Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Kıyamet Kopmadan Önce Neler Olacak!

İbrahim Cananın Kütüb-ü Sitte kitabında, Aleyhissatu vesselamdan ahir zamanın fitnesinden Allaha sığınmamızı, İbn-i Abbas’tan şöyle bir şey rivayet eder. Peygamberimiz (a.s.m.) demiş: Nasılki Kur’ani Kerimi okurken, hatalı okumamak için çok dikkatli olacaksınız. Aynı onun gibi: İki duayı dahi asla unutmayacaksınız, o dualar şunlardır:

        Biri: “Allahümme ecirna min fitneti ȃhirizzaman.” (Allahım beni ahır zaman fitnesinden Sen koru. İkincisi: “Allahümme ecirna min fitnetil mesihiddeccali vessüfyan.” (Allahım ahır zamanda, dünyaya gelecek olan Süfyan ismende ki Deccalın şerrinden bizi koru.) buyurmuşlar.

        Hem dini kaynaklar, hem de: Fenni kaynaklar, biz kıyamete yakın olan Ahır zamanda yaşadığımızı, bildiriyorlar. Küçüklüğümden beri hocalardan işitmişim. Kıyamet: 1400  de kalmaz, bin beşyüze varmaz hadisin mealını naklederlerdi. Bugün Müslümanların çoğu yaşadığı bozuk bir tarzı hayatı, daha önce yaşanılan hayata asla benzemediğini apaçık görüyoruz.

        Bunuda nakledeyim, Allah tarafından Müslümanlara cennette öyle bir mutluluk verilecektir ki: Şehitler orada mazhar oldukları o mutluluğa karşı, Allaha diyecekler: Yarabbi düşmanın  bir kurşunu karşılığında bu kadar güzel yerleri bize verdin. bizi tekrar dünyaya çevir, ki kȃfirler etlerimizi lime lime doğrasınlar ki biraz bu mutluluğu hak etmiş olalım. Fakat, bu kötü ahır zamanda Peygamberimiz a.s.m’ın sünnetini yaşamaya gayret edenler bir değil yüz şehit derecesini kazanacaklarını: Peygamberimiz a.s.m. Bu hadisi şerifi ile haber veriyor. “Men temessekê bi sünneti inde fesadi ümmeti felehu ecru mieti şehid.” Yani: ( Fesadi ümmet zamanında kim benim sünnetimi yaşamaya gayret etse ona yüz şehit ecir ve sevap kazancı verilir.) Bununla yaşadığımız devirde sünneti seniyeyi yaşayabilen kimselerin çok az olduğunu öğrenmiş oluyoruz.

 Aşağıda nakledeceğim kıyamet alametleri, kitaplarından toplanan hadis mealleridirler. Onları okuyunca siz de, ibretle düşünüp hayretle tefekkür edeceksiniz. Bu mevzu üzere başka şeyler nakletmeden, kıyamet alametlerinden, çok mühim olan, yalınız onsekiz adedini size anlatmaya çalışacağım.

1-  Kıyametten önce öyle bir devir gelecek ki, dinini koruyan kimse avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır!…

2-  Kıyamet kopmadan önce dünyada sınırsız zevku sefayı sorumsuz kimseler sürecektir.

3-  Ahir zamanda ibadet edenlerin çoğu bilgisiz mümin, ibadet etmeyenlerin çoğu da itikatsız bilgin olacaktır.

4-  Kıyamet kopmadan önce idareciler çoğalacak, fakat güvenilecek idareciler azalacaktır!

5-  Kıyamet kopmadan önce toplumda değeri en az olan müminler olacaktır!

6-  Kıyamet kopmadan önce haram helal tanımazlar hakim olacaktır.

7-  Kıyamet kopmadan önce ekonomi her değerin önüne geçecek, okuryazarlık artacak, ancak yalancılık da yaygınlaşacaktır.

8-  Kıyamet kopmadan önce emanete ihanet edilecek, zekât vermek azalacak, dini ilimlere ilgi azalacak, dini değerler arkaya atılacaktır.

9-  Ahir zamanda “İnsanın köpek büyütmesi, çocuk büyütmesinden daha uygun” diyenler çıkacaktır. O zamanda büyüklere saygı kalkacak, küçüklere şefkat yok olacak, yol kenarlarında uygunsuz haller görülecek, bazı insanlar ise koyun postu giymiş kurtlar haline gelecekti.

10-                   Ayağı çıplak, başıkabak bilgisiz çobanların zenginleşip yüksek binalarda sınırsız bir israf içinde yaşamaya başladıklarını gördüğünüz zaman kıyameti bekleyin.

11-                   İşler ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekleyin.

12-                   Kıyamet kopmadan önce akrabalık bağı kopacak, yakınlar birbirinden şikâyetçi hale gelecek, mal meşru olmayan yollardan kazanılacak, fakir kendi sıkıntısıyla baş başa bırakılacaktır.

13-                   Kıyamet kopmadan Allah için dostluk azalacaktır.

14-                   Yirmi kadar insan bir araya geldiği halde içlerinde samimi bir dindar bulunmadığı zaman kıyameti bekleyin.

15-                   Bir zaman gelecek, harama girmeden geçim sağlamak zorlaşacaktır.

16-                   Bir zaman gelecek, bazı eş ve çocuklar, aile reisini gücünden fazla harcamaya zorlayacak, haram işleri yapmasına sebep olacaklardır.

17-                   Bir zaman gelecek ki, dindar insan, dindarlığını toplumdan gizleme ihtiyacı duyacaktır.

18-                    Benden sonra sabrın çok önem kazanacağı bir devir gelecektir. Öyle günlerde dinine sabırla, sadakatle bağlı kalan kimselere, öncekilere verilenlerden tam elli kat fazla sevap verilecektir!…

Çünkü onların şartları bazen, öncekilerden de ağır olacaktır. Adil-i Mutlak olan Allah, zorlukların çokluğu nispetinde de mükâfatlarını çoğaltacaktır.

        Bu hakikatleri siz kardeşlerimle paylaşan: Abdülkadir HAKTANIR

 

Temizlen, Sonra Allah’a Dayan

Suya vardığında, aslında ateşi kucaklamaya gidiyorsun. Zira suyun aslı ateştir. Suyun yapıtaşlarından (oksijen,hidrojen) biri yakar, biri yanar. 

Yakan ile yananın bir araya geldiği yere elini hiç endişesiz değdiriyorsan, ateşin ortasından sana serinlik lûtfeden Rabbinin takdirine güveniyorsun demektir. 
Bil ki, ateşi sana serinlik eyleyen, senin için suyu da paklık vesilesi eyliyor. 
O’na kul olmazsan yeryüzünde hiçbir su aklamaz seni. 

Suya vardığında, aslında avucuna gökleri sığdırıyorsun. 
Zira su sana indirilir.
Sana indirilen senin erişemeyeceğin yerde demektir. 
Göklerde bulutlara bindirilen, rüzgârların önü sıra gezdirilen, yağmurlardan damla damla süzülen, ince ince alnına değdirilen lûtufla tanışıyorsun şimdi. 

Sana hiç erişemeyeceğin yerden nimetler indiren Rabbin, her şeyin gelip geçtiği, her bulduğunun bitip tükendiği, her güzelin bırakıp terk ettiği yerde, sana sonsuzluk çağrısı yapıyor. 
Eline dokunan su, tenini serinletmekle kalmıyor, sonsuz sevdalar yüklü kalbine teselliler yağdırıyor. 

Abdeste hazırlanıyorsun. 
Gövdeni kutlu bir paklığın gölgesine çekiyorsun. 
Sanki Leylâ vurgunu bir Mecnun gibi çölde suya kanıyorsun. 
Şadırvanda su şakırtısı bir vaha serinliği değil mi sana? 

Abdeste niyetleniyorsun. 
Kalbini Sevgililer Sevgilisi’nin [sas] kalbine yanaştırıyorsun. 
Suların bile yolunda akarak paklandığı Sevgili’nin [s.a.m] yolunda akıyorsun. 
Resûl’ün [s.a.m] pak niyetine dudağını değdirerek, suyun serinliği ile değil, rahmetle ıslanıyorsun. 

İşte abdeste başlıyorsun. Önce ellerini yıkıyorsun. 

”Terk-i dünya ile yıka ellerini!” Ellerinle biriktirdiklerinden su kendini…
Varlığının suların akışı gibi gelip gittiğini bil evvelâ. 
Eline avucuna sığan bir şey yok şu fani dünyada. 
Parmakların arasından kayıp gidiyor sevdiklerin ve biriktirdiklerin. 
Ne onlar sana kalıyor, ne sen onlara kalıyorsun. 
Bunu bil ki, eline değen abdest suyuyla, elini şerden çek; hayra yanaştır. 
Elini fani olanlardan çevir; sonsuza eriştir. 
Elinle ettiklerinden tövbe et. 
Dünyanın kirini avuçlarından akıt. 

”Anmakla yıka dilini, damağını ve dudağını!” Yalanı yıka ağzından. 
Boş sözden arındır dilini damağını. Tattıklarının su gibi gelip geçtiğini bil. 
Dudağına suyu değdiren Rabbindir. 
Dudağını dudağına dokunduran Rabbinin rahmetidir. 
Dudağının dudağına değmesi, billûr sulardan daha serindir. 

Suyu sana verdiği gibi suya hasret dudağı da veren Odur. 
Suyun paklığını damağına değdirirken, Rabbini anmakla tatlandır ağzını. 
Dilini suyla serinletirken, yalan ve gıybetin, boş söz ve lakırdının tortularını da yak! 

”Kibirden arınmakla temizle burnunu!” Ne efsunkârdır güzel koku! Burnunun dikine gidenleri bile ardı sıra sürükler. 
Uzakta kalmış hatıralar, unutulmuş bahçeler ince bir kokuyla hatırlanır hemen.

Burnuna değen su, cennetin kokusunu hatırlatsın sana. 
Burnuna çektiğin su, gülleri gül eyleyen Muhammed’in [s.a.m] gül kokusuna yanaştırsın seni. 

”Yüzünü hayâ ile temizle!” Yüzün ki varlığının odağıdır, ruhunun billûr âyinesidir; abdest niyetiyle yüzüne değen su seni Rabbinin vechine yönlendirir. 

Abdeste niyet, yüzünü Allah’a teslim etmek gibidir. 
”Ben O’nu görmesem de, O beni görüyor!” diyenlerin işidir abdest. 
Kimsenin görmediği yerde, kimsenin bilmediği kuytularda, kimsenin tanık olmadığı yalnızlıklarda, sırf O’nu razı etmek için yüzünün her noktasında suların serinliğini hisseden, yüzünün her noktasını Rabbinin nazarına tutar; 
Rabbine teslim eder. 
Yüzünden sular süzülürken, sen de O’na bakarmışçasına hayânı kuşan.
O’nun nazarında olduğunu bil ki, aynalardan utanma. 
O’nun seni gördüğünü bilerek yaşa ki, kendini kendine mahcup etme. 
Yüzündeki serinliği O’nun seni bildiğine tanık bil ki, başkalarını razı etme telaşından kurtar kendini. 
Yüzünü Rabbine teslim et. 

”Kollarını tevekkül ile yıka!” Yapıp ettiklerini kendinden bilme.
Elini işlere eriştiren de, işlerini sonuca ulaştıran da Rabbindir. 
Tembellik edip elini işten çekme; çünkü tevekkül sana düşeni yapmanı gerektirir. 
Kibirlenip elinin işlere yettiğini de sanma; çünkü tevekkül elinden geleni yaptıktan sonrasını Rabbine havale etmeni gerektirir.
Öyle yıka ki kollarını, tembellik de kibir de akıp gitsin parmak uçlarından. 

”Kulaklarını söz dinlemekle ve sözün güzeline tâbi olmakla yıka!” 
Dinlemek edebin de, öğrenmenin de başıdır. 
Kulağını hakka açmayan, dudağını hakka değdiremez. 
Dosta kulak vermeyen dost sahibi olamaz. 
Öyle yıka ki kulağını, boş söz ve yalandan, gıybet ve lakırdılardan temizle; güzeli duymaya ayarla. 
Çirkinliğe sağır ol. 

”Ayaklarını O’ndan başkasından vazgeçmekle yıka!” 
Nasılsa bir gün ayakların yerden kesilecek, adımların bitecek, bir adın kalacak yeryüzünde. 

İki ayağını birden yıkarken de, buraya geldiğini ama burada kalmayacağını hatırlat kendine. 
Sular ayaklarına değdikçe, bir yolcu edâsı dolsun yüzüne. 
Ayaklarını yerden kes; sırata değdir. Öylece at adımlarını.
Düşmekten kork! Öylece yürü. 
Ateşten çekin! O’na razı ol ki, O da senden razı olsun …. 

Abdülkadir HAKTANIR

Mümin Kendi Adetlerine Sahip Çıkmalı (Çok Mühim)

Daha önce, ecnebiler Müslümanlara benzememek için, kıyafetlerine sahip çıkmağa çok gayret ederlermiş. Bu sebepten Müslümanlar gibi rukȗa eğilememek için Zünnar isimli bir karış eninde sert bir kemer bellerine bağlarlarmış. Ve benim başım Müslümanların ki gibi secdeye varmadığını göstermek için kasketi icad etmişler. Hatta haç kendi malları olduğunu ispat etmek için fötr-i icad etmişler; evet (haçın üst tarafı kısadır alt tarafı uzundur. onu insan başına takınca, noksansız bir haç meydana getirmiş oluyor. Bu sebepten Makedonyanın Gostivar şehrindeki kilisenin Papazı Hıristiyan bayanları toplamış ve onlara: Daha önce Müslüman hanımlar tesettüre çok dikkat ederlerdi. Hatta: Onların dinleri, hanımların yüzleri açık olarak gezmeye müsaade ettiği halde, yüzlerine peçe diye bir örtü takarlardı ve evlerinde gezdikleri elbise ile katiyyen sokağa çıkmazlardı. Sokağa çıktıkları zaman kol ve bacaklarının kalınlığı belli olmaması için siyah renkli geniş birer çarşaf giyerlerdi. demiş.

Papaz devam ediyor. şimdi ise: Onların hanımları, bilhassa kızları vücutlarının hemen yarısını erkeklerin nazarlarını kendilerine celbetmek için, bizim hanımlardan daha çok açılıyorlar. Bu sebepten biz bizim dinimizden olduğunuzu tanımamız için, bundan sonra bari boynunuza birer haç asın ki Hiristiyan dininden olduğunuz belli olsun.      

Bunu da bildireyim: Ben Sırbistanda yaşadığım kasabacığın camisini 638 sene önce Osmanlılar yapmış , Askeri kışlaların temellerini de görmeye yetiştim. Bununla beraber 1970 senesinde ben oradan Türkiyeye göç ettiğim zaman biz Türkler 63 haneydik Sırplar ise 200 hane civarında olduğu için onların hayat tarzlarını, kılık kıyafetlerini iyi bilirim, onların genç olsun yaşlı olsun hanımları: Ahlaksızlıktan korunmalarına çok dikkat ederlerdi.Onların hanımları Müslümanların hanımlarının eteklerine benzemeyen (futa) dedikleri geniş bir çeşit etek giyerlerdi ve  göğüslerinin kabarıklığı belli olmaması için bel üstü geniş elbise giyerlerdi. Bunu düşünerek Üstadın sözlerini tasdik ediyoruz, Üstad diyor: “Müslüman bozulduğu zaman ecnebilerden daha çok bozulur.”

Kız kardeşlerim! Madem ki hiçbiriniz size koskoca İstanbul’u versem aklınızı demiyorum, yalınız gözlerinizi verin desem razı olurmusunuz? Kesin olarak biliyorum ki olmazsınız. Madem olmazsınız çünkü, göremeyeceğiniz İstanbul size neye yarar. Öyle ise: Sizin hiç bir kılınızı bile anneniz babanız yaratmamıştır bile onlarıda size hizmetkȃr yapan Allah’tır. Madem öyle Size yalınız göz değil bütün duygularınızı size hediye edip ihsan eden Allah ağırlığı 100 gram olmayan bir baş örtüsü takmanızı, ve bütün sermayeniz olan 24 saatten abdestle beraber tek bir saatınızı alan namaz kılmayı niye çok görüyorsunuz. dünyalık için 23 saat size yetmiyor mu? Allahın size yaptığı iyilikler yalınız bu iyilik le de kalmayacak, sonu olmayan bir mutluluğu yaşamak içi cenneti de vereceğine Allah Kur’anı Keriminde bizlere Bildiriyor. Bizim için kȃinatı türlü türlü ni’metlerle doldurmuş. Bütün bu iyilikler bizler için biz Allaha karşı şükürle borçlu değilmiyiz?     

Bunu ispat için bir hadise nakledeyim: Bildiğiniz gibi bu fakir işte 20 sene tercüme ettiğim Risale-i Nurları Arnavutların yaşadığı: Arnavutluk, Kosova, Makedonya ve Sırbistana her sene ikişer defa birer aylığına oralara giderdim. Geleceğin teminatı münevver gençler olduğundan her zaman, kitap vermek olsun nasihat olsun gençlere olurdu, hanımlar zamanın kötü sistemlerden daha fazla yara aldıkları için hanım kızlara bir şeyler vermek için daha çok uğraşırdım.    Bir defa Makedonya da Otobüsle Gostivar şehrinden Üskübe gelirken otobüste kendi kendime bu kızlara hangi kitap  vereyim, fakat Müslüman olduklarını tahmin ettiğim kızlar çok açık olduklarından kendi aklımca okumazlar dedim. baktım önümde bir kız var, vücudu örtülü yalınız başı açık olduğunu gördüğüm için, dedim bu okur. Arnavutça ona:  Bir kitap sana hediye edicem okursun değilmi dedim? Bana Makedonca cevap vererek (ne razbiram) demesinmi, Makedon kızı olduğunu öğrenince ben çok fenalaştım. yani Papazın fikrini o hadise bana tasdik ettirdi.

Kardeşlerim Peygamberimiz a.s.m. “Men teşebbehe bi kavmin fehüve minhüm.” (Herhangi Müslüman başka dinden olan birinin kıyafetine girerse o onlardandır,) Kaynak: (Ebu Davud: 4031.) Buyurmuşlardır. İç ve dış düşmanlar birleşerek Türkiyedeki Müslümanların hanımların yüzlerinden peçeyi ve başlarından örtüyü, çekmişler, erkeklerin başlarına zorla şapka taktırmışlar, buna karşı koyan birçok Efendinin başı gitmiş. onlardan bir tanesi İskilipli Atuf Efendi, üstteki Hadisi açıklayarak şapka kanunu çıkmadan  önce : “Frenkleri taklitçilik.” isimli kitapla şapkayı taşımak dinimizce yasak olduğunu açıklamış.

Ondan sonra devlet ona, sen bizim kanunumuza karşı çıkıyorsun diyerek; o zamanki devletin mahkemelerinin hükmüyle idam etmişler. Mahkemede Hakim Hocaya: Hoca, bir bez parçasından olan şapkaya niye karşı çıkıyorsun? Hoca Hakime dayandığın bayrakta bez parçası, yırt bakalım! Bir deniz subayı gemisine yunan bayrağını assa onu ne yaparsınız? Diyerek Hakime lazım olan cevabı vermiş.

Sonra Hocanın daha bir defa müdafaa hakkı olduğu halde, hakkını kullanmamış. çünkü Aleyhissalatu vesselamı rüyada görmüş. O mübarek Hocaya Bana gelmek istemiyor musun? Demiş ve hoca sevincinden müdafaayı terk etmiş. Aynı Hadisi Arnavutluğun İşkodra kentinde, İbrahim Kaduku Efendi de kitabıyla açıklamış. Ve aynı kitaba benzer kitabı da Bosnalı Seyfullah Efendi yazmış.

Bildiğiniz gibi Üstad Bediüzzaman Hazretlerini de bir çok defa idam cezasıyla mahkemeye sevketmişler. Üstad insanların imanını kurtarmaya çalıştığı için 28 sene Üstadı hapislerde süründürmüşler ve 1500 defa civarında çok yerde mahkemelerde mahkum etmeye hatta bazan idamla mahkum etmeye çalışmışlar, fakat ne yazık ki sağlam delil bulamamışlar. Üstadın koruyucusu Allah olduğu için, o kadar tazyikler altında, yanında Kur’anı Kerimden başka kaynak kitabı olmadığı halde, Risale-i Nurları yazmakla Üstad hedefine varmış. Bugün 52 dile tercüme edilmiş eserler.   

      Üstadımız Şualar kitabında 385 sahifesine Şeyhül İslam Zembilli Ali Efendinin ifadesini naklediyor: Şeyhül İslam şöyle demiş: (Şapkayı şaka ile de başına koyan kȃfir olur!)

      Bosnalı Aliya İzzet Begovȋk bir ifadesinde: Bizler başka bir millete benzemekliği şöyle ifade eder: “Müslüman başka bir milletin kıyafetini kabul etmesiyle onun Müslümanlık şeref ve haysiyeti elinden gider.”

      Evet bizim iç ve dış düşmanlarımız, halkımızı ecnebi kıyafetine sokmak maksadı ile milletimize çok çektirmişler. hanım kız kardeşlerimiz, zavallılar ȃilelerinden lazım olan din terbiyesini alamamışlar ki o ahlakı yaşasınlar. öte yandan yarım asırdan fazla okullarda çocuklara Allah yok her şeyi tabiat yapmıştır dersi vermişler. 1938 den sonra İsmet İnönü beyefendi ateist öğretmenler yetiştirmek için özel okullar açmış. biz bundan anlıyoruz ki anne babalar lazım olan eğitimi almamışlar ki evlatlarına versinler.

      Halbuki Cenab-ı Hak Kur’ani Kerimde: “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış elbiselerinden (cilbab larından) üzerlerini sıkıca örtsünler! Bu onların (Müslüman olduklarıyla.) tanınmalarına, tanınıp eziyet edilmemelerine en elverişli olanıdır.” (Ahzab. Ayet, 59.)  Ayeti Kerimesiyle hanımlara tesettürü emrediyor. Hanım kardeşlerime daha bir ölçü vereyim: Hanım kardeşlerimiz, günaha boğulacağını hiç düşünmeden, erkeklerle beraber her işi yapma yolunda çekinmeden koşuyorlar ve bölük çağında olduğu halde her okula hiç çekinmeden erkeklerle düşüp kalkıyorlar. Biz bunu nazara  almalı,  Peygamberimizin hanımları ümmetinin anneleri hükmünde olduğu halde, Kur’anda “Onlara bir dini mesele sorduğunuz zaman perde arkasında sorun! Öyle yapmanız hem sizin hem de onların kalpleri için daha çok temizdir.” (Ahzab. Ayet.53.)

      AMAA! Dine karşı yapılan inkılaplar neticesinde hanımlarımızın % kaçı dini emirlere uyuyor uyanlardan da bir çoğu dandik tesettüre bürünmüş. İnce çorap giymiş ayaklarının eti görünüyor, memelerinin büyüklüğünü erkeklere göstermek için çok dar elbise giyiyorlar. Yani! Ahiret hayatına ya inanmıyor, ya onu veresiye görüyor. Sonu olmayan mutluluğu ile cenneti görmeden nasıl tarif edeyim. Mealesef o hayata çoğunun inancı yok.

      Bir rivayete göre, bir hanım eğer cehennemlik olursa, Allah ona kuvvet verecek dört erkeği de sürükleyerek cehenneme götürecek. Başta babasını, büyük ağabeyini, kocasını ve büyük oğlunu. Yani bu erkeklerin de hanımları cehennemlik olmaktan kurtarmaya hakları var.

      Evet Risale-i Nur eserlerini yasaklamak için din düşmanları Üstadı ve talebelerini 1500 defa mahkemelere taşımışlar ama;  geldi gün aynı devlet kendi eliyle Risale-i Nurları basıyor ve halka dağıtıyor, tesettür yasağını hanımlardan kaldırdı ve okullarımızda Risale-i Nur eserlerini Öğretmenler yavrularımıza ders kitabi olarak koyacaklar İnşaallahur rahman.

      Ahiret aşkıyla yaşayan iki hanımı size bildireyim. Bir tanesi. Alibeyköy cemaatının başında idi Rahmetli Celal Tetiker Ağabeyin babasının amucası Makedonyanın Üskübünde yaşayan Bülbül Hocanın hanımı: Evlendiği gün çarşafını-par düsesini yırtmış ve ölünceye kadan evden dışarı çıkmamış.

      Bir tanesi de, Çanakale savaşı esnasında  Anadoluda bir büyük köyde evlenen bir delikanlı köyün en güzel kızı ile evlenmiş. Evlendikten birkaç gün sonra Çanakkale savaşına devlet alıyor. O kardeş savaşa gitmeden hanımına: Sana bir vasiyetim var. Sen köyün en güzel kızı olduğun için dışarılara çıkarsan sana laf atarlar. Ben dönünceye kadar dışarı çıkmamanı istiyorum, söz verirmisin. Hanım hiç şüphe etme söz veriyorum. Delikanlı savaşa katılıp bir kaç gün sonra şehid oluyor.Ondan sonra: Hanım evden çıkmıyor. Akrabaları hanımın ihtiyaçlarını karşılıyorlar. herkes hanıma fetva getiriyor çıkabilirsin, hatta evlenebilirsin de. O yok yok Hatta 70 yaşına oluyor bir gün akrabaları kaza müftüsünü hanımın yanına getiriyorlar. Müftü hanıma çıkabilirsin diyor. HANIM Müftüye Müftü Efendi ben beyimle kısacık bu dünya hayatı için evlenmemişim, Onunla sonsuz ebedi bir hayatta beraber yaşamak için evlenmişim. Anladınız değilmi?   Evet unutmayalım ki: “Cennet ucuz değil ccehennem de luzumsuz değil.”..   

      Müslümanlığın ne kadar  değerli bir cevher olduğunu bilmeniz için bunu de size ifade edeyim! Ecdadımız Beş-altı yüz sene 25.000.000 kilometre kareye nasıl hükmettiklerini öğrenmek için tek bir hadiseyi nakledeceğim: Fatih Sultan Mehmed, bir defasında, Parasının zekȃtını vermesi için ne kadar araştırdı ise bir fakiri bulamaz. Nihayet o parayı bir meydanda asar ve oraya yazar ihtiyacı olan alabilir.  Astığı yerde üç ay durduğu halde, parayı alan olmaz. Sultan çaresini bulması için oradan parayı alır. Bugün o günkü iman kuvvetini ve padişahın halkı nasıl yetiştirdiğini bu ifadelerden anlıyoruz. ne yazık ki bugünkü, her taraf hırsızla dolu bir devirde yaşıyoruz. Bunu hiç kimseye anlatamazsın. Çünkü bu hadiseyi sağlam imanı olanın dışında herkes aptallık sayar.

Abdülkadir HAKTANIR

Namazın Mekruhları

Namazın vaciplerinden herhangi birini bilerek yapmamak tahrimen(harama yakın) mekruhtur. Sünnet veya adabından birini yapmamak tenzihen (helȃle yakın) mekruhtur.

Namazın mekruhlarını bu gelen kaideye göre değerlendirip, tahrimen mi tenzihen mi mekruh olduğunu bilmekte fayda vardır.

1- Besmeleyi sesli okumak ve sesli Ȃmin demek.
2- Namazda bedenle ve elbiseyle oynamak, el ile yelpazelenmek.
3- Namazda parmak çatlatmak, veya parmakları öteki eline geçirmek.
4- Namazda iken esnemek, gerinmek, elini göğsüne koymak.
5- Boynunu kıbleden döndürüp bir yere bakmak.
6- Göksü kıbleden çevirmek ise namazı bozar.
7- Namazda iken işaretle selam almak.
8- Secdeye varırken elbiseyi önden veya arkadan el ile tutup çekiştirmek.
9- Ceket veya pantolonunu giymeyip omuzuna koyarak namaz kılmak.
10- Kirli veya başkasının yanına çıkılmayacak bir kıyafetle namaza durmak.
11- Kolları veya paçaları sıvalı ve laubalı bir vaziyette namaza durmak.
12- Ayakta iken okumayı tam bitirmeden rükûa eğilmek.
13- İkinci rekȃtta, ilk rekatta okunan sȗre ve ȃyetten okumak. Yani önceki rekȃtta okuduğun sure veya ȃyeti ikincide de onu okumak.
14- Birinci rekȃtta okunulan sure ile ikinci rekȃtta okunulan sure arasında sadece bir sure atlamak olmaz, en az iki sure atlanırsa mekruh olmaz
15- Her namazın ikinci rekȃtından birincisi daha uzun olmalı, dördüncü rekȃtından da üçüncü rekȃtında okuna ayet daha uzun okunmalı.
16- Başka sure bildiğin halde her iki rekȃtta aynı sureyi okumak.
17- Bilerek aynı surede bir veya birkaç ȃyet atlamak.
18- Namazda gözlerini yummak veya göğe gözlerini göğe dikmek.
19- Namaza uygun olmayan az bir iş anlamına gelen “ameli kalil”yapmak.
20- Namazda kaşınmak, terini silmek. Bir rekȃtta üç kere üst üste kaşınmak ise ameli kesir sayılacağı için namazı bozar.
21- Canlı bir şeyin resmi üzerine secde yapmak.
22- Üzerinde canlı bir şeyin resimleri bulunan elbiseyi giymek.
23- Başının üstünde, arkasında, önünde, yan tarafında veya karşıda canlı resimler olduğu halde namaza durmak.
24- Secdede yalnız alnı yere koyup burnu koymamak.
25- İşlek yol üzere, mezar üstünde veya gübrelik gibi uygun olmayan bir yerde namaz kılmak.
26- Camide ön safta boş yerde yer varken ilerlemeyip arkada namaza durmak.
27- Kor hȃlindeki ateşe karşı namaz kılmak. Mum kandile karşı, namaz kılmakta bir sakınca yoktur.
28- Tembellikten ötürü takke taşımayıp, veya başını örtmeyi önemsiz görmek başı açık namaz kılmak.
28- Namazda okunan ayetleri ve rukȗ ve secdedeki tespihleri el ile saymak.
29- Uyuyan insana ve insanın yüzüne karşı da namaz kılmak. Arkası dönük olanlara karşı namaz kılmanın hiçbir sakıncası yoktur.
30- Önünden insan geçecek ihtimali olan yerde, kılarken önünde sütre-siper koymadannamaz kılmak.
31- Farz namazında kıyamda iken, üzürsüz bir şeye dayanmak ve sağa sola sallanmak.
32- Secdeye giderken, özürsüz olarak ellerinden önce dizlerini yere koymak; kalkarken de dizleri ellerden önce kaldırmak veya ellerle yere dayanarak kalkmak.
33- Rükûda iken başı sırt ile beraber olarak düz tutmayıp yukarı dikmek veya aşağı eğmek.
34- Rukȗ ve secde tesbihlerini üçten az yapmak.
35- Abdesti sıkışık bir vaziyette veya iştah çekici bir yemek sofraya konmuş iken namaza durmak.
36- Zaruret yokken sırtına veya kucağına çocuk alarak namaz kılmak.
37- Erkekler ipek elbise ile namaz kılmak

Abdulkadir Haktanır

İşarat’ul i’caz kitabına ulaşamazlar

Efe Akyaman’dan

Cizreli büyük alim şeyh seyda hazretlerinin halifesi abdussamed efendi: ben bugüne kadar yazılmış olan kur’an tefsirlerinin hepsini inceledim. İddia ediyorum ki; hepsini toplayın Bediüzzamanın işarat’ul i’caz kitabına ulaşamazlar… Bediüzzaman hazretlerine dil uzatmak ve hizmetini tenkit etmek dinsizlik ve imansızlık hesabına geçer…

Abdussamed Efendi, Doğuda çok tanınan ve çok sevilen ünlü bir şeyh olan Şeyh Seyda Hazretlerinin en önemli talebesi, asistanı ve halifesidir. Aslen Diyarbekir’lidir. Doğunun tanınmış fıkıh ve tefsir âlimi olarak, Fransızca, matematik, geometri ve mantık gibi müsbet ilimleri de çok iyi bilen bir insandır…

Abdüssamed efendi Etrafı kalabalık, kendisine hizmet eden insanları, geleni gideni çok bir alimdir. Birgün Abdussamed Efendi’ye Cemaat içinde ziyaretine gelen bir öğretmen; Hocam Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Risale-i Nur kitaplarını okuyor musunuz? deyince Evet, okuyorum der ve devamla, Risalei Nur’lar bu zamanın fitnesini ve İslâm’a gelen tenkitleri bertaraf ediyor. İmansız ve Kur’ân’sız kalmış, aklı ve fikri kirlenmiş insanlar bu kitapları çok okumalıdırlar” der…

Yanında oturan kişilerden biraz yaşlıca, bıyıksız ve fötr şapkalı birisi söze karışarak: “Efendim,” der. “Ben malûmunuz emekli müftüyüm. O zatta ve onun eserlerinde öyle üstün ve çekici bir taraf görmedim. Neden övüp duruyorsunuz deyince, Abdussamed Efendi, kızarak sert bir çıkışla; “Müftü Efendi bizler tarikat ehli, hoca ve din adamları olarak, camiye ve cemaatimize gelen dindar insanlarla meşgul oluyoruz. Onların zaten imanları var. Yaptığımız şey, onların imanlarını kuvvetlendirmektir. Ama asıl önemli olan hizmet, camiye ve cemaate gelmeyen, sokak ahlâksızlığına düşmüş veya inkârla imanını kaybetmiş kişileri kurtarmaktır. İşte Bediüzzaman Said Nursi eserleriyle ve hizmetiyle, bu tip insanları kurtarmaya çalışmıştır. Bediüzzaman Said Nursi’ye dil uzatmak ve hizmetini tenkit etmek, dinsizlik ve imansızlık hesabına geçer. Dikkat et hata ediyorsun. Anlaşılan sen Bediüzzaman Said Nursi’yi ve eserlerini hiç tanımamışsın. İlk yapacağın şey derhal Risale-i Nur’dan istifade etmek olsun.”

Bir müftünün; dünyaya mal olmuş iman ve Kur’ân hizmetlerinin sahibi Bediüzzaman Said Nursi’yi ve Risale-i Nur eserlerini tenkit etmesi, oradaki insanları son derece rahatsız etmişti. Ayrıca, bıyıksız, fötr şapkalı bir müftü tipine de ilk defa rastlıyordu. Abdussamed Efendi devam ederek: “Ben bugüne kadar yazılmış olan Kur’ân tefsirlerinin hepsini inceledim. İddia ediyorum ki hepsini toplayın, Bediüzzaman Said Nursi’nin yalnızca ‘İşarat’ül İ’caz’ isimli bir kitabına ulaşamazlar. Risale-i Nur ‘tuluattır, sûnuhattır’. Kalbe doğmuş ve yazdırılmış bir tefsirdir. Kesbî değil, vehbî bir çalışmadır. Yani çalışarak elde edilen bir ilimle yazılmamış, tamamen izn-i İlâhî ile yazılmıştır. Zaten kitapları okuyan her akl-ı selim, ele alınan mevzulara ve verilen cevaplara bir insan dehasının yetmeyeceğini görecektir.”

Abdussamed Efendi, karşısında kendisini dinleyen müftü efendinin tatmin olmadığını anlamış olacak ki: “Müftü Efendi,” dedi. “İyi dinle sana bir de hatıra anlatacağım. Bu hatırayı bir iki defa anlatmıştım. Ama simdi sırası geldi, yeniden anlatmam lâzımdır.

“Ben Cizre’de Şeyh Seyda Hazretlerinin medresesinde okuyordum. Ayni zamanda Şeyh Hazretleri gelmediği vakit de onun yerine hocalık yapıyordum. “Bir gün medresemizde yatsı namazını kılmış, sohbet ediyorduk. Şeyh Hazretleri kendi mescidine çekilmişti. O esnada, bir ilçede müftülük yapan ve ayni zamanda Şeyh Hazretlerinin talebesi olan bir arkadaşım geldi, sohbete karıştı. ‘Arkadaşlar dedi. ‘Beni dinleyiniz sizlere çok önemli bir şey söyleyeceğim. “Hepimiz sustuk. Müftü Efendiyi dinlemeye başladık. Benim hanimim boş olsun ki, Bediüzzaman Said Nursi ahirzamanda beklenen zattır Mehdiyi Azamdır. Hizmetiyle ve çalışmalarıyla o cemiyete huzur getirecektir ve gençliği imansızlıktan o koruyacaktır.”

Beklenmedik bu iddia ve tespite hepimiz de büyük tepki gösterdik. Yahu sen aklini mi kaçırdın? Neden hanımını boşuyorsun. Ya değilse? Senin hanim gitti diye itirazda bulunduk. Sonra bu çok önemli meseleyi biz bilemeyiz. Bizlerin ilmî seviyesi buna yeterli değil. Bunu ancak Şeyh Hazretleri bilir. Bu konuyu gidip, ona soralım! Acaba o ne diyecek? Kalktık müftü efendi ve ben, Şeyh Hazretlerine gittik. Vakit de epeyce geçmişti. Şeyh Hazretleri, her vakit kendisinin rahatsız edilebileceği konusunda bana müsaade vermişti. Ben her vakit kapısını çalıyordum. Mescidine gittik. Mum yanıyor, Şeyh Hazretleri ayakta, elini bağlamış ve kıbleye doğru dönmüş birisiyle konuşuyor. Ama konuştuğu kişi ortada yoktur. Pencerede bir müddet, büyük bir heyecan içinde bu hâli müşahede ettik. Dinledik ki, Şeyh Hazretleri soru soruyor, o görülmeyen zat da cevap veriyor. Ama ne cevaplar…

Kendisini göremediğimiz bu zat kimdir, diye merak içinde kaldık. Şeyh Efendinin bu konuşması bitince kapıyı dövdük ve içeri girdik. Şeyh Hazretleri: Gelin evlâtlarım, dedi. ‘Ne için geldiğinizi biliyorum. Müftü efendinin nikâhı sağlam ve hanımı boş olmamıştır.Çünkü Bediüzzaman Hazretleri beklenen zattır. Sizin de müşahede ettiğiniz konuşmayı, Bediüzzaman Hazretleriyle yapıyordum. O, simdi Barla’dadır. Ben, kendisine müşkillerimi ve sorularımı arz ettim O da cevap verdiler. Bu 10 yıldır sürmektedir. O yalnızca benim değil bütün âlem-i İslâmın üstadıdır. Ben huzur-u ilâhîye, O zata talebe olmanın şerefiyle çıkmak istiyorum. Şeyh Efendi ağlamaya başladı. Bizler donakalmıştık. Ama ne yazık ki bu muhterem insan, hürmet ve saygı göreceği yerde, hayati hapis ve sürgünlerle geçti. Fakat o dünya makamını şöhretini bir tarafa bıraktı, Kur’ân ve iman hizmetinde fani oldu, bakî bir hizmet vücuda getirdi. Bize şimdi düsen, bu hizmetten istifade etmek ve bu hizmet ehillerine dua etmektir…

Müftü Efendi kalktı, Abdussamed Efendi’nin eline sarıldı. Affedersiniz şeyhim, dedi. Hata ettim. Beni bağışlayın lütfen. Abdussamed Efendi ise: Seni Allah bağışlasın, diye cevap verir. Bu ibretli hatıra karşısında oradaki tüm cemaat donakalır…

Bu hakikatı sizinle paylaşan: Abdülkadir HAKTANIR