Etiket arşivi: A.Raif Öztürk

Fuarlar ve Manevi Avantaj Ayları

Otomobil fuarlarını, mobilya, makine, elektronik, tekstil, ayakkabı, kitap ve tüketici ev ihtiyaç maddeleri fuarlarını hepimiz biliriz. Bizler bu fuarları, tanıtımdan başka birçok avantajları nedeniyle de takip ederiz.
En çok ta, ihtiyaçlarımızı ucuza temin etme avantajımızı umduğumuz için, ilgilendiğimiz branş ve daldaki fuarları dört gözle bekleriz.
Hele hele aynı para ile bir yerine, iki malzeme almamız bizleri çok mutlu eder…
  • Evet, bu günlerde bizlere öyle bir fuar müjdesi var ki, yüzde 100 değil, %700, %1000, hatta aradaki bazı özel gün ve saatlerde yüzde 30 000 avantaj kazandırdığı halde, çok zaman çeşitli meşguliyetlerimiz nedeniyle, bu tür fuarlardan haberimiz bile olmaz.

Bazen de, zamanı geçtikten sonra “..Tüh-vah, keşke..!” diye hayıflanıp dururuz… Özellikle gençlerimize hatırlatmak istiyorum.  Bu avantajlarla yüklü fuar bu sene, 30. Nisan 2014’da başlayıp, bizlere 3 aydan fazla avantajlar sunmaya devam edecek!…

Evet, bu yüzlerce avantajlarla dolu fuar, “ÜÇ AYLARDIR” ve her birimizi tek tek ilgilendiriyor. Çünkü, hepimiz bu fuarlara çok çok muhtacız…
Çünkü her birimiz, istesek de-istemesek de veya inansak da-inanmasak da, kaçınılmaz bir gerçek olan AHİRET’e giden ya da sevk edilen yolcularız…
Sevk edileceğimiz Ahirette geçerli olan levazımatı da, (gerekli olan tüm yatırımı ve her şeyi de) şu kısacık ömürde kazanacağız ve bu kazanç karşılığında, orada muamele göreceğiz…
Ya iltifat göreceğiz (inşaallah,) veya ceza çekeceğiz… (Allah c.c. muhafaza etsin.)

Peki bizler, “bu konudaki hazırlık açısından” ne durumdayız? Hiç düşündük mü?… İçinde bulunduğumuz asır, yüzlerce teknik imkanlarla dolu olduğu gibi, binlerce fitne ve tuzaklarla da dopdolu olduğu, bilinen bir gerçektir. Tedbir almadan, hangi tarafa baksak bile günaha giriyoruz.

Titizlikle bir tercih yapmazsak, nereye gitsek gıybet, dedi-kodu, israf, ilahi emirlere itaatsizlik gibi, bir sürü günahlarla yüklü dönüyoruz evlerimize…

Eve dönünce de, en müstesna köşemize yerleştirdiğimiz “TV.” denilen bir aletle yüz-yüze kalıyoruz ki, yine kararlı bir tercih yapamaz isek, bu konuda sürekli İRTİFA kaybediyoruz, çöküş yaşıyoruz! Daha tedbirli, bilinçli ve kararlı yaşayan kardeşlerimize ne mutlu…
İşte, bizim bu ahvalimizi bilen ve Merhameti sınırsız olan yüce Rabbimiz, biz ihmalkar ve günahkar kullarına, senede bir dönem (yani işte bu hicri aylarda) öyle bir fırsat veriyor ki…
Ahiretteki mizanda, yani büyük mahkemede, (işlediğimiz günahların ağırlığına karşılık,) bizleri kurtaracak olan sevaplarımızı arttırmak için, bu belirli ve yüzde 1000 avantajlı günleri (üç ayları) bizlere ikram etmiş. O’na c.c. binlerce kez hamd ve çok çok şükürler olsun…
  • Var mı dünyada, bizlere böylesine imkanlar veren başka bir Merhamet? Yani size, bir sınavı ‘mutlaka kazanın’ diye, 2 puanlık cevaba “hadi 200 PUAN vereyim de kazanması garanti olsun” diyen var mı?  Yok! Çünkü üniversiteler, okullar, işyerleri ve herhangi bir hedefteki imkanlar, sınırlı…
Fakat yüce Rabbimizin imkanları, Rahmeti ve Merhameti kesinlikle SINIRSIZDIR…
Yeter ki biz O’nu c.c. gerektiği gibi Esma ve Sıfatlarıyla tanıyalım, O’na c.c. yönelelim, verdiği sayısız nimetlerine şükredelim. Bizleri sınamak için, bazen uygun gördüğü musibetlere sabredelim. Yasaklarına riayet ve emirlerine itaat edelim…
Hiç olmazsa, bu mübarek üç aylarda kendimize öyle bir çeki-düzen verelim ki, bu “bire-BİN” fırsatlardan azami bir şekilde istifade edelim…
  • Kur’an-ı Kerimin 99. Suresinin, 7. ve 8. Ayetlerinde bakınız ne buyruluyor: “..O gün (Ahirette) insanlar…  .. zerre kadar bir hayır işlediyse onu (..n karşılığını)görür, kim zerre kadar kötülük (günah) işlediyse o’da onu(..n karşılığını)görür…
Şimdi bizlere düşen: Ciddi bir özeleştiri (nefis muhasebesi) yaparak, bu mümbit(verimli ve çok karlı) zemin ve zamandan, sevdiklerimizle birlikte, azami bir şekilde yararlanmaktır…
***
REGAİB: Hicri takvimdeki bu üç ayların “avantajlar içinde extra avantajlar kazandıran özel günlerden ilki olan REGAİB GECESİ”, Receb ayının, ilk Cuma gecesine denk gelen mübarek bir gece olup, en feyizli ve bereketli olan, manevi bir mevsimin habercisidir. Lügat anlamı; “arzulamak, meyletmek, rağbet edilen, çok istenilen, bol bol ihsan, bol bol ikram, hediye ve elde edilmesi gereken değerler “ gibi manalara gelir…
Hz. Muhammed SAV.’in bu gece ve günlerde en çok yaptığı dua:
“Ya Rabbim ve Ey yüceler yücesi Allahım; Receb ve Şaban aylarını bize mübarek kıl ve bizleri Ramazana kavuştur…” Bu tür gecelerin en makbul ibadeti ise bol bol KUR’AN ile meşgul olmaktır.
Yani; O’nu daha çok okumak, dinlemek, öğrenmek, içindeki emir, yasak ve özel toplantılar yaparak, onun mesajlarını mütalaa ve tefekkür etmektir…
A. Raif Öztürk
Pek tabiidir ki; sıla-i rahim, mübarek yerleri ziyaret ve çeşitli hayırlar yapma
k, yoksul, yetim, fakirleri ve çocukları sevindirmek de unutulmamalıdır…
Bilvesile: ÜÇ AYLARINIZI ve REGAİB KANDİLİNİZİ TEBRİK ve TES’İD EDER, SİZLERE, AİLE EFRADINIZA, SEVDİKLERİNİZE, GÜZEL ÜLKEMİZİN İNSANLARINA ve TÜM İSLAM ALEMİNE NUSRET, HUZUR, BARIŞ, HAYIRLAR ve BEREKETLER GETİRMESİNİ, YÜCE RABBİMİZDEN NİYAZ EDERİM…
Bu mübarek gecede ve bereketli aylarda, “üzerimizde ve tüm İslam ülkelerinde dolaşan kara bulutları, en kısa zamanda tahvil ederek, BEREKETLİ NİSAN YAĞMURLARI şeklinde sağanak sağanak yağdırması için”, Yüce Rabbimize yalvaralım.
  • Yüce Rabbimiz; yüce Dinimize, mukaddesatımıza, birlik ve beraberliğimize yönelik, kurulan tüm tuzakları, fitne, ihanet ve saldırıları, o tuzakları kuranların kendi başlarına çevirip, en kısa zamanda rezil-rusvay ve Kahhar ism-i celiliyle kahrı perişan eylesin. İçlerinde ıslahı mümkün olanları ise ıslah eylesin… 
Hala gaflette olan Müslüman kardeşlerimize de Feraset ve ayılmak nasip etsin…
Allah c.c. her hayırlı konuda YAR ve yardımcımız olsun… AMİN.
  • NOT: 30.04.2014 Çarşamba günü (Hicri 01 Receb 1435) üç ayların birinci günü olup, 01.05.2014 Perşembeyi ilk cumaya bağlayan gece ise REGAİB KANDİLİDİR.
AYRICA: Bu Mübarek günler ve geceler, yoğun meşguliyetlerden ve gafletten sıyrılıp, yaratılış maksadımızı ve bu fani dünyada gönderiliş gayemizi çok ciddi bir şekilde düşünmemiz, Yüce Yaratan ile aramızdaki münasebet ve görevleri gözden geçirmemiz için kaçırılmaz fırsatlardır…

Kısıtlanan Özgürlükler ve BİZLER

Bediüzzaman Hz. “İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar.” ..Buyuruyor.
 
Çeşitli lügatlerdeki özgürlük tanımlaması şöyle yapılıyor: 
 
1. Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbesti.
 
2. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu, hürriyet. 
 
3. Bağlı ve bağımlı olmama, dış etkilerden (etkenlerden) bağımsız olma, engellenmemiş ve zorlanmamış olma halidir. 
 
•Evet, tanımlama böyle fakat: Özgürlükler, başkalarının özgürlükleri ile mutlaka sınırlı olmalıdır. Bunun aksi, anarşi ve kargaşa demektir… 
 
Mutlak özgürlüğün zıddı ANARŞİ olduğuna göre, anarşinin tarifine de bir bakalım. 
 
Anarşizm:  Her şartta her türlü otoriteyi reddetmektir. Yani, kişinin kendisini tam özgür zannetmesi, tam hür olduğunu sanmasıdır…
 
Kısaca hakiki anlamda özgürlük: İnsanların, hiçbir insana ve canlıya zarar vermeden, İlahi prensiplere tam uyarak, dilediği her şeyi yapabilmesine özgürlük denir…
 
Bu önemli konuyu incelemeyi, irdelemeyi ve enine boyuna tahlil etmeyi uzun zamandan beri düşünüyordum. Bugün ele almamın çok önemli bir sebebi var, şöyle ki: 
 
Geçtiğimiz hafta sonu; Sinema, sahne sanatları, edebiyat ve diksiyon gibi özel dersler veren, aktör, yönetmen ve seslendirme sanatçısı olan entelektüel bir arkadaşım ile karşılaştım.
 
Uzun zamandan beri görüşemediğimiz için hasret giderdikten sonra, ülkemizdeki karmaşık olayları, meşru bir iktidara karşı kurulan sinsi darbe tuzaklarını, dehşetli fitneleri konuştuk.
 
Özel ilgi alanı sosyopolitik olması vesilesiyle, kendisinden önemli fikirler ve tespitler çıkacağını tahmin ediyor ve bekliyordum. O arkadaşımın, özgürlüklerle ilgili şu anekdotu ilgimi çok çektiği için, bugün bu konuyu ön sıraya almış oldum. 
 
•Kendi ifadelerini aynen arz ediyorum:
 
[“Öğrencilerimin içinde radikal görüşlere sahip ve kendilerini özgürlükçü olarak tanımlayan Anadolu’nun dört bir yanından gençler var. 30 Marttan önceydi. Seçim atmosferinde olduğumuz için yanıma geldiler ve bana: 
 
Ülke elden gidiyor Hocam, siz ne diyorsunuz? ..diye sordular.
 
Ben; “..doğru, ülke elden gidiyor ama sizin ya da benim değil, bu ülkeyi gerçek sahiplerine rağmen ve onlara karşı yöneten, küçük bir zümrenin elinden gidiyor” diye cevapladım.
 
İyi ama bu hükümet, tüm özgürlüklerimizi kısıtlıyor. Buna ne diyeceksiniz Hocam?” diye sordular. Yıllardan beri çok sayıda benzer genç tanıdığım için, maksatlarını kolayca anladım ve cevap vermeye başladım: 
 
Sizlere her yönden zararlı olan sigaranızı mı kısıtladılar? Hayır, bakın yine dilediğiniz gibi içiyorsunuz… İnsanlığın aile mefhumunu, neslini, huzurunu ve her türlü sosyal hayatını zehir eden, trafik kazalarının, kavgaların ve cinayetlerin en önemli nedeni olan içkinizi mi kısıtladılar? Hayır, bakın yine içebiliyorsunuz… 
 
Evet hocam ama Twitter, Youtube v.s. kısıtlamaları… .dediklerinde, elimi “lütfen beni dinler misiniz” anlamında kaldırarak devam ettim:  
 
Bakınız arkadaşlar, ben sizi çok iyi anlıyorum. Siz bu kısıtlamaların hiç birisinden gocunmuyorsunuz. Çünkü bunların hepsinin bir çaresini bulabiliyorsunuz. Twitter, Youtube v.s. kısıtlamaları da dünya normlarına göre, kişilik haklarına saldırı veya vergi kaçırma amaçlı korsan yayın sebepleriyle, kapanır-açılır, belki hükümetle anlaşma yapılır, ceza verilir veya affedilir.
 
Yani bir şekilde devam edecektir. Sizin derdiniz bu da değil. Siz, zihniyet olarak, bu iktidara başka yerden, yani başka bir özgürlük kısıtlamasından taktınız, bunu ben çok iyi biliyorum… 
 
Peki, o nedir hocam?
 
-Bu iktidara siz, “bir asra yakın bir zamandan beri İRTİCA paranoyalarıyla, MASUM DİNDARLARA PERVASIZCA SALDIRMA ÖZGÜRLÜĞÜNÜZÜ KISITLADIĞI İÇİN” kızıyorsunuz değil mi? Peki sizlerin haklarınız var da, bu halkın dinini özgürce yaşama hakkı yok mu?
 
Bugüne kadar inananlar, Laikliğin kasıtlı olarak yanlış uygulanması, Yüce Dinimizin devlet gücüyle “İRTİCA diye dayatılıp yasaklanması” nedeniyle ve 163. Maddenin tasallutu ve korkusu altında ezildiler.
 
Bu nedenlerle de herkesin DİNDARA SALDIRI ÖZGÜRLÜĞÜ vardı! 2006 Sonrası düzenlenen özgürlükler kanunu, sizin bu özgürlüğünüzü kısıtladı. Bu iktidar, sizlerin işte bu özgürlüğünüzü kısıtladığı için debeleniyorsunuz, değil mi?…
 
Şaşkın şaşkın birbirilerine bakmaya ve bocalamaya başladılar, çünkü onlar da biliyorlardı ki, diğer bahaneler, paravan bahanelerdi. Bunları da bizlere ve halka yutturamadıkları için, hükümete karşı tavır alıyorlardı.
 
O gençlerin ilzam oldukları kesindi, ancak inatçı nefisleri “haklısınız hocam, bizi ikna ettiniz” demelerini engelliyordu. Ezberleri bozulduğu için mutsuz bir biçimde yanımdan ayrıldılar… 
 
Onlar yanımdan ayrılırken Sad-i Şirazi’nin “Görülmüş mü uyuyanın, uyuyana UYAN dediği” sözünü hatırladım ve daha uyanık olmamız gerektiğini düşündüm. Daha sonraları öğrendim ki, çok şükür bu gençlerin yarısı bu saplantılarından kurtulmuşlar ve hükümete tam destek olmuşlar…”]
 
***
Evet, saygıdeğer dostlarım. O anekdot böyleydi.
 
Gerçekler her zaman örtülü kalamaz. Er veya geç elbette herkes tarafından anlaşılacaktır. Bugün o tür gençlerin yarısı, belki de yarın diğer yarısı anlayacak…
 
•Bediüzzaman Hz. O ceberut ve baskıcı zihniyetin tasallutu altındayken, özgürlük hasretiyle “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” buyurduğu gibi, hürriyetin de mutlak hudutlarını şöyle tarif etmiştir: 
 
“Nazenin (nazlı ve ince yapılı) hürriyet, adab-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine (İslam’ın koyduğu edep ile edepli ve süslü) olmak lazımdır.
 
Yoksa sefahet (Dini kural tanımadan zevk ve eğlencedeki) ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır (şeytanın köleliği ve esirliğidir), nefs-i emmareye esir olmaktır.”
 
“İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar” buyuruyor. 
 
İnsan her halükarda, Yüce yaratıcısının ve Kainatının sahibinin kuludur. 
 
Yani İnsanlar hür olsalar da Allah’ın c.c. kuludurlar ve O’na c.c. döndürülerek, kendisine, belli bir maksatla bahşedilen tüm nimetlerin, şu dünya misafirhanesindeki davranışlarının ve ömürlerinin her saniyesinin hesabını vereceklerdir…
 
İNANMAMAK; bu dönüşe, kabre, Haşire, Ahirete, Mahkeme-i Kübra’ya ve kendisine sunulan tüm nimetlerin hesabını vermeye asla engel değildir. 
 
Sadece ebedi cennetlere ve daimi saadetlere engeldir…
 
VESSELAM.
A. Raif Öztürk

 

Legoların, Tevhid Çığlıkları!…

Hem oyun, hem eğlence, hem zeka testi, hem kültür, hem de en önemlisi VAHDANİYET ve TEVHİD içeren tefekkür dolu çok harika bir konuya giriyoruz bugün. Bunu da hak ettik galiba.
 
Torunlarıma oyuncak almak için, zengin çeşitleri olan ünlü bir oyuncak mağazasına girmiştim. Sadece oyun ve eğlence için değil de, artı olarak zeka geliştirici oyuncaklar almayı düşünüyordum. Beni LEGO oyunları ile ilgili reyona götürdüler. Lego’yu bilirsiniz: Birbirine geçmeli olarak imal edilmiş, küçük ve renkli plastik parçalardır.  
 
Çeşitli renklerde ve boyutlarda olup, birbirine monte edilecek yiv ve setleri vardır. Çocuklar, örnek resimlere bakarak bu Legolardan onlarcasını kullanırlar ve evler, kaleler, köprüler, ağaçlar veya çiçekler yapmaya çalışırlar…
 
Bu konu o kadar çok geliştirilmiştir ki, büyükler bile Legolardan yüzlercesini kullanarak, araba, hayvan, hatta insan heykeli bile yapmaktadırlar. Ben hayretle, Legolardan yapılan bu şekillere bakarken, bana bir yabancı gazete kupürü getirildi. Bana gösterilen o ilginç Haber şöyleydi: “San Francisco’da New York merkezli Tuğla sanatçısı Nathan Sawaya tam boyutlu heykellerin yanı sıra, küçük sanat eserleri ve mozaikleri yapar.
 
O, New York stüdyosunda 1,5 milyondan daha fazla lego tuğla kullanır! Geçen yaz, Sawaya süper kahraman modunda Conan bir heykel yaptı.”  
 
Bana böyle geniş bilgiler verilirken, bendeniz adeta kendimden geçtim. İç alemimde vahdaniyet fırtınaları kopmaya başladı. Adeta Legoların TEVHİD ve vahdaniyet çığlıklarını duyuyor gibiydim. “Beyefendi, beyefendi, bir şeyiniz yok ya?…” sesleriyle kendime geldim. Alelacele karar vererek alacaklarımı aldım, bu tefekkürümü satırlara dökmek üzere bilgisayarımın başına geçtim. Şimdi birlikte tefekkür etmeye devam edelim. 
 
1. Bakınız; Legolar hazırken bile, 8-10 Legodan basit bir çiçek şekli   yapabilmek için, belli bir akla, zekaya ve kudrete ihtiyaç var. Bu kesindir. Yani, binlerce kez o 8-10 Legoyu rast gele atsanız veya yıllarca yan yana bekletseniz, tek bir çiçek şekli oluşmaz, değil mi? 
 
2. Dikkatinizi mutlaka çekmiştir. İlim ve kudreti çok sınırlı olan çocuklar, ancak 8-10 Lego kullanarak basit bazı şekiller yapabiliyor. İlim ve kudreti biraz daha çok olan büyükler ONLARCA Lego kullanarak, daha çok çeşitli obje yapabiliyorlar. İlim ve kudreti çok daha fazla olup, ömrünü bu çalışmalara verenler ise YÜZLERCE Lego kullanarak “Nathan Sawaya” gibi kişiler, hayvan veya insan suretleri yapabiliyor.  (Şimdi konuya tam odaklanalım.)
 
3. Acaba, (yüzlerce değil, binlerce ve milyonlarca da değil) milyarlarca atom Legolarından ELEMENT, ve milyonlarca element Legolarından HÜCRE, milyarlarca hücre Legolarından, tek bir gerçek MENEKŞE veya LALE nasıl kendi kendine olabilir?
 
Basit bir toprak içinde, birbirilerine kenetlenip yeryüzüne çıkarak, yavaş yavaş katılımlarla büyüyerek, o güzel renklerle ve harika kokularla bezenerek, nasıl bizlere gülümseyebilirler? 8-10 Lego’luk basit bir çiçek şekli bile kendi kendine oluşamazken, böylesine Harika bir menekşe nasıl kendi kendine olabilir? Elbette Bu menekşeyi bizlere sunan O Kudret, irade ve akıl, asla inkar edilemez. Değil mi?
 
Sadece bir menekşe değil, yeryüzündeki katrilyonlarca menekşeyi, hatta milyonlarca çeşit bitkiyi yaratıp, bizlerin istifadesine sunan O Yüce Kudret inkar edilebilir mi? Hazır Legolardan şekiller yapan Nathan Sawaya dünya basınında takdir görürken, her mevsimde bizlere bu güzellikleri sergileyen O Yüce Kudrete c.c. her fırsatta SECDE ile takdir, tebrik, teşekkür ve tazim edilmez mi?…
 
4. Normal yapıda bir insanda 100 TRİLYON’dan fazla HÜCRE (Lego’su) olduğu biliniyor.  Her hücrede milyonlarca molekül (Lego’su) olduğu da malum. Her molekül Lego’sunda da (300 000 Km./Saniye hızla dönüş ve gravitasyon halinde olan) milyonlarca ATOM Legosundan meydana getirildiği de ilmen kabul ediliyor.
 
Acaba; trilyonlarca çeşitli (atom, element, molekül, hücre v.s.) Legolardan meydana getirilen İNSAN, tesadüflere havale edilebilir mi? TEK bir insanı, böylesine karmaşa içinde KUSURSUZCA yaratan İlim ve Kudret sınırlı olabilir mi? 
 
5. Evet; vakıa ortada: Şu anda var olan 7,5 milyar insanların, her birinin parmak izlerini imza niteliğinde farklı, simaları farklı, göz frekansları farklı, SES şifreleri farklıdır. Tüm insanların bu şekilde farklı yaratılması için, O yüce Yaratıcının gelmiş-geçmiş ve var olan TÜM insanların parmak izlerini, simalarını, göz frekanslarını, SES şifrelerini, aynı anda görmesi ve bilmesi ŞART değil mi? Bu İlim ve Kudrette hiç SINIR olabilir mi?…
 
6. Böylesine komplike olan ve aynı atom, molekül ve hücre Legolarından, yüzbinlerce çeşit ve trilyonlarca sayıda hayvanları, aynı anda yaratan, onları fıtratlarına göre giydiren, kuşatan, yürüten, zıplatan, yüzdüren, uçuran, her türlü hareketi yaptıran ve insanlara hizmetler ettiren, her türlü ihtiyaçlarını karşılayan, v.b. deveranı asırlardan beri sürdüren O Yüce Kudret eğer tanınmaz ise, takdir edilmez ise, sevilmez ise, kendisine her gün SECDE edilmez ise, ne derece KALIN BİR GAFLET içinde olduğumuz anlaşılmaz mı?… 
 
7. O Yüce Kudret c.c., böylesine önemli NİZAMI, elbette boşu boşuna kurmadı. Tüm Kainatı ve bizleri yaratma gayesini anlayabilmemiz için (hayvanlardan farklı olarak) bizlere AKIL nimeti verdi. Bizlerin gaflete düşmememiz için, her an SINAVDA olduğumuzu idrak edebilmemiz için, her dönemdeki insanlığa, suhuflar ve kitaplar göndererek, dünyaya gönderiliş gayelerini bildirdi.
 
Rızık ve Maişet peşinde koşan insanların, bu kitaplardaki mesajları kolaylıkla anlamaları için, NEBİLER gönderdi. Son NEBİ Hz. Muhammed’den sonra, Kıyamete kadar her asır insanına yetecek donanımda olan Kur’anı, muasırlarına açıklamaları için (Ö.b. Abdulaziz, İ. Azam, Şafii, Maliki, Hambeli, İ. Ebu’l-Hasan el-Eş’ari, Ahmed İsferani, İmam Gazali, Fahruddin Razi, A.K.Geylani, Ş.Nakşibendi, Mevlana C.Rumi, Bediüzzaman Said Nursi v.b. gibi) kutup imamları, din mücdditleri ve Bediüzzamanlar gönderdi. 
 
Böylesine lütuf ve Rahmete mazhar olan şu insan, O yüce Kudreti nasıl inkar edebilir? O’nun c.c. emir ve yasaklarını nasıl hafife alabilir? Dünyevi işlerini, nasıl O’nun c.c. buyruklarına tercih edebilir? Evlatlarının dünyevi tahsillerine 10-15 yıl ve milyonlarca lira harcarken, bunları O Yüce Rabbini tanıtmak ve sevdirmek için nasıl esirgeyebilir?…
 
KEHF Suresi, 29. Ayet: “Ve (insanlara) de ki: Hak (olan KUR’AN) , Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin. Biz, zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Susuzluktan İmdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeridir orası!”… İsra Suresi, 9. Ayet: “..Şüphesiz ki bu Kur’an; en doğru yola iletir; iyi davranışlarda bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler.”…
 
Tefekkür deryasına, sadece bir kapı aralamış olduk. Bundan sonrası, sizlerin özel anlayış, arayış ve kabiliyetlerinize göre geliştirilebilir. Vesselam…
A. Raif Öztürk

Vereceğin “OY” için “MÜSTERİH” Ol, “MES’UL” Olma!

Yüce Rabbimiz tarafından; şu ahir zamana özel donanımlarla gönderilmiş ve asrımıza imzasını atmış olan, en önemli İslam alimiBediüzzaman Hz.’ni ve onun eserlerini eğer doğru anlarsak, atacağımız her adımda bizlere ışık tuttuğuna” tam inanıyorum. Çünkü o, sadece Yüce Rabbimize, Kur’ana ve Hz. Muhammed’e (SAV) dayanarak, her konuda asrımıza sesleniyor. Bizlere de, her konuda ona kulak vermek ve tavsiyelerine uymak kalıyor. Mutlaka mes’ul olduğumuz OY vermekonusunda da, onun tavsiyeleriyle müsterih olacağız, inşallah.

Bediüzzaman Hz. Bizleri, “İman ve Kur’an hizmetleri adına” siyasetten men ediyor, ancak seçimden seçime “bir nebzecik ilgilenmekle bile doğru karar verebilmemiz” için, bize şablon hükmünde prensipler veriyor. İşte ilki; Münazarat eserinden, 51 ve 52. Sayfalar:

-“Muhali taleb etmek, (olmayacak bir şeyi istemek) kendine fenalık (kötülük)etmektir. Zerratı günahkarlardan mürekkeb bir hükumet, (her bir ferdi günahlarla karışık bir hükümet,) tamamıyla masum olamaz. Demek, nokta-i nazar, (bakış açımız) hükumetin hasenatı seyyiatına tereccuhudur. (yani hükümetin iyi işlerinin, kötü işlerinden fazla olmasıdır.) Yoksa seyyiesiz (günahsız-kusursuz) hükumet, muhal-i adidir. (Az düşünenlerin de bile bileceği, asla mümkün olmayan bir hükümettir.) Ben öyle (düşünen) adamlara, anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira onlardan birisi -Allah etmesin- bin sene yaşayacak olsa, adeta mümkün hükumetin hangi suretini görse, (her türlü hükümeti denese) hülya (tatlı düş, hayal, kuruntu) ile yine razı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan meyl-üt tahrib(kırıp, döküp, tahrip etmek eğilimi) ile o sureti (mevcut gidişatı) bozmağa çalışacaktır. Şu halde böylelerin fena zannettikleri Jön Türkler nazarlarında dahi, mel’un, (lanetlenmiş) anarşist ve iğtişaşcı (kargaşa çıkarıcı) fırkasından(gurubundan-partisinden) addolunurlar. (kabul edilirler-sayılırlar.) Meslekleri ihtilal(Kargaşalık, düzensizlik, karışıklık, köklü değişiklik) ve fesaddır. (hile ve bozgunculuktur.)”  Bediüzzaman

Gördüğünüz gibi tek bir kelimesini bile değiştirmedim, sadece bu kelimelere yabancı kalmış olan genç kardeşlerimizin de anlamaları için, yanlarına (…) bugünkü anlamlarını koydum.

Şimdi şu paragrafı özetleyelim: “Kusursuz bir hükümet bulmak imkansızdır. Oy vermedeki bakış açımız; mevcut hükümetlerin iyi işlerinin ve icraatlarının, var olan kusur ve günahlarından fazlalığına bakmak olmalıdır. Eğer iyi işleri, günah ve kusurlarından fazla ise o hükümete zarar vermeye çalışmak, bir nevi anarşistliktir, bozgunculuktur. Çünkü her fert kusurlarla dolu olduğu için, fertlerden müteşekkil hükümetin kusursuz olmasını beklemek, tatlı bir hayaldir ve imkansızdır. Böyle davrananlar ise bozgunculuklarıyla, öncelikle kendilerine kötülük etmiş olurlar…”

Bugün; özellikle iç ve dış mukaddesat düşmanlarının, ülkemizin İslam alemine lider olmasından ürktükleri için”, kurdukları sinsi tuzaklara karşı hareket tarzımızı belirlemek maksadıyla, Bediüzzaman Hz.’nin bu konudaki engin ilmine müracaat ettik. Onun müthiş ve anlamlı cevabı işte böyleydi! Aksi halde her kafadan farklı sesler çıkacağı için, bu bölünme ve parçalanmadan ŞER GÜÇLER istifade edecekler. Suriye, Mısır, Filistin ve diğer kan ağlayan İslam ülkelerinin ahvali, işte böyle sinsi planlarla “bölünerek”, o tuzaklara düşmelerinin bir neticesidir. 57İslam ülkelerinin tamamının şer güçler tarafından işgali de, İslam ülkelerinin ümit bağladıkları Türkiye’nin de güçsüzleştirilerek, pasifize edilmesine bağlıdır. Bu nedenle ülkemizde estirilen şu fırtınalar, kara bulutlar, sinsi oyunlar, gezi olayları, 17 ve 25 Aralık darbe girişimleri, v.b. olaylar, hep bu sinsi planın sahnelenmiş halleridir. Bazı figüranlar; ablalarımız, abilerimiz veya kardeşlerimiz (!) de olsa, durum maalesef böyledir!….

İşte bu gerçekler ışığında, 30 Mart seçimleri çok büyük önem arz etmektedir. İç ve dış tüm şer güçlerin ve İslam düşmanlarının hedefi; elli küsur İslamülkelerinin ümidi olan Türkiye’nin gücünü kırmaktır. Bu gücü kırdıktan sonra gerisi çorap söküğü gibi dağıtılacağı planlanmış olup, haram-helal, yalan-iftira, doğru-yanlış, hak-hukuk tanımadan, her türlü saldırılara geçilmiştir. Bu tablo karşısında her aklıselimin, mutlaka savunması gereken son ve TEK KALE, Türkiye’dir ve bugünkü iktidardır…

Evet, Bediüzzaman Hz.’nin buyurduğu gibi bu iktidarın da birçok kusurlarının ve yanlışlarının olduğunu, liderinin bazen çirkin ve ağır sözler sarf ettiğini, kafaları karıştırarak geri adıma sebep olduğunu da kabul edeceğiz. Bütün bunlara rağmen;İslam’a, Kur’ana, Ülke kalkınmasına, sağlık reformlarına, ekonomiye ve diğer yüzlerce önemli icraatlarını da dikkate alacağız. Diğer partiler içinde, alternatifinin dahi olmadığını da düşüneceğiz. (Bir önceki yazımda bunları, Ayetler ve Hasis-i Şerifler ışığında tek-tek arz etmiştim.)

·Şimdi bu duygularla Bediüzzaman Hz.’nin, bu konudaki diğer sözlerine de, bir nevi tekrar olsa da dikkatlice kulak vererek, konumuzu noktalayalım:

“..Hayat-ı içtimaiyeye (sosyal hayatımıza) ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin (CHP’NİN) iktidara gelmemesi için, (o günkü-1950-60)Demokrat Parti’yi, Kur’an-ı Kerim, vatan ve İslamiyet namına muhafazaya çalışıyorum.” (Emirdağ Lhk.-2.)

Bediüzzaman Hz.’nin oy verme konusundaki şablonu çok net: “Yüce Dinimizin men ettiği Irkçılığı savunmayan (!) , İslam’a müsamahakar, muhafazakar, KİTLE ve SAĞ bir partiye, tereddütsüz OY verilmelidir.”

KİTLE’den maksat: Küçük partilere oy vermek, hükümet olacak KİTLEYİ zayıflatarak, koalisyonlara veya güçsüz iktidarlara sebep olacağı için, hükümetleri baronların oyuncağı yapacağı ve ülkeyi dış ve iç ŞER GÜÇLERE PEŞKEŞ ÇEKMEK olacağından, bunlara da asla itibar edilmemelidir. Parti isimleri değişebilir, fakat bu şablon değişmez. (NOT: Küçük parti, kötü parti demek değildir. Çok ehl-i takva da olabilirler. Halktan rağbet görmeyen parti demektir.)

NETİCE: Seçim sandığı önümüze her konduğunda OY VERMEK, askerlikteki NÖBET kadar kutsaldır ve araştırılıp, ölçülüp, tartılıp, doğru karar verilmesi gereken bir vatan borcudur. İşte bu nedenlerle çok ciddi araştırmalar yaparak, araştırma fırsatı olmayanlara yardımcı olmak istedik. Böylesine sağlam belgelere göre hareket eden kişiler yanılmaz. Yanlış yapmaz. Neticeden de mes’ul ve sorumlu olmazlar. Çünkü bu tespitler, çok ciddi istişarelerin neticesidir. MÜSTERİH OLUNUZ… Vesselam.

A. Raif Öztürk

Konuyla İlgili Tavsiye Diğer Yazılar :

Bediüzzaman “OY” verirken Nelere Dikkat Ederdi? Nasıl Karar Verirdi?

İradesini Başkasının Cebine Koyanlar!

Bediüzzaman “OY” verirken Nelere Dikkat Ederdi? Nasıl Karar Verirdi?

Bediüzzaman Hz. Kendisini; İman ve Kur’an hizmetine adayan, ömrünün her saniyesini tüm dünyaya “Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez bir Nur olduğu” ilan etmede feda eden, asrımızın en önemli bir İslam alimidir. Asrımızın böylesine önemli bir İslam alimi, siyasetin şerrinden Allah’a c.c. sığındığı halde, seçim dönemlerinde, acaba niçin Adnan Menderes’i açık açık desteklemişti? Bu konu bugün, çok önem taşıdığı için tahlil edeceğiz.
 
Özellikle cami cemaati ve müteassıb kimseler, bendenize şu soruyu çok soruyorlar: “Hocam; son zamanlarda kafalar çok karıştı, bir taraftan kapı kapı dolaşan ablalar ve abiler var, diğer yandan (hatalarına ve kusurlarına rağmen) her yönden çok başarılı bir iktidar var. Bir de, birçok UÇUK VAADlerle ortada dolaşan partiler var. Oyumuzu nereye verirsek, bu sorumluluktan kurtulmuş oluruz?” 
 
Evet dostlar, oy vermek gerçekten de çok ciddi bir sorumluluktur. Bir vatan borcu olduğu içindir ki, bu konuda da mutlaka bilinçli olmak gerekiyor. Fakat herkes hendisini, doğru yolda olduğunu sanıyor. Bu gerçek Zuhruf Suresi 37. Ayette şöyle vurgulanıyor: “Şüphesiz ki bu şeytanlar, onları doğru yoldan alıkoyarlar, onlar ise kendilerinin hala doğru yolda olduklarını sanırlar.” İşte bu nedenle, bizim de kendimize güvenmemiz doğru olmaz. Müslümanlar olarak bizler, her konuda olduğu gibi, bu konuda da kendi saplantılarımızı bir kenara bırakıp, mutlaka EDİLLE-İ ŞER’İYYEYE (yani, Kur’an, Hadis-i Şerifler, İcma-i Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha’ya) bakarak karar vermek zorundayız. 
 
İşte bendeniz de; benden sorulan yukarıdaki önemli sorunun cevabını, asla kendi şahsi kanaatlerime göre değil, bu ilmi kıstaslara, bu kriterlere ve Bediüzzaman Hz.’nin de tasvibinden geçen bir şablona göre vermek zorundayım. Aksi halde yanlış yönlendirmelerin vebali çok büyük olur. Bu hassasiyet ve titizlikle yaptığım araştırmaları, sizlere arz etmek istiyorum. Takdir sizlerindir. Öncelikle, hiç bir partiye kayıtlı veya güdümünde olmayan, sadece vatan, millet, din, iman, Kur’an menfaatlerini düşünerek, yukarıdaki kriterlere göre bakmaya çalışan bir arkadaşınız veya kardeşiniz olduğumu bilmenizi isterim… 
 
  • Bu girizgahtan sonra; Yüce dinimizin kesinlikle reddettiği ırkçılığı savunan fikir ve partileri, öncelikle elememiz gerektiğini vurgulamak isterim. İşte ilgili belgeler:
     
Bediüzzaman Hz. Hucurat suresi 13. Ayeti, Sözler 498. S.’da şöyle açıklamaktadır: “Sizleri cemaat cemaat, kabile kabile, ırk ırk, millet millet yarattık ki, birbirinizi tanıyasınız, sosyal ilişkiler kurup aranızda bir tanışma tesis edesiniz. Yoksa birbirinizle kavga edesiniz, çekişesiniz diye sizleri kabilelere ve guruplara ayırmış değiliz.” Aynı ayetin devamı: “Allah katında üstünlük, sadece takva iledir.” Buyrulmaktadır. Hadis-i Şeriflerle de açalım. “Irkçılığa çağıran, bizden değildir. Irkçılık için savaşan ve mücadele eden bizden değildir.” (KAYNAKLAR: Müslim, İmare 53, 57 Hadis No: 1850. Ebu Davut, Edep 121. İbn-i Mace, Fiten 7, Hadis no:3948. Nesai, Tahrim 27-28.)  Veda Hutbesinde de bu hadis-i Şerifler desteklenmektedir. 
 
  • İkinci olarak ELEMEMİZ GEREKEN zihniyet:
     
Hud Suresi, 113. Ayet: “Bir de sakın zalimlere meyletmeyin, sempati bile duymayın.”… 
 
Peki, Yüce Rabbimiz zalimleri nasıl tarif ediyor? İşte yine İlahi cevap! Bakara S. 114. Ayet: “Allah’ın mescitlerinde, Allah’ın adının anılmasını engelleyip, oraların ıssız ve harap hale gelmesine çalışanlardan daha ZALİM kim olabilir?” Ve Bakara S., 39. Ayet: “İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliktir, onlar orada ebedi kalırlar.” (Başörtüsü ayetleri: Nur S.31. Ahzap S.59. Bu ayetlere inat AYM kapılarına koşanları hatırlayınız.) Alnı secdeye gelen her Müslüman’ın, elemesi gereken ikinci tür zihniyet de anlaşıldı herhalde… 
 
  • Şimdi de Bediüzzaman Hz.’nin OY verme konusundaki hassasiyetlerine bakalım. 
     
Bediüzzaman Hz. öncelikle halkın yüzde 70’den fazlası hakiki anlamda İslam’ı yaşamadıkça, İslam adına parti kurulmasının ve desteklenmesinin, İslam’a zarar vereceğini, delilleriyle izah eder. Bugün cami cemaatinin bile yarıdan çoğunun Kur’an okumasını bilmediğini görenler, bu konudaki ahvalimizi kolayca anlayacaktır. O gün üstad Hz. bu kıstas nedeniyle İTTİHAD-I İSLAM partisine asla oy vermemiştir. Bugün bu oran, yüzde 30’larda bile değildir…
 
Bediüzzaman Hz.’nin Adnan Menderes’e, sadece CHP zulmünden halkı kurtardığı ve gerçek EZAN’IN önünü açtığı için “İSLAM KAHRAMANI” diyerek oy verdiği çok açık ve nettir. Yine Bediüzzaman Hz. “Hükümetlerin HASENATLARININ (iyi işlerinin), SEYYİATLARINA (günahlarına) sadece GALİP GELMESİNE” bakıyordu. Kusursuz olmasına değil. (Örnek: A’raf S. 8. Ayet.) Yani; Menderes’in ailesinin başörtüsüzlüğüne, şahsi kusurlarına veya birçok ihmallerine bakmıyordu. Sadece Muhafazakarlığına, CHP önünde engel bir KİTLE PARTİSİ oluşuna, İslam’a MÜSAMAHAKARLIĞINA bakıyordu. Kendi cümlesinden okuyalım ki hiç tereddüt kalmasın: “..Hayat-ı içtimaiyeye (sosyal hayatımıza) ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin (CHP’NİN) iktidara gelmemesi için, (o günkü) Demokrat Parti’yi, Kur’an-ı Kerim, vatan ve İslamiyet namına muhafazaya çalışıyorum.” (Emirdağ Lhk.-2.) Buyuruyordu…
 
Şimdi bizler, bugünkü iktidara baktığımızda şunları görüyoruz: (Tüm kusurlarına rağmen) İslam’a sadece müsamahakar ve muhafazakar olmakla kalmıyor, İslam ve Kur’an hizmetlerine (halka, ülkeye ve devlete ihanet edilmediği müddetçe) tamamen TARAFTAR ve hatta (Hac S. 41. A. gibi) İslam’a, Kur’ana, R.Nura HİZMETKAR olduğu da asla inkar edilemez. Ülke kalkınmasında da, sanayileşmede de, tüm sosyal hizmetlerde de, 80 senede yapılamayanları 11 seneye sığdırmasına bakılınca, yüzlerce artılarının olduğu da açıkça görülüyor. 
 

ÖZET OLARAK: Bediüzzaman Hz.’nin şablonu; İslam’a müsamahakar, muhafazakar, KİTLE ve SAĞ bir partiye, tereddütsüz OY verilmelidir. Ayrıca; küçük partilere oy vermek, hükümet olacak KİTLEYİ zayıflatarak, koalisyonlara veya güçsüz iktidarlara sebep olacağı için, ülkeyi dış ve iç ŞER GÜÇLERE PEŞKEŞ ÇEKMEK olacağından, bunlara da asla itibar edilmemelidir. Parti isimleri değişebilir, fakat bu şablon değişmez. Vesselam…

A. Raif Öztürk

Konuyla İlgili Diğer Yazılar;

İradesini Başkasının Cebine Koyanlar!

Vereceğin “OY” için “MÜSTERİH” Ol, “MES’UL” Olma!