Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Ey kendini beğenen gafil insan

      Unutma! Bir acı kahvenin 40 yıl hatırı var. Sana bir çay ikram edenin o saygısını senelerce unutmadığın halde. Nasıl olur da seni 1.300.000 çeşit mahlukat çeşitlerinin üstüne çıkaran Allahın sana yaptıkları iyilikleri unutuyorsun. Babanın Menisi-spermi içerisinde 225.000 000 hücre o hücreleri baba annenin karnına atar. O hücreler tek bir tanesi annenin karnında, annenin tek hücresi ile buluşmaları için 7-8 saat annenin karnında o hücrelerden kendine denk gelen hücreyi bulmak için çarpışırlar. nihayet insanın şifresi olan 23 ‘ü annede 23 ‘ü babanda olan o hücreler  birleşince 46 kromozom olan insanın şifresi meydana çıkar.

         Şimdi bu cenin  annenin karnında nasıl gelişiyor düşünmemiz lazım değil mi? Ki bu hücre ancak büyüteçle görünebilir yavaş yavaş 1m.m yok 1 c.m ve ilerlerken vitaminlara ihtiyacı artiyor, ve göbeğinden annesine bağlanıyor. Sonra annesinin vitaminleri ile idare olmaya başlıyor. Hangi safsata tabiat o gözle görünmeyen hücrede bu tarifi mümkün olmayan duygularla azalarla bu cenin teçhiz ediliyor. O kadar ki koskoca dünyamızı saracak kadar kılcal damarlarla donatılıyor. o yavru dünyaya gelir gelmez. Allah biliyor ki ekmek veya sert bir şey yiyemez annesinin göğsünde iki süt çeşmesi koyuyor.   O kadar ki insanın hareketine komuta eden beynine 160.000.000.000 hücre konuluyor ve o hücrelerin her biri vücuttaki hücrelere emir veriyor iki binden başlayıp on bin hücreye kadar o hücrelerden emir geliyor. İnsan seksen ile yüz trilyon hücreden yapılmış bir varlıktır. Saniyede vücudumuzdan 50 milyon hücremiz ölüyor, yerine başkası geliyor. Hiç düşündünüzmü, hangi kıt’ada varmı %20 hanım % 80 erkek? bunun tersi de olmuyor. İlim adamları incelemiş tüm dünyada %50 kadın % 50 erkek. Bu Allahın kudretini bulup inanmak için yeter ve artar.

         Bir ateist’e soruyorum, sizin köyde doğanlar hanım mı doğar erkek mi? Cevaben bana olurmu ya ne kadar erkek o kadar kadın doğuyor diyor. Peki bu dengeyi kim elde tutuyor? ateist bana diyor, su o dengeyi elde tutar. Peki insanlar aynı suyu içmiyor mu? O zaman cevabı kesildi ateistin.  Şimdi dönelim o tarafa o yavru nasıl büyüyor. Evet şefkat kahramanı olan annesi o yavruyu büyütüyor; Zavallı anne, yavrunun ihtiyaçlarını gidermek için  hazır hazır duruyor. Aman yavrumun altı mı ıslandı, yoksa karnımı aç, hiç üzüntü çekmeden anne uykusunu bozar. Yarın öbür gün büyüyünce o bana bakar fikrini taşımadan, yani o yavrudan karşılık beklemeden, anne yavrusunun her ihtiyacına hazır vaziyette durur.

          Allah hiç büyüteçsiz görünmeyen o hücre içerisinde: Ayaklar kollar ayak ve ellerine parmaklar. Parmaklarına menteşeler. Çapayı, baltayı orağı kalemi tutabilmek için elinin büyük parmağını ötekilerden ayırmış. Sonra basit topraktan türlü türlü yiyecekler ona hazırlamış. O Allah zehirli böcek olan arıya bizim için bal yaptırır. Basit topraktan hatsız nimetleri bizim için O Allah yaptırır. Hatta tarlaya hayvanların tezeklerinden oluşan gübreyi atarız Allah onu dezenfekte ederek buğdaya ve diğer yiyecek maddeleri onunla besler ve insanlar onu yedikleri zaman kat’iyyen  hiç kimse onlardan tiksinmez.

Allah gece ve gündüzün  meydana gelmesi için koskoca dünyamızı kendi ekseninde çevirir. Mevsimleri de meydana getirmesi için dünyamızı güneşin etrafında çevirir. Hatta dünyanın her dönüşünde bir yere gelir elips şeklinde olduğu için 17 derece yamılır o şekilde 23 dakika öyle gider. Her zaman oraya gelince aynı şeki alarak geçer. Hatta ilim adamlarına göre güneşin sıcak derecesini kaybetmesi  için her saniye 570 milyon hidrojen bombası patlarmış. Hatta bir saniye ileri veya geri kalmadan 365 günü doldurduğu zaman aynı yere gelir. Evet üstümüzde sayısız gezegenlerden hangi taş düştuğü zaman ve diğer bir sürü faydalarımız için dünyamızın üstüne tavan olarak atmosfer isimli bir gaz tabakası Allah koymuş. Biz acizler yapıp ne yapıp vücudumuza Allah tarafından gönderilen kullanma kılavuzu olan Kur’anı Kerime İtaat etmeliyiz emirlerine uymalıyız. Çünkü Mehmed Akif Ersoy öyle diyor: Kur’an ne mezarlıkta okumak ne de fal bakmak için gönderilmemiştir.

Bu faydalı yazıyı sizinle Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Gizli düşmanlarımız

        Gizli düşmanlar yanlış mana verdirmesin. Yoksa siyasete ve dünya asayişine temas cihetiyle değildir. Hem eski harf ile teksir makinesini bir bahane bulmasınlar. Mustafa Kemal’e karşı Nur’un tokadı ise altı mahkeme ve Ankara makamatı bilmiş, ilişmemişler ve bize beraet verdiler ve Beşinci Şua ile beraber bütün kitablarımızı iade ettiler. Hem onun fenalığını göstermek, ordunun kıymetini muhafaza etmek içindir. Bir şahsı sevmemesi, orduyu muhabbetkârane sena içindir. 14.Ş: 384

        Bazı emarelerle bildim ki, gizli düşmanlarımız Nur’un kıymetini düşürmek fikriyle siyaset manasını hatırlatan mehdilik davasını tevehhüm ile güya Nurlar buna bir âlettir diye çok asılsız bahaneleri araştırıyorlar. Belki benim şahsıma karşı bu işkenceler, bu evhamlarından ileri geliyor. Ben o gizli zalim düşmanlara ve onları aleyhimizde dinleyenlere deriz: Hâşâ! Sümme hâşâ!.. Hiç bir vakit böyle haddimden tecavüz edip iman hakikatlarını şahsiyetime bir makam-ı şan ü şeref kazandırmağa âlet etmediğime bu yetmişbeş, hususan otuz senelik hayatım ve yüzotuz Nur Risaleleri ve benim ile tam arkadaşlık eden binler zâtlar şehadet ederler. 14.Ş: 387

        Ben ve benim gibi dünyadan küsmüş ve yalnız kabrine çalışanlar; elbette bin üçyüzelli senede, ecdadımızın mesleğinde ve Kur’anımızın daire-i terbiyesinde ve her zamanda üçyüzelli milyon mü’minlerin takdis ettiği düsturlarının müsaade ettiği tarzda hayat-ı bâkiyesine çalışmayı terkedip; gizli düşmanlarımızın icbarıyla ve desiseleriyle fâni ve kısacık hayat-ı dünyeviyesi için, sefihane bir medeniyetin ahlâksızcasına belki bir nevi bolşevizmde olduğu gibi vahşiyane kanunlara, düsturlara tarafdar olup onları meslek kabul etmekliğimiz hiç mümkün müdür? 14.Ş: 394

        Nur talebelerini, cem’iyetçilik ve siyasetçilik ile itham etmek; doğrudan doğruya kırk seneden beri İslâmiyet ve iman aleyhinde çalışan gizli bir zendeka komitesi ve bu vatanda anarşiliği yetiştiren bir nevi bolşevizm namına bilerek veya bilmeyerek bizimle bir mücadeledir ki, üç mahkeme cem’iyetçilik cihetinde bütün Nurcuların ve Nur risalelerinin beraetlerine karar vermişler. 14.Ş: 396

        Hücumat-ı Sitte’nin Zeyli başlıklı yazı: “İstikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için şu mahrem zeyl yazılmıştır. Yani; “Tuh o asrın gayretsiz adamlarına” denildiği zaman, yüzümüze tükürükleri gelmemek veyahut silmek için yazılmıştır. Avrupa’nın insaniyetperver maskesi altındaki vahşi reislerinin sağır kulakları çınlasın ve bu vicdansız gaddarları bize musallat eden o zalimlerin görmeyen gözlerine sokulsun. … Kabil-i hitab olmayan öyle vicdansız alçaklara değil, belki milletin mukadderatıyla keyfî istibdad ile oynayan bir kısım firavunmeşreb gizli komitenin başlarına derim ki: Ey ehl-i bid’a ve ilhad! Altı sualime cevab isterim. 14.Ş: 438

        Evet hükûmet-i cumhuriyenin nazar-ı dikkatine arz ediyorum ki; beni bu belaya sevkeden gizli komitenin yaptığı tedabir ve ettiği propaganda ve entrikalar bu hali gösteriyor. Çünki hiç bir hâdisede görülmemiş bir tarzda umumî bir propaganda, bir entrika ve bir dehşet aleyhimize döndüğüne delil şudur ki: Altı aydır yüzbin dostum varken hiçbiri bana bir mektub yazamadı, bir selâm gönderemedi. Hükûmeti iğfale çalışan entrikacıların ihbaratıyla, vilayat-ı şarkıyeden tâ vilayat-ı garbiyeye kadar her yerde istintaklar, taharriyatlar devam ettiğidir. İşte bu entrikacıların çevirdikleri plân, benim gibi binler adamı en ağır cezaya çarpacak bir hâdiseye göre tertib edilmiş. 14.Ş: 457-458

        Gizli düşmanlarım, hem nefsim; şeytanın telkiniyle zaîf bir damarımı arıyorlar ki, beni onunla yakalayıp Nurlara tam ihlas ile hizmetime zarar gelsin. En zaîf damar ve dehşetli mani’, hastalık damarıdır. Hastalığa ehemmiyet verdikçe, hiss-i nefs-i cisim galebe eder; zarurettir, mecburiyet var der, ruh ve kalbi susturur; doktoru müstebid bir hâkim gibi yapar ve tavsiyelerine ve gösterdiği ilâçlara itaate mecbur ediyor. Bu ise fedakârane, ihlasla hizmete zarar verir. Hem gizli düşmanlarım da bu zaîf damarımdan istifadeye çalışmışlar ve çalışıyorlar. Nasılki korku ve tama’ ve şan ü şeref cihetinde çalışıyorlar. Çünki insanın en zaîf damarı olan korku cihetinde bir halt edemediler, i’damlarına beş para vermediğimizi anladılar. E1: 243-244

        Gizli düşmanlarımız hükûmetin ehemmiyetli ve birkaç vazifedarlarını elde edip beni tazyikatla, Menemen ve Şeyh Said hâdisesi gibi bir hâdise çıkarmak için bütün kuvvetiyle en hassas damarlarıma dokunduracak tarzda her desiseyi istimal ettiler. Gördüler ki Eski Said yok, yenisi ise her şeye tahammül ediyor, o plânı sair sû’-i kasdlere ezcümle zehir vermeye tebdil ettiler. Hıfz-ı İlahî onu da akîm bıraktı. Şimdi o münafıklar resmen hükûmetin nüfuzunu, benden halkları ürkütmek ve vazgeçirmek için burada dehşetli bir propaganda ile istimal ediyorlar. Fakat siz hiç telaş etmeyiniz. İnayet-i Rabbaniye devam eder. Gittikçe fütuhat-ı Nuriye tevessü’ ediyor. E1: 147

        Bir plânları da, onların usûlünce hapse müstehak olduğumuz halde hapsimize tarafdar çıkmıyorlar, aman hapse girmesinler diyorlar. Sebebi: Birden Denizli hapsi bir Nur medresesi olmasıyla hem oradan başka hapishanelere gidenler oraları tenvire çalışmaları, gizli düşmanlarımızı bütün bütün şaşırttı, onun için hapisten çıkmamıza onlar da taraftar oldular. Hem adliyeler, Risale-i Nur’un hakkaniyetine karşı bir nevi teslimiyetle istikbalde gelecek olan şiddetli itirazdan çekinmek için çekindiler, keyfî kanunların aleyhimizdeki hükümlerini nazara almadılar. Ve muannid bazı dinsizler, Nur’un hakikatına karşı mağlub olup inadı terkettiler. Gizli düşmanlar da, “Aman hapisten çıksınlar, yoksa hapishaneler Nur medreseleri hükmüne geçecek.” diye üç kısım da müttefikan beraetimize taraftar çıktılar. Bu da inayet-i İlahiyenin Risale-i Nur’a verdiği bir keramettir. E1: 251

        Gençlik Rehberi’nin âhirinde “Nur şakirdleri, hükûmetin müsaadesine binaen, mümkün olduğu kadar Nur dershaneleri açılmak münasibdir” diye bizim gizli düşmanlarımız maarif dairesini aleyhimize çevirmeğe çalışması bir vesile oldu. Şimdiye kadar o düşmanlarımız, desiselerle kaç defa adliye cihetiyle bizi perişan etmek istediler, muvaffak olamadılar, bir şey de çıkaramadılar. Sonra mutaassıb ve enaniyetli ve resmî makamlardaki hocaları aleyhimize sevketmeye çalıştılar, onda da bir şeye muvaffak olamadılar. E1: 287

        Gizli komite beni sıkıştırmakla bir hâdise çıkarmak istiyordular. Bir ecnebi müdahalesi hesabına ve müslümanlar ve vatan zararına, bütün bütün kanunsuz ve keyfî bir tarzda, damarıma şiddetle dokunan ihanetler ve sıkıntılarla tazibleri, onlara dünyada tam zarar, âhirette Cehennem ve sakar; ve bize, dünyada mükemmel sevab ve zafer ve âhirette inşâallah Cennet ve âb-ı kevseri kazandırır. E1: 159

        Şimdiye kadar gizli komiteden, siyaseti dinsizliğe ve zındıkaya âlet edenler, istibdad-ı mutlakla Nurcuları ezdiler. İnşâallah bir sebeb çıkar (Haşiye) o istibdadı kıracak, masum ve mazlum Nurcuları kurtaracak. E1: 160

        Ecnebi menfaati hesabına ve bu millet ve bu vatanın pek büyük zararına çalışan bir gizli komite, bizim beraetimizi bozmak için, her tarafta habbeyi kubbe yaparak bir kısım memurları aleyhime evhamlandırdılar. Bir maksadları; benim sabrım tükensin, artık yeter dedirtsinler. E1: 17

        Çaresiz mecburiyetle serbestiyetini; beraetimizi resmen kabul etmişler. Fakat yine gizli zındıka komitesi, elinden geldiği kadar nazar-ı millette kendilerini lanetten, nefretten bir derece kurtarmak için, kusurlarımızı arıyorlar ve hükûmeti iğfal etmeğe çalışıyorlar. Onun için biz; eskisi gibi ihtiyatımızı elden bırakmamalıyız. E1: 50

        Madem iki sene tedkikattan sonra üç mahkeme kitab ve mektublarımızı bilâistisna bize iade etmiş, biz de dünya siyasetiyle alâkadar olmadığımız onlarca tahakkuk etmiş, daha ne arayabilirler? Olsa olsa hususî, belki kıskançlık eseri veyahut garaz veyahut gizli zındıkların tahrikiyle böyle bazı kanunsuzluklar kanun namına yapılıyor. Bu hallere mukabil, tam metanet ve tesanüd ve sarsılmamak ve telaş etmemek lâzımdır. E1: 81

        Şimdiye kadar Gizli münafıklar, Risale-i Nur’a kanunla, adliye ile ve asayiş ve idare noktasından hükûmetin bazı erkânını iğfal edip tecavüz ediyorlardı. Biz müsbet hareket ettiğimiz için, mecburiyet olduğu zaman tedafüî vaziyetinde idik. Şimdi plânları akîm kaldı. Bilakis tecavüzleri Risale-i Nur’un dairesini genişlettirdi. Bu defa yeni hurufla Asâ-yı Musa’yı tab’etmek niyetimiz, ihtiyarımız olmadığı halde, tecavüz vaziyeti Risale-i Nur’a veriliyor gibidir. E1: 102

        Gizli münafıklar aleyhimizde büyük makamlarda olanların bir kısmını istimal ederek resmî bir tarzda şiddetli propaganda etmelerinden, bütün resmî memurlar ürkmeye ve çekinmeye mecbur olmuşlar. Onlar içinde dahi enaniyetli ve evhamlı ve bid’aları kabul eden hocalar, daha ziyade çekinmeye başlamışlar, kendilerine bir özür, bir bahane aramışlar.E1: 164

        Gizli münafıklar nasılki bir kısım hocaları bütün bütün manasız ve haksız bir tarzda, ehl-i medresenin ve hocaların hakikî malı olan Risale-i Nur aleyhinde istimal ettikleri gibi; bazı felsefecilerin enaniyet-i ilmiyelerini tahrik edip, Nurlar aleyhinde istimal etmek ihtimaline binaen, bu hakikatı Asâ-yı Musa ve Zülfikar mecmualarının başında yazılsa münasib olur. E1: 182

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Üstadın vefatından önce yazılanlardan

Kırk sene evvel bir başkumandan beni bir parça dünyaya alıştırmak için bazı kumandanları, hattâ hocaları benim yanıma gönderdi. Onlar dediler: “Biz şimdi mecburuz. 

اِنَّالضَّرُورَاتِتُبِيحُالْمَحْظُورَاتِ  (İnnezzarurattübiihulmahzurat) kaidesiyle Avrupa’nın bazı usûllerini, medeniyetin icablarını taklide mecburuz.” dediler. 

Ben de dedim: “Çok aldanmışsınız. Zaruret sû-i ihtiyardan gelse kat’iyen doğru değildir, haramı helâl etmez. Sû-i ihtiyardan gelmezse yani zaruret haram yoluyla olmamış ise zararı yok. Mesela, bir adam sû-i ihtiyarı ile haram bir tarzda kendini sarhoş etse ve sarhoşlukla bir cinayet yapsa; hüküm aleyhine cari olur, mazur sayılmaz, ceza görür. Çünkü sû-i ihtiyarı ile bu zaruret meydana gelmiştir. Fakat bir meczup çocuk cezbe halinde birisini vursa mazurdur, ceza görmez. Çünkü ihtiyarı dâhilinde değildir.” 

İşte, ben o kumandana ve hocalara dedim: Ekmek yemek, yaşamak gibi zarurî ihtiyaçlar haricinde başka hangi zaruret var? Sû-i ihtiyardan, gayr-ı meşru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler, haramı helâl etmeye medar olamazlar. Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryaki olmuş ise mutlak zaruret olmadığı ve sû-i ihtiyardan geldiği için haramı helâl etmeye sebep olamaz. Kanun-u beşerî de bu noktaları nazara almış ki ihtiyar haricinde zaruret-i kat’iye ile sû-i ihtiyardan neş’et eden hükümleri ayırmıştır. Kanun-u İlahîde ise daha esaslı ve muhkem bir şekilde bu esaslar tefrik edilmiş.

Bununla beraber zamanın ilcaatı ile zaruretler ortalıkta zannederek bazı hocaların bid’alara taraftarlığından dolayı onlara hücum etmeyiniz. Bilmeyerek “zaruret var” zannıyla hareket eden o bîçarelere vurmayınız. Onun için kuvvetimizi dâhilde sarf etmiyoruz. Bîçare, zaruret derecesine girmiş, bize muhalif olanlardan hoca da olsa onlara ilişmeyiniz. Ben tek başımla daha evvel aleyhimdeki o kadar muarızlara karşı dayandığım, zerre kadar fütur getirmediğim, o hizmet-i imaniyede muvaffak olduğum halde; şimdi milyonlar Nur Talebesi olduğu halde, yine müsbet hareket etmekle onların bütün tahkiratlarına, zulümlerine tahammül ediyorum.

Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakitte onlara yardımcı olarak çalışıyoruz. Asayişi muhafazaya müsbet bir şekilde yardım ediyoruz. İşte bu gibi hakikatler itibarıyla, bize zulüm de etseler hoş görmeliyiz.

Risale-i Nur’un neşri her tarafta kanaat-i tamme verdi ki Demokratlar dine taraftardırlar. Şimdi bir risaleye ilişmek; vatan, millet maslahatına tamamen zıttır.

Bir mahrem risale vardı ki o mahrem risalenin neşrini menetmiştim. “Öldükten sonra neşrolunsun” demiştim. Sonra mahkemeler alıp okudular, tetkik ettiler; sonra beraet verdiler. Mahkeme-i Temyiz, o beraeti tasdik etti. Ben de bunu dâhilde asayişi temin için ve yüzde doksan beş masuma zarar gelmemesi için neşredenlere izin verdim. “Said, meşveretle neşredebilir.” dedim.

Üçüncü Mesele: Şimdi küfr-ü mutlak, öyle cehennem-i manevî neşrine çalışıyor ki kâinatta hiçbir kâfir ona yanaşmamak lâzım geliyor. Kur’an’ın “Rahmetenli’l-âlemîn” olduğunun bir sırrı budur ki: Nasıl Müslümanlara rahmettir; âhirete iman, Allah’a iman ihtimalini vermesiyle de bütün dinsizlere ve bütün âleme ve nev-i beşere rahmet olmasına bir nükte, bir işarettir ki o manevî cehennemden dünyada da onları bir derece kurtarmış. Halbuki şimdi fen ve felsefenin dalalet kısmı; yani Kur’an’la barışmayan, yoldan çıkmış, Kur’an’a muhalefet eden kısmı, küfr-ü mutlakı komünistler tarzında neşre başladılar. Komünistlik perdesinde anarşistliği netice verecek bir surette münafıklar, zındıklar vasıtasıyla ve bazı müfrit dinsiz siyasetçiler vasıtasıyla neşir ile aşılanmaya başlandığı için; şimdiki hayat, dinsiz olarak kabil değildir, yaşamaz. “Dinsiz bir millet yaşamaz” hükmü bu noktaya işarettir. Küfr-ü mutlak olduğu zaman, hakikat-i halde yaşanmaz. 

Onun için Kur’an-ı Hakîm, bu asırda bir mu’cize-i maneviyesi olarak Risale-i Nur şakirdlerine bu dersi vermiş ki küfr-ü mutlaka, anarşistliğe karşı set çeksin. Hem çekmiş. Evet, Çin’i hem yarı Avrupa’yı ve Balkanları istila eden bu cereyana karşı bizi muhafaza eden Kur’an-ı Hakîm’in bu dersidir ki o hücuma karşı set çekmiş, bu suretle o tehlikeye karşı çare bulmuştur.

Demek bir Müslüman mümkün değil, başka bir dine girip ya Hristiyan ve Yahudi, hususan Bolşevik gibi olmak… Çünkü bir İsevî Müslüman olsa İsa aleyhisselâmı daha ziyade sever. Bir Musevî Müslüman olsa Musa aleyhisselâmı daha ziyade sever. Paylaşan: Abdülkadir Haktanır.

Dünya gafillerin maşukasıdır

“İhtiyarlığın alâmeti olan beyaz kıllar saçıma düştüğü bir zamanda, gençliğin derin uykusunu daha ziyade kalınlaştıran Harb-i Umumî’nin dağdağaları ve esaretimin keşmekeşlikleri ve sonra İstanbul’a geldiğim vakit; ehemmiyetli bir şan ü şeref vaziyeti, hattâ Halifeden, Şeyhülislâmdan, Başkumandandan tut, tâ medrese talebelerine kadar haddimden çok ziyade bir hüsn-ü teveccüh ve iltifat gösterdikleri cihetle, gençlik sarhoşluğu ve o vaziyetin verdiği halet-i ruhiye, o uykuyu o derece kalınlaştırmıştı ki; âdeta dünyayı daimî, kendimi de lâyemutane dünyaya yapışmış bir vaziyet-i acibede görüyordum.

        İşte o zamanda, İstanbul’un Bayezid câmi-i mübarekine, Ramazan-ı Şerifte, ihlaslı hâfızları dinlemeye gittim. Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, semavî yüksek hitabıyla beşerin fenasını ve zîhayatın vefatını haber veren gayet kuvvetli bir surette  fermanını, hâfızların lisanıyla ilân etti. Kulağıma girip, tâ kalbimin içine yerleşip, o pek kalın gaflet ve uyku ve sarhoşluk tabakalarını parça parça etti. Câmiden çıktım. Daha çoktan beri başımda yerleşen o eski uykunun sersemliğiyle birkaç gün başımda bir fırtına, dumanlı bir ateş ve pusulasını şaşırmış gemi gibi kendimi gördüm. Aynada saçıma baktıkça, beyaz kıllar bana diyorlar: “Dikkat et!” İşte o beyaz kılların ihtarıyla vaziyet tavazzuh etti. Baktım ki; çok güvendiğim ve ezvakına meftun olduğum gençlik elveda diyor ve muhabbetiyle pek çok alâkadar olduğum hayat-ı dünyeviye sönmeye başlıyor ve pek çok alâkadar ve âdeta âşık olduğum dünya, bana “Uğurlar olsun” deyip, misafirhaneden gideceğimi ihtar ediyor. Kendisi de “Allah’a ısmarladık” deyip, o da gitmeye hazırlanıyor. Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan: “Nev-i insanî bir nefistir, dirilmek üzere ölecek. Ve Küre-i Arz dahi bir nefistir, bâki bir surete girmek için o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir, âhiret suretine girmek için o da ölecek!” manası, âyetin işaretinden kalbe açılıyordu. İşte bu halette vaziyetime baktım ki; medar-ı ezvak olan gençlik gidiyor, menşe-i ahzan olan ihtiyarlık yerine geliyor. Ve gayet parlak ve nuranî hayat gidiyor; zâhirî karanlıklı dehşetli ölüm, yerine gelmeye hazırlanıyor. Ve o çok sevimli ve daimî zannedilen ve gafillerin maşukası olan dünya, pek sür’atle zevale kavuşuyor gördüm. Kendi kendimi aldatmak ve yine başımı gaflete sokmak için, İstanbul’da haddimden çok fazla gördüğüm makam-ı içtimaînin ezvakına baktım, hiçbir faidesi olmadı.” (26.lem’a:231)

ENE GAFLET VE İSYAN İLE ÖYLE KALINLAŞIR Kİ, SAHİBİNİ YUTAR

“Ene, haddizâtında bir hava, bir buhar gibi iken, verilen ehemmiyete göre mâyi haline gelir. Sonra ülfetle kalınlaşır. Sonra gaflet ve isyan ile öyle kalınlaşır ki, sahibini yutar. Halkı, esbabı da kendisine kıyas ederek Hâlık’ın evamirine mübarezeye başlar. Küçük âlemde yani insanda ene, büyük insanda yani kâinatta tabiata benziyor. İkisi de tagutlardandır.” (Mesnevi:201)

NEFS-İ İNSANİYE GAFLETLE KENDİSİNİ UNUTTURUYOR

“Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zaîf ve zevale maruz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Âdeta polattan bir vücudu var gibi, lâyemûtane kendini ebedî tahayyül eder gibi dünyaya saldırır. Şedid bir hırs ve tama’ ile ve şiddetli alâka ve muhabbet ile dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemal-i şefkatle terbiye eden Hâlıkını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmez; ahlâk-ı seyyie içinde yuvarlanır. .” (Mektubat:400)

ORUÇ, EN GAFİLLERE VE MÜTEMERRİDLERE, ACZİNİ VE FAKRINI İHSAS EDER

“İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç; en gafillere ve mütemerridlere, za’fını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor. Midesindeki ihtiyacını anlar. Zaîf vücudu, ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemal-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlahiyeye ilticaa bir arzu hisseder ve bir şükr-ü manevî eliyle rahmet kapısını çalmağa hazırlanır. Eğer gaflet kalbini bozmamış ise..” (Mektubat:401)

GAFİLE GÖRE RIZKIN ÂKİBETİ, MUVAKKAT BİR LEZZETTEN  SONRA FÜZÛLATTIR

“İnsan-ı gafil, küfran-ı nimet ile ne derece hasarete düştüğünü, çok cihetlerden yalnız bir vechini söyleyeceğiz. Şöyle ki: Lezzetli bir nimeti insan yese, eğer şükür etse; o yediği nimet o şükür vasıtasıyla bir nur olur, uhrevî bir meyve-i Cennet olur. Verdiği lezzet ile, Cenab-ı Hakk’ın iltifat-ı rahmetinin eseri olduğunu düşünmekle, büyük ve daimî bir lezzet ve zevk veriyor. Bu gibi manevî lübleri ve hülâsaları ve manevî maddeleri ulvî makamlara gönderip, maddî ve tüflî (posa) ve kışrî, yani vazifesini bitiren ve lüzumsuz kalan maddeleri füzulât olup aslına, yani anasıra inkılab etmeğe gidiyor. Eğer şükür etmezse; o muvakkat lezzet, zeval ile bir elem ve teessüf bırakır ve kendisi dahi kazurat olur. Elmas mahiyetindeki nimet, kömüre kalbolur. Şükür ile, zâil rızıklar; daimî lezzetler, bâki meyveler verir. Şükürsüz nimet, en güzel bir suretten, çirkin bir surete döner. Çünki o gafile göre rızkın akibeti, muvakkat bir lezzetten sonra füzulâttır.” (Mektubat:366)

ECEL İNSANI GAFLET İÇİNDE YAKALASA EBEDÎ HAYATINA ÇOK ZARAR VERİR

“Madem ecel vakti muayyen değil; Cenab-ı Hak, insanı yeis-i mutlak ve gaflet-i mutlaktan kurtarmak için, havf u reca ortasında ve hem dünya ve hem âhireti muhafaza etmek noktasında tutmak için, hikmetiyle eceli gizlemiş. Madem her vakit ecel gelebilir; eğer insanı gaflet içinde yakalasa, ebedî hayatına çok zarar verebilir. Hastalık gafleti dağıtır, âhireti düşündürür, ölümü tahattur ettirir, öylece hazırlanır. Bazı öyle bir kazancı olur ki; yirmi senede kazanamadığı bir mertebeyi yirmi günde kazanıyor.” (LEM’ALAR:212)

                                                                                                                                                                          

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Mezardakilerin pişman oldukları şeyler için dünyadakiler birbirlerini yiyorlar!

Bir anda uykudan kalktım çok ilginç bir ışık gördüm ama odanın ışığı kapalıydı bir baktım saat 3:30 gece facir vakti peki gördüğüm bu kadar ışık nerden birden şaşırıp kaldım baktım ki elimin yarısı duvarın içinde hemen elimi çıkardım korku içinde oturup elime bakıyordum tekrar elimi duvara doğru uzattım yine elim duvarın içine giriyordu!!!!!!!!

Bir gülümseme sesi duydum. Yüzümü misafirimiz olan birine çevirdim.

Korku içinde yatağımdan kalkıp, öteki odada uyuyan annemi uyandırmaya gittim ama cevap vermedi cevap vermesini istiyorum ama Orada yatan kız kardeşimde vardı fakat, kimse cevap vermiyordu. Karşımda bir melek vardı bana cevap vermiyordu.

Bismillahirrahmanirrahim diyordu ve tekrarlıyordu.

O melek annemin odasına girdi, kalk kalk bir bak oğluna dedi annem şimdi zamanımı bırak uyuyayım yarın ola hayrola dedi onun israrı üzere annem kalkıverdi şaşkınlık içerisinde  odamıza doğru geldiler. Başladım bağırmaya, anne,  cevap vermiyordu!!!

O melek annemin elbisesini çekiyor beni dinlemesini istiyordum ama annem beni hissetmiyordu!!!

Başladım annemin arkasından yürümeye odamıza girdi ve ışıkları açıverdi, ama benim için fark etmiyordu çünkü benim için her taraf ışıktı.

tam o sırada çok ilginç bir şeyle karşılaştım kendi vücüdumu  gördüm!!! Evet kendi vücudumu oturup kendi kendimi seyrediyordum, iki taneydim kendi kendime soruyordum kimdir bu acaba? Nasılda bana benziyor!!! Başladım kendi kendimi uyandırmaya, bu kabustan kurtulayım diye. Ama uyanamadım

Annem dedi ki bak yatıyorlar işte hadi yerimize gidelim, ama yinede annem sakin olamadı ve benim uyuduğum yatağa doğru gelerek beni uyandırmaya başladı kalk Abdülkadir kalk bana cevap ver ama cevap veremiyordum!!! Bir kaç defa uğraştı ama cevap yok. Birden baktım ki annemin gözlerinden yaşlar dökülüyor.

O annem ki şimdiye kadar, daha önce onun göz yaşlarını görememiştim. bağrışmalar başladı oracık yerden. annemin odasında olan kız  kardeşim uyandı ve sordu ne oldu? Annem ona bağırarak, abin ölmüş çok acıklı bir şekilde ağlıyordu bağırmalar fazlalaştı ben anneme giderek, anne ağlama ben buradayım bak bana!!

Ama kimse bana cevap vermiyordu,neden? Oturup bağırmaya başladım, buradayım bakın işte ama kimse cevap vermiyordu, başladım bağırmaya ya Rabbi, ya Rabbi ne olur
beni bu rüyadan ve olduğum durumdan kurtar.

Uzaktan bir ses duydum ve geldikçede yükseliyordu. Bu ses Allah’u taalenin bir ayeti idi

“Andolsun sen bundan gaflette idin, derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir.” Birden iki kişi beni tuttular, ama insan değillerdi.Çok korktum!! Başladım bağırmaya, bırakın beni, siz kimsiniz? Ne istiyorsunuz? Kabre kadar senin gardiyanlarınız dediler. Ben ölmedim, daha yaşıyorum dedim, neden beni kabre götürüyorsunuz? bırakın beni!!

Ben hissediyorum, konuşuyorum ve görüyorum, ben ölmedim. Bana gülümseyerek cevap verdiler.

Dediler ki: Ey insanlar sizler çok ilginç yaratılmışsınız, sanıyorsunuz ki ölüm hayatın sonudur ama bilmiyorsunuz ki asıl olan sizin yaşadığınız hayat bir rüyadan ibaret alıp ancak öldüğünüz zaman uyanıyorsunuz. Beni kabre doğru çekiyorlardı hala yoldayken baktım ki benim gibi insanlar ve yanlarında da aynı o iki yaratıktan var, kimi ağlıyor kimi gülüyor ve kimi ise bağırıyordu. Onlara sordum neden böyle yapıyorlar? dediler ki, bu insanlar şaşkınlık içerisindeler, nereye gittiklerini biliyorlar, kimisi dalalettedir..

Korku içinde sözlerini keserek sordum: Ateşe gidiyorlar mi yani? Evet dediler, konuşmalarına devam ederek, o gülenler ise cennete gidiyorlar. Hemen sordum onlara, peki ben nereye gidecem??

Dediler ki, sen iyiye doğru gidiyorsun, ama kendini asla beğenmeyeceksin ki kurtuluşa eresin. Onların sözlerini korku içerisinde keserek sordum: Yoksa? Onlarda, Allahın rahmeti geniştir ve yolculukta uzundur dediler, yüzümü çevirdim korku içerisinde baktım ȃilem, , amcam,   ve akrabalarım hepsi bir sandık içinde beni taşıyorlardı. Onlara koşarak gittim ve onlara dedim ki benim için dua edin lütfen.

Ama kimse bana cevap vermiyordu kimi ağlıyordu kimi ise hüzünlüydü

Ben  kız kardeşime giderek, dikkatli ol dünyanın fitnesi seni kandırmasın. Beni duymasını çok isterdim 

O iki melek beni kabirdeki cesedimin üzerine bağladılar baktım ki akrabalarım üzerime toprak atıyorlar.

Ordaki insanlar hepsi üzerime toprak atıyordu

 dedim ki, ahh keşke onların yerinde olsaydım Allaha tevbe etseydim, bilemiyorum belki de günahlarım var.

Keşke her gün Rabbime çok dua etseydim.

Keşke her gün tevbemi yenileseydim.

Keşke kötülüklerden uzak dursaydım.

Başladım bağırmaya, ey insanlar dikkatli olun dünya hayatı sizleri kandırmasın en azından birisinin beni duymasını çok isterdim.

(Sonra büyük bir cemaat içinde kendimi gördüm, baktım içlerinde Üstad Bediüzzaman Hazretleri var. O anda Namaz kılmaya kalktılar. Üstadımız imam çıkarken beni görmek için ayaklarını parmakları üzere kalktı ve bana: Hadi kamet et deni ve uyandım!!!

Bu mühim hatırayı sizinle paylaşan: Abdülkadir Haktanır