Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Avrupa Meşhur Profesörlerinin İslama Bakışları

“İslâm medeniyetinin modern dünyaya en büyük yardımı ve hediyesi ilimdir. Fakat Avrupa’yı, yeniden hayata kavuşturan şey, yalnız ilim değildir. İslâm medeniyetinden gelen daha başka tesirler Avrupa hayatına ilk parlaklığını vermişti. Avrupa’nın ilerleme hayatında İslâm kültürünün kati tesirini takip edemeyeceğimiz bir tek safha bulunmadığı gibi tesirin kendini bütün azametiyle hissettirdiği saha tabii ilimler ve ilim zihniyetidir.

Orta çağın ilk yarısında dünyanın hiçbir milleti insanlığın ilerlemesine müslümanlar kadar hizmet etmemiştir. 9-12 asırlar arasında felsefe, tıb, tarih, ilahiyat, astronomi ve coğrafya mevzuunda Arapça olarak yazılan eserler herhangi bir lisanla yazılanların fevkinde idi.”             

Prof. Dr. Philip Khuri Hitti

“Bir hayranlık, sürekli bir saygı, Arabistan’ın bu büyük Peygamberinin hayatını ve şahsiyetini inceleyen ve nasıl öğrettiğini, nasıl yaşadığını bilen herkesin bu güçlü Peygamber için ürpertici bir saygıyla dolmaması mümkün değildir.

Kitabımda söyleyeceklerimin pek çoğu, çoklarının bildiği şeyler olsa da, ben onları ne zaman yeni baştan okusam, bu Arabistanlı Muallim için hep yeni bir hayranlık, yeni bir saygı duyuyorum.”
Annie Besant, (Hindistan’ın Bağımsızlık Mücadelesi Liderlerinden) (The Life and Teachings of Muhammad, Madras, 1932)

’Ben şahsen Hz. Muhammed’in hayranıyım.’
Sosyolog V.D.Eratsen

Asrımızda çeşitli ilim adamlarının yaptıkları tecrübe ve araştırmalar göstermiştir ki, pişirmek kaydıyla soğan ve sarımsağın damar sertliğini mühim ölçüde azalmaktadır. Ayrıca pirişilmiş sarımsağın kanda lipid (yağ) artmasına mani olduğu ve kan pıhtılaşma bozukluklarını da bir ölçüde engellediği, yüksek tansiyonlu kişilerde ise tansiyonun düşmesine yardımcı olduğu müşahede edilmiştir. Nitekim ondört asır önce Efendimiz’de (sav) bir hadislerinde sarımsağın pişirilerek yenilmesini tavsiye etmiştir.
Doğrusu aranırsa Hira Dağı mağarasında meleği gördüğü günden beri geçen 20 sene dünyayı değiştirmeye kafi gelmiş. Hicaz’ın kuru kumlarında yeni bir tohum filizlendirmişti; öyle bir filiz ki Arabistan’ı uyaracak, bir yandan Hindistan’a bir yandan da Bahr-i Muhite kadar uzanacaktı.
Emile Dermenghem

“Sorunlarının üst üste yığılarak nerdeyse çözülmez hal aldığı günümüzde Hz. Muhammed’e her zamankinden daha fazla muhtaçiz. Eğer O aramızda olsaydı bütün bunları oturup bir fincan kahve içme rahatlığı ile çözerdi”
George Bernard Shaw ( İrlandalı dramatist, sosyalist düşünür ve 20.yüzyılın önde gelen tiyatro yazarlarından)

“Tarihteki Yüz Büyük İnsan” adlı kitabıyla bütün dünyada yankılar uyandıran Amerikalı bilim adamı Prof. Michael Hart’a kitabın ilk yayınlandığı tarihten on yıl sonra, Kahire’de çağırıldığı bir ödül töreninde, El-Ahram Gazetesi muhabirlerince sorulan; “kitabınızın yayınlanmasının üzerinden 10 yıl geçti neredeyse. ‘100 ünlü Adam’ adlı kitabınızda birinci yeri Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ayırmıştınız, hâlâ bu görüşünüzde ısrarlı mısınız?” şeklindeki soruya şu cevabı vermişti:
“Bu ünlülerin ilk listesi. Bu sayı 200-300’e bile çıkarılsa Hz. Muhammed’in (s.a.v.) listenin başındaki yeri sabittir.
Ben ünlüleri incelerken bazı sabit kriterler ortaya koydum. Bunlardan biri de, ünlülerin insanlık tarihinde bıraktıkları geniş ve derinlemesine izlerdir. Benim, ünlülerin en ünlüsü olarak Hz. Muhammed’i (s.a.v.) tercihim ise, O’nun hem Peygamberliği, hem de dinî ve dünyevî seviyede fevkâlâde başarılı olmasıdır. İnsanlık ahlâkı, felsefî ve hukukî olarak İslâm’dan daha mükemmel bir din görmemiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in vefatından sonra da İslâm, dünyanın doğusunda ve batısında yayılmaya devam etti. Dünyada hâlâ bir çok insan kalpleriyle ve akıllarıyla İslâm’a yöneliyor. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) davet ettiği din, 14 yüzyıl önce medeniyetin ve kültür merkezlerinin dışındaki bir bölgede doğmuştu. Ve zor şartlar altında yol aldı. Buna rağmen İslâm, dünyanın her yönüne yol buldu. Ve inanıyorum ki Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi, her yönüyle mükemmel bir insan, bir daha gelmez.”
Prof. Dr. Michael Hart

“Kral ve vezirler gibi azamet ve debdebe perdeleriyle gizlenmiş değildi. Kendi hırkasını kendi yamalar, kendi ayakkabısını kendi tamir ederdi. Harbe gider, ashabı ile istişare eder, emirlerini onlarla beraber verirdi.
Nasıl bir insan olduğunu her yönü ile kavminin bilmesi için böyle yaptı. Ona artık, siz ne isterseniz öyle deyiniz. Dünya’da taç ve ihtişam sahibi hiçbir imparatora, yamalı bir hırka içindeki bu insan kadar hürmet ve itaat edilmemiştir. Yirmiüç yıllık dünya imtihanı, gerçek bir kahraman için lüzumlu bütün unsurları taşımaktadır.”
Thomas Carlyle (Meşhur İngiliz Düşünür)

“Daha eski dinler, insanların ruhları üzerindeki hakimiyetlerini günden güne kaybetmekte oldukları halde, Hz. Muhammed’in dini bütün kudret ve hakimiyetini muhafaza etmektedir.”
Dr. Gustave le Bon (Fransız sosyolog ve amatör fizikçi)                         

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Balkanlar’da Risale-i Nur – Abdülkadir Haktanır

Balkanlarda Ki Hizmetlerden Haber Vereyim!

Esselamu aleyküm

Muhterem kardeşlerim! Şahsi manevinin duaların sayesinde ilk defa Merhum M. Sungur Ağabeyin tavsiyesine uyarak 1995 te 2 genç kardeşi yanıma vererek dükkanımı kapatıp Makedonya’nın Gostivar şehrine bizi iki aylığına hizmete gönderdi. Ondan sonra bu fakir senede ikişer defa birer aylığına Arnavutların yaşadıkları bölgeler olan: Arnavutluk, Kosova, Makedonya ve Sırbistan’a hizmete gidiyorum. Allah’ıma ne kadar şükretsem azdır ki, oralarda Üniversite talebelerinden erkeklere ayrı, kızlara ayrı ders yapıp, onlara parasız kitap vermek sureti ile bu güne kadar çok kimsenin hidayetine vesile olduk.

Yaşlılık ve biraz rahatsızlık sebebi ile bu sene biraz azaltarak 21 günlüğüne gittik 15 Nisandan 6 Mayısa kadar oralarda idik. Allah’ıma şükür çok iyi geçti Daha önce kargo ile gönderdiğimiz kitapları isabetli yerlere verebildik.

Makedonya’nın Gostivar şehrinde doğumlu Bursa da doktorluk yapan Doktor Mirsad kardeşin düğününe de katıldık. Çünkü hem Mirsad hem de hanımı da Doktor olan kardeşlerin nurculuğuna yardımımız geçtiğinden düğünlerine katılmamla içimden sevinç his ediyordum. Sebebine gelince Üsküpte Üniversiteli hanım kızlara ders yaptığım zaman Mirsadın hanımı Dr. Kardeş her zaman ön safta idi. Çok sefer bu fakiri evlerine yemeğe da’vet ediyordu. Düğün merasimi adeta oranın insanlarına örnek olma dorumunda bir şekilde geçti tabii erkekler ayrı hanımlar ayrı idiler. Çok kalabalık davetliler vardı Türkiyeden, Kosovadan, Arnavutluktan Üsküpten küme küme gelenler oldu. Kur’anı Kerimler okundu Bursa dershanesinde vakıflık yapan Davut kardeş çok güzel bir ders yaptı ve dualar yapıldıktan sonra yemek yenildi. Hatta orada dahi kitaplarımızdan Erkeklere ve Hanımlara bol bol kitap dağıtıldı. Kitaplarımızdan 13 paket Arnavutlukta dağıtıldı 10 paket civarında Kosova da 14 paket Makedonya da 6 paket dahi Sırbistana sokabildik. Çünkü Sırbistandanda yalınız 3 ufak kasaba müslüman Kosovaya giremeyerek Sırplarla yaşamaya devam ediyor.

Evet üsteki iki fotograf Kosovanın Prizreninde ki cemaatin. Hatta Prizrende Adnan Hoca efendi cami imami Ayda bir dershanede Kardeşlerle birlikte sabaha kadar, der, müzakere, soru cevaplı bölüm, yemek, meyve ve saire gece namazları ve en son Sabah namazını kılıp dağılıyorlar. Evet altaki 2 fotograf Makedonya nın Üskübünden çekilmiş.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

İslama İnanmanın Şekli Ve Faydaları

Müslüman Kardeşlerim! İnsanların imanını takviye eden bilgiler Hayati meseleler değerindedir. Bir insan lazım olan şekilde imanını takviye edebilmesi onun için hayati mes’ele hükmündedir. İman esaslarını kendisinde yerleştiren Mü’min şüphesiz ki İslâm ahlâkına sahip olan biridir. Evet bu devirde vatandaşlarımızın Allah’a inancı zafiyete uğradığı için, Allah’ın varlığını ve birliğini delilleri ile kabul eden kimse Bahtiyarlığın zirvesine ermiştir.  Çünkü o Allah’ı sıfatları ile tanımanın ehemmiyetini kavramış biridir. Evet Altı İman esasları bir bütündür, fakat ehemmiyetçe: Birincisi Allaha inanmak gelir  ikinci derece de de, Haşirdir, yani öldükten sonra dirilmek yerini alır. İmanın altı esasını kabul eden kimse Allahın varlığını ve birliğini ve öldükten sonra dirilip hayatının hesabını inceden inceye vereceğine inanmanın çok ehem olduğunu unutmamalı. Çünkü öldükten sonra dirileceğine ve hayatın hesabını inceden inceye vereceğine sağlam inanan insanın hayatı üzerinde büyük bir rol oynayacağını unutmayalım. Bu inanca sahip olan kimsenin cemiyette değeri yüksektir. Onun amelinde ve ahlakında noksanlık görmek kolay bir şey değildir.

 

Böyle bir imana sahip olan insan, za’fı imana uğrayan kimse ile karşılaşıp onunla tartışmaya girince boş laflarla değil  “mantalite” denilen ispat yolunu seçer. Çünkü bugün dışarıdan gelen materyalist felsefesi, vatanımızda yaşayan insanlarımızın bir çoğunun, bilhassa okul çağındaki öğrencilerin akıllarını gözlerine indirdikleri için, onlarda mevcut olan taklidi imanı, bir çoğundan aldı, götürdü. Artık Müslümanlar inanç meselesini akıl gözüyle, görmeden kabul edemiyorlar.

 

Bugün bir kimse, dini bir kitap yazmaya kalktığı zaman, bu asrın fen ve felsefesini tahsil edenleri karşısına almazsa, yani onlara bir şey vermeye çalışmazsa emeği  İlimden kültürden yoksun kimselerle sınırlı kalır. Her ne kadar şimdiki idare gençlerin dindarlığına ehemmiyet veriyor, ama bir asra yakın uzun bir devir okulda din değil, tabiat ve maddecilik felsefesi hakim idi. Biz Risale-i Nur eserlerinden aldığımız kuvvet ile önce öğretmenleri ve profesörleri delillerle ikna edebilirsek, o zaman öğrencileri de tabiat batağından kurtarmış olmuş  olacağız.

 

Evet!  Yirminci asırda yetişen neslin imanı ne kadar yara aldığını anlamamız için, bu idareden önce yetişen entelektüel tabakanın fertlerinden, Risale-i Nurlardan hisse alabilenler müstesna, ötekilerden camiin kapısını bulup namaz kılanlar çok az kişiler imişti, bunu sizde takdir edeceksiniz.

 

Evet! Allahın sanatlarını tabiata veren materyalist fikirliler, maneviyattan haberleri olmadığı için, inkâra saptıklarını görmemezlikten gelemiyoruz. Halbuki insan imanlı olabilmesi için, yalınız kendi vücudunu biraz incelese yetecektir. Kainatın hulasası ve meyvesi olan bu insanı, bir hücreden 80-100 trilyon hücreye kim çıkardı. Yalınız böbreklerin kıymetini öğrenmek için, haftada 3 defa diyaliz makinesine girenleri düşünsek yetecektir. Şeftali büyüklüğünde milyonca sösgec’i olan böbreklerimiz iki sıvı maddeyi nasıl ayırıyor. Tıbbın Üroloji bölümünde Böbreklerin faaliyetlerini inceleyene “nefronoji“ derler. 100 k.m değil 100 bin k.m civarında damarla techiz edilen bu insanı Kör, Sağır, Aptal tabiat mi yarattı diyeceyiz? Yok, yok. Kudreti sonsuz Allahtan başkası bunu yapamaz kardeşlerim! Bu sebepten, her ne kadar dış görünüşte bu insanlar, biri diğerine benzeseler de  imanlı insan ateistten çok farklıdır. Ateistten iyilik beklemek aptallıktan başka bir şey değildir. Müslüman ise çok farklı bir varlıktır. O aç olan birini doyururken kendi zevk alır. Onun için  İmanımızdan gelen şefkat, günahkârların yardımına koşmayı bize emrediyor. Onlara küsmek değil, şefkatle davranmak icap ediyor. Bugünkü inkârcılar tahsil görmüş kimseler oldukları için, onları da biz medeni sayıyoruz ”Medenilere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir.” kaidesine uyarak, Allah’ın varlığını kabul edemeyenlere de deliller göstererek ikna ederiz ümidini taşıyarak yaşarız. Bu yazı, yalınız tabiat bataklığına saplananlara veya imanı zayıf kimseler için değil, belki, herkese  faydalı olacağı ümidindeyim.

 

Bugün bizi bir husus çok sevindirmektedir:  Hak yolda yürüyen cemaatlere bağlı olanlar, günden güne olgunlaşıp ön yargılı davranmaktan kurtulup meselelere objektif bir nazarla bakabiliyorlar. Bu kardeşler, kabiliyetleri nispetinde,  bağlandıkları cemaatle hayatlarını devam edrken, başka cemaat mensuplarını tenkit etmeye ihtiyaç duymuyorlar. Böylece düşmanların oyunlarına gelmekten kurtulup, ehli sünnetten olan öteki cemaatlerle de kardeşliğini koruyarak neticeye varma sevinci ile günden güne ilerliyorlar. Çünkü, geç de olsa, anladılar ki, ehli sünnet dahilinde olan cemaatler, Ordunun Karacısı, Havacısı Denizcisi ve Candırmacısı gibi bir bütündürler. Bunların hepsi orduya hizmet ettikleri gibi. Ehli sünnet cemaatinden olanlarda İslama etmiş oluyorlar. Fıkıh, ilmihali, ve Kur’an’ı Kerimi ders vermek ve almak gibi meseleler, her Müslüman’ın  öz be öz  meselesidir. Fakat bugün herkes görüyor ki taklidi imanla iş zorlaştı. Her zamanın hastalığı farklı olduğuna inanmamız lazım ve mecburuz. Bu sebepte biz Nur talebeleri Risale-i Nurlarda geçen imanı ispatlama meselesini ön plana almışızdır. Onunla beraber fıkıh meseleleri ile Kur’an okumayı da asla ihmal edemiyoruz.

 

Evet, şuurlu Müslüman, Peygamberimiz (a.s.m.) ın “Siz düşmanın silahıyla silahlanınız.” Sözüne aykırı hareket edemez. Nasıl ki maddi sahada düşmanlarımız kıtalar arası füzeyle savaşırken, biz yukarıda geçen Hadis-i Şerifi görmemezlikten gelip, benim Peygamberim (a.s.m.) kılıçla savaşmıştır, ben de ona uyarak kılıçla savaşırım desek Allah’ın bu dünyadaki hikmet kanununa zıt hareket etmiş olmuş oluruz. Ve bu hareket bizim mağlup olacağımıza bir sebep teşkil etmiş olur.

 

Aynen onun gibi, manevi sahada da, düşmanlar bizden aldıkları fen ve felsefeyi bize karşı silah yapıp imanımıza saldırdıkları bir zamanda, bir Müslüman, Bediüzzaman Hazretlerinin bu zamanın ihtiyacına cevap veren Risale-i Nur eserlerinden istifade etmezse, zarar edeceği bellidir. Bu eserler uluslararası ilim dünyası tarafından kabul gördüğü bir zamanda, Müslüman Türk te   bu eserlerden istifade etmeye kendini mecbur hissedecek. Çünkü karşımıza dikilen ateist, “ben Allah’a inanmıyorum, sen de bana (Ayeti Keri,me-i kast ederek) O’nun Sözünü okuyorsun” Yanı: ona göre (Var olmayan adamın sözünü anlatmak gibi bir şey) Üniversitede ateist olan kimse, öyle diyeceğini bildiğimiz için, ona Ayet okuyamıyoruz. Ona, ancak fen bilgilerinden hazırlanan delillerle cevap vermek gerektiğini bilmek mecburiyetindeyiz. (Ayeti kerime ve Hadisi şerif Müslümanlara okunur.) Bu sebepten asrın her derdine göre, Kur’an ilaç olmuştur. Üstadın tabiri ile: “Bu güne kadar 350.000 cilt tefsir yazılıp basılmış.”

 

İşte, bunun için Allah’ımız bize yirminci asrın hastalıklarını iyi keşfedip, Âyet ve Hadisleri, ana kaynak  yaparak zamanın ihtiyacına cevap verebilecek olan, Onun makbul kulu Bediüzzaman Hz. ne kabiliyet ihsan edip Çok ağır şartlar altında, yanında Kuer’anı Kerimden başka kaynak kitap bulunmadığı halde, 14 cilt Risale-i Nur Külliyatını yazdırıp, Bediüzzaman gibi bir zatı bize göndermiş ve bu zat fenni delillerle iman hakikatlerini ispat etmiş. Biz de bu eserlerden istifade etmeye kendimizi mecbur hissediyoruz.  Bunun için ben fakir doğum yerimde büyük zatlardan aldığım bilgileri Risale-i Nurları anlamama bir hazırlık kabul ederek, yarım asırdan fazla Risale-i Nurlardan aldığım dersleri bu bilgilerle birleştirdim ve vatandaşıma faydalı olur ümidiyle Nurnet.org siteyi okuyanlarla bilgilerimizi paylaşmaya Allahın yardımı ile çalışiyoruz.

 

 

 

Bizden sa’yu gayret, Allah’tan tevfik ve hidayet temennisi ile 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Çocuğa Neyi Öğretmeliyiz

O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. “Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, “Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?” diye şekvâ edecek. Dünyada da, terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder. Bediüzzaman.

Çocuklar hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da, zaaf ve acz ve iktidarsızlık noktasında, merhametkâr, kudretli bir Hâlıkı bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidatları mesudâne inkişaf edebilir. İleride, dünyadaki müthiş ehval ve ahvâle karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i İslâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba, alâkaları pek az olduğu terakkiyât-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i mâneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz, sırf maddî, felsefî düsturların taliminde midir?
Mektûbât, s. 409

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Ahireti Bildikleri Halde…

BU ASRIN BİR HÂSSASI ŞUDUR Kİ:

HAYAT-I DÜNYEVİYEYİ, HAYAT-I BÂKİYEYE BİLEREK TERCİH ETTİRİYOR

“Bu asrın bir hâssası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yâni: Kırılacak bir cam parçasını, bâkî elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş. Ben bundan çok hayret ediyordum. Bu günlerde ihtar edildi ki; nasıl bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa sâir âza vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar. Öyle de: Hırs-ı hayat ve hıfzı ve zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede dercedilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbabla yaralanmış; sâir letaifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış, vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmağa çalışıyor. Hem, nasılki bir câzibedar sefihâne (günahlarla dolu)ve sarhoşâne şa’şaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture (tesettürlü) hanımlar dahi o câzibeye kapılıp hakikî vazifelerini tatil ederek iştirak ediyorlar. Öyle de: Bu asrın hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli, fakat câzibeli ve elîm, fakat meraklı bir vaziyet almış ki ; insanın ulvî lâtifelerini, kalb ve aklını nefs-i emmarenin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor. Evet; hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için, zaruret derecesinde olmak şartıyle, bazı umur-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı Şer’iyye var. Fakat yalnız bir ihtiyâca binâen, helâkete sebebiyet vermiyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki, küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden, elmas gibi umur-u diniyeyi terkeder.

Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisadsızlık ve kanaatsızlık ve hırs yüzünden berekâtın kalkmasiyle ve fakr u zaruret ve maişet ziyadeleşmesiyle, o derece o damar yaralanmış ve zedelenmiş ve mütemadiyen, ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu fani hayata celb ede ede, o derece nazar-ı dikkati kendine celbetmiş ki ; ednâ bir hâcât-ı hayatiyeyi büyük bir mes’ele-i diniyeye tercih ettiriyor. Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı, Kur’an-ı Mucizül-Beyanın tiryak-misal ilâçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sâdık, fedakâr şâkirdleri mukavemet ederler. Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli; sadâkatle, tam metanetle ve ciddî ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki ; o acib hastalığın te’sirinden kurtulsun. T: 293

BU ACİB ASRIN HAYAT-I DÜNYEVİYEYİ AĞIRLAŞTIRMASI

“Bu acib asrın hayat-ı dünyeviyeyi ağırlaştırması ve yaşama şerâitini ağırlaştırıp çoğaltması ve hâcat-ı gayr-ı zaruriyeyi, görenekle, tiryaki ve mübtelâ etmekle hâcat-ı zaruriye derecesine getirmesiyle, hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksad ve gayesi yapmıştır. Onunla hayat-ı diniye ve ebediye ve uhreviyeye karşı ya sed çeker veya ikinci, üçüncü derecede bırakır. Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın belâ ve vebâsından ve zulüm ve zulümatından en mücerreb bir kurtarıcı Risale-i Nur’un mîzanları ve müvazeneleriyle neşrettiği nur olduğuna kırkbin şâhid vardır. Demek Risale-i Nur’un dairesine yakın bulunanlar içine girmezse, tehlike ihtimali kavidir. T: 296

ÂHİRETİ BİLDİKLERİ VE ÎMAN ETTİKLERİ HALDE,

DÜNYAYI ÂHİRETE SEVEREK TERCİH ETMEK

“Ey kardeşlerim! Bu zamanda, öyle dehşetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsacak hâdiseler içinde, hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedâkârlık taşımak gerektir.

Evet“Yestehibbu nel hayateddünya alel ahreti”

 «< Âyetinin mânâ-yı işarîsiyle: Âhireti bildikleri ve îman ettikleri halde, dünyayı âhirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi, bâki bir elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ; ve âkıbeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman sâfi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı ve musibetidir. O musibet sırriyle, hakikî mü’minler dahi, bazan ehl-i dalâlete tarafdar olmak gibi dehşetli hatâda bulunuyorlar. Cenab-ı Hak, ehl-i îmanı ve Risale-i Nur şâkirdlerini, bu musibetlerin şerrinden muhafaza eylesin âmîn. T: 310

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org