Allah’a Emanet Olunuz…
A. Raif Öztürk
RisaleAjans

Kutlu Doğum ve Dini Bütün İnsanlar

Geçtiğimiz aydaki Kutlu doğum haftası nedeniyle, mutlak yaşanacak olan 50 000 senelik berzah alemimize ışık tutan ve sonsuz Ahiret hayatımız için Kılavuz olarak gönderilen Hz. Muhammed SAV’i anma, anlama, anlatma ile ilgili bir toplantıda, her fikirden kişiler bulunuyordu.
Yani, aylarca süren o coşkulu kutlamalardan rahatsız olanlar da vardı…
Bir kısım katılımcı, “Alemlere rahmet olarak gönderilen ve görevlendirilen Hz. Muhammed SAV’i, daha etkin olarak nasıl anabiliriz, son asırda yaşatılan fetret devrinde üstü örtülmeye çalışılan bu yüce kılavuzumuzu, daha geniş kitlelere daha güzel bir şekilde nasıl tanıtabiliriz” diye fikir teatisinde bulunurlarken, bir kısım zihniyet ise maalesef rahatsızlıklarını dile getiriyordu.
Yani onlara göre, kendi doğum günlerimiz gibi, bir günde topluca kutlanıp, bitirili verilmeliydi. Alemlerin efendisini bile, adeta sıradan bir kişi sanıyorlardı…
Bu görüşten kendileri de rahatsız olup veya kendilerinin yanlış düşündüklerini fark etmiş olmalılar ki, “Yanlış anlaşılmasın, bizler de dini bütün insanlarız. Gerçi Kur’an okumasını falan bilmeyiz ama bazen Türkçesine bakarız. Gerçi namaz kılmayız ama haftada bir cumaları kaçırmamaya çalışırız…” ..diye savunma yapma ihtiyacı duydular.
Oysa diğer yandan tüm İslam alimleri bile kendilerini “dini bütün” saymayıp, kendilerini hep PÜRKUSUR görmüşlerdi. Allah’ın c.c. Rasülü tarafından “İlmin kapısı” diye adlandırılan Hz. Ali bile “benim en iyi bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir”
diyebilmekteydi.
Dinini ikmal ettiğini (yani dinini BÜTÜN hale getirdiğini) asla söylememiştir. Beş vakit namazlarını her zaman (savaş anında bile) tam vakitlerinde ve (baldırına saplanan okun ancak namaza durduktan sonra çıkarılacak şekilde) huşu içinde kıldığı halde,“acaba bu namazım Allah c.c. indinde kabul edilecek mi? Ya kabul edilmez ise halim nice olur?” diye hep endişeler taşımışlardır. Hiçbir zaman dininin bütün olduğunu söylememiştir…
Bu toplantıda muhatap ben olmadığım için ve tartışmanın, toplantının seyrine zarar vereceğini düşündüğüm için, orada cevap vermedim. Yutkundum, durdum. Bunların yaptığı bu savunma bana, genelevler patroniçesi Manukyan’ın “..ben namusumla para kazanıyorum” dediğini ve bin bir haltı işleyip de “benim kalbim temiz”diyenleri hatırlattı.
Eve geldiğimde, kendi kendime “yahu, bunlar bu güzide halka FETRET devri yaşatan, laiklik adı altında, irtica paranoyalarıyla, dinini ve Kur’anını öğrenmek isteyenlere, jandarmanın silah dipçikleriyle kan kusturulan bir dönemin acı meyveleri değil mi?” ..diye düşündüm.
“Kişi inandığı gibi yaşayamazsa, yaşadığı gibi inanmaya başlar” prensibini tezekkür ettim. Tüm insanlığın yaratıcısının bu konudaki şu ikazı, bana bana tam ilaç gibi geldi.
Zuhruf Suresi, 37. Ayet: “Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da, onlar kendilerinin hala doğru yolda olduklarını sanırlar.” 
Mücadele Suresi, 18. Ayet: “Allah’ın, hepsini dirilteceği gün, onlar dünyada Müslüman olduklarına dair size yemin (ve iddia) ettikleri gibi, Allah’a da yemin edecekler ve bununla bir şey elde edeceklerini sanacaklar. İyi bilin ki onların işi gücü yalan söylemektir.” 
Bu müthiş ayetleri gördükten sonra tam teselli oldum, fakat bu tür düşüncelere sahip kardeşlerimizin de bu gerçekleri öğrenme hakları olduğu halde, bir asra yakın bir zaman verilen laik milli eğitimin kurbanları olduğu için, mutlaka ellerinden tutulması gereği zihnime geldi.
Kutlu doğum haftasının, yani Hz. Muhammed SAV’i anma, anlama ve davasını anlatma süresinin, değil bir hafta veya bir aya, bir yılın tamamına yayılmasının ZARURET haline geldiği kanaatine vardım… 
Asrımıza damgasını vuran en önemli İslam alimi OLAN Bedüzzaman Hz.’nin, konumuz ile şu anlamlı haykırışıyla sözlerimizi noktalayalım:
“Dünya madem fanidir (devamlı değil, geçicidir). Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye (o sonsuz Ahiret hayatının mutluluğu) burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakim ve Kerim bir müdebbiri (Yöneten bir Allahı c.c.) var.
Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem “Allahkimseye gücünden fazlasını yüklemez.” (Bakara Suresi, 2:286.) sırrınca teklif-i malayutak (Ağır ve güç yetmez olan teklif. Dayanılmaz bir teklif) yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. (Tercih edilir.) Hem madem dünyevi dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.
Elbette, en bahtiyar odur (o kimsedir) ki, dünya için ahireti unutmasın, ahiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani (vakit geçsin, ömür tükensin diye yapılan boş konuşmalar ve faydasız, lüzumsuz-gereksiz) şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telakki(kabul) edip misafirhane sahibinin (Yüce Allahın c.c.) emirlerine göre hareket etsin, selametle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin…” (16. Mektuptan.)
Yüce Rabbim hepimizi, şu fani dünyayı bir misafirhane telakki edip, misafirhane sahibinin (Yüce Allahın c.c.) emirlerine göre hareket eden, BAHTİYAR kimselerden eylesin. Amin…
N O T: Diyarbakır Dicle Üniversitesi Rektörlüğü, HASEV ve İ.İ.K.Vakfımızın ortaklaşa düzenlediği, “DÜNYA ve AHİRET DENGESİ” konulu Bediüzzaman ve Risale-i Nur sempozyumu nedeniyle Diyarbakır’daydım.
Peygamberler ve sahabeler diyarında daha geniş kapsamlı ziyaretler yapabilmek için seyahatimizi biraz uzattık. Bu nedenle bu yazımı yayına yollamakta 2 gün geciktiğim için özür diliyorum.
Sempozyum ile ilgili yazıyı hazırlayınca, bu güzelliklerden sizlere de tattırmayı düşünüyorum…
A. Raif Öztürk
RisaleAjans

Dünya-Ahiret dengesi ve Dengesizler!

Denge kelimesi sözlüklerde; “Bir nesnenin veya bir insanın devrilmeden durma hali. Muvazene, Balans, Zihinsel ve duygusal uyum.
 
İstikrar, Ekonomik hayatın uyumlu düzeni. Birbirini ortadan kaldıran güçlerin sonucu olan durma-yaşama hali ve her konudaki mükemmel hedefler için, en ideal ve vasat pozisyon”, v.d. şekillerde tanımlanıyor. 
 
Uçakta, gemide, motosiklette, bisiklette, tansiyonda, vücut şekerinde, tüm vücut kimyamızda, beslenmede, iş hayatında, ekonomide, bütçede, ibadetlerde ve sayamadığımız birçok konularda, “denge idealinden sapmalar kadar” tehlikeli durumlar ortaya çıkar. Eğer bu sapmalara zamanında müdahale edilmez ise o konuda bir FELAKET kaçınılmaz olur. 
 
Birkaç örnek: Tansiyonda ideal denge, 120/80 olmalıdır. Artı-eksi 50’lik sapmalar, hastalıklara, bayılmalara, felçlere v.s. sebep olabilir. Daha fazlası ölüm ile neticelenebilir. Beslenmede dengesizlikler; obeziteye, zayıflamalara, çeşitli hastalıklara ve aşırısında ölümlere kadar gidebilir. Vücut (kan, idrar v.d.) kimyamızda 200’den fazla denge unsuru kriter vardır.
 
Her biri vücudumuza, Yüce Yaratıcımız tarafından hassas dengelerle hizmet ettirilirler. Her birindeki (dış etkenler ve hatalı kullanım nedeniyle oluşan) sapmalar, hastalıklara, felçlere, şuursuzluklara v.b. yüzlerce hasarlara, hatta ölümlere sebep olurlar. 
 
Bütçelerdeki, iş hayatımızdaki ve ekonomideki dengesizlikler de önce çeşitli hasarlara, zararlara, tökezlemelere ve neticede de iflaslara sebep olur. 
 
Yani kısacası vücut, aile, okul, iş hayatımızda v.s. DENGE şart olduğu gibi, şu dünyahayatı  ile mutlaka kazanmamız gereken Ahiret hayatımız arasında da DENGE şarttır ve bu konuda da mutlaka bilinçli, tedbirli ve kararlı olma zorunluluğumuz vardır.
 
Çünkü bu konudaki dengesizlikler, iflas veya ölüm gibi basit (!) değil, sınırsız ve ebedi bir hayatın, sürekli cehennem azabına dönmesini netice verecektir. Bu konudaki en sağlıklı ve en önemli bilgiler, Dünya ve ahiretin Maliki olan Allahta c.c., Onun c.c. özel hitabı olan Kur’an-ı Kerimde ve onun mütercimi olan Hz. Muhammed’dedir SAV. Yani Kısacası İslam’dadır…
 
İşte insanlık, bu iki kaynaktan (Kur’an ve Hadisten), yani doğru İslamiyet’ten mahrum olduğu ölçüde veya doğru İslamiyet’ten saptığı ölçüde, dünyada huzursuz, sosyal hayatta problemli ve ahirette de korkunç felaketlere düşecektir. 
 
Kainatın niçin yaratıldığını, insanoğlunun bu dünyaya niçin gönderildiğini ve bu dengenin nasıl kurulacağını insanlığa anlatmak için, Merhameti sınırsız olan Yüce Rabbimiz tarafından, Hz. Adem AS’dan bu yana 124 000 peygamber görevlendirilmiştir.
 
Bu kılavuzların sonuncusu ve Kıyamete kadar dengeleyicisi ise Hz. Muhammed’dir SAV. Hz. Muhammed SAV, Kıyamete kadar tüm insanlığın tüm ihtiyaçlarına cevap verecek donanımda görevlendirilmiştir.
 
Ancak yüzyıllar arasında, kıtalar ve medeniyetler nezdinde insanlığın farklı yaşantıları, algılama kabiliyetleri, teknolojik imkanları birçok farklılıklar arz edeceğinden, Yüce Rabbimiz mükemmel ve her asırlara cevap verecek donanımdaki Kur’an hükümlerini, o asrın insanına uygun tefsir edebilecek Müceddidler ve asır İmamları görevlendireceğini de vaad etmiştir.
 
Ateizmin, küfrün ve imansızlığın en yoğun olduğu şu asımızda gönderilecek müceddidin, elbette yoğunlukla bu konularla donanımlı olması şarttır. Aklıselim ile yapılan tüm araştırmalar da bu asrın müceddidinin, Bediüzzaman Said Nursi Hz. Ve onun Risale-i Nur külliyatı olduğunu, kolayca gösteriyor. Başka mübarek şahsiyetleri de gösterenler elbette olabilir, ancak Sevad-ı Azam Bediüzzaman Hz.’de müttefiktirler… 
 
Bu itibarla, asrımızın en büyük derdi ve problemi olan mutlaka gideceğimiz “Ahiret alemimize” zarar vermeden, hatta kesinlikle garantiye almaya çalışarak, uhrevi ve dünyevi meşguliyetlerle DENGELİ yaşamaktır.
 
Bunu bilen kılavuzumuz Hz. Muhammed SAV, “Hiç ölmeyecek gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi Ahiret için çalışınız” buyurmuşlardır (Camiu’s-Sagir, II/12, Hadis No:1201). Ancak, bu asırda bu dünya ve Ahiret dengesini bozan (şeytan ve nefs’e ek olarak; TV’lar, eğlenceler, müskirat, internet, fuhşiyat, medya, müstehcenlik v.s.) etkenler pek çok olduğundan, bu konuda dengesiz düşen ve Ahiretini kaybedenlerin (İmansız ölenlerin) oranının, 40 kişiden 38-39’u olduğu, ehl-i keşfin müşahedatıdır… (görüş ve tespitidir.)
 
•İşte bu nedenlerledir ki HASEV (Hz. Süleyman Eğitim vakfı), Dicle Üniversitesi ve İst. İlim ve Kültür Vakfının yöneticileri, ortaklaşa düzenledikleri sempozyumun konusunu,insanlığın en önemli problemi olan “DÜNYA ve AHİRET DENGESİ” olarak seçmekle tam isabet etmişler. Öncelikle kendilerini takdir ve tebrik ediyorum.
 
Evet, 02.05.2014 Cuma günü, İstanbul İlim ve Kültür Vakfı, HASEV Vakfı ve Dicle Üniversitesi Rektörlüğünün ortaklaşa düzenledikleri bu önemli sempozyumdaydım. Bu “dünya-ahiret dengesizliği” tehlikesizliğinin farkında olan bilim adamlarımız da tebliğlerine öyle mükemmel hazırlanmışlar ki, Risale-i Nur Perspektifinden insanlığa deva ve şifa olacak harika reçeteleri, bizlere tek-tek sundular.
 
Gerçekten de çok istifade ettik. Bir kitap haline getirilecek olan bu reçetelerin, bir köşe yazısıyla sunmak elbette imkansızdır. Bu reçeteleri daha geniş olarak, www.iikv.org adresinde (özet halinde de olsa) bulabilirsiniz…
 
Ancak, bu reçeteleri yeni fark ederek, bu eserleri tetkik eden akademisyenlerden, sadece birinin ibretlik itirafını takdirlerinize arz etmek istiyorum: “Asrımıza ışık tutan Risale-i Nuru tanımadan önceki hayat; hiç güneş almayan bir odada yıllarca yaşamaya, Risale- Nurları tanıdıktan sonraki hayat ise bol güneş gören ve bol oksijenli açık, sağlıklı ve güvenli bir havada yaşamaya benziyor.
 
Bana bu Risale-i Nur ekolünü tanıtan büyüklerime, şükranlarımı arz ediyorum. Bundan sonraki hayatımı, bu eserleri çok daha iyi irdeleyerek, öğrencilerime ve daha geniş kitlelere tanıtmakla geçireceğim…” (Gülten Karaca) Tüm okurlarıma da; hiç vakit kaybetmeden, bu güzide eserleri tetkik etmelerini hararetle tavsiye ediyorum. Neticede de, benzer itiraflarda bulunacaklarından eminim. Vesselam…
A. Raif Öztürk