Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Sizin En Hayırlınız Kur’anı Kerimi Okuyan Ve Okutanınızdır

Muhterem Kardeşlerim! Allah katında çok makbul ve Peygamberimiz aleyhisselamın müjdesine mazhar olan HAFIZ kardeşlerimi o yüksek makama nail olmalarını  müjdelerken o mânevi şerefi muhafaza etmeleri için çok mühim bazı düsturlar ortaya koyacağım. Çünkü maddiyyunluğun (materyalizmin) hakim olduğu bu devirde Maneviyatı koruyup muhafaza etmek çok zorlaştı. Hâlbuki Hafızlık gibi manevi rütbe şöyle dursun elimizdeki madde yi de ahiretimize mal etmek icab eder onu yapamazsak onun değeri mezar kapısına kadar geçerlidir, ondan sonra (tövbe süresi 111) ayeti kerime gereğince, Orada Allah biz insanlardan soracak “Allah insanlardan cennet karşılığında mallarını ve canlarını satın almak istiyor) diye ayet göndermişti siz malınızı ve canınızı nerede harcadınız. O ayeti kerimeye karşı niye lakayt kaldınız, onları niye Allah rızası dâhilinde harcamadınız sorusuna karşı cevabımız ne olacak.

Peygamberimiz a.s.m.“Eşrafu ümmuti hameletul Kur’an” hadisi şerifi ile (Muhammed a.s.m ümmetinin en şereflileri Kur’anla yüklü olan Hafızlardır buyuruyor.) Ve başka bir mübarek hadisinde “Hayrukum men teallemel Kur’ane ve allemehu” Yani “Sizin hayırlınız Kur’anı kerimi okuyan ve okutandır” Buyurmuşlar.) Hafız ve hoca kardeşlerim bu sevabı elden kaçırmamaları lazım ve elzemdir. Fakat hafızların hafız olmaları %95 dindar anne ve babanın teşviki ile olduğu için, hafızların çoğu hafızlığın kıymetini bilemiyor ve ne yazık ki bazıları Kur’anı yalınız para çıkarmak vasıtası olarak biliyor. Sadettin gök kaynakta hafız imiş ama şarkıcı olmuş.

Bunun için hafızlığın kıymetini takdir edip şerefini korumak için Kur’an ı kerimi çok okuyacağız ve her harfı için en az 10 sevap, bazen 100-700 ve Ramazanda 30.000 ne kadar çıkacağına inanarak okuyacağız ve o mübarek mesleğin haysiyet ve şerefini korumayı öğreten kitapları da çok okuyacağız. Bilhassa Risale-i Nur eserlerini çok okumak lazım, çünkü oradaki düsturlara hayran kalmamam elde değil.

Bak Bediüzzaman hazretleri ne diyor: Bil ey din âlimi! Ücretim az îlmime rağbet yok diye mahzun olma. Çünkü mükâfatı dünyeviye ihtiyaca bakar; kıymeti zatiye ye bakmaz. Meziyeti diniye ise mükâfatı uhreviye ye nazırdır. Öyle ise zati olan meziyetini mükâfatı uhreviye ye sakla; birkaç kuruşluk düya metaına satma.

Peygamberimizin a.s.m. hadisi şeriflerinde Kur’an ı kerimi okuyup unutanlar için şöyle tehditler var:

1-Bir kimse lütfü İlahi ile bir süre veya bir hadis öğrenip, sonra gaflet veya tembellikten dolayı onları unutması, küçük günahlardan en büyüğünü yapmış olur (Kütübü sitte 433)

2- Kişi Kur’an dan hediye gelen sure ve ayeti unutmasından daha büyük günah görmedim. (Tabii ki küçük günahlardan büyüğü) (Ebu Davud)

Okuyup amel edenler için de şöyle müjdeler var:

1-“Kıyamet günü Kur’an ı kerim uçarak bir adam gibi okuyucunun önüne gelir ve seni gece uykusuz gündüz susuz bırakan benim. Allahın emri ile sana sahip çıkacağım” (Kütübü Sitte)

2- Kur’anı kerimi okuyan ve onunla amel eden Müslüman cennete girdiği vakit ona denilir yüksel, oda bildiği ayetleri sonuna kadar okur ve yükselir. Her ayet için bir derece verilir.

3- Erkeğin güzel sesli cariyesinin sesinden hoşlandığından, Allah (tegannisiz) güzel sesle okunan Kur’an dan  daha çok hoşlanır. (Kütübü Sitte)

Evet,hadisi şeriflerden Kur’anı kerimi öğrendikten sonra unutmak tehlike olduğunu ve Kur’anı Allah rızası için okuyan ne kadar kâr ettiğini öğrenmiş olduk.

Bununla beraber unutmayalım ki Hafızlarda melek değil insandır, onlarda ekmek yer başka bir gelirleri olmasa bile Allah onları kat’ı surette aç bırakmaz, aç kalacağım diye onlar sakın korkmasınlar. Onlar ne kadar tok gözlü olursalar Allah onları o kadar rahatlıkla beslettirecek sebepler onlara gönderecektir ve onlar tok gözlü davranmaları, ehli dalaletin nazarında hafız ve hocaların gözleri paradadır töhmetinden kurtarmış olurlar. Onlara hediye verilir, fakat onlar istemeyecekler. Onlar “istenilmez fakat verilir” kaidesine uymalı   ve Hafız okuduğu Kur’an kerim için hiç kimseden maddi bir şey beklemeyecektir.

Çünkü Kur’ani kerim maddi bir şey beklemeden sırf Allah rizasi için okunur, ancak bu tarz ile beklenilen sevap kazanılmış olsun. Unutmayalım ki sırf para için okunan Kur’andan (Biri para alır, ötekisi hava alır)  Çünkü HafızlarlarHafızlar ile hocalarppppHafızlar ile Hocalar Peygamber aleyhimüs-selamın mirasçılarıdır. Peygamberler a.s “Biz ücretimizi Allahtan bekleriz” dedikleri gibi, Hocalar ve Hafızlarda ücretlerini ahirette Allahtan almak için çalışacaklar. Amma yukarıda dediğim gibi istemeden verilen hediyeleri kabul ederler.

Bu sebeptendir ki Hafızların şeref ve haysiyetlerini korumak için Osmanlı zamanında Hafızların evine maaş olarak her ay belli bir miktar altın gidiyormuş.

Bakın Allah Yasini şerifte ayeti kerime ile “Maddi ücret istemeyenlere uyun” diye buyuruyor. Bu sebepten mutekaddimin zamanında  maaşlı imam yok imiş, cemaatten kim daha iyi bilirmiş o imam olurmuş.

Bediüzzaman Risale-i Nur eserlerinde: Beyazıt camiinde hafızları dinlerken dememiş. İhlaslı hafızları dinlerken demiş, yani sırf Allah rıza için Kur’anı kerim okuyan hafızları dinlerken demiş. Yine Bediüzzaman İstanbul da iken bir gün Eyüp Sultan hazretlerinin camiinde biraz istirahat için İmam ve Müezzinin odasına biraz dinlenmek için girmiş, oradakilere yorgunum biraz istirahata ihtiyacım var demiş. Onlarda şurada yatabilirsin demişler. Onlara cevaben başka bir yeriniz varsa olur fakat burada hafızlar yanında yatıp ayaklarımı uzatamam demiş.

Zaman çok kötü, insanların çoğu maddeye tapmış Müslümanlar hoca ve hafızların kıymetini takdirden âciz, imam ve hafızlarda hizmetlerinin karşılığını ahirette tam almak için sabırla ahiret mükafatını bekleyecekler. Camideki imamların aldıkları maaşın hakkını namaz kıldırmakla değil, güzel nasihatlerle cemaatin imanlarını taklitten tahkike kavuşturmak ve talebe okutmak gayreti olacak, bilhassa okuldaki gençlerin kafalarından tabiatçılık fikrini silmek gayretini elden bırakmayacaklar.

Duamız Allah onları mübarek mesleklerini istismardan muhafaza eylesin Amin

 Abdülkadir HAKTANIR

15 Temmuz Darbesi

O Gün Onca Kişi Vatan Uğruna Canını Feda etti

Onca Kişi Adını Tarihe Büyük Harflerle Yazdı

Bazıları Evde Çocuklarını Bırakarak Göçüp Gitti

Bazıları Çoçuk Kalarak Şehid Edildi

 

İnsan mısınız Siz, Fetho Dedikleriniz

Ne İstediniz Bu İnsanlardan, Bu Vatan Çoçuklarından

Sizin istediğiniz Türkiyeyi Ele Geçirmekmi?

Onu Yönetip İstediklerinizi Yaptırmak mı?

 

Onu akılarınızdan Atın

Çünkü Biz Bölünmez bir milletiz

Biz Osmanlı Torunların

Bize Emanet Bıraktığı Bu Vatanın Evlatlarıyız

 

Herkes Haberi Duyunca meydanlara koştu

Hayatı Hiçe Sayarak Vatan Uğruna Savaşmaya Koştu

Vatanı Şerefsizlere bırkmamak için Koştu

Biz Bir milletiz Demek için Koştu

 

Şehitler Ölmez Bu Vatan Bölünmez

Öyledir’de canım Çok Acıyor

 

Vatanı Bırakmadık Çıktık Sokaklara

Hiç Sorgulamadan Koştuk Meydanlara

Tankların Üstüne Çıktık, Durdurmak İstedik

Hayatı tekrar Mutlu Günlere Döndürmek İstedik

 

Asker Hiç Bilmeden Komutandan emir alarak Dışarı Çıkar

Çıkar Sanır ki Antreman Yapacaklar

Bir Anda Millet Çıkar Karşında

Komutan Der Sık Onların Anlına

 

Komutanım Ne Diyorsunuz? Onlar Bizim Kardeşlerimiz

Onlar Bizim Anne, Babamız, Dedemiz

Bunu Onlara Yapamayız

Çünkü Biz Bu Milletin Çocuklarıyız

 

Komutan Silahını Çıkartır, Halka Ateş etme Başlar

Askerler Anlamaz, Ne Yapıyor Durmadan

Komutan Emreder, Ateş Et Yoksa Askerliğin Gider

Asker De Ne Yapacağını Bilmeden Öylece Bekler

 

Tanklarla Ankaranın Sokaklarında

İnsanlar Anlamamaktan kaçmakta
İnsanların Üstüne Üstüne Tanklarını Sürüyorlar

Hiç durmadan Devleti Ele geçirmek istiyorlar

 

Bu Vatan O Kadar kolay bölünseydi

yıllar önce yaparlardı

Bu Millet Bu Vatandan Vazgeçseydi

Yıllar önce Vazgeçerlerdi

 

Bütün Türkiye Sokaklarda

Herkes Herşey Aramızda

Ünlü Ünsüz Demeden, Herkesin Vatan Umrunda

Herkesin Derdi Bu Vatanı Bırakmamakta

 

Dedelirimiz Çanakkaleyi Bırakmadı, Biz de Burayı Bırakmayacağız

Dedelerimiz Bize Bir Şey Bırakmak için Durmadan savaştı, Bizde Savaşaçağız

Onların Emanetine Sahip Çıkacağız

Bu Kahpecilere hiçbir şey Bırakmayacağız

 

Birkaç Şerefsiz PKK ile ortak Olmuş

Baş Komutanımız Olan Recep Tayyıp Erdoğanı Hedef Koymuş

Onu İndirip İstediğini Yaptıracağını Sanmış

Bu Kadar Vatan Severlerini Aklından Çıkarmış
O Bizim Liderimiz Bizim Cumhurbaşkanımız

O Bizi Biz Yapan, Korkmaktan Sakındıran

Bize İlham Kaynağı Olan

Bizi Her yerde, Herkesden Koruyan

 

Unutmayın Ki Biz Bu Milletin Torunlarıyız

Bu Devletten asla Vazgeçmeyeceğiz

Asla Hiç Kimseye bu vatanı Teslim Etmeyeceğiz

Alamayacaksınız Siz Münafık Şerefsizler

Çünkü Biz Allahtan Başka Hiç Kimseye Güvenmiyoruz Güvenmeyeceğiz

 

Bu yazıyı yazan: Makedonyanın Üskübünden Sağlam imanlı 17 yaşında BERAT kardeş.

nakleden : Abdulkadir Haktanır

İnsan Manen Terakki Etmesi Allaha Karşı İhlasına Acz Ve Fakrını Bilmeli

Evet insan hem âcizdir, hem fakirdir. İnsanın kudretinde Allah’ın yarattığı hiçbir şeyi yaratmak gücü, mahareti yoktur. Bütün ilim, teknoloji bir araya gelse de, yine ona kudret veremez. Mesela yarın güneş “Ben gelmiyorum” dese ne olur? Gör artık curcunayı, bütün teknoloji istop eder. Bu kadar insanın acz ve fakrı aynı zamanda hakikat noktasında insanın koordinatlarını gösteriyor. Sonsuza ulaşan koordinatlar var insanda. İhtiyaç dâiresini bildiği, Rahmanın kapısını istiğfarla, iltica ile çaldığı zaman şerefleniyor. İnd-i İlâhideki makbuliyeti artıyor.

Evet her iyilik Allah’tandır. Haddini bil, yapan sen değilsin. Senden sudur eden iyilikleri, hayırları, güzellikleri, meharetleri kendine izâfe etme, kendinden bilme vesselam.

Üstadımız diyor ki: “Malûm olsun ki: Bizi ziyaret eden, ya hayat-ı dünyeviye cihetinde gelir; o kapı kapalıdır. Veya hayat-ı uhreviye cihetinde gelir. O cihette iki kapı var: Ya şahsımı mübarek ve makam sahibi zannedip gelir. O kapı dahi kapalıdır. Çünki ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum. Cenab-ı Hakk’a çok şükür, beni kendime beğendirmemiş.“  26.Mektub:344  10.Mesele

Üstad ne diyor, “Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum.” Çünkü, insanın mahiyet-i aynasında görülen ne kadar güzellikler varsa, onların sahibi Allah’tır. Geriye ne kaldı? İnsanın hataları, kusurları, lâubaliliği, tembelliği, lâkaytlığı, liyakatsızlığı. Cenab-ı Hakkın sana ikrâmat olarak ihsan ettiği lütuf, mehâsin ve kemâlatı kendine nisbet etme. O Allah’ındır. İnsanın aynasında yani mahiyetinde ortaya çıkan ne kadar mehâsin varsa onu Allah’a ver. Onlar Cenab-ı Hakkındır. İyiliği Allah’a verdiğin zaman geriye ne kaldı? “İnnen nefse le emmâretün bissûi illâ mâ rahime Rabbi”. Mücemmil, Mükemmil ismine mazhariyetle, esmânın dünyasına yükselirsin.

Onun için ufacık İhlâs Risalesinde üç yerde “Vela teşterû. “ “Benim âyetlerimi az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin!” diyor.

zaman kötülüğü ister. Bu âyeti iz’an derecesinde anlamak da yetmiyor. Çünkü iz’anda kalsan yine ayağın kayabilir. İnsanın imanının i’tikat derecesine çıkması lazım. Elimle, dilimle, ilmimle, malımla, canımla, paramla meydana çıkan ne kadar mehâsin varsa bunların hepsi Allah’ındır. Bu ma’naya iman lazımdır. Allah’ın malını kendine izafe ettin mi, yandın.

“Hasenatta iftihara hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünki hasenatı isteyen, iktiza eden rahmet-i İlahiye ve icad eden kudret-i Rabbaniyedir. Sual ve cevab, dâî ve sebeb, ikisi de Hak’tandır. İnsan yalnız dua ile, iman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahib olur.” S: 464

Şu düsturu eğer anlarsak, güzel ve sağlam imanımız, i’tikadımız olacak. İnsan ne ile hasenata sahib oluyormuş? “İnsan yalnız (Niyet ile), dua ile, iman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahib olur. “ Bunu hiç unutmayalım.

Evet bütün güzellikler, mehâsinler, kemâlatlar hepsi Allah’ındır. Bunu kati  anlarsak iman derecelerinde yüksek mertebeler kazanacağız. Evet, iyilikler Allah’ındır. İyilikler Allah’ın olunca artık ona sen sahip çıkamazsın ki. İyilikleri Allah’a verdin mi, ne kalır geriye? Nefis. Nefsin cibilliyeti nedir? Senin yüzüne müstehziyane gülüyor, güya İslam âleminde sana makamlar, meziyetler veriyorlar. Bakıyoruz sen de bunlarla böbürleniyorsun. Halbuki senin değil bunlar, Allah’ındır. İyilikler, bütün hayırlar  O’nundur. Hatta bir nimetin sana kavuşması için yolları gösteren de O’dur. Nefis demek; noksanlık, kusur demektir.

Merhûm bir şairimiz ne güzel söylemiş: “Şer nefisten, hayır kula Hüdâdandır, Hüdâdandır.” O halde Üstadın mahiyeti aynasında görünen ve beğendiğimiz iyilikler kimindir? Tabii ki onlar da Allah’ındır. Alkışlanmak hissi, gurur bizi anında mahveder. Yahu kadere iman, nefsi gururdan kurtarmak için mesâil-i imaniyeye girmedi mi? Kader ne diyordu? “Haddini bil, yapan sen değilsin!” Nefis bizi bombardıman ettirebilir. Allah korusun, çok dikkat lazımdır. Yine Kader Risalesinde bir cümle var: “Dâi ve sebeb, muktazi ikisi de Hak’tandır” diyor. Hattâ Cennet’e nasıl girilir? Bunu da öğreten Cenab-ı Haktır. “İbadetleri yap, namaz kıl” diyor. Çünkü, Cennet’’i yaratan Allah’tır. Seni Cennet’e götürecek iylikleri, mehâsinleri sana Allah verir. Sen yalnız nefsini ıslaha çalış ve seçimini iyi yap. Yusuf Aleyhisselamın dediği gibi. “İnnennefse le emmâra.” de, sakın hayırları nefsine izâfe etme. “Benim ilmim, benim marifetim, ben bilirim” dersen büyük felakete girersin. İ’tikadın şöyle olacak: “Bütün güzellikler Allah’ındır.” Bu sırrı yakalayabilirsen kurtuluşa erersin. Bütün fazileti, kemâli, hayırları, güzelliği Allah’a veren bir Müslümanda artık gurur yer edebilir mi? Kıskançlık, hatta gıbta dahi olur mu?

Risale-i Nur’un hizmeti, neşri Allah’ın Hâdi ismine mazhardır. İnşâallah bütün beşerin kurtuluşu, kalb-i külli, vicdan-i umuminin tedavi edilmesi, beşer âleminin âlem-i İslama dahil olması, Cenab-ı Allah’ın Hâdi isminin tecelliyatı ile olacak İnşâallah. Bütün beşerin kurtuluşunun mâyesi olan Allah’ın esmâ-i hüsnası noktasından bakınca, kemâlat kimindir? Elbette bütün mehâsin ve kemâlat Allah’ındır. En büyük mürşidler olan peygamberler ne yapıyorlar? İstihdam dâiresinde  çalışıyorlar, o kadar. Kendilerine bir pay çıkarmıyorlar!

Cenab-ı Hak iz’anımızı artırsın. Şunu bilesiniz. Küçük kafalar şahıslarla meşgul olur. Orta kafalar olaylarla meşgul olur. Büyük kafalar fikirlerle meşgul olur. Şimdi esas kemâl derecesinde bir Müslümanın dünyasında görünen esmânın hakikatıdır. Hiç olmazsa bir esmâya yapış, O’nu hayatına temessük et ki, adem deryasından kurtulasın. Kâmil bir Müslümanın dünyasında bundan başka bir şey yoktur. Muhyiddin-i Arabinin istiğrakkârâne meşrebinin hakikat noktasında temessülü esmâya gider. Kemâlat esmâ-i hüsnanındır Mesela bir tabakta bulunan kirazlar, Cenab-ı Hakkın Rezzak isminin tecellisidir. Rızk umumidir. Allah’ın Hâdi ismi peygamberleri gönderiyor. Ni’mete baktın mı Allah’ın Rezzak isminin tecellisini, Peygamberleri tanıyınca Allah’ın Hâdi isminin tecellisini İnsan mükerremiyet arşında, makamında duruyor. Sonsuz şeye ihtiyacı var. Acz ve fakrı ile beraber nâmütenahi arzuları var. Bunları te’min edecek, bütün ihtiyaçlarına cevap verecek bir Ganiy-yi Aziz’in, bir dergâh-ı izzetin kapısını çalmağa muhtaçtır. Bu dergâh-ı izzetin kapısını çalarken aczini bilirse, ind-i İlâhide kıymeti ve şerefi artıyor. Onun için mü’min acz mâdenini işletirse,  Müslüman terakki eder. Yoksa nefer gibi himmeti daralıyor, küçülüyor.

Yarabbi bizi doğru bilen ve ihlasla amel eden, enaniyetsiz, salih kullarından eyle. Âmin

Abdülkadir HAKTANIR

İnsan Kendi İşini Bilip Allahın İşine Karışmayacak

Şu düsturu eğer iyi anlarsak, çok güzel imanımız, i’tikadımız olacak. İnsan ne ile hasenata sahib oluyormuş? “İnsan yalnız (Niyet ile), dua ile, iman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahib olur. “ Bunu hiç unutmayalım.

Evet bütün güzellikler, mehâsinler, kemâlatlar hepsi Allah’ındır. Böylece anlarsak iman derecelerinde yüksek mertebeler kazanacağız. Evet, iyilikler Allah’ındır. İyilikler Allah’ın olunca artık ona sen sahip çıkamazsın ki. İyilikleri Allah’a verdin mi, ne kalır geriye? Nefis. Nefsin cibilliyeti nedir? Senin yüzüne şimdi müstehziyane gülüyor, güya İslam âleminde sana makamlar, meziyetler veriyor. Bakıyoruz sen de bunlarla böbürleniyorsun. Halbuki senin değil bunlar, Allah’ındır. İyilikler, bütün hayırlar  O’nundur. Hatta bir nimetin sana kavuşması için yolları gösteren de O’dur. Nefis demek; noksanlık, kusur demektir. Merhûm bir şairimiz ne güzel söylemiş: “Şer nefisten, hayır kula Hüdâdandır, Hüdâdandır.” O halde Üstadın mahiyeti aynasında görünen ve beğendiğimiz iyilikler kiminmiş? Şübhesiz ki onlar da Allah’ındır.

Kardeşim, alkışlanmak hissi, gurur bizi anında mahveder. Yahu kadere iman, nefsi gururdan kurtarmak için mesâil-i imaniyeye girmedi mi? Kader ne diyordu? “Haddini bil, yapan sen değilsin!” Nefis bizi bombardıman ettirebilir. Allah korusun, çok dikkat lazımdır. Yine Kader Risalesinde bir cümle var: “Dâi ve sebeb, muktazi ikisi de Hak’tandır” diyor. Hattâ Cennet’e nasıl girilir? Bunu da öğreten Cenab-ı Haktır. “İbadetleri yap, namaz kıl” diyor. Çünkü, Cennet’’i yaratan Allah’tır. Seni Cennet’e götürecek iylikleri, mehâsinleri sana Allah verir. Sen yalnız nefsini ıslaha çalış. Yusuf Aleyhisselamın dediği gibi diyelim. “İnnennefse le emmâra.” de, sakın hayırları nefsine izâfe etme. “Benim ilmim, benim marifetim, ben bilirim” dersen büyük felakete girersin. İ’tikadın şöyle olacak: “Bütün güzellikler Allah’ındır.” Bu sırrı yakalayabilirsen kurtuluşa erersin. Bütün fazileti, kemâli, hayırları, güzelliği Allah’a veren bir Müslümanda artık gurur yer edebilir mi?

Üstadımız, İhlas risalesinde ikinci düsturda fabrika için ne diyordu? O fabrika sahibi zerre miktar bir taarruz, tahakküm karışsa, fabrikayı ne yapar? Kırar, dağıtır değil mi? Dünyanın en büyük otomobil fabrikası diyelim ki Mercedes. Yüzlerce milyarlık malını her gün dünyaya satıyor, değil mi? O fabrikanın en üst düzeyinde koordinatör görevinde ve o fabrikanın akışını bilen biri vardır. Bu kişi kendi başına bir gün dese ki “Bu işi yalnız ben yürütüyorum”. Fabrikanın sahibi bunu duysa, onu anında o işten tardeder değil mi? Der ki:”Müdürüm, sen maaş mukabili çalışan birisin, Çok konuşursan seni atarım. Başka birisini getiririm. Çalışırsan benim fabrikamda, sen şereflenirsin. Senin itibarın artar.” der, adamı susturur.

Risale-i Nur’un hizmeti, neşr-i esrâr-ı Kur’aniyedir. Allah’ın Hâdi ismine mazhardır. İnşâallah bütün beşerin kurtuluşu, kalbi külli, vicdan-i umuminin tedavi edilmesi, beşer âleminin âlem-i İslama dahil olması Cenab-ı Allah’ın Hâdi isminin tecelliyatı ile olacak İnşâallah. Bütün beşerin kurtuluşunun mâyesi olan Allah’ın esmâ-i hüsnası noktasından bakınca, kemâlat kimindir?

, aczini idrak ettiği nisbette tekâmül eder. Samedaniyetin aynası olmak kolay bir şey değildir. Acz ve fakr, nokta-yı temerküz gibidir. Nasıl sonsuzdan Elbette bütün mehâsin ve kemâlat Allah’ındır. En büyük mürşidler olan peygamberler ne yapıyorlar? İstihdam dâiresinde  çalışıyorlar, o kadar. Kendilerine bir pay çıkaran yok!

Cenab-ı Hak iz’anımızı artırsın. Şunu bilesiniz. Küçük kafalar şahıslarla meşgul olur. Orta kafalar olaylarla meşgul olur. Büyük kafalar fikirlerle meşgul olur. Şimdi esas kemâl derecesinde bir Müslümanın dünyasında görünen esmânın hakikatıdır. Hiç olmazsa bir esmâya yapış, O’nu hayatına temessük et ki, adem deryasından kurtulasın. Kâmil bir Müslümanın dünyasında bundan başka bir şey yoktur. Muhyiddin-i Arabinin istiğrakkârâne meşrebinin hakikat noktasında temessülü esmâya gider. Kemâlat esmâ-i hüsnanındır Mesela bir tabakta bulunan kirazlar Cenab-ı Hakkın Rezzak isminin tecellisidir. Rızk umumidir. Allah’ın Hâdi ismi peygamberleri gönderiyor. Ni’mete baktın mı Allah’ın Rezzak isminin tecellisini, Peygamberleri tanıyınca Allah’ın Hâdi isminin tecellisini görürsün. Mücemmil, Mükemmil ismine mazhariyetle, esmânın dünyasına yükselirsin.

Bir Müslüman i’tikat noktasında esmânın dünyasına yükseldiği vakit artık sebepleri de görmez oluyor. İmam-i Gazali Hazretleri diyor ki: “Biz sebepleri görmüyoruz ki, onlara takılalım.” Üstad ne diyor? Her gün insafsızcasına bir elekten geçiriliyorsunuz. Evet her gün elekten geçiriliyoruz. Kimi altın kazanıyor, kimi bakır. Kimisi de altını bakırla değişiyor. Onun için ufacık İhlâs Risalesinde üç yerde “Vela teşterû. . “ “Benim âyetlerimi az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin!” diyor.

Evet, Üstad  ne diyordu? “Ben kendimi beğenmiyorum” Yani mehâsin Allah’ındır. Bizler de Allah’ın mehâsinini neden getirip Üstada veriyoruz ki. Bakın biz Üstadın sözlerini tevâzu ma’nasında anlamıyoruz. Açıkca “Ben kendimi beğenmiyorum.” diyor. Çünki, mehâsin Allah’ındır. Hiçbir şeye, ma’nâ-yı ismi ile bakılamaz. Hatta, Peygambere dahi ma’nâ-yı ismiyle bakılamaz. İllâ ma’na-yı harfi ile bakılacak.

Üstad ne diyor bak: “Mürşidin kalbi aynadır. Ayna muhafaza edilmeli.” Fakat ayna ışığı nereden alıyor? Güneşten alıyor ve yansıtıyor. Işık güneşten geliyor. Peygamber dahi olsa, peygambere de ma’nâ-yı ismi ile bakılamaz. Dâima ma’nâyı harfi ile bakılır. Bir zerreye dahi ma’nâ-yı ismi ile bakılamaz. Çünki, peygamberler dahi membâ değildir, makestir.  Peygamber-i zîşan efendimiz, feyz-i İlâhiye mâkes olmuş, membâ değildir. Üstad diyor ki: “Mürşidin kalbi bir aynadır. O ayna muhafaza edilmeli.” Ayna ışığı nereden alıyor? Güneşten alıyor ve yansıtıyor. Bak aynanın yansıtma vasfı var. İşte mürşidin kalbi aynadır. Ancak yansıtır. Menba ve medar değildir. Ancak nâkile ve kâbiledir. Mâkestir. Onunla yansıtır.

Derslerimizin asıl muhatabı mutlaka bizim nefsimiz olmalıdır. Üstad Risale-i Nurun esaslarını çizmiş. Dört esasa göre, gidiyor. Biri acz, biri fakr, biri şefkat, biri de tefekkür. Acz ve fakrı da tarif ediyor. “Aczi mutlak, fakrı mutlak” diyor. Acz ve fakr insanın zâten fıtratında var. fakat işletilmesi gerektir. Çünki, insan acz ve fakrını bildiği müddetçe terakki eder. Samedaniyetin aynası olabilmek için acz ve fakr damarının inkişaf etmesi lazımdır. Fakrını bildiği gelen ışınlar, odak noktasında temerküz ediyorsa, aczini fakrini iyi bilen bilen bir Müslümanın, mâhiyet aynasında da ekser esmâ tecelli ediyor. Ekser esmânın tecellisine bir harita oluyor.

Bunu askeriyeden bir misalle anlatalım. Bir nefer, bir de kurmay başkanı var. Neferi şöyle tarif edebilirsin “Potin ile kep arasına sıkıştırılmış, karnı kuru fasülye ile doldurulmuş bir vatandaş. Asker yemez, asker üşümez, asker yorulmaz, asker uyumaz” Askerin derecesi yok, devlete yükü de pek yok. Ne makamı var, ne rütbesi var. Askerin kurmaydan farkı, derecesine göre, çok şeye muhtaç olmamasıdır.

Abdülkadir HAKTANIR

Bazı Hakikatlar

Allahütealâ’nın rıza ve sevgisine nâil olmak bütün Müslümanların en büyük arzusu olmalıdır. Bir Müslüman’ın her ameli bu gayeye hizmet etmeli; gece ve gündüz, zihni “acaba ne yaparsam Allah benden hoşnut olur ve beni sever” sualiyle meşgul olmalıdır.

Peki, Allahütealâ bir kulunu sevince ne olur?

Sahih-i Buhari’de geçen bir kutsî hadiste Allahütealâ şöyle buyuruyor:

“Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıracak olan amellerden en çok hoşuma gideni  (kulumun) ona farz kıldığım şeyleri eda etmesidir. Kulum nafilelerle bana yaklaşmaya[1] devam eder ve sonunda sevgime erişir. Onu bir sevdim mi onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey istedi mi onu muhakkak veririm. Benden sığınma talep ederse onu mutlaka korurum. Ben yaptığım hiçbir şeyde mü’min kulumun ruhunu kabzedecekken ettiğim kadar tereddüt etmedim. (Zira) o ölümü sevmez ben de onun sevmediğini sevmem.”[2]

Bir mü’min için bundan büyük saadet olabilir mi?

Buradan hareketle hepimize düşen vazife; Allah’ın sevgisine, iltifatına nail olabilmek için Kur’ân-ı Kerimi ve Sünneti iyi tahlil ederek bu kaynaklarda gösterilen yolu hakkıyla ta’kib ve tatbik etmektir.

Mesela kul, “Allah, muttakileri sever” ayetini okuyunca muttaki olmak için çalışacak, takvayı, Allahütealâ’nın emirlerine uygun yaşamayı; “Allah, muhsinleri sever” ayetini okuyunca ihsanı, Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmeyi ve işini hakkıyla yapmayı kendisine şiar edinecektir. Kul bir yandan Allahütealâ’nın sevgisine nâil olmanın yollarını ararken bir yandan da Allahüteala’nın sevmediği, kerih gördüğü şeyleri bilecek ve onlardan kaçınacaktır.

Bu çalışma sadece Allah şunları sever, şunları sevmez şeklindeki ayetleri ihtiva etmekle konunun bir mukaddimesi niteliğini taşımaktadır. Bu mukaddimeyi tamamlamak ise Kuran’ı Kerim ve Hadis-i Şerifleri okumak suretiyle fert fert bütün Müslümanlara düşmektedir.

Çalışmamızda ilgili ayetlerdeki konu bütünlüğünü göz önünde bulundurarak ayetin tamamını, gerektiği yerde de ayetin öncesi ve sonrasını da zikretmeye çalıştık.

Ayet-i kerimelerin meallerini açıklama ve dipnotlarıyla beraber muhterem Hasan Tahsin Feyizli Hoca efendi’nin hazırladığı Feyzü’l-Furkan isimli açıklamalı Kur’an mealinden aldık.

Tarafımızdan yapılan açıklamaların sonuna  “mza” ibaresini koyduk.

Ey Allah’ım senden sevgini, seni sevenleri sevmeyi ve senin muhabbetine yaklaştıran amelleri sevmeyi dilerim. Allah tarafından sevilen bahtiyarlardan olma ümidiyle.(âmin)

Allah yolunda (mallarınızı) harcayın, kendi ellerinizle (kendinizi) tehlikeye atmayın;[3] iyilik edin. Şüphesiz ki Allah, iyilik edenleri sever. [4]

(Resûlüm!) Sana, bir de kadınların âdet hali hakkında sorarlar. De ki: “o bir rahatsızlıktır. Bu yüzden aybaşı halinde kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara (cinsel ilişki için) yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman Allah’ın size emrettiği yerden onlara varın (birleşin). Şüphesiz Allah, çokça tevbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever.[5]

(Ey Resûlüm!) De ki: “Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah, çok bağışlayan ve merhamet edendir.”[6]

(Âyet-i kerimede Allah’ı tanımak ve bilmekten değil, O’nu sevmekten söz edilmektedir. Çünkü samimi sevgide, münâfıklık olmayıp yakın ilgi, alâka ve bağlılık vardır. Bundan dolayı bir şeye ne kadar ilgi ve alâka gösteriliyorsa, ona olan sevgide o ölçüde demektir. Allah’ı sevmenin ölçüsü de O’nun emirlerini içtenlikle sevmek, yakın ilgiyle onları yerine getirmek, Resûlüne / onun sünnetine uymak ve onun prensiplerini örnek almaktır. İşte buna karşılık da yüce Allah, bizi seveceğini ve mağfiret edeceğini vaadetmektedir.)

[1] Bu âyette, malı israf etmenin, Allah yolunda (din uğrunda) harcamamanın helake ve azaba sebep olacağı bildirildiği gibi bunun dışında bazı şeylerin de helake sebep olduğu hakkında sahabe fetvaları vardır. Buna dayanılarak kendi canına kıyma, bile bile kendine zarar verecek bir hareket ve eylemde bulunma veya sağlığa zarar veren maddelerin kullanılması keyif verse de, bu âyetteki yasak hükmüne dahil edilmiştir.(ibn Kesir (çetiner) 3,768-769 , Mehmed Vehbi, 1,334-337

[1] Bakara: 195

[1] Bakara: 222

[1] Âl-i İmrân:

Hayır (gerçek onların söyledikleri gibi değil), kim ahdini yerine getirir ve Allah’ın emrine uyup günahlardan sakınırsa (bilsin ki), şüphesiz O, müttakî olan (yasaklarından kaçınan ve emrine uygun yaşayan)ları sever.[7]

Bir önceki ayet:

Ehl-i Kitab’dan öylesi vardır ki, ona bir kıntar (bin altın)[8] emanet etsen,  onu sana (eksiksiz) öder. Onlardan öyle kimse de vardır ki, ona bir dinar- (altın para) emanet etsen, devamlı üzerinde dikilip durmadıkça (veya dâvâya kalkışmadıkça) onu ödemez. Bunun sebebi de onların: “Ümmîlere (Ehl-i Kitab’dan olmayanlara karşı ne yapsak mübahtır.) Bizim aleyhimize bir yol (bize bir sorumluluk) yoktur” demeleridir. Onlar, bilip durdukları halde Allah’a karşı yalan söylemektedirler. (Âl-i İmrân 75)

O (takvâ sahibi) olanlar, bollukta ve darlıkta (Allah rızası için) sarfederler, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah iyilik yapan (ve güzel davranan)ları sever.[9]

(Takva sahipleri yani Allah’ın emirlerine uygun yaşayanlar, dünya malına karşı olan tutumlarında çocukluk safhasını geçmiş fazilet safhasına ulaşmıştır. Çünkü çocukluk safhasındaki insanlar ihtiyacı olsun olmasın, azıcık fayda umduğu şeyi elde etmek için çırpınırlar ve onu elde etmeyince rahat edemezler; aç gözlü ve bencildirler, elindekini kimseye vermemeye ve göstermemeye çalışırlar. İkinci safhadakiler gözünü dünyaya dikmeyip, kanaate ulaşanlardır. Üçüncü safhadakiler ise takvâ sahipleri olup, maddeye bağımlılıktan kurtulup, İslami ölçüde kendisine yetecek olandan fazlasını Allah rızası için bollukta ve darlıkta sarfederler. İşte bunlar muhsindirler.[10])

[1] Âl-i İmrân: 76

[1] Enes (r.a) Hz. Peygamber’den “Kıntar”ın bin dinar olduğunu rivayet etmiştir. İbn Abbas (r.a) da böyle olduğunu söylemiştir. (bk. Razi 6, 193) Bir dinar ise çeyrek lira kıymetinde eski altın bir paradır.

[1] Âl-i İmrân: 134

[1] Mevlânâ bu durumu şöyle ifade eder: süt emen çocuk dadıdan vazgeçti mi yemek yemeye başlar, artık onu bırakır gider. Sen topraktan biten taneler gibi, yerin sütüne (maddesine) bağlanmış, ona alışmışsın. Kalplerin gıdasına alış da bu sütten kesilmeye bak. (Yoksa) ot gibi ayağın yere bağlı… Hakikate erişemez de bir yelle başını sallar durursun. (takvâya ve ihsâna ulaşamaz çürüyüp gidersin.) [Mesnevi,3,1280.beyt]

Nice peygamberler vardır ki onlarla birlikte (Allah erleri) birçok cemaat[11] savaştı da, Allah yolunda kendilerine gelen (meşakkat)lerden (dolayı) gevşeyip yılmadılar, zayıflık gösterip boyun eğmediler. Allah sabır (ve sebat) edenleri sever.[12]

Devamındaki ayetin meâli şöyledir:

Onların (bu anlardaki) sözleri: “Ey Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla. (Savaşta) ayaklarımızı sabit kıl (bize dayanıklılık ve:

  1. ve kâfirler güruhuna karşı bize yardım et/zafer ihsan eyle.” Demekten başka bir şey değildi.( Âl-i İmrân: 147)

Âl-i İmrân: 148 ise şöyledir

İşte (bu yüzden) Allah, onlara hem dünya nimetini/mükâfatını, hem de âhiret sevâbının güzelliğini (cennetini ve nimetlerini) verdi. Allah, güzel hareket edenleri sever.[13]

(Ey Resûlüm! Genelde ve özellikle Uhud gazvesinde sen) Allah’dan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, elbette onlar etrafından dağılıverirlerdi. O halde onları affet, onlar için mağfiret dile ve (umûma ait) iş hakkında onlara danış, artık karar verdiğin zaman da, Allah’a güvenip dayan (onu yap). Şüphesiz Allah kendisine güvenip dayananları sever.[14]

[1] Âl-i İmrân: 148

[1] Âl-i İmrân: 159

 Bu hakikatleri sizinle paylaşan Abdülkadir  Haktanır

[1] Nafilelerle yaklaşanlar, öncelikle farzları yerine getirenlerdir, farzları ihlal edenler değil.

[2] Buhari – Rikak 38 / 6502 (Fethu’l-Bâri Şerhu Sahihi’l-Buhari c:11 shf:414 Daru’s-Selam- Riyad 2000)

[11] Âyet-i kerimedeki “ribbiyyun” kelimesine başta İbn Abbas (r.a.) ve Mücahid (r.a.) olmak üzere dokuz sahabe  bu manayı vermişlerdir. Süfyân-ı Sevrî; “Rabbe kul olanlar (Allah erleri)” , Abdurrezzâk da Hasan’dan rivâyetle; “muttaki âlimler” diye tefsir etmişlerdir.

[12] Âl-i İmrân: 146