Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Ümitsiz kalmamaya çalış

İnsan acizdir. Bir felaket mallarını alır götürür, bir hastalık onu yatağa salar, bir iftira hayatını berbat eder… Dertler çok… Milyonlarca bela dolaşıyor… Amma hepsi Allah’ın emrinde… Onlar bir bakıma melektir. Allah o dertlere diyor ki: “Şu kuluma git. Cenneti istiyor bu kulum benden. Sen, git ki, o adamın günahları azalsın, sevapları artsın.”

Dert gidip, saplanıyor o adama! Adam başlıyor oflamaya… Derdi vereni bilmiyor adam.

Derdi vereni bildinse sefa ender sefadır bil… Bediüzzaman buyurmuş ki:

“Nefis daima ıztıraplar, kalâklar (can sıkıntısı, gönül darlığı) içinde evhamdan kurtulup tevekküle yanaşmıyor. Hükm-ü kadere razı olmuyor Hâlbuki şemsin tulû ve gurubu (güneşin doğuşu ve batışı) muayyen ve mukadder olduğu gibi, insanın da bu dünyada tulû ve gurubu ve sair mukadderat, kalem-i kaderle cephesinde yazılıdır. İsterse başını taşa vursun ki, o yazıları silsin, fakat başı kırılır, yazılara bir şey olmaz ha!..” (Risale-i nur, Mesnevi-i Nuriye)

Her halin Allah’tan geldiğini bilen insanı, hangi mesele isyana götürür? Allah’ın her verdiğine razı olan, huzursuz olur mu? “Benim için Allah, bu hali uygun bulmuş, elhamdülillah!” diyen insan, rahat eder kurtulur. Merkez Efendi buyurmuş ki: “Her şey merkez-i mahsusundadır!” Yani her şey kendi hususi, olması gereken yerindedir. Öyleyse başımıza gelen her şey, Sevk-i İlahi’nin tayin etmesiyledir. Bu tayin, bizim için en güzel olanıdır. Başımıza gelene razı olmak kadar insanı rahat ettiren bir şey yoktur.

Ümitsiz olursak ne olur? Ümitsiz olursak biteriz. Aşırı bir kedere düşeriz. Her insanın “yorum” hakkı vardır. Yorumlarımızı karamsar da yapabiliriz, iyimser de… Bu, insanın elindedir. O halde niye ümitsiz olalım? Nefsi, insana bazen öyle şeyler söyler ki, insanın düşmanı söyleyemez. Akıl büyük bir nimettir. Fakat akıl, pişmanlıkları, evhamları bize taşırsa o zaman akıl başa bela olur!

Bazen bana kötü düşünceler geliyor. Bir bakıyorum dakikalar, saatler geçmiş. “Ya Rabbi; bu düşünceler bana ait değil. Kurtar beni onlardan!” diye dua ediyorum. “Lâ ilahe illallah, Lâ ilahe illallah” demeye başlıyorum ve kurtuluyorum o halden.

Organizmanın ruha, ruhun organizmaya tesiri vardır. Karamsar ruh, organizmayı hasta eder. Adam beş karış suratla geziyor. Bundan büyük hastalık mı var?

İnsanı çıkmaz sokağa düşüren, kendi düşünceleridir. Ben bazen diyorum ki kendi kendime: “Yok. Ben bu hastalıktan kurtulamam…” İşte kendi kendimi çıkmaz sokağa soktum. Sonra diyorum ki; “Niye iyileşmeyeyim? Şifa Allah’tan.” Şimdi çıkmaz sokaktan çıktım. Beni Balkalarda konferans vermem için çağırıyorlar. kendi kendime diyorum: İnşaallah Allahın rızasına muvafik ifadeler ile onları Allahın rızasına kavuşurlar. bu şekilde yaptıkları günahlara tekme vurmuş olurlar. …

düşüncesi ile konuşmaya başlıyorum.

Evet; Sıkıntılara, felaketlere, hastalıklara sabır içinde şükreden de şükretmeyen de aynı sonuca ulaşacak, fakat biri sabretmenin rahatlığını ve sevabını kazanacak; diğeri hem günaha girecek hem de çile çekecek.

En iyisi ümitli olmak… Ümit, her derdin şifasıdır. Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Riyakar gösterişe meyyal

Münafık, gizli kâfirdir. Sinsi inançsızlığı aldatıcıdır. Tabii ki önce kendini aldatır, sonra da çevresindekileri… Oysa ki Yüce Allah, birdir, tektir, eşsiz ve benzersizdir. Bu sebeple ortak istemez. Buyurur ki, “Ben ortakların şirkten en müstağni olanıyım. Kim bir amel yapar da, buna benden başkasını ortak yaparsa, onu ortağıyla baş başa bırakırım.” (Müslim, Zühd 46, a.g.e.)

Bir hadis-i kudside de Rabbimiz şöyle buyurur: “Benim hiçbir ortağa ihtiyacım yok. Kim amelini sadece benim için yaparsa, o amel benim nazarımda makbuldür.”

İnsan niçin ameline başka maksatlar karıştırır? Ya bir menfaat peşindedir; ya da gösteriş hevesindedir. Allah için ibadet yapıyormuş gibi görünüp, başkası için gösteri yapan, riyakârdır, ikiyüzlüdür.

Efendimiz, bunlar için şöyle buyurur: “Kimin dünyada iki yüzü varsa, kıyamet günü, ateşten iki dili olacaktır.” (Ebu Davud, Edeb 39, a.g.e.)

Bunlar, dünyalık kazanmak için dini kullanırlar. Yani, fani bir cam parçası uğruna, baki bir elması feda ederek, inanılmaz bir akılsızlık yaparlar. Bu çeşit münafıklar, bazen ticarette, bazen de siyasette boy gösterirler.

Bunların günahı çok büyüktür. Çünkü Allah için yapılması gerekeni, başkaları için yaparlar. Oysaki Allah gayyurdur; hiçbir şeyi ortak olarak kabul etmez. Zira her şey, zaten O’nun eseri ve sanatıdır. Dolayısıyla, kendisinin yarattıklarıyla karıştırılması, ya da eşitlenmesi Rabbimiz’in asla affetmediği bir suçtur.

Efendimiz Münafıkları İdare Etti

Efendimiz’in döneminde, münafıklar sürekli düşmanlığı, kini, kanı kışkırttılar. En zor zamanlarda, Müslümanları birbirine düşürmeye, Efendimiz’den soğutmaya uğraştılar. Sinsice yaptıkları bu faaliyetleri fark edildiği zaman, yeminler ederek yaptıklarını inkâr ettiler. Haklarında ayetler indi; foyalarını bizzat Rabbimiz açığa çıkardı.

Ancak onlar müslümaların içindeydi. Efendimiz’e “Ey Allah’ın Elçisi” diye hitap ediyorlardı. Mü’minlerle birlikte namaz kılıyorlardı. Bu sebeple Efendimiz onların hep zahiri hallerini dikkate aldı. Sabırla, müsamaha ile ve hep af ile muamele etti. Çok zarar verenlerini öldürmek isteyenlere de müsaade etmedi ve “Ben, Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor dedirtmem!” buyurdu.

Efendimiz’in bu husustaki ölçüsü çok açık ve kesindir: “Kim Allah’ı birlerse ve Allah’tan başka mabutları reddederse, Allah onun malını ve kanını haram kılar. (Samimi olup olmadığı) meselesi Allah’a aittir.” (Müslim, İman, 37, a.g.e.)

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Dinimizde evlâdın anne ve babaya karşı görevleri nelerdir?

Anne ve baba hakkı, Allah hakkından sonra gelir ve en önemli haklardandır.
Kur’ân, “Biz insana, önce Bana, sonra da anne ve babana şükret diye tavsiye ettik” buyuruyor.

Evlât olarak–Allah hakkı için—dünyada en nazik olacağımız insanların birincisi annemiz, ikincisi babamızdır. Onlara saygıda kusur etmeyeceğiz.

Şu hadisleri dikkatle inceleyelim:
“Anne ve babasını râzı eden Allah’ı râzı etmiştir. Anne ve babasını kızdıran Allah’ı kızdırmıştır.”

* “Akşam rüyâ-yı sâdıkada gördüm ki, ümmetimden bir adam vardı. Susuzluktan dili dışarıya sarkmış, soluyordu. Tuttuğu Ramazan orucu geldi ve ona su ikrâm etti. Ümmetimden bir adam gördüm ki, önü karanlık, arkası karanlık, sağı karanlık, solu karanlık, üstü karanlık, altı karanlıktı. Yaptığı hac ve umresi geldi ve onu bu karanlıklardan kurtardı. Ümmetimden bir adam gördüm ki, ölüm meleği ruhunu almak için gelmişti. Anne ve babasına yaptığı iyilikler geldi. Meleğin o anda ruhunu almasına mâni oldu. Ümmetimden bir adam gördüm ki, mü’minlerle konuştuğu halde, onlar kendisiyle konuşmuyorlardı. Akrabalarıyla olan iyi ilişkileri geldi ve onlara hitaben, ‘Bu akrabalarına iyilik ederdi’ dedi. Bunun üzerine onlar onunla konuştular. O da onlara karıştı.”

* “Cennete girdim. Orada bir güzel okuma sesi işittim. ‘Bu okuyan kim?’ diye sordum. ‘Hârise bin Nu’man’ dediler. (Hârise bin Nu’man annesine ve babasına iyilikleri sebebiyle bu makama ulaşmıştır.) İşte anne-babaya yapılan iyilik böyledir. İşte anne-babaya yapılan iyilik böyledir. Kişiyi böyle yükseltir.”

* Bir adam: “Yâ Resûlallah! Benim hısımlarım var. Ben onlara yaklaşıyorum, onlar benden uzaklaşıyorlar, benimle alakâlarını kesiyorlar. Ben onlara iyilik yapıyorum, onlar bana kötülük yapıyorlar. Ben onlara yumuşak davranıyorum, onlar bana kaba ve saygısız davranıyorlar” dedi.

Allah Resûlü (asm) buyurdu ki:
“Eğer dediğin gibiyse, sanki sen onlara sıcak kül yedirmişsin, öyle mi? Sen bu hâl üzere devam ettikçe, onlara karşı Allah’ın rahmeti seninle beraber olur.”

* “İyiliklerine karşılık akrabalarına iyilik yapmak ve ziyarette bulunmak kâmil bir yakınlık sayılmaz. Asıl kâmil yakınlık, kendisiyle yakınlık bağları koparılmak istendiği vakit, yakınlığını koparmamak ve onu devam ettirmektir.”

Biz haklı da olsak, haksızlığa da uğramış olsak, anne ve babamızla ilişkilerimizi koparmayacağız. Eğer uzaktaysak, telefonlaşmaktan çekinmeyeceğiz. Telefon da dâhil her türlü haberleşme araçlarıyla görüşmeye, aramaya, hâl ve hatırlarını sormaya, bir ihtiyaçları varsa elimizden geldiğince ilgilenmeye ve yardımcı olmaya devam edeceğiz; sırf Allah için, yalnız, yalnız ve yalnız Allah için.

Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, dünyayı da isteyen, âhireti de isteyen, annesini ve babasını memnun etmelidir. Çünkü onları memnun ve razı etmek dünyada rızıkta bolluk ve bereket sebebidir; âhirette ise Allah’ın rızasına ermeye ve Cennete girmeye vesiledir. Onları kırmak ve rencide etmek ise, tek kelimeyle,—Allah muhafaza—dünyada ve âhirette hüsran ve felâket demektir! Allah’ın rahmetini ve merhametini isteyen, rahmetin birer hediyesi olan anne ve babasına muhakkak merhametli davranmalıdır.

Zaten biz Allah için yaşamıyor muyuz? Bizim kalbimiz Allah’a dönük değil mi? Bizim muhatabımız bire bir Cenâb-ı Allah değil mi? Anne ve babamızın beşeriyet icabı hatalarını büyütüp onlara saygıda kusur edersek, biz kaybedenlerden oluruz. Onlara duâ edelim. Hallerini ve hatırlarını aramaya-sormaya devam edelim. Onların bize olumlu cevap vermesini beklemeyelim bile. Belki onların da kalbi bize karşı kırıktır! Belki bizim de hatalarımız var! Kendimizi denetliyor muyuz? Kendimizi sorguluyor muyuz? Kendimize çuvaldızı batırıyor muyuz?

Hatamız varsa onların gönlünü almaya ve helâlleşmeye bakacağız; hak dâvâ etmeden! Eğer hakkını helâl etmiyorsa, biz nezaketimizi ve saygımızı asla bozmayacağız. Suçumuz olmasa da, gönlünü almaya, gönlüne girmeye devam edeceğiz. Başarıncaya kadar! Usanmak, geri çekilmek, sabırsızlık göstermek yok! Telefonu yüzümüze kapasalar bile; biz hiç bozulmadan, yeniden açıp; “Anneciğim, babacığım! Ellerinizden öperim. Allah’a emanet olun” diyeceğiz ve telefonu nazikâne kapatacağız. Annemize ve babamıza karşı âdeta melekleşeceğiz.
Allah’ın rızasını kazanmak elbette ucuz değildir. Cenâb-ı Hak, cümlemize rızasına dâhil ameller nasip eylesin. Âmin.

Dipnotlar:
1- Lokman Sûresi, 31/14
2- Câmiü’s-Sağîr, 3/3553
3- Câmiü’s-Sağîr, 2/1456
4- A.g.e., 2/2159
5- Riyâzü’s-Sâlihîn, 318
6- A.g.e., 322
7- Mektûbât, s. 252

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Tek parti devrinde Bediüzzaman’a yapılmış zulumler

Üstad Bediüzzaman’a Öyle zulmettiler ki; vefat ettiği zaman 36 kiloya döşmüştü; ona verilen zehirler, vücudunda elma büyüklüğünde ki UR’DA birikmişti! 

Dünyada en çok zulme uğramış Alimlerden biridir Üstad, çilekeş mazlum, vatan,vatanperver, Kahraman Bediüzzaman. 

Üstad vefat etmeden önce vasiyet olarak cenazasini Molla Abdülhamidin yıkamasını ister. Ancak Ramazan ayının 25 şidir yani Kadir gecesidir. Molla Hamid itikȃfa çekilmiş. Dünya kelami etmemekte, sadece ibadet ve zikirle meşgul olmaktadır… 

   Mollah Abdülhamide Üstadın vasiyeti söylenir haberi söylenir fakat O hiç şaşırmaz. Haberim var der… Haberi getirenler bu sefer şaşırırlar. Peygamber Efendimizin ruhaniyeti yakazaten geldi ve haber verdi ve öleceğini biliyorum der, cenazeyi ben yıkayacağım der…

    Cenazeyi yikayan Molla Abdülhamid 36 kiloya düşmüş bu asrın çilekeş insanının sol kolunun koltuğu altında elma büyüklüğünde siyah bir ur görür. 21 defa zehirlenerek öldürmek istenen Üstadı Allah korumuş ve verilen zehirler elma büyüklüğünde o siya ur’da toplanmışlar.

     Ecel birdir değişmez. Öldürmeyen Allah Öldürmeyecek, elbette vazifeli şahsın vakti gelenekadar koruyacaktır Allah. Üstad ölümden korkmamıştır ve kaçmamıştır.   

       Afyon hapishanesindeyken dışarıda öldürücü kuru soğuğun olduğu gün hücresinin tüm camlarını kırarlar ve donarak ölmesini isterler, sabaha kadar donmamak için hareket eder,Esmaül’hüsna, evradu ezkȃr, zikir çeker, ayni zamanda şiddetli ağrilar çeker… 

Başka bir sefer Emirdağ’da ev hapsinde olduğu sırada bir fili öldürecek kadar zehiri kendisine çaktırmadan, yiyeceği yoğurdun içine karıştırırlar. Üstad fark eder fakat  birasz geç hemen kendine kusturur. ama geç kalmıştır. Tam beş gün ölü gibi yatar, 

 ( Her zaman, daha fazla hücre hapsi çektiği halde bir sefer öteki mahpuslarla karıştırırlar orada Üstadı zehirleyerecekleri belli olmasın diye öteki mahpuslara aşı yaparlar Üstadın kalbine öyle bir zehir verirler ki Üstad kıvranmaya başlar, hileyi gizlemek için çabucak belediye tabibini getirirler, Tabib Tahir Barçin imiş gelip muayeneden sonra doktor der bu zehir iki mandayı öldürürdü. ve Doktor o sebepten hemen Nur talebesi olmuş, belediyeden ayrılmış ve Zeytinbununda muayenesi vardı, kendisi ile çok samimi olarak tanışırdık.)

Evet İnsan oğlunun dayanamayacağı ağrılar Üstad çeker, garip kimsesiz bu insana Kȃfir Ru’sun çektirmediğini çektirirler. Sonra tam ölü sanıldığı sırada: Sevgili Rabbimizin izni ile dipdiri ayağa kalkar…

  Üstad  ölmeden önce konyada Abdülmecid Ağabey ile helallaşmak için onu ziyaret eder, arabadan inmeden, bu esnada ilginç bir keramet daha yaşanır!.. Ölmeye gittiğini biliyordur. Üstad kardeşine son sözleri şöyle olur: Benim yüzümden sana eziyet edecekler, hapsedecekler. Sakın üzülme, orada sana eşinden daha iyi bakacacaklar…

   Üstad kardeşinin üzülmemesi için teselli eder, hemde ölüme giderken… Abdülmecid Ağebey tek Partinin Halk partinin ceberut zalımları tarafından 111 gün sonra gözaltına alınır ve hapsedilir… 

   Evet Üstad 28 sene tarifi mümkün olmayan işkenceleri yaşar onlar üldüremezler. Allah dediği zaman ölür ve bıraktıği eserler 20-30 milyon nufusun kalbinde yaşar. 

   Allahımıza çok şükür Hapishanelerde yazdığı eserleri bugün devlet basiyor. Oğlunun yemin törenine baş örtüsü ile gidemiyen anne bu gün onun kız evlatları her yerde başörtüsü ile bulunabiliyor.

   Şapkayı başına koymayanların idam etme devri geride kaldi. 

   “Ali izzet begovic diyor savaş ölünce değil düşmana benzeyince kayıp olur.” 

   Çanakaleyi fetheden sarıklılar savaşın kazanılma ücretini sarık yerine şapkayı başlarına takmadıklari için idam edilmekle savaşı kazanma ücretini aldılar. Buna benze olumsuzluklarla tek parti devrinde millet yaşadı.

    Bu gün onların temsilcileri milletten oy istiyorlar Allahın izniyle alamayacaklar…

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır 

Çekirdek tohum çiçek ve meyve

EN ÇOK MİSALLERİN ÇİÇEKTEN, ÇEKİRDEKTEN GETİRİLMESİNİN HİKMETİ

        “Sual: Eğer dense: Neden en çok misalleri çiçekten ve çekirdekten ve meyveden getiriyorsun?

        Elcevab: Çünki onlar hem mu’cizat-ı kudretin en antikaları, en hârikaları, en nazeninleridirler. Hem ehl-i tabiat ve ehl-i dalalet ve ehl-i felsefe, onlardaki kalem-i kader ve kudretin yazdığı ince hattı okuyamadıkları için onlarda boğulmuşlar, tabiat bataklığına düşmüşler.” 10.Söz:86

ÇEKİRDEKLER, TOHUMLAR, CÂMİ KÜÇÜCÜK  MU’CİZELERDİR …

         “Hadsiz masnuattan yalnız cüz’î bir misal olarak insan başı içinde bir hardal küçüklüğünde bir yerde yerleştirilen kuvve-i hâfızaya bakıyoruz. Görüyoruz ki: Öyle bir câmi’ kitab belki kütübhane hükmündedir ki, bütün sergüzeşt-i hayatı, içinde karıştırılmaksızın yazılıyor.

        Acaba şu mu’cize-i kudrete hangi sebeb gösterilebilir? Telafif-i dimağiye mi? Basit, şuursuz hüceyrat zerreleri mi? Tesadüf rüzgârları mı? Halbuki o mu’cize-i san’at, öyle bir zâtın san’atı olabilir ki; beşerin haşirde neşredilecek büyük defter-i a’malinden muhasebe vaktinde hatıra getirilecek ve işlediği her fiilleri yazıldığını bildirmek için bir küçük sened istinsah edip, yazıp aklının eline verecek bir Sâni’-i Hakîm’in san’atı olabilir. İşte beşerin kuvve-i hâfızasına misal olarak bütün yumurtaları, çekirdekleri, tohumları kıyas et ve bu câmi’ küçücük mu’cizelere, sair müsebbebatı da kıyas et. Çünki hangi müsebbebe ve masnua baksan, o derece hârika bir san’at var ki, değil onun âdi, basit sebebi, belki bütün esbab toplansa, ona karşı izhar-ı acz edecekler. ” 33.Söz: 679

ÇEKİRDEKLER VE TOHUMLAR, MADDE ÎTİBARİYLE BİR İKEN, MUHTELİF MEVCÛDATA MENŞE’ OLMASI …

        “Hem madem ruh cisme hâkim olduğu gibi; camid maddelerde dahi kaderin yazdığı evamir-i tekviniye, o maddelere hâkimdir. O maddeler, kaderin manevî yazısına göre mevki ve nizam alabilirler. Meselâ: Yumurtaların enva’ında ve nutfelerin aksamında ve çekirdeklerin esnafında ve tohumların ecnasında kaderin ayrı ayrı yazdığı evamir-i tekviniye cihetiyle ayrı ayrı makam ve nur sahibi oluyorlar. Ve o madde itibariyle mahiyetleri (Haşiye-1) bir hükmünde olan o maddeler, hadsiz muhtelif mevcudata menşe’ oluyorlar. Ayrı ayrı makam ve nur sahibi oluyorlar.

(Haşiye-1) Evet bütün onlar bu dört unsurdan mürekkeptir. Müvellid-ül-mâ, müvellid-ül-humuza, azot, karbon gibi ( Hidrojen, Oksijen, Azot,Karbon.)  maddelerden teşkil olunuyorlar. Maddece bir sayılabilirler. Farkları yalnız kaderin manevî yazısındadır. Öyle ise zerreler (Haşiye-2) başıboş değiller.

(Haşiye-2) Şu cevab, yedi “Madem” kelimelerine bakar.” 30.Söz: 556-557

        “Bak bu taşlardaki nakşa, (Haşiye-8) herbirisinde bütün sarayın nakışları var, bütün şehrin tanzimat kanunları var, bütün memleketin teşkilât proğramları var. Demek bu nakışları yapmak, bütün memleketi yapmak kadar hârikadır. Öyle ise herbir nakış, herbir san’at, o gizli zâtın bir ilânnamesidir, bir hâtemidir.

(Haşiye-8): Şecere-i hilkatin meyvesi olan insana ve kendi ağacının proğramını ve fihristesini taşıyan meyveye işarettir. Zira kalem-i kudret, âlemin kitab-ı kebirinde ne yazmış ise, icmalini mahiyet-i insaniyede yazmıştır. Kalem-i kader, dağ gibi bir ağaçta ne yazmış ise, tırnak gibi meyvesinde dahi dercetmiştir. Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki: Bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin?” 22.Söz: 282-283

GÖÇÜP GİDENLERİN, TARİHÇE-İ HAYATININ YAZILMASI

        “Evet şu kâinatı idare eden zât, herşeyi nizam ve mizan içinde muhafaza ediyor. Nizam ve mizan ise; ilim ile hikmet ve irade ile kudretin tezahürüdür. Çünki görüyoruz her masnu’ vücudunda, gayet muntazam ve mevzun yaratılıyor. Hem hayatı müddetince değiştirdiği suretler dahi, birer intizamlı olduğu halde, heyet-i mecmuası da bir intizam tahtındadır. Zira görüyoruz ki; vazifesinin bitmesiyle ömrüne nihayet verilen ve şu âlem-i şehadetten göçüp giden herşeyin Hafîz-i Zülcelal, birçok suretlerini elvah-ı mahfuza hükmünde olan hâfızalarda ve bir türlü misalî âyinelerde hıfzedip, ekser tarihçe-i hayatını çekirdeğinde, neticesinde nakşedip yazıyor. Zâhir ve bâtın âyinelerde ibka ediyor. Meselâ: Beşerin hâfızası, ağacın meyvesi, meyvenin çekirdeği, çiçeğin tohumu, kanun-u hafîziyetin azamet-i ihatasını gösteriyor. Görmüyor musun ki: Koca baharın hep çiçekli, meyveli bütün mevcudatı ve bunların kendilerine göre bütün sahâif-i a’mali ve teşkilâtının kanunları ve suretlerinin timsalleri; mahdud bir miktar tohumcuklar içlerinde yazarak, muhafaza ediliyor. İkinci bir baharda, onlara göre bir muhasebe içinde sahife-i amellerini neşredip, kemal-i intizam ve hikmet ile koca diğer bir bahar âlemini meydana getirmekle; hafîziyetin ne derece kuvvetli ihata ile cereyan ettiğini gösteriyor. Acaba geçici, âdi, bekasız, ehemmiyetsiz şeylerde böyle muhafaza edilirse, âlem-i gaybda, âlem-i âhirette, âlem-i ervahta rububiyet-i âmmede mühim semere veren beşerin amelleri hıfz içinde gözetilmek suretiyle, ehemmiyetle zabtedilmemesi kabil midir? Hâyır ve aslâ! ” 10.Söz: 77

ÇEKİRDEKLER MEYVENİN KALBİ OLUP, AĞACIN  MUKADDERATININ YAZILMASI …

“Evet herbir meyve, bütün ağacın mukadderat-ı hayatı onun kalbi hükmünde olan çekirdeğinde yazılıyor. İnsanın sergüzeşt-i hayatıyla beraber kısmen âlemin hâdisat-ı maziyesi, kuvve-i hâfızasında öyle bir surette yazılıyor ki; güya hardal küçüklüğünde bu kuvvecikte dest-i kudret, kalem-i kaderiyle insanın sahife-i a’malinden küçük bir sened istinsah ederek, insanın eline verip, dimağının cebine koymuş. Tâ, muhasebe vaktinde onunla hatırlatsın. Hem tâ mutmain olsun ki; bu fena ve zeval herc ü mercinde beka için pek çok âyineler var ki, Kadîr-i Hakîm zâillerin hüviyetlerini onlarda tersim edip ibka ediyor. Hem beka için pek çok levhalar var ki, Hafîz-i Alîm fânilerin manalarını onlarda yazıyor. Elhasıl: Madem en basit ve en aşağı derece-i hayat olan nebatat hayatı, bu derece kaderin nizamına tabidir. Elbette en yüksek derece-i hayat olan hayat-ı insaniye, bütün teferruatıyla kaderin mikyasıyla çizilmiştir ve kalemiyle yazılıyor.” 26.Söz : 470

ÇEKİRDEKLERİN KÂF – NUN TEZGÂHINDAN ÇIKAN  LÂTİF SANDUKÇA OLMASI …

        “Şu kâinat kitabının manzum mektubatı ve mevzun âyâtı şehadet eder ki, herşey yazılıdır. Amma vücudundan evvel herşey mukadder ve yazılı olduğuna delil, bütün mebadi ve çekirdekler ve mekadîr ve suretler, birer şahiddir. Zira herbir tohum ve çekirdekler, “Kâf-Nun” tezgâhından çıkan birer latif sandukçadır ki, kaderle tersim edilen bir fihristecik, ona tevdi edilmiştir ki; kudret, o kaderin hendesesine göre zerratı istihdam edip, o tohumcuklar üstünde koca mu’cizat-ı kudreti bina ediyor. Demek bütün ağacın başına gelecek bütün vakıatı ile çekirdeğinde yazılı hükmündedir. Zira tohumlar maddeten basittir, birbirinin aynıdır, maddeten birşey yoktur.      Hem herşeyin miktar-ı muntazaması, kaderi vâzıhan gösterir.” 26.Söz: 469

ÇEKİRDEK VE TOHUMDAKİ ZERRELERİN, DİĞER ZERRELERE SULTAN HÜKMÜNE GEÇMESİ …

         “Zîhayat cisimlerin zerratı içinde çekirdek ve tohumdaki gibi bir kısım zerreler öyle manevî bir nura, bir letafete, bir meziyete mazhar oluyorlar ki; sair zerrelere ve o koca ağaca bir ruh, bir sultan hükmüne geçer. İşte azîm bir ağacın bütün zerratı içinde bir kısım zerrelerin şu mertebeye çıkmaları, o ağacın tabaka-i hayatında çok devirleri ve nazik vazifeleri görmesiyle olduğundan gösteriyor ki: Sâni’-i Hakîm’in emriyle vazife-i fıtrat içinde zerratın enva’-ı harekâtına göre onlara tecelli eden esmanın hesabına ve şerefine olarak birer manevî letafet, birer manevî nur, birer makam, birer manevî ders almalarını gösteriyor.” 30.Söz:555.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır