Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Peygamberimizin Hz. Hatice ile Evlenmesi

Hz. Hatice, Kâinatın Efendisini çocukluğundan beri tanıyordu. Ticaret mallarının başında Şam’a göndermesi ise, onu daha da yakından tanımasına vesile olmuştu.

Dul olan Hz. Hatice, o sırada Kureyş kadınları arasında asâlet, şeref ve zenginlik bakımından üstün mevkie sahip bulunuyordu. Aynı zamanda Cenab-ı Hak, pek az kadına nasip olacak bir güzelliği de kendisine ihsan etmişti.

O âna kadar kabilesinden birçok kimse evlenmek için kapısını çalmış ise de o bunların hiçbirini kabul etmemişti.1 Âdeta evlenmeyi düşünmüyor gibiydi.

Ne var ki, kader şimdi karşısına bambaşka bir şahsiyet çıkarmıştı. Ruhundaki güzellikler yüzüne aksetmiş, gönlündeki sevgi sîmâsında tebessüme dönüşmüş, zihnindeki derin düşünce dışarıya ciddiyet ve samimiyet şeklinde tezahür etmiş müstesna bir insan.

Daha önce bütün Kureyş büyüklerinin evlenme teklifini reddeden ve âdeta evlenmek fikrini zihninden atmış bulunan Hz. Hatice, bu eşsiz insanla daha yakından tanışınca, bu fikrinden vazgeçti. İlahî kader, bu iki insanın kalbini birbirine ısındırmayı takdir etmişti.

Hz. Hatice’den Gelen Teklif

Evlenme teklifi, bizzat Hz. Hatice’den geldi. İffeti ve namusunu koruması sebebiyle Cahiliye Devrinde bile tertemiz kadın mânâsına gelen “tâhire” lâkabıyla anılan Hz. Hatice’den.
Teklifi getiren Hz. Hatice’nin yakın arkadaşı Münye kızı Nefise ile Peygamberimiz (s.a.v.) arasında şu konuşma geçti:

“Ey Muhammed, seni evlenmekten alıkoyan şey nedir?”
“Elimde evlenecek kadar param yok.”
“Eğer bu temîn edilse ve sen, mala, güzelliğe, şeref ve denkliğe dâvet edilsen icâbet eder misin?”
“Kimdir bu?”
“Hüveylid’in kızı Hatice.”
“Ama, bu nasıl olabilir?”
“Orasını ben bilirim.”
“O hâlde, ben de kabul ediyorum.”2

Nefise, sevinç içinde Kâinatın Efendisi ile konuştuklarını gelip Hz. Hatice’ye iletti. Hz. Hatice’nin sonsuz memnuniyeti, yüzündeki tebessümlerden okunuyordu. Nefise’yle birlikte sevinç ve memnuniyetlerini yaşadıktan sonra, Peygamberimiz (s.a.v.)’e şu haberi gönderdi:

“Ey amcam oğlu! Sen, benim akrabam olduğun3, kavmim içinde şerefli, güvenilir kimse, güzel huylu, doğru sözlü bulunduğun için seninle evlenmeyi arzu ediyorum.”4

Teklifi alan Efendimiz, durumu amcası Ebû Tâlib’e bildirdi. Ebû Tâlib teklifi tahkik etti. Hz. Hatice’nin böyle bir evliliği istediğini bizzat kendisinden öğrendi.

Düğün Merasimi

Düğün merasiminin tarihi bizzat Hz. Hatice tarafından tesbit edildi. Merasim de onun evinde yapılacaktı.

Tesbit edilen tarihte Peygamberimiz (s.a.v.) amcaları, halaları ve Haşimoğullarının ileri gelenlerinden bazıları ile birlikte Hz. Hatice’nin evine geldi.

Güzel bir düğün merasimi için gereken her şey bizzat Hz. Hatice tarafından temin edilmişti. Koyunlar kesilmiş, yemekler hazırlanmıştı.

Yemekler yendikten sonra, âdet olduğu üzere sıra iki taraf büyüklerinin konuşmasına geldi. Hz. Hatice’nin babası Ficar Harbinde ölmüştü. Bu sebeple onu temsilen merasime, amcası Amr bin Esed katılmıştı.

Geleneğe göre ilk konuşmayı yapmak üzere Ebû Tâlib ayağa kalktı ve şöyle dedi:

“Allah’a hamdolsun ki bizi, İbrahim’in zürriyetinden, İsmail’in sulbünden, Maad’ın madeninden, Mudar’ın aslından yarattı. Bundan sonra asıl maksada gelir ve derim ki: Kardeşimin oğlu Muhammed bin Abdullah ki, akrabanız olduğu malûmunuzdur. Onunla Kureyş’ten hiçbir genç tartılamaz, ölçülemez. Şeref ve asâletçe, akıl ve faziletçe onların hepsinden üstün gelir.”

“Gerçi malı azdır, fakat mal dediğin nedir ki? Geçici bir gölge, bir perde, alınır verilir iğreti bir şey. Allah’a yemin ederim ki, bundan sonra onun mertebesi daha da büyüyecek, daha da yükselecektir.”

“Şimdi o, sizden kızınız Hatice’yi istemekte, mehir olarak da yirmi erkek deve vermeyi taahhüd etmektedir.”

Ebû Tâlib konuşmasını bitirince de Hz. Hatice’nin amcasıoğlu Varaka bin Nevfel ayağa kalktı. O da şöyle konuştu:

“Allah’a hamdolsun ki, bizi de anlattığın gibi yarattı. Saydıklarından daha fazlasıyla bize üstünlük verdi. Biz de sizinle hısımlık kurmak ve şereflenmek istiyoruz. Ey Kureyş topluluğu! Şâhid olunuz ki, ben Huveylid’in kızı Hatice’yi şu kadar mehirle Muhammed bin Abdullah’ın oğluyla evlendirdim.”

Varaka bin Nevfel, konuşmasını bitirdikten sonra Ebû Tâlip, Hz. Hatice’nin amcası Amr bin Esed’in de muvafakatını istedi. Amr da ayağa kalkarak,

“Ey Kureyş topluluğu, şahid olunuz ki, ben de Muhammed bin Abdullah’a Hüveylid’in kızı Hatice’yi nikâhladım.” dedi.

Böylece Kâinatın Serveri Efendimiz ile Kureyş kadınlarının nesep, şeref ve zenginlik bakımından en üstünü bulunan Hüveylid’in kızı Hz. Hatice-i Kübrâ nikâhlanmış oldular. O sırada Resul-i Ekrem Efendimiz 25, Hz. Hatice ise 40 yaşlarında bulunuyorlardı. Evlilikleri Milâdi tarihle 595 yılına rastlıyordu. Yâni, Efendimizin nübüvvetinden 15 yıl önce.

Bundan sonra Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Resul-i Ekrem Efendimiz, muhtereme hanımını alarak Ebû Tâlib’in evine geldi. Burada iki deve kestirerek halka ziyâfet verdi.
Ebû Tâlip de bu mes’ud hâdisenin hatırı için develer kestirdi ve halka yemekler yedirdi. Sonra da Peygamber Efendimiz ile (a.s.m.) ailesini evine davet etti.”

Onları karşılamaya çıktığında sevinç gözyaşları arasında, “Hamdolsun Allah’a ki, bizden bütün üzüntüleri yok etti.” diyor, Allah’a hamdediyordu.

Efendimiz ile ona ilk hanım olma şerefini kazanmış bulunan Hz. Hatice, Ebû Tâlib’in evinde ancak birkaç gün kaldılar. Sonra tekrar Hz. Hatice’nin evine döndüler. Artık mes’ud hayatlarını burada geçireceklerdi.

Kâinatın Efendisi Peygamberimiz, kendisine “Hatice-i Kübrâ” dediği bu tâhire kadın hayatta olduğu müddetçe bir başka kadınla evlenmedi.5 Her türlü teselliyi ve en parlak saâdeti bu huzurlu evde buldu.

Peygamber Efendimize, babasından miras olarak pek bir şey kalmamıştı. Uzun zamandır himâyesinde bulunduğu Ebû Tâlip ise fakru zaruret içindeydi. Bu bakımdan, Hz. Hatice ile evleninceye kadar binbir meşakkat ve zahmet içinde hayat sürmüştü.

Hz. Hatice ile evlendikten sonra, onun servetini ticarette kullandı ve bir derece genişliğe kavuştu. Fakat hanımı bol servet sahibi iken o, yine israfa, gösteriş ve lükse kaçmadı. Daha önceki mütevazi ve sade hayatına yakın bir yaşayışı devam ettirdi. Üstelik dünya malına da kalbinde yer vermiyordu. Onun o yüce ruhunu bambaşka ulvi ve kudsî duygular kuşatmıştı. Dünya ve içindekilerin muhabbeti o ulvî duyguları söküp atmaya hiçbir zaman muktedir olamıyordu.

Daha sonra Hz. Hatice-i Kübrâ`dan, Resul-i Ekrem Efendimizin, sırasıyla Kasım, Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Abdullah (Tayyib-Tahir) adında altı çocuğu oldu.6

Bu mes`ud âile yuvasında Kâinatın Efendisi ile Hz. Hatice en ulvî duygularla kaynaşmışlardı. Âile yuvasında hâkim olan karşılıklı emniyet, samimi hürmet ve muhabbetti. Hz. Hatice, Kâinatın Efendisi kocasından on beş yaş büyük olmasına rağmen, yüce şahsiyetinden dolayı kendilerine karşı son derece nazik, duygulu ve itinalı davranıyordu.

Peygamber Efendimizin şerefli hanımına karşı muhabbeti de fazlaydı. Öyle ki, vefatından sonra bile hiçbir vakit muhabbetini kalbinden atmadı, gönlünün en mûtenâ köşesinde ebedî beraberliğe kadar sakladı.

Resul-i Ekrem Efendimiz, Hz. Hatice`nin keremkârlığını, hayırseverliğini ve kendisine yaptığı büyük yardımı her zaman yâd ederdi. Bu yâd ediş, Hz. Âişe Validemize,

“Hatice-i Kübrâ`dan başka, Nebiyy-i Ekremin zevcelerinden hiçbirini kıskanmadım.”7

dedirtecek ve onun kıskançlık damarını tahrik edecek kadar fazla idi.

Nasıl yâd etmezdi ki? Çocuklarından biri hariç diğerlerinin annesi o idi. Herkes ona düşman iken, ona dost elini uzatan o idi. Her türlü ıztırap ve sıkıntı karşısında kendisini teselli eden o idi. Herkesin ona arka çevirdiği bir zamanda yanıbaşından ayrılmayan o idi.

Elbette, böylesine yüksek duygu ve meziyetler sahibi zevcesini, Peygamber Efendimiz hiçbir zaman unutmayacak ve onu her zaman hayırla yâd edecekti.

Bu çok makbul kısayı sizinle paylaşan: Abdülkadir HAKTANIR

Bu Tarzı Hayat Türkiye De Yaşandı!

Beş yüz yıl, yirmi beş milyon km ye. örnek idik,

Sonra düşmanlar bizi yaptılar didik didik.

Dış düşmanlar savaşta bize mağlup olurken;

Sonra iç düşmanlarımız bize çaktılar diken.

 

İç ve dış düşmanlar birleşerek vurdular;

Bu fakir millete haksız kan kusturdular.

O hale düştü millet, ekmek yok ot yediler;

Zavallılara Allah yok tabiat var dediler.

 

Halk köle olmuştu korkardı Hak demeye;

Suçsuz ȋdam ederdiler ufak bahanelerle.

İskilipli Hoca kanun çıkmada kitap yazar;

Senmisin dine taraf çıkan tutup asarlar.

 

Hüküm masonların elinde Müslüman korkar;

Mezardan çıkarıp tekrar idam edilen var.

Katillerin eliyle kıyılırdı vatandaşa,

Zerre kakar suçsuz olan bulaşırdı kanlara.

 

Senelerce durmazdı anaların göz yaşı;

Mazlum kanına kokardı birçok mezar taşı.

Çok türlü zülüm yapılırdı suçu olmayanlara;

Batı, alkış tutardı, bu alçak oyunlara.

 

Okulları sarmıştı masonluk tuzakları;

Saf yürekli Müslüman görmezdi uzakları.

Saplamıştı mahkemeye paralel ihanet;

Olur olmaz yerlere yayılmıştı bu lanet.

 

Uyumaya dalmıştı vatanın ȃlimleri;

Rahatça kol gezerdi,İmamın zȃlımları.

Bu paralel fitnenin eşi benzeri yoktu,

Kim bilir kaç bin kişi ayni delikten soktu.

 

Hiç kızarmazdı yüzü katilin kalın derisi;

Katilleri düşünün ne olacak gerisi.

Bu minnet sahaları, böyle sürüp giderdi;

Uyuşup kalan Türkler  buna Kaderdir derdi.

 

Ey! o günleri yaşayıp koyu hayal kuranlar!

Ey! Masonik güruhun saflarında duranlar!

Zulumle yaslananlar o batilin bendine;

Allah’a savaş açan, kuyu kazar kendine.

 

Fakir memlekettik, Halk partinin devrinde;

Yokluk sarmıştı bizi, sıkıntı var herkeste.

Para yok pul yok, Tüp kuyruğun sayısı çok;

Kıyasla bu günü ile ki, arabana yer yok.

 

Saydığım o zulümler, çok geride kaldılar,

Artık yer tutmaz bizlerde, o olumsuz varlılar,

Sığınır mı Müslüman zilletin gölgesine?

Uyanın Kulak verin bu Reisin sesine.

 

Yepyeni bir Türkiye sahneye çıktı bugün.

Küffarın kalesini temelden yıktı bugün.

Tüm dünya devletleri oldular eli kanlı;

Tek bir Türkiye kaldı dünyada Delikanlı.

 

Abdülkadir HAKTANIR

Asrın Zirvesinde Bediüzzaman

Gençlikte yıllarını, cevherle doldurdun,

Çok kısa zamanda, Bediüzzaman oldun,

İki hayatı tenvir eden, Nurlarla doldun,

Çoğunun kalbini, imanla doldurdun.

 

O uzun ömründe, ne kadar çektin,

Rabbin yardımıyla, daima galiptin,

Çünkü, Allaha sağlam el vermiştin,

Çoğunun kalbini, imanla doldurdun.

 

Hayatta asla, maddeye eğilmedin,

Mana ȃleminden, Nur aldın ve verdin,

Bize devamlı, Nur okuyun der idin,

Böyle kalbimizi, imanla doldurdun.

 

Sen, memleketimizde ki her milleti,

Acıdın, kapmasınlar imansız zilleti,

Onlara hediye ettin, iman kuvveti,

Onların içlerini, Nurla doldurdun.

 

Nurlattın onlardaki, kara kalpleri

Kendilerine kazandırdın, Müminliği

İmar ettin, bir sürü harabeleri,

Nuru hak ile, içlerini doldurdun.

 

Rabbin rahmetiyle, çoğunu kurtardın,

İçlerinden, siyah günahları attırdın,

İnşaallah, cennetleri kazandırdın,

kurtuluşa ermeye, sebep oldun.

 

Rahat ol Üstadım, hedefine ulaştın,

Habibullahla, firdevsteki cennettesin,

Çünkü, eşsiz bir hayat burada yaşadın,

Çoğunun kalbini, imanla doldurdun.

 

Allah’ım, Sana ne kadar şükretsek azdır,

Üstadımın sevapların, sonsuza yazdır,

Çoğunun kurtulmasına, o sebeptır,

Bu sebepten bizleri, şakirinden kıl.

 

Abdülkadir HAKTANIR

El Açıp  Sana Yalvarıyoruz Allah’ım

Ruhu canımla, sana  yalvarırım,

Yardımına muhtacım, yardım eyle,

Çünkü her yere, duyuluyor hahım,

Sana sığındık Rabbim,  imdad eyle!

 

Her şeyimi, bu fakir dilerim senden,

Bana kulluk emri, geliyor senden,

Çünkü rahmet yağıyor, düzden tepeden,

Sana sığındık Rabbim, imdat eyle!

 

Bu dünyada, gafillerle yaşarız,

Onların çoğuyla, düşüp kalkarız,

Yardım etmezsen, çok zor kurtulmamız,

Sana sığındık Rabbim, Sen imdat eyle!

 

Devrimizde bazısı, Sana sığınmış,

Bir çoğu şerrinden, kurtulamamış,

Ancak sana dayananda, umut kalmış,

Sana sığındık Rabbim, sen yardım eyle!

 

Sağlam inancımız, kusuru örter,

Mezar korkusu, bizleri çok dürter,

Allah’ımız, lütfünle bize el ver,

Sana dayandık Rabbim, yardım eyle!

 

İnkȃr edilmez, fitne devridir bu,

Müslümanları sarmış, müthiş korku,

Nefisle şeytan çoğuna, vermiş uyku,

Sana sığındık, Rabbim yardım eyle!

 

Bize iç ve dıştan, düşman saldırıyor,

Şerlerinden ancak, Sana sığınıyoruz,

Kurtuluş için çare arıyoruz,

Sana dayandık Rabbim,  yardım eyle!

 

İç ve dış düşmanlara,  olduk hedef,

Bunları bizden, ancak Sen edersin ref,

La hayırlara karşı, EVET”i Sen yükselt,

Sana sığındık, halka lütfünle dedir EVET!

 

Kurtulmak için, seçime gidiyoruz,

Faydasını, düşmandan öğreniyoruz,

EVET’leri Rahmandan bekliyoruz,

Sana dayandık rahmet et bizlere!

 

Abdülkadir HAKTANIR

Ey Nankör İnsan

Sen unutma ki, halife-i arz yaratıldın,

Neden, sana verilen  seviyeyi korumadın?

 

Nefis ve şeytanın, desiselerine uydun,

Sen, cehennemde yanmaya bir odun oldun.

 

Hiç ta, kullanma kılavuzunu okumadın,

Eşsiz kȋtap olan, Kur’ana yabancı kaldın.

 

Hayattan hesap vermeğe, hazırlık yapmadın,

Zamanı maddeye harcarken ma’nasız kaldın.

 

Bu şerefli insan, hayattan hesap vermez mi?

Burdaki kȃr veya zararını orda görmez mi?

 

Aptal olmayanlar, uyanık davranmaz mi?

Akıllı, sevaplıyı günahkȃrdan ayırmaz mi?

 

Kendi kullanma kılavuzuna, sen uymalıydın,

Kur’anın  gür sesini her zaman, duymalıydın.

 

Uydum kalabalığa, fikrinden vaz geçmeli,

Çünkü akıllı birisisin, değilsin deli.

 

Hayvandan, insanı ayıran ibadetidir,

Onu şen şakrak tutan, cennet ümididir.

 

Mahşer gününe şüpheden, şiddetle kaçmalı,

Cehennemden kurtulup, cenneti kazanmalı.

 

Bu iş akıllıların işidir, bunu bilmeli,

Günahlara karşı, ciddi titreyip ürkmeli.

 

Sevaplara karşı da, kalbi hüşyar olmalı,

Bu tarz ile, o mutlu cennet kazanılmalı.

 

Orada hiçbir zaman mutluluk bitmez bir yer,

Zevklerini tatmin ederek, orada postu ser.

 

İşaretle çağırıp, meyveyi elde edersin,

Kopardığın an, ayni yerde mislini görürsün.

 

Lezzetli meyve biter, endişeden kurtulursun,

Lezzetlilerin ȃlasını, orada bulursun.

 

Bir anda, bir çok yerde bulunabilirsin,

Ruh hiffetiyle hayal sür’atiyle gezinirsin.

 

Hiç unutma, hesap vermekten kurtuluş yok,

Cehennem azabının dehşetine de, tarif yok.

Abdülkadir HAKTANIR