Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

İstinca ve istibra

         (Dışkı, idrar,Vedi, Meni ve Meziden temizlenmek)

         Bir ibadetin farzları, olmazsa olmaz manasına geldiği unutulmamalıdır. Ön hazırlık mahiyeti taşıyan namazın dışındaki farzlarından birisi de hadesten taharettir. (Pislikten temizlenmektir.) Yani abdesti olmayanın abdest alması, gusül abdesti alması icap eden kimsenin de gusletmesi namaza başlanmadan önce mutlaka gereklidir. Abdest namaza hazırlık için gerekli olduğu gibi, abdest için, istinca ve istibra gereklidir.

         Bu noktada hiç şüphesiz, namazın mükemmel olması, abdestin doğru ve tam alınmasına bağlı olduğu gibi, abdestin sıhhati de abdest öncesi yapılacak itsinca ve ibtibranın doğru yapılmasına bağlıdır. Aksi halde, istibra ve istincadaki bir eksiklik, doğrudan abdestin ve o abdestle kılınacak namazın bozulmasına yol açabilir.

         İstinca: Büyük abdest bozduktan sonra yapılan temizliğe denilmektedir.

         İstibra: Küçük abdest bozduktan sonra idrardan kurtulmak, temizlenmek, sidik eserinin tamamının kesilmesini beklemektir.

         Abdest almaya hazırlanan bir kişinin, idrarını yaptıktan sonra, idrarın akmasıda bir damla kalmadığına: Kalbi mutmain olmadıkça, abdeste başlaması caiz olmaz. Çünkü idrar sızıntısının çıkması veya damlaması abdestin bozulmasına yol açar. Daha ziyade erkeklerin bu konuda dikkatli olması gerekir. Abdest aldıktan sonra idrar (sidik) sızarsa abdest bozulur.

         İstinca ve istibra ile alakalı bazı hususlar:

  • Oturarak idrar yapmak lazımdır. Bu şekilde idrar torbası daha iyi boşalır. Akıntı ve sızıntı olmaz. (Oturaklı klozet taşları elbisenin bislenmemesi içindaha münasiptir.)
  • Özürsüz olarak ayakta idrar yapmak mekruhtur.
  • İdrar sıçramasını önlemek için bir çukura veya tuvalet deliğinin tam ortasına yapmalıdır.
  • İstincadan sonra tuvalet kâğıdı veya temiz bir bez ile kurulanmalıdır.
  • İdrar sıçratmamanın önemiyle alakalı Peygamber Efendimiz şöyle buyurumuştur:
  • “İdrardan sakınınız! Çünkü kabir azabının çoğu ondandır.” (Hadis-i Şerif)
  • “Sizden biriniz idrarını yaptıktan sonra tenasül uzvunu üç defa kuvvetle çeksin.” Hadis-i Şerif, İbni Mace, H:326, Kütüb-i Sitte, c.16, s.565, H:6091)
  • Kadınların istibra yapması gerekmez. Kadınların istinca yaptıktan sonra hemen abdest almayıp bir süre beklemeleri kâfidir.

         Erkeklerin tenasül uzvundan gelen sıvılar:

Hadesten taharet yolu olan abdest ve guslü gerektirip gerektirmemesi açısından erkeğin tenasül uzvundan gelen sıvıların özelliklerini bilmek gerekir. Kaynaklarımızda belirtildiğine göre erkeklerin tanasül uzvundan (cinsel organından) dört türlü sıvı gelir:

  1. İdrar: Bundan dolayı sadece abdest almak gerekir.
  2. Vedi: İdrar yaptıktan sonra gelen koyu sarı renkte kalın idrar damlasıdır. İdrarın bittiğini gösterir. Herhangi bir hastalık alameti değildir. Bundan dolayı gusül lazım gelmez, idrardan sonra olduğu gibi, sadece abdest alınması yeterlidir.
  3. Mezi: İdrar atım yolundaki bezlerin ve prostat dokusunun salgısından meydana gelir. Umumiyetle İnce, beyaz, miktarı az, saydam bir sıvıdır. çoğu zaman şehveti uyandıran hanımlara bakmaktan şehevi heyecandan sonra da akar. Bekâr erkeklerde sık sık rastlanan bu sıvı normal bir akıntıdır. Meziden dolayı gusül gerekmez, sadece abdest alınması yeterlidir.
  4. Meni: Kirli beyaz renkte, koyu kıvamda, hamur kokusundandır. Şehvetle çıkar. Bu sıvının daha fazla hanımla birleşme neticesinde meydana gelir. Hatta bu sıvedan hanımlar hamile  kalır. bunun çıkmasıyla gusül abdesti lazım gelir.

         Görüldüğü gibi, saydığımız bu dört sıvıdan bir tek meninin gelmesi gusül abdesti almayı gerektirir. Diğerlerinin akması gusül gerektirmez. Sadece abdesti bozan bu sıvıları tanımayan birçok gencin, meziden dolayı gusül abdesti alarak her gün yıkanma sebebi ile üşütmelerine şahit olmuşuzdur. Hâlbuki mezi ve vedi’den dolayı gusül lazım gelmez, abdest alınması kafidir.

         Sıvazlama metodu

         İstibra için yapılan sıvazlama metodu şöyle uygulanır:

         İdrar yaptıktan sonra biraz beklenir.

         Bu sırada istinca yapılır. Yani büyük abdest yapılır, sonra suyla yıkayarak temizlik yapılır. Bundan sonra mümkünse tuvalet kâğıdı veya temiz bir bezle kurulamak gerekir.  Büyük hacetini yaparken idrarın kalan sızıntılarını büyük abdesti yapma temizleyebilir.

         Çünkü istincada taharetlenirken refleks olarak mesane çıkışındaki büzücü kaslar gevşer ve bir miktar idrar tekrar idrar kanalına geçer. Böylece daha önce istibrayla boşaltılan idrar kanalı de boşanır.

         Sonra bir iki defa öksürülür. Öksürmekle boğaz damarlarının mesaneye kadar olan uzantıları o kısmı harekete geçirir ve kalıntı idrarı dışarı atar.

         Önemle üzerinde durulması gereken bir husus, istibranın tuvalette yapılmasıdır veya pensimizin başına üç dört kat tuvalet kȃğıdı koysak ta olur. ne zaman kanȃatın gelir ki, sızıntı bitmiştir kȃğıdı atarsı iş biter. Bilmeliyiz ki avucumuzu ıslatmaktan fazla donumuzu ıslattı ise nama kabul olmaz. az ise kerahet ile kabul olur.

         Her gün en az 4-5 defa tuvalete giden bir kişi, iç çamaşırını temiz tutmaya dikkat etmeli.

         Herhalde anlaşıldı, başımız şüpheden kurtulmak için, tuvalette isek ya bir miktar zıplayacağız dışarda ise sızıntı bitti kanaatımız gelince abdest alabiliriz.   

İstibradan vesveseye girmemek için

İstibra yapma hususunda insanlar farklı farklıdır. Herkes kendi durumunu daha iyi bilir. Bazılarının idrar akıntısı hemen kesilir. Böyle kimselerin abdestini hemen almaları caizdir. Bazılarının akıntıları ise daha uzun sürer. Bunların ise istibrayı -sızılmasını beklemeleri farzdır.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Üzüm çekirdeğinden haberdar ol!

        Üzüm Çekirdeği Avrupa’da ilaç niyetine satılıyor. Mucizevî çekirdek , nezleye kadar bir çok hastalığın tedavisinde kullanılıyor. Üzümün çok faydalı olduğu bilinir. Özelliklede zihin açıcı yönü ile sınavlardan önce kuru üzüm tavsiye edilir. Ama birçoğumuz üzümü yerken çekirdeğinden muzdarip oluruz. Onu tüketmez, atarız. Hatta marketlerde en çok çekirdeksiz üzümler rağbet görür. Halbuki üzümün çekirdeği bugün birçok Avrupa ülkesinde ilaç niyetine, tabletler halinde satılıyor. Yavaş yavaş Türkiye’de de yaygınlaşmaya başlayan üzüm çekirdeği, yakında bütün eczanelerdeki yerini alacak gibi. Bu çekirdeğin en önemli faydası kan damarı onarıcısı olması. Kan damarları insan için hayati önem taşıyor.

         Başınızdan ayak uçlarınıza kadar her doku kanla beslenir. İncecik kılcal damarlardan, geniş atardamarlara kadar, karmaşık kan damarları ağı sizin yaşam hattınızdır. Eğer kan damarları yaşlanır, hastalanır, zayıflar, incelir ve kansızsa, sağlığınız tehlikede demektir. Eğer oksijeni taşıyan kan düzgün bir biçimde akmıyorsa kalp kasınız hasar görebilir. İşte üzüm çekirdeği, zayıflamış kan damarlarını güçlendirip normal sağlıklarına döndürebilen, dolaşım bozukluklarının düzeltebilen ve önleyebilen bir yapıya sahip. Özelliği ise tamamen fıri olması… Çekirdek, damar hastalıklarını tedavi ediyor. Zayıflamış kan damarlarının yapısını güçlendiriyor.

        Ayrıca üzüm çekirdeği bilinen en güçlü antioksidan… Yapılan bazı testlerde, E vitamininden 50 kat daha güçlü olduğu ortaya çıkmış. İlk Fransa’da keşfedildi Üzüm çekirdeği 40 yıldır Avrupa’da, özellikle üzüm bağlarının çokluğu ile bilinen Fransa’da etkili bir biçimde kullanılıyor.

        Üzüm çekirdeği 1947 yılında Bordeaux Üniversitesi’nden emekli tıp profesörü, Fransız Kimyacı Jack Masquelier tarafından keşfedilmiş.

Çekirdek ilk olarak hamileliğinden dolayı  fakültenin dekanının eşine, dekan tarafından verilmiş.

        Masquelier o günü şöyle anlatıyor:

        “Kadın, şişmiş bacakları ile o kadar yorgun görünüyordu ki, güçlükle yürüyebiliyordu. Yüzünden, çektiği acıları okumak

mümkündü.

        Ne yapabilirim de bu kadının acılarını dindirebilirim diye düşündüm.

        Sonra dekanın eşine çekirdek verdiğini gördüm.

        Dekanın eşi 48 saat içinde iyileşti. O halde, ben üzüm çekirdeğinde özel bir şeyler olabileceğini düşündüm.

        “1950’de üzüm çekirdeği Resivit olarak bilinen ve Fransa’da satılan ilk damar koruyucu ilaç olmuş.

        Doktor Masquelier ve meslektaşları, üzüm çekirdeğinin varis üzerindeki etkisini doğrulayan dokuz deney yapmışlar. Bununla birlikte çekirdek, göz kamaşması, gece körlüğü, maküler dejenerasyon gibi göz sorunlarının, arterit, saman nezlesi, alerji ve burun kanamalarını tedavisinde de kullanılmış.

        “Eğer düzenli olarak üzüm çekirdeği alırsanız, damar duvarlarınız güçlenecektir.” diyor Dr. Masquelier. Diş eti kanayanlar kullanmalı. Peki üzüm çekirdeğine ihtiyacınız olup olmadığını nasıl öğreneceksiniz? Doktor Masquelier’in konu ile ilgili görüşleri şu şekilde:

        “Sabahleyin dişlerinizi fırçalarsınız ve diş etlerinizin kanadığını görürsünüz. Ya da göz korneasında bir kan lekesi fark edersiniz. Veya geceleri kendinizi yorgun hissedersiniz, baldırlarınız şişer, bunun böyle olduğunu fark edersiniz. Bu durumda damar zayıflığından muzdaripsinizdir ve üzüm çekirdeği tüm bu patolojik mekanizmalarla mücadele eder.”

        “1995 yılında İtalya’da yapılan bir araştırmada 150 miligramlık üzüm çekirdeğinin ağrıyı, yanma karıncalanma hissini ve atardamarların şişme derecesini azaltmada, yaygın olarak kullanılan bir eczacılık ilacından daha hızlı ve uzun sureli etkili olduğu bulunmuş. 1985 yılında da Fransa’da 92 hasta üzerinde yapılan kur kontrollü deney, 28 gün boyunca 300 miligram üzüm çekirdeği almanın, ağrıyı, karıncalanma geceleyin giren bacak kramplarını ve şişkinliği yüzde 50’den daha fazla azalttığını göstermiş. Üzüm çekirdeğini diğer bir faydası ise gözlere… Gece görüşünde önemli olan parlak ısıların neden olduğu göz kamaşmasını geçirmeye yardımcı oluyor.”

        Yine Fransa’da 100 hasta üzerinde yapılan iki ayrı araştırmada 5 hafta boyunca günde 200 miligram üzüm çekirdeği almanın parlak ısılara maruz kaldıktan sonra görme keskinliğine yeniden kavuşma durumunu artırdığı ortaya çıkmış. Ayrıca testlerde üzüm çekirdeği ürünün bir bilgisayar ekranı karşısında çalışmanın neden olduğu göz gerilimini geçirdiği ve miyop kişilerde retinanın işlevini ve duyarlılığını düzelttiği görülmüş.

        Üzüm çekirdeğinin tansiyonu ve onun sonuçlarını düzenlemeye yardımcı olabileceği de belirtiliyor. Araştırmaların gösterdiğine göre, yüksek tansiyonlu insanlar genellikle çok, zayıf kılcal damarlara sahipler. Bu da onların kılcal damar kanaması geçirme ve göz retinasındaki kan damarlarının yırtılma imkȃnını  artırıyor. Dr. Miklos Gabor’un yaptığı araştırmada üzüm çekirdeği yüksek tansiyonluyu denemelerin de kılcal damarları güçlendirmiş.

        Anti-Aging etkisi Üzüm çekirdeği damarları yenilediği için ayrıca anti-aging etkisine sahip. Yenilenen damarlar yaşlılığı geciktiriyor. Böylelikle cildinizdeki yaşlanma belirtileri azalıyor. Uluslararası sertifikalı Organik Üzüm Çekirdeği Ekstraktinin içerdiği Proantosiyanidin, bilinen en güçlü etkisi antioksidant. Üzüm çekirdeğinin antioksidant etkisi vitamin E’den 50, vitamin C’den 20 kat daha fazla.

        Antioksidantlar, vucudumuzdaki kimyasal reaksiyonlar sonucu oluşan veya dışarıdan sigara, alkol, kirli hava v.s . ile alınan zararlı maddeleri etkisiz hale getiriyor.

Uzmanlara göre vücudun antioksidant üretimi 25 yaşından sonra yavaşlamaktadır. Bu yavaşlamanın yol açtığı deformasyonları yok etmek için bilinen en kuvvetli antioksidant ise organik üzüm çekirdeği ekstraktıdı olduğu belirtiliyor.

        Çekirdek, bağ dokularını güçlendirerek cilt sarkmasına engel oluyor. Cildin elastik, yumuşak ve düzgün olmasını sağlıyor. Üzüm çekirdeğinde tavsiye edilen miktar günde 150 ile 300 miligram.

        Damar sağlığını korumak için gerekli doz ise günde 5-10 gram. Üzüm çekirdeğinin insanlar üzerinde her hangi bir yan etkisi görülmemiş.

        Kimler kullanmalı?
* Kan damarlarının yardıma ihtiyaç duyduğunu düşünenler.
* Cildindeki kırışıklıklar günden güne fazlalaşanlar
* Cildi cansız ve solgun görünenler
* Kalple ilgili sorunları olanlar
* Ani kalp krizi riski olanlar
* Görme gücünde yaşlanmaya bağlı bozulma olanlar
* Şişlikler ve ödem alerjilerinde
* Yüksek tansiyonda
* Kolayca kanama ve morarma eğilimi olanlar
* Daha önce kanamaya bağlı felç geçirenler
* Şeker hastalığı olanlar
* Varis ve hemoroit gibi soruları olanlar

        Sunu belirtmek gerekiyor ki; yukarıda bahsettiğimiz faydaların birçoğu çekirdeğin damarları onarıcı özelliğinden kaynaklanıyor.

        Çünkü damarlar, insan bedenini ayakta tutan ana mekanizmalar.  Onların bozukluğu insan bünyesinde birçok hastalığa neden oluyor.

        Damarları onaran çekirdek, böylelikle diğer hastalıkların iyileşmesinde de önemli bir etkiye sahip oluyor.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Nur talebesinin vasıfları

Risale-i Nur Talebelerinin vasıfları nelerdir diye sorulabilecek bir soruya verilebilecek en kaliteli cevap bu olacaktır: Risale-i Nur Talebelerin kalplerinde barındırdıkları sarsılmaz bir iman ve engin bir şefkatle kendilerini insanlığın hususen bu vatan evladının dünyevi ve uhrevi saâdetine adamış mana erleridir. En önce şunu belirtmek gerekir ki Risale-i Nur Talebeleri veya kısaca Nur Talebeleri gaye edindikleri Allah’a iyi bir kul olmak ve ellerindeki Kur’ânî hakîkatleri muhtaçlara ulaştırmak hizmetinde bizzat ve en evvel İslamiyet’in tebliğcisi ve Cenâb-ı Hakk’ın en son ve en sevgili Peygamberi Hz. Muhammed (A.S.V.)’ı kendilerine bir model almışlardır.   

Onların Efendimizin sünnetine sıkı sık yapışmaları da bu zamanda tam bir ehl-i sünnet velcemaat olduklarının en kuvvetli delilidir.   

Nur Talebeleri her zaman ve her yerde okudukları Üstadları Bediüzzaman Said Nursi’nin te’lif etmiş olduğu Risale-i Nur Külliyatı’yla da Halık-ı Kâinat’ın kelamı olan Kur’an-ı Kerîm’e sıkı sıkıya bağlıdırlar. Çünkü Bediüzzaman’ın da ifade etmiş olduğu gibi Risale-i Nurlar Kur’ân’ındır ve Kur’andan çıkmış, Kur’anı hakikatlerı anlatan eserlerdir. Her bir Risale Furkan ayetlerinden yansıyan ışıklardır.          

Böylece Nur Talebeleri en doğru ve en geniş cadde olan Kur’an’ın caddesindedirler. Hiçbir batıl inanç veya sapık düşünce onlarda yoktur ve olamaz. Çünkü onlar doğrudan doğruya Kur’an-ı Hakim’e şakird olmuşlardır.    

Kur’an- Kerim’in vermiş olduğu feyiz, Peygamber Efendimizin ( A.S.V.) temsil ettiği hayat tarzı ile Nur Talebeleri kuvvetli ve hakiki imanın peşindedirler. Onlar sadece kuru bir taklitle değil deliller ve hüccetlerle görür gibi Allah’a îmân ederler ve bu yüzdendir ki hiç bir vesvese ve şüphe onların imanlarında gedik açmaz, açamaz.          

Şöyle söyleyebiliriz ki Nur Talebelerinin hedef ve gayesi Kur’an-ı Hakim’in ali bir tefsiri olan Risale-i Nur’la Halık-ı Kainat’a olan imanlarını kuvvetlendirmek ve başkalarının da imanlarına kuvvet verebilmek için çalışmaktır.    

İmandan sonra nur Talebelerinin en belirgin vasfı tam bir ihlasla yaşamaları ve hareket etmeleridir. Biraz daha açarsak; onlar yalnız ve yalnız Allah için yaşarlar ve kalplerinde O’ndan gayri hiçbir şeye gönül bağlamazlar. Onlar severler ve merhametlidirler fakat bu Allah adına bir muhabbet ve Cenab-ı Hakk namına bir şefkattir.          

Onlar sırf Allah rızası için çalışırlar ve rıza-yı ilahiden başka hiçbir maddî ve mânevî menfaati gaye edinmek bir yana düşünmekten bile akrepten kaçar gibi kaçarlar. Zaten Risale-i Nur hizmetinin bu vatanda ve tüm dünyada hızla yayılmasının amili de Nur Talebelerinin hiçbir şey beklemeden ve ummadan hatta şahsi kemalatlarını da bu yolda feda ederek başkalarının dünya ve ahiret saadetleri için çalışmalarıdır. Onlar ihlaslarına en ufak bir leke sürmemek için hiçbir maddi hediyeyi ve sadakayı kabul etmezler. Başka insanlara muhtaç olmamak ve yüz suyu dökmemek için her hususta kanaat ve iktisadı kendilerine düstur edinmişlerdir.         

Risale-i Nur Talebelerinin anlatmakla tarif edilmeyecek bir özelliği de aralarındaki samimi uhuvvet yani kardeşliktir. Onların bu manevi kardeşliği nesebi kardeşlikten daha ileridir. Bu sıcak uhuvvet onları birbirinin sahibi, bedeli ve canı, cananı yapar. Birinin gözü diğerinin de gözüdür, birinin eli diğerinin de elidir, birinin validesi diğerinin de validesi gibidir. Bu sırla onlar binler dille dua etmiş gibi, binler vücudla İslam’a hizmet etmiş gibi bir ecir ve sevab kazanırlar.          

Bu ciddi uhuvvetin tabii neticesidir ki onlar birbirlerine her şeylerini feda eden, kardeşinin, maddi ve manevi menfaatini kendisine tercih eden, hata, kusur ve düşmanlık karşısında değil kızmak lütuf ve şefkatle muamele eden ali-cenab bir ruha sahiptirler. Risale-i Nurlar’a hiç okumamış birinin kısa bir süre içerisinde bu nurani dairede enaniyetini ve gururunu eritip İslam davasına gönül vermesi de bu dostluğun sayesindedir. Onlar her mü’min ve müslümanı kim olursa olsun hangi yolda giderse gitsin hatta şahsına düşmanlık da beslese affeder ve severler. Çünkü onlar asıl, azılı iman ve İslamiyet düşmanlarına karşı mücahede ederler. Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi “Onlar muhabbet fedaisidir.         

“Risale-i Nur Talebeleri bu hizmet başlamasından beri büyük sıkıntılara ve müşkilatlara ma’ruz kalmışlar, fakat bu onların bir diğer hasletlerini de gün yüzüne çıkarmıştır: Sabır, tahammül ve şükür. Said Nursi’nin bir risalede saydığı ve bu hizmetin lazımı dediği şevk-i mutlak ve şükr-ü mutlak Nur Talebeleri için bir hayat tarzıdır.         

Onlar ne olursa olsun başlarına gelen her bela ve musibet karşısında hiç kimseyi suçlamadan kadere teslim olup Cenab-ı Allah’a tevekkül ve sabır içinde şükrederler. Onlar bela, musibet ve hastalıkları günahlarına bir keffaret, nefislerine bir şefkatli sille, gafletten uyanmaları için bir ikaz bilirler ve memnun olurlar. Hakiki kulluğun, sonsuz acz ve fakrını hissetmek olduğunu bilen kadir-şinaslar da Nur Talebelerinin sabır ve şükür mesleğini tam takdir etmektedirler.               

İnsani maneviyatta terakki ettiren en mühim sıfatlardan birisi sadakattir. Bu nokta-i nazardan baktığımızda hakiki Nur Talebeleri sıddıklar zümresine dahildir. Onlar, her zamanda ve her zeminde hedef ve gayelerini unutmadan din-i mübin-i İslam’a nasıl hizmetedeceklerini düşünürler. Bütün hayat safhalarında Rablerinin hoşuna gitmeyecek her halden şiddetle kaçınırlar. Kur’an-ı Kerim’e olan bağlılıklarının kırılmaması için Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına harfiyen uyarlar.          

Biricik rehberleri olan Hz. Muhammed (A.S.V.)’ın peşinden ayrılmamak için O’nun sünnetine sımsıkı sarılırlar. Onlar devamlı okudukları ve kabul ettikleri Kur’ani, müstakim ve mu’tedil Risale-i Nur’a sadakatsizlik etmekten ürperirler. Nur Talebeleri iman ve islam hizmetinde kendilerine üstad kabul ettikleri Said Nursi’nin bizzat yaşadığı ve Risale-i Nurlarla çizdiği hizmet düsturlarından ayrılmamayı prensip edinmişlerdir. Böylelikle sadakat ve vefa duygusu bir Nur Talebesinin kalbine silinmeyecek şekilde yazılmıştır ve bu yüzdendir ki Nur Talebelerinin dostluğundan ne bir zarar ne bir vefasızlık gelir. Onların dostluğu ebede giden bitmez ve tükenmez ahiret kardeşliğidir.              

Risale-i Nur Talebesin diğerlerinden ayıran taraf mühim bir fark da ilimdir. Zamanının en mühim alimi Bediüzzaman’ın ifadesi şöyledir: “Bir sene bu risaleleri anlayarak ve kabul ederek okuyan bu zamanın hakikatli bir alimi olur.” Okuyan ve anlayan her İslam aliminin tasdik ettiği gibi Risale-i Nur’dan süzülen Marifetullah yani Allah’ı bilmek ve O’nu isimleriyle, sıfatlarıyla tanımak ilmini apaçık, ikna edici bir üslubla ve herkesin anlayabileceği bir tarzda izah eden eşsiz eserlerdir. Risale-i Nurlar baştan aşağıya hususi bir Kur’an ilmini ve iman hikmetini terennüm eden mücevherat hazinesidir.         

İşte bu sebeple kendi tasını Risale-i Nur’dan doldurmuş her Nur Talebesi Cenab-ı Hakkı esma ve evsafı ile tanır, kainat kitabını mütalaa eder, insan simasındaki Nakkaş-ı Ezeli’nin nakışlarını görür ve Marifetullah’ın semasında seyeran eder. Bununla beraber bu marifet seyyahı karşılaştığı bir dinsizi Risale-i Nur bürhanlarıyla bir saat zarfında ikna eder ve imana getirir yahut karşısındaki münkir muannidse yani inatçıysa ilzam eder ve susturur, kaçacak hiç bir delik bırakmaz.          

Nur Talebesi şefkat kahramanıdır. O; kaybolmuş evladını arayan annenin samimiyetiyle imansızlık yangınında yanan gençliğe sahib çıkar. Çünkü O bilir ki bu dalalet ve sefahet yolunun sonu ebedi bir hüsran ve hezimettir. O tertemiz fıtrata sahib her bir çocuğa Sani-i Zülcemalin kıymetdar bir sanat harikası nazarıyla bakar. Bu antikanın kaba demirciler çarşısında zayi olmaması için bütün varlığını seferber eder.          

Bir sanatın sahibine olan intisabıyla değer kazandığını bilen Nur Talebesi her insanın ancak yaratıcısı olan Allah’a iman ve intisabıyla büyük bir şeref ve kıymet kazandığını bilir. İman ve ubudiyet vasıtasıyla herkesin bu şeref ve kıymeti kazanması uğrunda cehenneme bile razı olan Said Nursi engin şefkatini şöyle dile getiriyor: “Eğer Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem. Orası da bana zindan olur.          

Milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım, çünkü vücudum yanarken gönlüm gül, gülistan olur.” Netice olarak şunu ifade edelim ki bu hasletler ve vasıflar hakiki ve hakikatdar vasıflar Risale-i Nur Talebesinde bulunmakla beraber herkeste kabiliyetine göre ve Risale-i Nur’a olan intisabı nisbetinde bulunur. şu da var ki hakiki Risale-i Nur Talebeleri bu saydığımız özelliklerin dışında Kur’an ahlakından tereşşuh eden daha zikretmediğimiz birçok güzel haslete sahipdirler ve harika seciyeyle müzeyyendirler.                              

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır 

 

İmân Ve İslâm Kardeşliğinin Ehemmiyeti

Ehl-i Tevhid ve Ehl-i Kıble olan bütün mü’minler kardeştir.

Bütün mü’minler tek bir ümmet meydana getirirler.

Her mü’minde Ümmet şuuru bulunmalıdır.

Bir mü’mindeki hak mezheplerden dört mezhebten her hangi birine , tarikata, cemaate, gruba, zümreye, fırkaya, küs ise; hassasiyetında  bozukluk var demektir.

Tarikat ve cemaat fikrinde var, ümmet şuuru yok… Böyle bir Müslüman dengesiz bir Müslümandır.

Kendisindeki bir itikadın, söylediği bir sözün, yazdığı bir yazının veya yaptığı bir işin küfür olduğu, vazifeli ve selahiyetli gerçek bir müftü tarafından ispat edilmeden ve bu fetva, yine yetkili ve vazifeli bir karar mercii tarafından şer’î hüküm ve ilam haline getirilmeden hiçbir mü’min tekfir edilemez. Bir mü’mini haksız ve yersiz olarak tekfir edenin kendisi kâfir olur.

Müslümanları amelî olarak birleştiren şey cemaatle kılınan beş vakit namazdır. Camiler, Ümmet’in günde beş kez toplandığı meclislerdir. Her mezhebe, her meşrebe, her tarikata, her cemaate mensup mü’minler bu mekânda saf tutarak Allah’a ibadet ederler. Nakşîsi, Kadirîsi, Rufaîsi, Risale-i Nur talebesi, İbn Teymiyye taraftarı, Muhyiddin Arabî’yi seven, velhasıl her fırkaya ve gruba mensup mü’min namaz vaktinde camide bir araya gelir, saf tutar ve ibadet eder. Birlik böyle olur.(Bir camiye bazi kimselerin girmesi yasaklanıyorsa, o camade Cuma namazı kılınmaz.)

İslâm dininin ve şeriatının asıl, temel, esası, muhkem hükümleri ve ilkeleri bellidir. Bütün mü’minler bunları kabul etmişlerdir. Bu hükümlerde ictihad yapılamaz, tartışılamaz. Muhkem olan ehli sünnet vel cemaatın dışında, müteşabihat, muhtelefün fih olan meseleler vardır. Fakih olmayan, tabakat-i fukaha içinde bulunmayan sıradan mukallid Müslümanların müteşabihat, muhtelefün fih mesail konusunda müzakere yapmaları, tartışmaları, çekişmeleri kesinlikle caiz olamaz.

Kur’ân’da meâlen “Allah katında en üstün olanınız, en faziletliniz en takvalı olanınızdır” buyurulmuştur. Takva ilimle, irfanla, ahlâkla, faziletle olur. Mü’minlerin derecelerinin üstünlüğü şu veya bu mezhebe, tarikata, meşrebe, cemaate mensup olmakla değil, takva iledir. Üç ayrı tarikata mensup üç Müslüman farzedelim; biri Nakşî, biri Şazelî, biri Kadiri tarikatine mensup. Bunların hangisi üstündür? Takvası en fazla olan üstündür. Mü’minler bu ölçüyü, bu kıstası hiç unutmamalıdır.

Bütün mü’minler bizdendir. “Şu Müslüman bizden, bu Müslüman bizden değil…” gibi ayırımlar yapmak tehlikelidir.

Esas olan ilim, irfan, takva, ihlas, istikamet, ahlâk, edeb, fazilet, cömertlik, hayır ve hasenat, büyük ve küçük cihad yapmak ve bunlar gibi hasletlerdir. Mücerret (sadece) sakalla, sarıkla, cübbe ile, tac ve hırka ile, görünüşle, yüzeysel alametlerle üstünlük, fazilet, derece yüksekliği olmaz. Kimse kendini aldatmasın, kimse aldanmasın.

“Müslüman o kimsedir ki, diğer Müslümanlar onun dilinden ve elinden emîn (güvenlikte) olurlar.” (Hadîs-i şerif)

Nefs-i emmâresine (benliğine) tâbi bir Müslüman iyi, vasıflı, güçlü, üstün bir Müslüman olamaz.

Mü’min kişi, mü’min kardeşini hor ve hakir görmez.

İman kardeşliği, Allah’ın kurmuş olduğu bir kardeşliktir. Kur’ân’da “Hiç şüphe yok ki, bütün mü’minler kardeştir” mealinde ayet vardır. Bu kardeşlik, talakı olmayan bir nikâh gibidir. Hiçbir mü’minin, diğer bir mü’minle iman kardeşliği bağını kopartmaya hakkı yoktur.

Mezhep, meşreb, tarikat, görüş, tercih bakımından paralel olan mü’minler kardeştir; aralarında mezhep, meşreb, tarikat, tercih ihtilafı olan mü’minler ise “Has kardeştir”. Aksi taktirde şeytan onları istilâ eder de rezil olurlar, rezilliklerinden de haberleri olmaz. Bediüzzaman hazretleri: (20 Lem’ada) “Her her mü’min benim mesleğim daha güzeldir diyebilir. Fakat güzel yalınız benim mesleğim veya benim meşrebim dır demeye hiç kimsenin hakki yoktur. Buyuruyor.

Allah’ın birbirini kesin şekilde kardeş yapmış olduğu mü’minler arasında ihtilaf ve çekişme zuhur ederse onların aralarını bulmak, barıştırmak, kardeşliği pekiştirmek gerekir.

Kendi şahsî ihtirasları, menfaatleri, nüfuzları,  ikballeri uğrunda mü’minleri birbirine düşman edenler çok şerli, çok kötü kişilerdir. Böylelerinin tuzaklarına düşmemek gerekir.

Peygamber aleyhissalatü vesselama üç kere peş peşe “Din nedir?” diye sorulmuş, o da cevaben üç kere “Nasihattir…” buyurmuştur. Tashih-i itikad, namaz, cemaat, ahlâk, fazilet, takva, azgınlıklardan kaçınmak gibi hususlarda Ümmet-i Muhammed’e devamlı şekilde nasihat edilmesi gerekir. Bu nasihat terk edilirse büyük bozukluklar fitneler, fesatlar zuhur eder, İslâm toplumunun düzeni bozulur.

Bir insanda, öncelikle iman alametlerine bakılır. Mü’min olduğuna delalet eden tarafları varsa mü’mindir, artık küfür tarafına bakılmaz.

İnsanların imanı hususunda hiç kimse savcılık, hakimlik, cellatlık yapamaz. Yukarıda beyan edildiği üzere bu iş icazetli, ehliyetli, vazifeli gerçek müftülerle, yine icazetli ve ehliyetli şer’i hakimlerin işidir. Ayak takımının onu bunu küfürle itham etmesi âhir zaman alemetlerindendir.

Bir mü’min bir tarikat şeyhi, bir hoca, bir muhterem şahıs hakkında aleyhinde konuşur, onu tenkit ederse, bu hareketinden dolayı onunla alaka kesilmez. Sadece “nasipsiz” olduğuna hükm edilir. Kardeşlik alakası eskisi gibi devam eder. “Vay sen benim şeyhimi tenkit ettin, ben de bundan sonra seninle konuşmayacağım ve sana düşman olacağım” demek yanlıştır, hamlıktır, şeytana uymaktır. Bizim dinimizin esası şu veya bu şeyhe veya muhtereme intisab ve bağlılık değildir. Allah’a ve Resûlüne bağlılıktır.

Akıllı, terbiyeli, ferasetli, hikmetli, edebli mü’minlerin, meşreb ve tarikat konusunda bazı kardeşlerini üzecek, öfkelendirecek şekilde konuşmamaları gerekir.

Peygamberler dışında herkes hatâ edebilir, yanılabilir.

Başkalarını tenkit eden, ayıplayan, kendisini hatasız sanan kimselerde hayır yoktur.

Gerçek müftüler, kendilerinden bir fetva istendiği vakit, şayet o konuda çeşitli fetvalar varsa, soranın durumuna en uygun ve en şefkatli olan fetvayı ve ruhsatı vermelidir. Kolay, uygun mükemmel fetva varken, kişiyi kaldıramayacağı bir zora sokmak münasip olmaz. Dinimiz, kolaylık dinidir.

Ahir zamanda yaşıyoruz. Herkes azimet yolundan gidemez. Fetva yolundan çıkmamiş ise. O sapık değildir.

Birbirlerini tanıyan mü’minler telefonla, mektup yazarak, kart atarak aralarındaki iman kardeşliğini pekiştirmelidir. Rahatsız etmemek şartıyla telefonla hal hatır sormalıdır. Yine rahatsız etmemek şartıyla birbirlerini ziyaret etmelidirler. Zamanımızda telefon yaygın hale gelmiştir. Ziyaret etmek istediğin kimseden, mutlaka önceden randevu alınmalı, haber verilmelidir.

İman kardeşliğini pekiştirmek için, maddî ve malî imkânlar derecesinde küçük, fakat değerli hediyeler verilmelidir. En değerli hediyeler faydalı kitaplardır. (Dikkat edilecek husus: Hediye edilecek kitaplarda İslâm dininin esaslarına, itikada, ahlâka aykırı hususlar bulunmamalıdır. Din kitaplarında da mezhepsizlik, reformculuk, yenilikçilik, Dinlererarası Diyalog gibi zararlı fikirler ve görüşler yer almamalıdır. Faydalı ve muteber din kitabı Kitab’a ve Sünnete dayanan geleneksel çizgi ve zihniyette olandır.  Bu gün kitapların en faydalısı Risale-i Nur eserleridir Onlardan hangisi olursa olsun hiç fark etmez. )

Hangi Müslümanlardan uzak durmak gerekir? Din ve iman kardeşliği bağlarını kopartmadan, bazı kötü Müslümanlardan uzak durulmalıdır. Bunları kısaca sıralıyoruz: (a) Fâsık-ı mütecahir olan, yani İslâm Şeriatinin kötü gördüğü ve yasakladığı günahları ve isyanları açıkça, küstah bir şekilde, Allah’tan korkmadan, kullardan utanmadan yapanlar. (b) İslâm dinini bozmaya, tahrif etmeye, dinsizlerin istediği ucuz ve kolay yeni bir din türetmeye çalışanlar. Reformcular, yenilikçiler, tarihsel akım taraftarları… (c), Kendilerinde münafıklık alametleri pek zahir olanlar. Yalan söyleyenler, emanete hıyanet edenler, vaadlerini tutmayanlar. (ç) Para, maddi menfaat konusunda yamukluk yapanlar, azgınlar: Bono verir, vadesinde ödemez; çek verir, karşılıksız çıkar; ticaret işlerine hile karıştırır. (d) Devlet ve belediye bütçelerini hortumlayan, ihalelere fesat karıştıran, yüzde on komisyon alan, kara servet sahibi olan sözde İslâmcı politikacılar. (e) Din sömürüsü yapan, mukaddesatı rüşvet yiyenler. (f) Salâtı ve cemaati bilkülliye terk edenler.

İslâm dini tecessüsü yasaklamıştır, yani mü’minler birbirlerinin gizli ayıplarını, kusurlarını, günahlarını araştıramazlar. Biz ancak açıkta olan kötülüklerle mücadele ederiz, kardeşlerimizin gizli ayıplarını araştırmayız. Hadîs-i şerifte “Bir din kardeşini, bir ayıbından dolayı ayıplayıp kötüleyen kimsenin canını, aynı ayıbı kendisine vermeden Allah almaz” buyurulmuştur. Müslüman başkasının değil kendisinin kusurunu araştırıp ondan kurtulma gayretinde olacak

Din ve iman kardeşliği hukukuna riayet etmeyen Müslüman toplumlar bozulur, içlerinde tehlikeli ihtilaflar zuhur eder, birlikleri yıkılır ve çeşitli afet, azap ve felâketlere mâruz kalırlar.

Müslüman kendini beğenip başka müminleri kütülerse: Gıybet yaptığı için, hem Allahın Kanununu, hem Seyyidimiz olan Muhammed aleyhissalatü vesselamın hatırını kırmış oluyor.

Abdülkadir Haktanır7

Vazifemiz! 

         Zübeyir Ağabeyden, Meşhur Mektubu:

         “Bismihi Sübhanehu. Vein min şeyin il-la yusebbihu bihamdihi. Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekȃtuhu.”

         Madem ki İslam’ın her derdine razı olduğunu bilmiyorsun, bu müjdenle bize aşk ve şevk veriyorsun, o halde iyi dinle; Vazifen, dikenler arasında güller toplayacaksın.  Ayağın çıplak elin açıktır. Buna sevineceksin.

         Fir’avunlar kucağında büyüyen çocuk Musa’ları  (A.S.)  kucağına alacaksın. Aldığın için dövecekler. Konuştuğun için zindana koyacaklar. Sevineceksin.

         Çöllere sürünsen kanınla ağaç yetiştireceksin. Kutuplara sürülsen, ısınla sebze yetiştirecen. Yeşilliği sevmeyenler olacak. Yakacaklar yıkacaklar. Sen bunu sabırla seyredeceksin.

         Karanlık zindanlara salarlarsa; ışık, paslı vicdanları görürsen; ümit, imansız kalplere rastlarsan, Nur vereceksin. Sen verdiğin için suç, sen getirdiğin için ceza, sen konuştuğun için mahkum olacaksın. Ve buna şükredeceksin.

         Anadan, yardan, serden ayrılacaksın. Candan gönülden  Kur’ȃna sarılacaksın. Damla iken deniz, nefes iken tayfun olacaksın. Derdini yazmak için derini kȃğıt kanını mürekkep edeceksin. Kimse ile görüştürmezlerse, mecnun olup çöllere düşeceksin. Leylȃ arar gibi Nur arayanları bulacaksın. Bulamazsan üzülmeyeceksin.

         Makamlar, servetler verilse, nefsini unutacaksın.

         Yalan iftira çamur fırtınasına tutulursan, hissiyatını terk edeceksin… Önüne demirden set yaparlarsa dişinle deleceksin. Dağları oymak gerekirse, iğne ile oyacaksın.

         Unutma! Nerede olursan ol;  küfrün ve cehlin temelini çürüteceksin. Bir gün Kur’an etrafındaki surların yıkıldığını görürsen hemen kemiklerini taş etlerini harç kanını da su edeceksin. Etrafına  ilimden, irfandan, faziletten, ahlȃktan  kaleler dikeceksin. Fakat kaleler fedailer ister. Hem de nasıl? Sende fedai olacaksın.

Bu mektubu okuyunca Mesnevi’yi okuyan Yunus gibi ” uzun olmuş” dişyeceksin. O’nun gibi ben olsa idim: sen de “Ne luzum vardı saymağa ,” kısaca ” Kur’an Talebesi olacaksın deseydin yeterdi” diyeceksin. Haklısın. Zira İslam yoluna giren; bilir ki, bu yol kıldan ince kılıçtan keskindir. Her kişinin işi değil, er kişinin yoludur.

         Seni bütün ruh-u canımla kucaklar, gözlerinden öper dualarına mukabele eder, Allah rızası dairesinde bulunmak üzere mektubuma son verirken, dalȃlete düşen din kardeşlerimin, kısa bir zamanda sizin gibi hidayete ermerlerini Cenab-ı Vacib-ül vucȗd olan Hazret-i  Allah-tan niyaz eeylerim. Âmin…

(Yazdıklarını aynen yaşayan Merhum Âğabeyimiz.)       

Zübeyir Gündüzalp

Bu güzel mektubu sizinle paylaşan: Abdülkadir Haktanır