Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Abdullah Yeğin Ağabeyden Nur Hizmeti İle İlgili Bazi Bilgiler

Abdullah yeğin abi:Gayemiz bir ise hepimiz biriz

Nur Talebeleri arasındaki gruplaşmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Birleşme olmayacak mı?

Üstadımız derdi ki mesleklerde ve meşreplerde ittihad mümkün olmadığı gibi caiz de değildir. Gaye bir ise hepsi bir demektir. Meselâ siz ne yapıyorsunuz: Risale-i Nur’dan anladığınızı tatbike çalışıyorsunuz. Risale-i Nur’u program yapmışsınız. Eskiden kos koca İstanbulda tek bir dershane vardı oda Süleymaniyede kirazlı mescid sokağı 46 numarada idi.orada birisi hükmetmesi kolay idi. Şimdi bütün Türkiye de ki dershanelere birisi hükmetmesi kolay olmaz. Her dershanenin başında biri vardır. Bütün bunlar tek bir yerden emir almak  kolay değildir.Her dershanenin başında olan Risale-i Nurdan istifade ettiği derecede derse gelenlere vermeye çalışır, kabiliyeti ve gücü yettiği kadar Risale-i Nurdan, cemaate birşeyleri öğretmeye çalışırlar. Herkesin gayesi neticede imana hizmet olduğu için hepsinin gayesi birdir. Ben hepsi dinsizliğin karşısında bir yumruktur diyorum. Bunlar ayrı ayrı gibi görünüyorlar, ama işbölümü yapmış durumdalar. Meselâ ben Urfa’ya gidiyorum. Gittiğim zaman 1951’di, Urfa’da ancak iki yerde (yazın başka, kışın başka yerde oturuyorduk) ders okunuyordu. Şimdi ise sayısı belli değil. İstanbul, İzmir, Adana, Erzurum da öyle. Her tarafta böyle. Demek ki bu umumî bir ihtiyacın neticesi, gelişmesi oluyor elhamdülillah.

Risale-i Nur bütün aklımıza gelenleri cevaplandırıyor. Bu hizmette olanlar Risale-i Nur’u iyi okumalı. İhlas, Uhuvvet Risalelerini çok okumalı ve mü’minler arasında birliği beraberliği temine çalışmalı. Arayı açmaya değil, yaklaştırmaya çalışmalı. Mü’mine, Müslümana düşen en büyük vazife ehl-i imanın ittihadı, birliği, beraberliğidir. Bugün yeryüzünde iki milyona yakın Müslüman var. Ecnebîler aramıza girmişler, bizi birbirimizle uğraştırıyorlar, İslâmiyete zarar verecek faaliyetler ortaya koyuyorlar. Bunlara karşı ancak yekvücut, bir vücudun azası gibi olmakla galip gelinebilir. İmansız Cennete giden yok, imansıza dünya saadeti de yoktur. O­nun için en büyük ve esas mesele imanı kurtarmaktır.

Elhamdülillah Nur Talebeleri arasında: Şimdi eskiden daha ziyade birlik, beraberlik, yaklaşmak, samimiyet, birbirlerine gelmek-gitmek devam ediyor, daha da sıklaşacak. Nereye gidersek gidelim, hep birbirimize kardeş nazarıyla bakıyoruz. Sempozyumda da söyledim, 1940-41 senesinde Denizli hadisesinden dört-beş ay evvel Üstad şöyle demişti: “Ben gittiğim yerlerde sekiz sene kadar kalıyorum. Şimdi sekiz sene yaklaştı. Ben ya öleceğim, ya buradan gideceğim. Siz hakikî kardeşsiniz. Siz Risale-i Nur’u devamlı okuduğunuz ve yazdığınız için sizi kardeş kabul ediyorum. Birbirinizden ayrılmayacaksınız. Risale-i Nur’dan da ayrılmayacaksınız. Bir zaman gelecek, her tarafta Risale-i Nur’un talebeleri olacak. Belki bir daha görüşürüz, belki görüşemeyiz.” Böyle bir ihtimal de söyleyince çok müteessir olduk. O zaman “Merak etmeyin, tekrar görüşeceğiz” dedi. Üstad senelerce evvel “Siz kardeşsiniz, birbirinizden ayrılmayın, Risale-i Nur’dan ayrılmayın” diyor. Şimdi elhamdülillah görüyoruz ki birbirini tanımak, birbirine yaklaşmak ve müsbet hareket etmek artıyor.

Yaratılış itibariyle kimsenin kimseye benzemediğini görüyoruz. Düşüncelerde de farklılıklar var, hizmetlerde de var. Görüşler, anlayışlar birbirinden ayrı oluyor. o­nun için benden darılan, mecbur ötekine gidiyor, ötekinden darılan ötekine gidiyor, böylece milletin arasına Risale-i Nur daha çok giriyor elhamdülillah. Yani bunlar hep hikmetli hadiseler.

Biz Muhabbet fedaileriyiz. Husumete vaktimiz yoktur

ÜSTADIN İFFETİ
Merhum Molla Hamid diyor ki: Molla Resul (1872-1952) “Tahir Paşanın(1847-1913) evinde iki tane kızı vardı. Birini Üstadımıza vermek istiyordu. Neyse, sonra Paşayı başka bir yere naklettiler, oraya gitti. Bir gün mevzu açıldı. Üstad’a; “Paşanın iki tane kızı vardı. Birisini siz alacaktınız” diyorlardı, siz görmediniz mi” dedik. “Kasem ederim, ben o evde kız olduğunu bilmedim” diye cevap verdi.(s:74)

ÜSTADIN AZ YEMESİ VE YEDİRMESİ
Üstad, özellikle Eski Said dönemi talebelerine perhiz uygulatıyormuş. Bu konuya muhterem “Üstadın talebeleri büyük ölçüde riyazet yaparlarmış o da onlara bal verirken bir çay kaşığı verirmiş. Oysa ki bizde çok abur cubur yemek var, çarşıda dolaşma var maalesef.” Bu konuda Hamid ağabeyin bir hatırası şöyle; “Sizi yeminle temin ederim bu şekilde ben Üstadımızın yanında bir-iki sene kaldım, ancak bir gün tok olabildim. O bir gün de, bir talebe pilav pişirmişti, tencerede pilav artmış, sahan almadı. O talebe bana dedi; “Gel bunu ye, sonra sofrayı götür” Ben biraz yedim, sonra biraz da üstadın yanında yedim O gece doyduğumu hatırlıyorum.” (s: 80)

Bu malutı kardeşlerle paylaşan:

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Nur Hizmetinde Şahsın Liderliği Şeyhlik Ve Mürşidlik Makamları Olmaması

(mürşidlik ve şahıs merciiyeti  mes’elesi)     

bismillahirrahmanirrahim

1-(Dini mesleklerde şahsın merci ve metbu olması, ancak vesilelik cihetiyledir.

Evet “”Velilerin himmetleri, imdadları, manevî fiilleriyle feyiz vermeleri, hâlî veya fiilî bir duadır. Hâdi, Mugis, Muin ancak Allah’tır. (Mesnevi-i Nuriye sh:240)

Eğer şahıs, Kur’andaki hak ve haikatın muhafızı ve mahzarı ise ve merciiyet makamını istemek temayülü de yoksa makbuldür. Evet hakikatta hidayet ve irşad mercii ve menbaı Kur’andır. ) Zaten bunu Üstad kendini ortadan çekip Risale-i Nurları göstermesi bize büyük bir ders olması lazım ve elzemdir.

2- Risale-i Nur mesleğinde ise, cadde-i kübra olan Sahabe mesleğinin bir in’ikası olması cihetiyle (Emirdağ Lâhikası-1 sh: 67 p. 4) evvelâ Kur’andan hak düsturlarına ve hakikat-ı İslâmiyeye; ve sâniyen bu ilâhî hidayetin müttebii ve muhafızı olmaları sebebiyle bir şahs-ı  mâneviye ittiba edilir, merciyet mânasında olarak şahıs nazara verilmez. Evet şu sarih beyan ve ifadeler nâzar-ı teemmüle alınmalıdır:

“Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîyi temsil eden has şakirdlerinin şahs-ı manevîsi “Ferîd” makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki -ekseriyet-i mutlaka ile- Hicaz’da bulunan kutb-u a’zamın tasarrufundan hariç olduğunu.. ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımağa mecbur olmuyor. Ben eskide Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki; Gavs-ı A’zam’da kutbiyet ve gavsiyetle beraber “ferdiyet” dahi bulunduğundan, âhirzamanda şakirdlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o ferdiyet makamının mazharıdır. Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azîme binaen, Mekke-i Mükerreme’de dahi -farz-ı muhal olarak- Risale-i Nur’un aleyhinde bir itiraz kutb-u a’zamdan dahi gelse; Risale-i Nur şakirdleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u a’zamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telakki edip, teveccühünü de kazanmak için, medar-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir.”(Kastamonu Lâhikası:196)

3- Bediüzzaman Hazretleri, “ hatta Said de -El’iyâzübillâh- Risale-i Nur’un aleyhine dönse, bizim sadakatimiz alâkamızı hiç sarsamayacak.”(Emirdağı Lâhikası-1 sh:125) diyerek Risale-i Nur’a bağlılığın elzemiyetini ehemmiyetle nazara vermiştir.

4- “ Evet, ULEMAİ ÜMMETİ KE ENBİYAİ BENİ İSRAİL   ferman etmiş. Gavs-ı A’zam Şah-ı Geylanî, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve hârika zâtlar bu hadîsi, kıymetdar irşadatlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğundan hikmet-i Rabbaniye onlar gibi ferîdleri ve kudsî dâhîleri ümmetin imdadına göndermiş. Şimdi ise aynı vazifeye, fakat müşkilâtlı ve dehşetli şerait içinde, bir şahs-ı manevî hükmünde bulunan Risalet-in Nur’u ve sırr-ı tesanüd ile bir ferd-i ferîd manasında olan şakirdlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş.)”(Kastamonu Lâhikası sh:7)

5- “(Evet bu asrın ehemmiyetli ve manevî ve ilmî bir mürşidi olan Risalet-in Nur’un heyet-i mecmuası, sair şahsî büyük mürşidler gibi kendine muvafık ve hakikat-ı ilmiyeye münasib olarak, birkaç nevide ve bilhassa hakaik-i imaniyenin izharında, intişarında azîm kerametleri olduğu gibi; üç keramet-i zahiresi bulunan Mu’cizat-ı Ahmediye, Onuncu Söz ve Yirmidokuzuncu Söz ve Âyet-ül Kübra gibi çok risaleleri dahi herbiri kendine mahsus kerametleri bulunduğunu çok emareler ve vakıalar bana kat’î bir kanaat vermiş. Hattâ sekeratta bulunan talebelerine imanını kurtarmak için bir mürşid gibi yetiştiğine müteaddid vakıalar şübhe bırakmıyor.) ”(Kastamonu Lâhikası:10)

6- Hem onun mesleğinde şahsa ehemmiyet verilmiyor. Şirket-i maneviye ve kardeşler birbirinde tefani noktasında Risale-i Nur’un mazhar olduğu binler keramet-i ilmiye ve intişar-ı hizmetteki teshilât ve çalışanların maişetindeki bereket gibi ikramat-ı İlahiye umuma kâfi gelir; daha başka şahsî kemalât ve kerameti aramıyorlar.”(Emirdağ Lâhikası -1 sh:87 )

Aşağıdaki beyanda Hz. Üstad kendi sahasında tevazu makamıyla ders verdiğini kabul ile beraber, devam eden hizmet-i Nuriyede şahıstan ziyade Risale-i Nur’un nazara verilip   gösterilmesi hem ahirzaman fitnesinin bozuk cemiyet şartları içinde hakiki kemalatın tam kazanılmamasının hatırlatılması da  ciddi bir hakikattır. Şöyle ki:

7- “(Risale-i Nur’un samimî, hâlis şakirdlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlasından ve tesanüdünden süzülen ve tezahür eden bir şahs-ı manevî, size bâki ve muktedir bir kuvvet-i zahrdır, bir rehberdir.)”(Kastamonu Lâhikası sh:56)

8- “Risale-i Nur’un hakikî şakirdleri, buz parçası olan enaniyetlerini şahs-ı manevîde ve havz-ı müşterekte erittiklerinden, inşâallah bu fırtınada sarsılmayacaklar.”(Şualar: 288)…

Bu cümledeki “hakiki şakirdleri” ifadesi, mefhum-u muhalifi ile “hakiki olmayan şakirdleri” de hatıra getiriyor, yani ihlas ve Risale-i Nur’un esasat ve düsturlarına sadakat göstermeyenleri…

9- “Eğer hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefani sırrıyla hareket etseler; o dört adam, dörtyüz adam kuvvetinin kıymetindedirler. Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telakki ediyorum. Siz de üstadınızın nazarıyla birbirinize bakmalısınız. Âdeta her biriniz ötekinin faziletlerine naşir olunuz.”(Barla Lâhikası:124)

 

10- “Mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlâd, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır.”(Kastamonu Lâhikası sh:162)

11- Yine Hazret-i Üstad’ın şahsını dahi merciiyetten azledip Risale-i Nur’u üstad gösterdiğine dair ifadeleri vardır. Ezcümle, bir mektubda şöyle der:

“Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Şimdi namazda bir hâtıra kalbe geldi ki: Kardeşlerin ziyade hüsn-ü zanlarına binaen, senden maddî ve manevî ders ve yardım ve himmet Hüsrev, Re’fet, Tahir, Feyzi, Sabri. bekliyorlar. Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin, erkânların meşveretlerine bıraktın ve isabet ettin. Aynen öyle de; uhrevî ve Kur’anî ve imanî ve ilmî işlerinde dahi Risale-i Nur’u ve şakirdlerinin şahs-ı manevîlerini tevkil ile o hâlis, muhlis Hasların şahs-ı manevîleri senden çok mükemmel o vazifeni kendi vazifeleriyle beraber yaparlar. Hem daima da şimdiye kadar yapıyorlar. Meselâ, seninle görüşen muvakkat bir dirhem ders ve nasihat alsa, Risale-i Nur’dan bir cüz’ünden yüz dirhem ders alabilir. Hem senin yerinde ondan nasihat alır, sohbet eder. Hem Nur şakirdlerinin hasları, bu vazifeni her vakit yapıyorlar. Ve inşâallah pek yüksek bir makamda bulunan ve duası makbul olan onların şahs-ı manevîleri, daimî beraberlerinde bir üstad ve yardımcıdır diye ruhuma hem teselli, hem müjde, hem istirahat verdi.”(Şualar sh:492)

12-Risale-i Nur’un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritâne irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.”(Kastamonu Lâhikası sh:89)

13- Keza, Risale-i Nur mesleğinde şahıs merciiyeti bulunmadığı, Mevlâna Hâlid Hazretleri ile Hazret-i Üstad’ın farkı anlatılırken de şöyle beyan edilir:

“İkinci fark şudur ki: Üstadım kendi şahsiyetini merciiyetten azlediyor. Yalnız Risale-i Nur’u merci’ gösteriyor. Hazret-i Mevlâna Hâlid’in şahsiyeti, kutb-ül irşad, merciil-has ve-l âmm olmuştur.”(Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh:16)

14- Mes’elemizi tenvir eden bir düstur:

Risale-i Nur Talebeleri, Risale-i Nur’un dairesi haricinde nur aramamalı ve aramaz. Eğer arasa Risale-i Nur’un penceresinden ışık veren manevi güneşe bedel bir lâmbayı bulur, belki güneşi kaybeder.

Hem Risale-i Nur dairesinde halis ve çok ruhları  her ferdine kazandıran ve Sahabenin sırr-ı veraset-i Nübüvvetle meşreb-i uhuvvetkâranesini gösteren “meşreb-i hıllet ve meslek-i uhuvet” ise, hariç dairelerde ve o peder ve o mürşid üç cihetle zarar vermek suretiyle -bir pederi aramaya ihtiyaç bırakmaz.

Bir tek peder yerine pek çok ağabeyi buldurur. Elbette büyük kardeşlerin müteaddid şefkatleri, bir pederin şefkatini hiçe indirir. Daireye girmeden evvel bulduğu mürşidi, her ferd dairede dahi muhafaza edebilir. Fakat mürşidi olmayan, daireye girdikten sonra, ancak daire içinde mürşid arayabilir.

Hem Risale-i Nur’un velâyet-i kübradan olan sırr-ı veraset-i Nübüvvet  feyzini veren ders-i hakaik dairesindeki  ilm-i hakikat dahi, daire haricindeki tarikatlara ihtiyaç bırakmaz Meğer tarikatı yanlış anlayıp, güzel rüyalar, hayaller, nurlara ve zevklere mübtelâ ve âhiret faziletinden ayrı olan dünyevî ve hevesî  zevkleri arzulayan ve merciiyet makamını isteyen nefisperestler ola.

Bu dünya dâr-ül hizmettir, külfet ve meşakkatle ücret ölçülür. Dâr-ül  mükâfat değil! Onun içindir ki, ehl-i hakikat keşif ve kerametdeki ezvak ve envara ehemmiyet vermiyorlar. Bazen kaçıyorlar, setrini istiyorlar.

Risale-i Nur dairesi geniştir, şakirdleri pek çoktur. Harice kaçanları aramaz, ehemmiyet vermez;  belki daha  içine almaz. Her insanda bir kalb var. Bir kalb hem dairede, hem hariçte olamaz. Hem hariçteki irşada hevesli zâtlar, Risale-i Nur şakirdleriyle meşgul olmamalı. Çünki üç cihetle zarar görmeleri muhtemeldir. Takva dairesindeki talebeler irşada muhtaç olmadıkları gibi, hariçte kesretli namazsız var; onları bırakıp bunlarla megul olmak, irşad değildir. Eğer bu şakirdleri severse, evvelâ daire içine girsin; o şakirdlere peder değil, belki kardeş olsun, fazileti ziyade ise ağabeyleri olsun. (yani şeyhlik, hocalık, hocaefendilik, liderlik pozisyonuna geçmesin, Abileri olsun…naşir)…

 

Hem bu hâdisede göründüğü gibi, Risale-i Nur’a intisabın çok ehemmiyeti var ve çok pahalı düştü. Ve buna  bu fiyatı veren ve o yolda bütün Âlem-i İslâm namına dinsizliğe karşı mücahid vaziyetini alan aklı başında bir adam, o elmas gibi mesleğini terkedip başka mesleklere girmez.”(Hakikat Nurları sh:150)

Mezkûr düsturda, tarikata mütemayil bazı fıtratların daire içinde mürşid bulabilecekleri yazılıyorsa da, bunun bir emir olmadığı, ancak bir ruhsat olduğu ve tarikata mütemayil fıtrat sahiblerini  Nur dairesinde Nur’ a bağlı bir zâttan istifade etmesi maslahatı bulunduğu… hem Risale-i Nur’un muhtelif  bahislerinde meslek-i Nuriyenin velâyet-i  kübra yolu olduğu gibi hususlar ve bu derlemede görünen sarih beyanlar müvacehesinde, daire-i Nur’da Hasların şahsı manevisini nazara almayarak bir şahsın merciiyeti  (şahsa bağlanmak) fikri iddia edilemez.

 

15- Merhum Hulûsî Ağabey’in şu ifadesi de şâyân-ı dikkattir.:

“Üstadım bana ve dinleyen her zevi-l ukûle, tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır, beş vakit namazını hakkıyla eda et, namazın nihayetindeki tesbihleri yap, ittiba’-ı Sünnet et, yedi kebairi işleme dersini vermiştir. Ben gerek bu derse, gerek Risalet-ün Nur ile verilen derslere, Kur’an’dan istinbat buyurarak gösterdiği hakikatlere karşı Allah’ın tevfikiyle can ü dilden, belî dedim, tasdik ettim ve bana böylece hakikat dersini veren bu zâta da ömrümde ilk defa olarak Üstad dedim. Hata etmedim, isabet ettim.”(Barla Lâhikası sh:29)

Yine Hulûsi Ağabey’in mevzu ile alakalı bir ifadesi de şöyledir:

“Ümid ve iman gibi pek âlî sermayemiz var. Üstad Hazretlerinin âlî tavsiyeleri:

Beş vakit namazını ta’dil-i erkân ile kıl, yani başka ibadete gücün yetmez. Namazın nihayetindeki tesbihleri yap, yani başka zikri yapamadım diye teessüf etme. Yedi kebairi terk et, çünki sagairi arayacak zamanda değiliz. İttiba’-ı sünnet et, zira bu zamanda arkasında gidilecek ve harekâtı taklide değer saf, hâlis ve muhlis bir hâdî ki, (o da seni yine bu yola götürecektir) maalesef bulamayacaksın. Belki bu yola çıkaracaklar vardır. Fakat kömür ile elması kim fark edecek?  Öyle ise sen çalış, ondan daha iyi kılavuz bulamazsın. Derslerinden birinde ki, her vakit zikrettiğim MEN AAMENE BİL KADER EMİNE MİNEL KEDER   şefaatbahş vecizesi hatırımızda varken, şübhesiz her musibet ve her elem hoş karşılanacaktır.

Aziz kardeş! Zaman olur ki her şey, herkes, her muamele, kalbi incitiyor. Fakat işte tiryakı:  FEİN TEVELLEV FEKUL HASBİYELLAHU LA İLAHE İLLA HU. ALEYHİ TEVEKKELTÜ VE HÜVE RABBÜL ARŞİL AZİM…

Her zaman söylüyorum:  Biz bu fâni hayat için dostluk yapmıyoruz. Bu kısa hayata veda etmek, indimizde ve itikadımızda ebedî bir hayatın mukaddemesidir, öyle ise müteessir olmayalım. Nice ki, o hayata başlamadık. İşte mürasele ile muvasalayı temin edelim. Allah’a güvenelim, Ondan meded dileyelim…..Hulusi”(Barla Lâhikası sh:49)

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Ne Bahtiyardır Hak Dini Yaşama Gayretinde Olan

Sayısız batıl yol var iken, hakkı seçenler,

Önünde, vakti geçmiş tüm dinleri geçenler,

Aklını kullanıp, kötü hayattan göçenler,

Dünyada da, İslam’ın mahsulünden biçenler.

 

Nefsin ve insu cinin, şerlerini itenler,

Sabırla hak dinin doğru yolunda gidenler,

Hedefin mahsulünü, almaya didinenler,

Sabırla Allahın yolunu, aşkla güdenler.

 

Onlar bilir ki, çalışmadan netice alınmaz,

Gayretsiz olan, sağlam neticeye varamaz,

Tembel, hiçbir zaman işinden memnun kalamaz,

Umduğu makbul neticeyi, asla alamaz.

 

Ne mutlu, Rabbin hak yolundan sapmayanlara,

Gayri meşru olanlardan, hiç kapmayanlara,

Allahın haramlarına, yanaşmayanlara,

Hayatlarında doğru yolu aşmayanlara.

 

Evet, bu zamanda hedefe ulaşmak çok zor.

Müslüman için her haram yakıcı birer kor,

Darbeler, mü’minin vücudunu yapıyor mor,

Çünkü düşman, bizi dinsiz yapmak için koşuyor.

 

Kardeşim uyanık ol ki, hedefe varasın,

Gayret et ki, düşmanın şerrinden dur kalasın,

Böylece, iki hayatta imandan nur alasın,

Gayretin tam mahsulünü cennette alasın.

 

Bu fitneli zamanda, kurtulmak kolay değil,

Her tarata düşman hücumda, bunu böyle bil,

Beni kimse bozamaz, fikrini kafandan sil,

Gece gün çalış, Mü’minler tarafından sevil.

 

Allah’ımız, Sen bizi hıfzu emanına al,

Bizi boğmasın, günahlarımızdan gelen melal

Ancak böylece, hesap gününde olmayız lal,

Bize nasip et ki, Nurlardan bol alalım bal.

 

Allahım, bizler rahmetinle Sana varalım,

Vaad ettiğin cennetlerden faydalanalım,

Mutluluk yeri olan cennetinde kalalım,

Oradaki mutluluktan, bol bol zevk alalım. İnşaAllah…

 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Hazzın Hayırlısı Hayrın Hazzıdır

(Haz lezzet alma zevklenmektir.)

İnsan, yaptığını üç şey için yapar: 1. Haz. 2. Yarar. 3.Hayr.

Sadece haz için yapılan her şey gelip geçicidir. Çünkü haz gelip geçicidir. Hazzı esas alanlar, en çok günaha batanlardır. Çünkü yaptıklarının hayır veya yarar getirip getirmediğini asla düşünmezler. Varsa yoksa hazdır onların gayesi.

Haz veriyorsa, tamamdır. Sigara, içki, kumar, uyuşturucu, zina vb. gibi kötü alışkanlıkların temelinde hazcılık yatar.

Haz için yapılan evlilik, haz bitinceye kadar sürer. O bitince evlilik de biter. Haz için kurulan dostluğun ömrü haz kadardır. Zaten hazzın kendisi ömürsüzdür. Çünkü haz, nefsin duygular aracılığıyla aldığı bir neşe, bir lezzettir.

Hazcılar en düşük insan tipleridir. Bir anlık haz uğruna, bir ömürlük yararı feda ederler.

Hatta bir anlık haz uğruna, ebedi hayrı feda ederler. Hazcının ne değeri olur, ne fiyatı. Dolayısıyla, baktığının ne değerine bakar, ne de fiyatına.

Onun için her şey haz sırasına göre kıymet bulur. Bazı insan için, en çok haz veren, en çok kıymetlidir.

Modern eğlence kültürünün amacı, insanları hazzın esiri kılmaktır. Son yıllarda sık sık söylenen “keyif aldım”, “eğlendim”, “hoş vakit geçirdim” gibi ifadeler, işte bu hazcı kültürün yansımasıdır. Özellikle Manevi değerden yoksun büyütülmüş genç oğlanların ve kızların tek amacı “eğlence” haline gelmiştir. “İyi nedir?” diye çevirip sorun, size vereceği cevap “Beni daha fazla eğlendiren” olacaktır.

Bu hazzın putlaşmasıdır. Hazzı putlaştıranlar; içgüdülerine kul, şehvetine esir olan bir tip yetiştirirler.

Yararı esas alanlar, hazzı esas alanlara göre daha iyi durumdadırlar. Her yararın içinde haz bulunmaz. Bazı şeyler haz vermese de yararlı olduğu için yapılır. Ancak, eğer hayrı görmeyen bir yararcılıksa bu, sahibini “menfaatperest” yapar. Kendisine menfaati olana sarılır. Her şeye “Bundan nasıl yararlanırım?” diye bakar. Hayırsız bir yarar, sahibini adi ve geçici bir menfaatçilik  kollarına atar.

Yararcının derdi kendisidir egoizmciliktir. Paylaşmaz, el uzatmaz, yardım etmez, omuz vermez, aldırmaz. Toplumun gidişatı onu ilgilendirmez. Eğer hayrı gözetmeyen bir yararcılıksa bu, bazen öyle bencilleşir ki, komşunun evi yanarken kendi yumurtasını pişirmenin kaygısına düşer. Hatta bu bencillik çılgınlık halini alır da, yumurtasını pişirmek için komşunun evini yakar.

Elbet, yararcı hazcıdan bir gömlek üstündür. En azından kendine faydası vardır. En azından faydalıyı faydasızdan ayırabilmektedir. Ne yazık ki, kimi zaman kendi çıkarı için başkasına zarar vermekten geri durmaz. Bunun sebebi hayrı gözetmemesidir.

İslâm; muhatabını hazza ve yarara değil, “hayra” çağırır. Müslüman haz için ve yarar için değil, hayır için koşar, çabalar, didinir, çırpınır.

Hazzı içgüdüler belirler.

Yararı nefis belirler.

Hayrı Allah belirler.

Haz anlıktır, yararın en uzunu ömürlüktür, hayr ise ölümden sonrasını da kapsayan mutluluktur.

Hazzın ücreti hemen verilir, yararın karşılığı dünyada görülür, hayrın karşılığı ise hem bu dünyada, hem ahirette görülür.

Mü’min hayra talip olandır. İşte bunun için ibadet eder. Çünkü Allah hayrı diler. Hayır Allah’ın emrettiğindedir. Ramazan orucu da Allah’ın bizden istediği bir hayırdır. Eğer hayrı işlersek, hem yarar, hem de hazza nail olabiliriz.

Her hayrın içinde yarar vardır. Hayrı hazza dönüştürmek bizim elimizde. Bu, elbette dini oyun ve eğlence edinmek şeklinde olmamalıdır. Hayrı hazza dönüştürmek, hayırdan haz almak, onun tadını almak şeklinde olmalıdır. Efendimiz’in ifadesiyle bu “halâvetu’l-imân: imanın lezzeti”dir.

Bayramlar bize hayrın nasıl hazzı da beraberinde getirdiğini gösterirler. Meşru hazzın, sevinci, eğlenceyi de temsil eder.

Sözün özü: Hazzın hayırlısı, hayrın hazzıdır.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

İslam Kardeşliği

Muhterem kardeşlerim! İslam dini her zaman “Uhuvveti islamiyeye”  (Din kardeşliğine) çok önem verir. Yani Müslümanlık nedir sorusuna: (Din kardeşliğinin te’sisinden ibarettir) desek hata etmiş olmayız “Komşun açken sen tok yatamazsın” hadisi şerifinden başla, Selam vermek, Cemaat la namaz kılmak, Hacca gitmek, Müslüman’ın hal hatırını sormak, Akrabanın ölüm ve düğününe gitmek, Cenaze namazının farz oluşu, Müslüman müslümana üç günden fazla dargınlık  gibi İslam kardeşliği ile ifadeler ve kardeşliği pekiştiren hadiseler gösteriyor ki: Dinimiz Din kardeşliğini bozmamaya çok önem vermiştir. Biz bundan anlıyoruz ki  dinimiz bizim şefkatimizi o kadar neşvu nemalandırmiş tir ki: Kardeşe karşı düşmanlık şöyle dursun, kardeşin hakkında en ufak bir kötü hasletini ağzına almak “Gıybet” sayılıyor. (kardeşinin ölü etini yemiş gibi bir günah yapmışsındır) sayılır. Bunu de ifade etmeden geçmeyeyim: Gıybet öyle bir günahtır ki: Büyük günahlardan olan zinayı Allah bağışlayabilir Fakat Gıybeti, gıybet ettiğin kimseden halallık  almadan bağışlamaz. Bir Hadisi şerifinde Peygamberimiz a.s.m.  “(Ahiret) kardeşlerinizi çoğalttın; çünkü kıyamet günü her Mü’minin bir şefaat hakkı vardır (Sende ona dahil olabilirsin.) (haşiye)

Şimdi  Gelelim Türkiye’nin durumuna:  İslam derdi ile yaşayan her Müslüman, bu günkü idareyi desteklemeli. 80 senelik bir nahoş sistem bizi o hale getirmiş ki: Yanından geçen Müslüman, kardeşine selam veremiyorsun. Çünkü Müslümanlık alameti kendisinde yok ki. Halkımız: Net Kâfirlik alameti olan Fötr ve kasketten kurtulmak için baş açık geziyor. Fakat Ermeni ve Yahudi de baş açık geziyor bu sebepten Müslüman kardeşine rahat bir selam veremiyorsun. Ne zaman onun Müslüman olduğu belli olur? Ne zaman yanındaki hanımını tesettürlü görürsen o zaman Müslüman olduğu belli olur ve rahat selam verebilirsin. 80 senedir baştakilerin herhangisinin hanımını başı kapalı görebildik mi? Yok. Şimdi hem Başbakanımızın hem Cumhurbaşkanımızın hanımları çok şükür baş örtülü. Yani hanımlarının başörtüleri gösteriyor ki: Onların beyleri imanlı kimseler. Başbakanın Annesinin vefatında okuduğu Kur’an’ın hakkında, bazı hocalar diyorlar ki biz onun gibi okuyamayız.

Devlet Bahçeli hakkında Mehmet Akifin Şiiri ile cevap vereyim:

         “Arnavutluk ne demek var mı Şeriatta yeri?

         Küfür olur başka değil kavmini sürmek ileri!

         Arabın Türke, lazın çerkeze, yahot Kürde;

         Acemin Çinliye, ruchanimi varmış? Nerde!

         Müslümanlıkta anasır mı olurmuş? Ne gezer!

         Fikri kavmiyeti tel’in ediyor Peygamber.

         En büyük düşmanıdır ruhu Nebi tefrikanın;

         Adi batsın onu İslam’a sokan kaltabanın!”

Okullarda: Türküm, Doğruyum, Çalışkanım yerine: Müslümanım Doğruyum, Çalışkanım, denilse idi kim itiraz edecekti. Yani menfi Milliyyet başka değil ancak milleti parçalamak için yarar. Kürtlerin dağlarında büyük harflerle ( Ne mutlu türküm diyene) yazarsan tabii ki o yazılar P.K.K. yı doğuracak. Bütün milleti siyaset havasına sokmak, ancak milleti parçalamaya yarar. Siyaseti belli kimseler yürütecek. Halk ise 4-5 senede tek bir gün yani oy verirken siyasi olacak hepsi o kadar. Bizim gün gece duamız millet bölünmeden İmanlı kimseleri lider seçebilmesidir . Bunada unutmayalım: İmansız kimseden iyilik beklemek aptallıktan başka değildir. Çünkü hiç kimse menfaatsız iş yapmaz. ahirette ona verilecek Sevaba, günaha inanmayan. o bu hayatta Nefsini tatmine ve cebinden başka düşünmez. O egoisttir, öz kardeşini de menfaati için sever menfaati bittiği yerde Kardeşine karşı de sevgi biter. Yaşlılara karşı saygı hürmet, gençlere karşı şefkat Ahirete  imandan, sevaba günaha inanmaktan gelir. Milletimizin hayırlı geleceği için, Gece gün yapılan hayır duaların boşa gitmemesine Allah’ımızda temenni ve niyaz ederim.

Abdülkadir HAKTANIR

(haşiye) Hz.. ibni Naccardan. Kenzül-Ummal a/4 h No:24642 feyzul Kadir 1/500