Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Batı Hayranlarımız, Batı İlim Adamlarının Nasıl Allaha İnandığını Görsünler

Batı Materyalist ve Natüralist fikrini bizlere de kabul ettirip vatandaşlarımızın bir kısmını imandan ettiği halde, kendi yüksek tahsillilerine bu safsatayı kabul ettiremediğini görmek için Avropa ve Amerika’nın 34 ilim adamının 5-10 sahifelik yazılarını NİÇİN ALLAHA İNANIYORUZ kitabında ifadeleriyle inançlarını tasdik ettiklerini görmeniz için yalınız 10 meşhur Profesör Doktorların yazılarından azar derleyip nazarınıza sunmak istiyorum. Çünkü o maddecilik fikrin aşısıyla dünyanın her yerinde yaşayan Müslümanların, bilhassa vatandaşlarımızın çoğunun bundan canı yandı.

1)- DİN VE İLMİN KESİŞTİĞİ NOKTA

Dünyaca meşhur fizik profesörü Albert Ainstein’nin ifadeleri:

-Hayatımız bu dünyada bir sır olup, buraya geldiğimizin sebebini bilemiyoruz. Yalınız bunu sizi ikaz etmek için ifade edeyim ki: Buraya gelmemizin sebebinde muhakkak İlahi bir hikmet mevcuttur. Çünkü yaşadığımızın sebebi belli olmayan bu hayata nazarımızı çevirdiğimiz zaman görürüz ki: Buraya gelmemizin ana sebebi görünenin dışındadır. Buradaki bütün hareketlerimizde bizi başka bir istikamete itenin hükmü mevcut. Bundan anlaşılıyor ki orada felsefe yapmak bizim hakkımız değil.
Bana göre bizim için daha iyi bir bir sır karşısında kendimizi kabul etmemiz lazım. Bu büyük bir ilim ve ustalıktır. Bu büyük heyecanı yaşamayan insan ölü sayılır. Çünkü onun gözleri kapalıdır. İnsan için mululuğun sırrı dini kaynaklıdır. Kesin olarak mevcut olan O’na biz tesir edemiyoruz. Ne zaman biz zafımızı kabul ederiz ki, varlığı kesin olan O kuvvete tesirimiz dokunamaz. O bizim için büyük bir ilim ve güzellik olur. Biz İnanmanın ihtiyaç çekirdeğini ve O’na inanma ihtiyacını vücudumuzdaki basit duygularla hissediyoruz. Bununla demek istiyorum ki kendimi dindarlar arasında hissedebilirim.

2)-YARATICININ VARLIĞI
Fen bilgilerin meşhur Filozofu Dr. A. Sirhan 1947’de Colombiya Üniversitesinde masterini yaparak 1949 da pedagoji felsefesi dalında doktorasını yaptıktan sonra mesleğiyle ilgili çok kitap yazdı.
Bu profesör Allaha inandığını ve niçin inandığını 7 sahife yazı ile bahsi geçen kitapta ispatladıktan sora şöyle devam eder:

Göklerin ve küremizin yaradılışını kime vereceyiz? Bunlar hiçbir zaman ne kendi kendine olabilirler, ne de tesadüfen oluşmalarının imkâni vardır. Mantığımız bunların yaratılması hakkında bize diyor ki, Onları yaratan, şüphesiz gören ve çok bilen bir Kuvvet ve Kudret sahibi onları yaratmıştır.
Bunun ötesinde, inanmak insana öyle manevi bir rahatlık temin eder ki, inanan o rahıtlıkla örnek bir hayat yaşayabilir.

3)-NE DERSİNİZ BU KÂİNAT KENDİ KEDİNEMİ OLUŞTU, YOKSA BİR PLAN VE PROGRAMLA MI YAPILDI?

Bioloji ve fizk bilgini olan Prof. Dr.Frank Allen, Cornel Üniversitesinde masterini ve doktorasını yaptıktan sonra, doğal gaz uzmanı oldu. Ondan sonra Kanadanın Kravilat Üniversitesinde renk ayrımı uzmanlığının altın madalyasını aldı.

Bu profesör bu kitapta 14 sahife yazı ile Allhın varlığına inanıp ispatlarken Şöyle der:

-Yerin, göğün yaratılmasını ve canlılara hayat verme hadisesini kime vereceyiz. Desek ki tesadüfen veya kendi kendine oldular. Bunun kat’iyen imkânı yoktur. Bu sebeptendir ki, mantığımız bunu, her şeyi gören ve bilen bir Kuvvet ve Kudret sahibi bir Zata teslim etmemizi bize emreder.

Bunun ötesinde, böyle bir Zata inanmak, hem insanı sıkıntıdan kurtarır hemde manevi bir rahatlığı te’min etmeye sebeb olur. Maddeye tapan evrimciler derler ki Allahın varlığını kabul etmeye ihtiyaç yok. Halbuki kâinatın yaradılışını Allahtan başka kime verebiliriz ki?

4)-KESİN NETİCE
Matematik ve kimya Prof. Dr. Johne Clivland Cotheran. Doktorasını Newyork’un Dolth Üniversitesinde bitirdikten sonra, ayni üniversitede branşının başkanlığını yapmış.

Bu profesör bu kitapta on sahife yazı ile Allahın varlığını kabul ettiğini ispatlıyor, ve bir yazısında, meşhur fizik bilgini Lord Calvinin şöyle dediğini naklediyor:

“Ciddi düşündüğünüz zaman, göreceksiniz ki, fenler sizi Allaha inanma istikametine doğru iter” Evet sağa sola sapmadan doğruyu görmeye ihtiyaçvar.

5)-GENİŞ KAPSAMLI BİR TECRÜBE

Prof. Dr. Edvard Luther Kissel. Biyoloji, Jeoloji fakültesini California Üniversitesinde bitirdikten sonra, Ayni üniversitede uzmanı olduğu branşının profesörü oldu. San Francisco Üniversitesinde uzmanı olduğu dalının üst düzey şefi oldu. Şimdi mesleğinin genetik dalının uzmanıdır.

Bu Prof Dr. de ayni kitapta 10 sahife yazısı ile Allahın varlığını ispatladıktan sonra yazısının bir yerinde inkârcılara şöyle sesleniyor:

Son zamanlarda fizikçilerin gayretleri neticesinde, onlar normal felsefe yolunu terk edip, Allahın varlığı hakkında çok ispatlanamamış deliller öne sürdüler. Ben ne o deliller siz Allaha inanılmaz derim ne de onların ortaya sürdükleri delillere inanmaya ihtiyaç duyarım. Çünkü daha önce Allahın varlığı hakkında fizikçilerin ortaya sürdükleri deliller, herkes için yeterli idiler ki, bunlar varken insanlar sağa sola başlarını çevirmeye ihtiyaç duyulmuyorlardı. Ben Allah’a inanırım. Ayrıca O’nun varlığını ispat ederek, varlığını hoş karşılarım.

6)-ALLAHIN VARLIĞI HAKKINDA FİZİKİ DELİLLER
Prof. Dr. Paul Cleirans Brosold. Biofizik uzmanı olup, doktorasını California Üniversitesinde yaptıktan sonra Oc Ridc laboratuarın’da Atom enerjisi şefi olup, fizik enerjisi enstitüsünün kurulunda üyedir.

Bu Prof Dr. Allaha inandığını 7 sahife yazısı ile ayni kitapta ispat ettikten sonra diyor ki: -300 sene evvel Francız Bacon, İngilizlerin meşhur filozofunun şöyle bir sözü var:
“Belli ki felsefe azcıkta olsa insanı inkâra sevkeder. Halbuki felsefenin derinliğine girilince insanı inanmaya mecbur eder” Bacon doğru demiştir. Çünkü başından son araştırıcıya kadar milyonca insan, var olan alemlerin problemlerini çüzmek için araştırıp düşünürken, minimal varlıklara gelince heyecanlarından ürperirler. Biz bizim mütevazi vaziyetimizle bu müthiş sorunun cevabını bulmaya çalışıyoruz. Bununla beraber, benimkiler de sizi tatmin edeceklerine pek inancım yok. Çünkü insan imanı şartlarını kalbine yerleştirmek için, bütün kuvvetiyle onu araştırması lazım. Ancak bundan sonra onun kalbi ışıklanmaya başlayacak. Böyle bir inanç onun kalbinden şüpheleri silip tesirini gösterecektir. Bundan sonra onun için Allah, kendisinden daha yakındır. Böylece bu kimse imanın lezzetini kalbin derinliklerinde hisseder.

7)-FENLERİN MEYDANA ÇIKIP YAYILMALARI BİZE ALLAHIN VARLIĞINI İSPATLAR

Fizikçi Prof. Dr. George Irrel Davits. Doktorasını Mannesota Üniversitesinde yapıp, Amerikada atom araştırmasında fizik uzmanı olarak brançının şefliğini yaptı. Bu Prof. bu kitapta 5 sahife yazısıyla, niye nasıl inandığını ifade ederken diyor ki: Ne zaman fenler kervanı ilerler ve taklitçilik ortadan kaybolur. O zaman dine ve dini meselelere karşı insanın bağları kuvvet bulur. Aslında insan araştırabilsr, dini meseleleri bulup inanmak için çok çeşit deliller öne sürebilir. Bana kalsa insanın içinden gelen hakikate kavuşmak isteği, onun dindar olması için, ona yeterli bir baskıdır.

8)-KAİNAT İLE ALLAH, SIRLARLA DOLU

Fizyoloji ve gen profesörü olan John wiliam Clots. Doktorasını Petersburg Üniversitesinde yaptıktan sonra 1949 da fizyoloji ile biyoloji profesörlüğü yapıp genetik
dalında da uzman şahsiyettir.
Prof. Dr. John bu kitapta 8 sahife yazısıyla deliller sürerek inandığını ispatlarken şu ifadelere yer veriyor:

-Kainatta cereyan eden hadiseleri tesadüfe vermemiz imkânsızdır. Muhakkak bu varlıkların yaratılmaları için kesinlikle bir yaratıcıya ihtiyaç vardır. Çünkü bu yaratıkların yaratılmalarına baktığımız zaman, onlarda olağan üstü ve esrarengiz bir yaratılış görürüz. Onların meydana gelmelerini tesadüfe bırakamayacağımıza hiç şüphe edemiyoruz. Yine kesin olarak bilmemiz lazım ki, fenleri tanımamız için ilk önce yaratılmış olan eşyayı incelememiz lazım. Biz ancak bu sayede daha iyi Allahın büyüklüğünü kabul edip imanımızı kuvvetleştirebiliriz.

9)-GENİŞ KAPSAMLI BİR TECRÜBE
Fizik uzmanı ve radar keşşafı olan Prof. Dr. Robert Moris. bu kitapta Allaha niçin inandığını açıklarken şöyle diyor:

İnsan inancının şartlarını kuvvetleştirmek için, kendinde mevcut olan bütün kuvvetiyle niye inandığını araştırması lazım. Bundan sonra bu kimseyi, kim nasıl ve ne tarafa çekmek isteyenlerin gayretleri boşa gider. Çünkü araştırıp incelediği ve öğrenerek sahip olduğu o inanç onun kalbini ışıklandırmıştır. Böyle şüpheye yer kalmayan bir inanca sahip olan kimsenin imanı bütün hayatında kalbini ışıklandırır. Böylece buna Allah kendinden yakın olur. İnsan ancak bu şekilde imanın tadını daha iyi tattığını hisseder.

10)-GÜL ÇİÇEĞİNİN FİDANI İNSANA NASIL BİR DERS VERİYOR Fizik ile felsefe Prof. Dr. Maritte Stalej Cangden. Floridas’ın Tirinty Burton Üniversitesinde fizik ve felsefe doktorasını yapmıştır. Amerikada felsefe ve fizik araştırma ve inceleme enstitüsü heyetinde üyelik yapmıştır.

Bu Prof. Dr. bu kitapta 7 sahife yazıyla, delillere dayandırarak niçin inandığını açıkladıktan sonra şöyle diyor: Bu alemde her yaratık Allahın varlığına birer delildir. Biz bilginler kainattaki eşyayı araştırırken, kesinlikle Büyük Allah’ı inkar etmek için herhangi yol bulamıyoruz. O’na ne bugünkü fenni usullerle ne de görünen herhangi fiziki eşya sayesinde ulaşabilinir. Ona inanmak için en kısa yol ve en sağlam delil, içimizde ki hücre ve atomlara bakmakla hedefimize kavuşuruz.

Bu hakikatleri derleyen: Abdülkadir HAKTANIR

Eşrefi Mahluk Olan İnsan

Bütün mahlukat, biz insanlara hizmetkȃr,

Aç gözünü,  gör yoksa edersin büyük zarar.

 

Büyük Allahımız, imanlıya sahip çıkar,

Yap ne yap didin,  imanın olsun sana yar.

 

Allahı gösteren, sebepler her yerde,

Hatta pamuk ve bal yapan böceklerde.

 

Atmosferi, O  çatı yapmış dünyamıza,

Meteorlar, düşmesinler bu insanlara,

 

Ve Işığın, bize rahatlıkla ermesi için,

Asla onsuz  kalmıyor, ne Türkiye ne Çin.

 

Kȃinatta her şey, yerli yerinde olması,

Gösteriyor ki, bunun ancak  Allah’tır ustası.

 

Hiç görmüyor musun, milyarca yıldız göklerde?

O yıldızlar gece ışık verirler, sönerler seherde.

 

Maddi ve manevi, faydalar tüm varlıklarda,

Aklı başında olanlara, çok çeşit fayda.

 

Güneş, yüz kırk sekiz milyondan ışık sunar,

Az daha yakında olsa idi, her şey yanar.

 

Daha uzak olsaydı, insan soğuktan donar,

Bunları kim ayarladı ki, dengeyi tutar?

 

 

Dünyamız çevresinde, dönmese ne olur?

Ya  yalınız gece veya yalınız gün olur.

 

Güneş çevresinde dönmese, mevsim olmaz,

Ya yalınız kış ya bahar, veya yalınız yaz.

 

Hangi kıt’ada var mı yüzde otuz hanım?

Bunları denk kim yaptı, bana söyle canım.

 

Avrupa’da yalnız yüzde 0,7 fazla hanım,

Bizde erkek, hanımlardan çok, yüzde yarım.

 

Sekiz milyon hücre, tek bir milimetrede,

Bakın nasıl varmış, çeşit duygu o hücrede.

 

Protein molekül  ile, trombositler ,

Ufacık al yuvarlar ve amino asitler.

 

Bu insan, o küçük hücreden nasıl olur?

O kadar mühim duygular, nasıl yerini bulur?

 

Bunların sahibini, bulmalıdır insan,

Aman yap ne yap, boş yaşama ona inan.

 

Sen inan ve seni hiçten yaratana dayan,

Aman! Vücudun ateşte yanmadan  uyan.

 

Allah’ımız biz bilmiyoruz sana dayandık

Senin yardımınla, şükür gafletten uyandık

 

Abdülkadir Haktanır

Bize Allah’ın Rahmet Eli Ey Koca Üstad!

İnsanlığı kurtarmak için, gönderildin Sen,

Allah sevdiği insalara, ni’metler seren,

Netice için, sonsuz felaketleri çeken,

İnsanları, felaketlerden kurtarabilen.

 

Rabbin inayetiyle, Nurlu reçete yazdın,

Nur davan hatırı için, hapislerde kaldın,

Risalelerin ile, küfrün kökünü kazdın,

Mehdi-i ahir zamandır, Senin Nurlu adın.

 

Yazdığınız eserler, her guruba hitap eder,

Yaşlılara, sakın ölümden korkmayın der,

Önünüzde, sizi sonsuz mutluluklar bekler,

Yazdığınız Nur eserlerle, onları müjdeler.

 

Gençleri günahtan koruyan, Gençlik Rehberi,

O kitabı okuyan genç, günahlardan durur geri,

Çünkü bu gün çok gencin, imandan yok haberi,

Bu zamanda, ifsat edecek haller çok seri.

 

Kötü sistemin darbesini yiyen hanımlar,

Ancak Nurlarla, düşmanın sözüne kanmazlar,

Çünkü onlara, özel Hanımlar Rehberi var,

Üstad’la Allah’ın rahmeti, onlara akar.

 

Hele can vermekle göreşen, hastalara,

Hastalar Risalesini, hiç durmadan ara,

O zavallılara, Risaleler eşsiz şifa,

Sonra, hastaların günleri döner aklara.

 

Aralarında husumet devam edenlere,

Uhuvvet Risalesini, ellerine vere,

Sonra muhabbetler yağar, o kardeşlere,

Çünkü bu eserler, dargınlara barış sere.

 

Mü’minlere ters gidenlerin, kalplerin döndür,

Kalplerini, din ve hakiki imanla güldür,

Gayelerini Sen meşru kıl, Rızana döndür,

Kalplerinde ki tüm kötü istekleri, söndür.

 

Abdülkadir Haktanır

 

Ey İnsan! Seni Hiçten Yaradan Allaha Kul Ol

Allaha Kul olmak için insana sebep vermiş,

İbadet etmek için ortaya şartlar sermiş.

 

Cennete yükseltmek için çok sebepler sunmuş,

Kâmil imanı insana birinci farz koşmuş.

 

İbadet ederek insan Müslüman olmuş,

Rabbine itaat eden Allahına kul olmuş.

 

Namaz, Oruç, Hac, Zekât, oruç ve şehadetler,

Zikir, Fikir, Şükür ve sadaka-i cariyeler.

 

Bunlar insanı zirveye ulaştıran şartlar,

Gaye adamı olun kişi, bu şartları uyar.

 

Sevap kazanma zamanın büyüğü üç aylar,

O üç aylarda yapılan çok makbul sevaplar.

 

O aylarda ihlasla kılınan namazlar,

Namazda çok sevaplı secde-i şükranlar.

 

İnsana onlar te’min eder büyük kazançlar,

İki hayatta mes’ud olmayı bunlar sağlar

 

Bu  üç aylar bizim için büyük hazine,

Yeter ki bu aylarda gitmeyelim tersine.

 

Peygamberimiz der,Receb Allah’ın ayıdır,

Şaban ayı Aleyhissalatu-vesselamındır .

 

Ramazanda bizim sevabımız otuz bine çıkar.

Mahı mübarekte savm günahımızı yıkar,

 

Allah’ımız imanlı kulunu en çok sever,

Mümini cennetlik yapmağa sebepler serer.

 

Biz! Nefisle şeytanın şerlerinden kaçalım,

Rabbin emrettiği ibadetleri yapalım.

 

Allah’ımızı memnun etmeye çalışalım,

Cenneti kazanmak yolunda çok uğraşalım.

 

Sonra Allah’ımızdan ümidi kesmeyelim,

Yeter ki hesap günümüzü kesin bilelim

 

Mevlam nefis ve şeytanlara bizi bırakma,

Günahlardan koru bizi cehennemde yakma.

 

Rabbim biz fakirleri rızan yolundan ayırma,

Sabit kadem eyle ayağımızı kaydırma.

 

Abdülkadir Haktanır

Hakikatleri Dile Getirmek

İNSAN ALABİLDİĞİ KÜLTÜRDEN RENK ALIR

Her ne kadar Allah her şeyin her şeyini inceden inceye bilir, fakat insanın kendisi de nasıl biri olduğunu, iyi mi kötü mü, dindar mı,  dinsiz mi, ahlak derecesi ne olduğunu bilir. Fakat nefsi kendisine yalnız iyilikleri kabul ettirerek, kötülüklerin tamamını nefsinden reddetmeye çalışır. Bununla beraber, Müslümanlar içinde yaşayanlardan hiç biri kolay kolay ben dinsizim demeye cesaret edemez. Böylece bazı kimse Müslümanlığın icaplarını yapmaya yanaşmadığı halde, nefsi kendini müdafaa etmeye kalkarak ben Müslüman değil miyim der, böyle demekle işi hallettiğini zanneder, fakat heyhat !!! Bunu daha iyi açıklamak için on küsur örnek ile, insanların nasıl biri diğerinden çok farklı iki tarz hayat yaşadıklarını anlatarak hakikati daha iyi anlamayı kolaylaştırmaya çalışacağım.

İnsanlardan biri, dünyevi işlerinde çalışırken bile elde ettiği kazançlarını ahirete mal etme yoluna giderken, öteki yalnız  maddi zevklerini düşünerek öleceğini hatırına getirmek istemez.

Biri, Cuma namazlarını kaçırmamaya çalışır, diğeri yalnız bayram namazlarını kılmakla iktifa eder.

Biri, beş vakit namazını geciktirmeden kılmaya gayret gösterirken, diğeri İslam’ın şartlarını yerine getirmekten uzak yaşar.

Biri, beş vakit namazı az görüp, teheccüd ve duha namazlarını kılmaya gayret eder, diğeri Ramazan ayında Müslüman kisvesine girer, yani farz olan orucunu tutar, fakat sünnet olan teravih namazını kılar, farz namazlarını terk eder.

Biri, kendisi mahrum kalsa bile muhtaç olanların ihtiyaçlarını gidererek onları sevindirmeye çalışır, diğeri yalnız kendi menfaatini düşünerek “ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne” der.

Biri, ben Müslüman’ım ve hayatımla örnek biri olmam icap eder kendine diyerek, giyimine kuşamına üstüne başına temizliğine dikkat ederek Müslüman’a yakışır nazik bir hayat yaşar, diğeri üstüne başına dikkat etmeden paspal pejmürde kıyafetle gezer, bu kabalığın insana yakışmaz bir hal olduğunu hiç düşünmeden hayatını devam ettirir.

Biri, meyhaneye girmek şöyle dursun, sigara dumanı ile dolu, laklakla vakit geçirme yeri olan kahvehanelere bile girmeyi tenezzül sayarak oralara yaklaşmazken, diğeri bütün sarhoş edici içecekleri kendine meşru sayar, maskaralığın tümüne çekinmeden bulaşır.

Biri, yenmesi haram olan yiyeceklere yaklaşmak şöyle dursun, bütün şüpheli yiyecek ve içeceklerden uzak durmaya gayret göstererek, kiminle oturması lazım, kiminle oturmak faydasız olduğunu dikkatinden kaçırmadan yaşamaya çalışırken, diğeri yediklerine dikkat etmediği gibi, namahremlerle düşüp kalkarak yalnız geçici zevklerini, şehvani duygularını tatminden başka hiçbir şeye ehemmiyet vermez.

Biri, helalı olan hanımının da günahlarından mesul olacağını ve hanımı yalnız bu dünyada ona eş değil, ebedi hayatta da onun hayat arkadaşı olacağını bildiği için, onu kaybetmemek için tesettürüne dikkat ederek ehemmiyet verir, diğeri hanımını  evinde mutfak elbiseleri ile gezdirip misafir geldiği zaman veya bir yere çıkacakları zaman, yeni elbise giymesini emreder, hatta tesettürün şartlarından olan vücut hatlarını belirtmemek şöyle dursun, vücudunun bütün hatlarını tam gösterecek şekilde dar elbise giydirerek yüzünü tırnağını boyar, başkalarının hanımıyla göz zinası yapması için hanımının cazip halini ortaya sererek, hiç kıskanmadan onların karşı karşıya sohbet etmelerine müsaade eder.

Biri, hanımının ve kızlarının giyim ve kuşamına dikkat ederek cehenneme birer odun parçası olmamaları için âzami gayret gösterir, çünkü bilir ki sokaktaki mini etekle gezen hanımların etekleri birden o hali almadı, o kızların babaları dikkat etmeye etmeye etekleri birer ikişer santim yükselerek o hali aldı, ötekisi bütün bu dini inceliklere karşı lakayt kalıp, “Ben ne yapayım evlat bu, öldürecek miyim? ” diyerek ahirette  bu hayatın hesabını inceden inceye vereceğini nazara almadan yaşayarak, dünya zevklerinden başka hiçbir şey düşünmez.

Biri, ahiretteki cehennem ateşini düşününce göz yaşlarını tutamayıp, burada en ufak bir ateşin acısına dayanamazken orada bu nazik vücudunun, burada yaptığı günahlarının tamamı temizleninceye kadar  o müthiş azaba nasıl dayanır diyerek, uykusunu kaçırdığı halde, öteki hiç düşünmeden öyle günahlara batar ki, o günahlı işler ufak bir bahane ile onu inkara kadar götürür, ebedi azaba mahkum edecek dereceye düşürür.

Biri, bir fabrika sahibi değil, esnaflık yaptığı halde, hizmet ehli olan bir başkasının para ihtiyacını hisseder ve ona der, “Yarın gel,  elimde olan  altı dairenin tapusunu senin üzerine yapayım, ama bir şartla kimseye söylemeyeceksin”, öteki ise sokaktaki fakire bir miktar para verdiği zaman, bir yumurta için mahalleyi ayağa kaldıran tavuk gibi, fakire kaç lira verdiğini herkese anlatır.

Şimdi, biliyorum ki, hemen soracaksınız, bu iki kısım vatandaşın  farklı düşünceleri ve eşyaya farklı bakışları nereden doğuyor?

Bunların bu farklı vaziyete düşmeleri iki sebebe dayanır: Biri manevi, diğeri maddi sebebtir. Biz önce onların manevi sebebini ele alalım.

Evet, evvelki kısmın fertlerinden her biri Allahın her şeyi yaratma gücüne sahip olduğuna ve O Allah, bu insanları öldükten sonra tekrar dirilteceğine inanırlar. Öteki hayatta ya cehennem ateşinde yanacaklar veya Cennet gibi burada hiç görülmemiş ve sonu olmayan bir mutluluğu kazanacaklarına yakinen inandıkları için öyle  davranırlar.

İkinci kısmın fertleri, manevi gıdalarını alamadıklarından,  Allaha ve Ahiret gününe inanmazlar veya inandıkları halde gaflet sebebiyle inandıkları İslam dininin şartlarını yaşamadıkları için o hale düşmüşlerdir.

Maddi sebebe  gelince: Yukarıda saydığımız bu vatan evlatlarının biri diğerinden bu kadar farklı olduklarının sebebini düşününce, hemen anlarız ki, ikinci sırayı alan olumsuz kısmını o hale getiren ancak iç ve dış düşmanlar birleşerek bunları o hale getirmek için beraber çalışmalarının neticesinden doğmuştur. Gayelerine kavuşmak için eğitim yolunu seçmekle halkımızı imansız yaparak bu kötü hale düşürdüler. O başarının ana sebebi de maneviyata inanmayan öğretmen yetiştirmek idi ki, vatandaşlarımızdan olumsuz yollara düşenler başka değil o öğretmenlerin mahsulüdür. Yukarıda çok az kısmını saydığım  bu kadar dine karşı lakayt kalmalarına sebep onlardır.

Evet, “İnsan kadar meyilli bir varlık görmedim” hadis-i şerifinin manasını, 21 milyon km uzak mesafeye İslamiyeti yayan şehit ve gazi ecdadın torunları nasıl bu kadar olumsuz taraflara meyil ettiklerini ve  ne hale düşürdüklerini memleketimizde çok yerlerde açıkça görüyoruz. Yukarıda dediğim gibi bu dünyadaki işleri Allah sebeplere bağlamış. Babalar yalınız karınlarını doyurma derdine terk edilirse, öğretmen de öğrencisine âhiret bilgilerinden uzak, yalnız dünya bilgilerini verirse, çocuk bir materyalist olmaz da ne olur?

Halkımızın olumsuzluktan kurtulmaları için,  biz Müslüman Türk Milletine yolunu gösterip imanını kurtarma yolunda her türlü fedakarlığı göze alan Bediüzzaman Hazretleri gibi birini Allah bize göndermiş. Buna ne kadar şükretsek azdır.  Bu mübarek zat milletin dinini imanını kurtarma yolunda 28 sene sürgünlere yollandı hapishanelerde yatmaya razı oldu. Bu zat bu acı günlere sabretmese idi, bugün Türkiye’mizde namaz kılan dedeler nineler çobanlar ve cami hocalarından başka olmazdı. Hatta ve hatta bu zatı 21 defa zehirlemişler, gene öldürmeyen Allah öldürmemiş ve hayatta kalmış.

Evet en çetin günlerde başta bu zat olmak üzere daha sonra, 1945’de Bulgaristan’dan gelen Süleyman Efendi ve sonra başka cemaatlerin liderleri de ortaya çıkmasaydılar, halimiz felaket olacaktı. Allah sebeb olarak bu zatları göndermese idi, vatandaşımızın hali, yukarıda bahsettiğim bu ikinci kısım vatandaşımızın halinden çok daha kötü bir hale düşme ihtimali ile karşılaşmamak imkansız olurdu.

Hülasa,  Türkiye’deki laik idarenin mahsulü olan kanunlarımız dini değil, yalnız materyalist eğitim veriyor. Bir çocuk gittiği okuldaki öğretmenden ve dinine karşı yozlaşmış anne  babasından insanlık kimliğini öğrenemez ki. İnsanlık kimliği nedir derseniz? İşte insan nedir? Nereden geldi, buraya ne için geldi? Onu kim gönderdi? En son nereye gideceğini bu insan öğrenemezse ve yaratılmış eşyayı, tesadüfe, sebeplere ve tabiat gibi akılsız kör, sağır, olumsuz şeylere ve Evrim teorisine havale etmekten başka çaresi yok. Böyle dine karşı yabani kalan benim vatandaşım kendisini ve her şeyi hiçten, yoktan yaratan Allah’ını nasıl bulsun? Bunun neticesi vatandaş böyle vahim neticelere düşmekten kendini nasıl kurtarsın?

Bakın, laik ve demokrasi demek, dindarı da dinsizi de yaşamasında serbest bırakmak demektir. Halbuki Türkiye’de idare olunduğumuz sistem  laik fakat ya unutulmuş veya kasıt var ki, memleketimiz ahalisiyle % 99,60 Müslüman bir memleket. Memleketimizde insanımızın yaşaması serbest olmaktan çok uzaktır. Kanunlarımız da Avrupa gavurunu şaşırtacak bir şekildedir. Laik kanunlarla idare olunan bir devletiz diyoruz, öyle ama kadınların açılmasında sınır yok. Kız öğrenciler üniversiteye baş örtüsü ile gitme şöyle dursun, onların zavallı anneleri evlatlarını ziyaret etmeye bile başörtüsü ile üniversiteye gidemiyor. Buna “Bu ne perhiz, bu ne  lahana turşusu” derler. Hadis-i Şerifte: “Hepiniz çobansınız, çoban sürüsünden nasıl mesul ise, siz de maiyetinizdekilerden öyle mesul sünüz.” Bundan anlıyoruz ki, evladına din terbiyesi veremeye uğraşmayan bir baba, cehennem ateşinde yanmayı hak edeceğine  göre,   milletimizi imansızlık vadilerine itenlerin hali orada acaba ne olacak, çok merak ediyorum? Yazımıza “Allah başımızda olanların başlarına akıl kalplerine iman nasip etsin” diyerek son veriyorum.

Düştüğümüz hale göz yaşlarıyla ağlayan kardeşiniz

Abdülkadir Haktanır