Etiket arşivi: açık saçıklık

AÇIK – SAÇIKLIK

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirirbağlar.” S:418

AÇIK – SAÇIKLIK

Nisa taifesinin şeriata uygun örtünmesi Kur’anda kat’i emirdir. Açık-saçıklık ise haramdır ve ahirzaman fitnesinin temelidir.

1- Evet, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine inen bir şamar hadisesi!..

“Mesmuatıma göre: Merkez ve payitaht-ı hükûmette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!..”  L:196

2- Bacak gibi yerler, mahremlere de gösterilemez:

“İnsan, hemşire misillü mahremlerine karşı fıtraten şehevanî his taşıyamıyor. Çünki mahremlerin1 sîmaları, karabet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle; nefsî, şehevanî temayülatı kırar. Fakat bacaklar gibi şer’an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık-saçık bırakmak, süflî nefislere göre gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünki mahremin sîması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası2 olmadığından, hayvanî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!..3 ”  L:197

3- Açık-saçıklığı müdafaa eden garazkâr ehl-i vukufların garib iddiaları:

“Gençlik Rehberi adlı eserinin müsaderesine ve müellif-i muhtereminin mahkûmiyetine sebeb olmak için diyorlar:

Bediüzzaman tesettür taraftarıdır. Kadınların yarı çıplak, açık dolaşmalarına, İslâmiyet’e karşı muharebede şeytan kumandasına verilen fırkalar olarak tasvir etmekte; kadınların bugünkü içtimaî hayatta açık bacak ve yarım çıplak giyinmelerini günah saymakta,4

Bediüzzaman hâlihazır bu açık, yarım çıplak giyinişleri evlenmelere mani’ olup fuhşa teşvik edici mahiyetinde görmektedir. Ve yine Bediüzzaman’a göre, kadını güzelleştiren şey ve kadının hakikî ve daimî güzelliği içtimaî hayatta yer alan süslenmek, vücudlarını teşhir etmek olmayıp, terbiye-i İslâmiye dairesinde âdâb-ı Kur’aniye zînetidir.”diye yazmışlar.  Em:136

“22/Ocak/1952 muhakeme günü olmak itibariyle, Bediüzzaman Said Nursî, Ispartadan İstanbul’a gelerek mahkemede hazır bulunmuştu. Üstadın talebeleri genç üniversiteliler, mahkeme salonunu doldurmuşlardı. Koridorlarda büyük bir kalabalık göze çarpıyordu. Evvelâ iddianame ve ehl-i vukuf raporu okunmuş, Üstadın isticvabı yapılmıştı. Ehl-i vukuf raporunda: “Müellifin bu eserde din düşüncesini yaymaya çalışdığı; gençlere rehber olacak fikirler serdeylediği, müellifin tesettür tarafdarı olduğu; kadınların yarım çıplak ve açık bacakla dolaşmalarının İslamiyete aykırı ve kadının fıtratına zıt olduğunu beyan ettiği; kadını güzelleştiren şeyin, terbiye-i İslâmiye dairesinde âdâb-ı Kur’aniye zîneti olduğunu söylediği; dinî tedrisat tarafdarı olduğu; binaenaleyh devletin temel nizamlarını dinî esaslara uydurmak istediği…” uzun uzadıya izah edilmiştir.5 ”  T:647

4- Açık-saçıklığın getirdiği zararlar:

Birden ihtar edilen bir mes’ele-i mühimme

Âhirzamanın fitnesinde en dehşetli rolü oynayan, taife-i nisaiye ve onların fitnesi olduğu hadîsin rivayetlerinden anlaşılıyor. Evet nasılki tarihlerde, eski zamanlarda “Amazonlar” namında gayet silâhşör kadınlardan mürekkeb bir taife-i askeriye olarak hârika harbler yaptıkları naklediliyor. Aynen öyle de: Bu zamanda zendeka dalaleti, İslâmiyete karşı muharebesinde, nefs-i emmarenin plânıyla, Şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki, açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar.6 Nikâh yolunu kapamağa, fuhuşhane yolunu genişlettirmeğe çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar. Belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar.7 Birkaç sene namahrem  hevesatına göstermenin tam cezası olarak; o bıçaklı bacaklar Cehennem’in odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadakatı kaybettiği için, hilkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasib kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına bela bulur. Hattâ bu hâlin neticesi olarak o âhirzamanda, bazı yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riayetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahibsiz, kıymetsiz bir surete gireceği, hadîsin rivayetinden anlaşılıyor.”  G:24

“Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimî hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir.”  S:410

“Evet ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda sû’-i istimalât ile israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına za’f gelir.

Evet bu asırda açık-saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o sû’-i nazardan sû’-i istimalât, umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermeğe başlıyor. Herkes cüz’î, küllî o şekvadadır. İşte bu umumî hastalığın tezayüdüyle, hadîs-i şerifin verdiği müdhiş bir haberin tevili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki: “Âhirzamanda, hâfızların göğsünden Kur’an nez’ediliyor, çıkıyor, unutuluyor.” Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur’an’a bu sû’-i nazarla bazılarda sed çekilecek; o hadîsin tevilini gösterecek.” K:133

5- Açık-saçıklara bakmamak:

“Hem kırk sene evvel İstanbul’da Kâğıthane şenliğinin yevm-i mahsusunda, Köprüden tâ Kâğıthane’ye kadar Haliç’in iki tarafında binler açık-saçık Rum ve Ermeni ve İstanbul’lu karı ve kızlar dizildikleri sırada, ben ve merhum meb’us Molla Seyyid Taha ve meb’us Hacı İlyas ile beraber kayığa bindik, o kadınların yanlarından geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki Molla Taha ve Hacı İlyas beni tecrübeye karar verdikleri ve nöbetle beni tarassud ettiklerini bir saat seyahat sonunda itiraf edip dediler: “Senin bu haline hayret ettik, hiç bakmadın.” Dedim: “Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin akibeti elemler, teessüfler olmasından istemiyorum.” E:264  

Burada nakledilen çok az parçalardan anlaşılıyor ki, gizli ifsad cereyanı kanunları da yok sayarak tecavüz ve halkı sinsice iğfal etmek istiyor. O halde samimi Nurcuların, bu zamanın sefahet ve bid’alarına karşı müteyakkız olup nefret etmeleri şarttır.

Muhteva:

1- Evet, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine inen bir şamar hadisesi !..

2- Bacak gibi yerler, mahremlere de gösterilemez.

3- Açık-saçıklığı müdafaa eden garazkâr ehl-i vukufların garib iddiaları.

4- Açık-saçıklığın getirdiği zararlar.

5- Açık-saçıklara bakmamak.

(Bakınız: Tesettürde Şer’i Ölçüler Derlemesi)

Selam ve Dua ile …

Rüştü TAFRALI

Kendileri ile evlenmek haram olan yakın akrabaların.

Yani, kardeşliği hatırlatan yüz yapısı gibi nefsi durduran farklılığı.

İşte bu tarz açık-saçıklığın, yani sosyete ve medeniyet denilen yaşayışın, insaniyet hissini tahrib edip meshe sebebiyet vermesi mümkündür.

Acaibdir ki, Allah’ın Kur’anda açıkça haram kıldığı bu açık-saçıklığı güya bilmiyorlarmış gibi aleyhte rapor yazılması, Bediüzzaman Hazretlerinin Kur’ana bağlılığını isbat ediyor. Ve Bediüzzamana tam itimad etmenin lüzumunu bildiriyor.

Bu rapora göre din ve vicdan hürriyetleri yok sayılıyor.

Yani, nifak cereyanı çılgın bir sefaheti aşılayarak milli ahlakı bozan tecavüz muharebesi açtı…

Yani, imanı yok ediyor. Günahlar imanı nasıl yok eder?

“Günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şübheler (neûzü billah) mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârane uzaklaştırarak susturuyorlar. Evet günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”  L:8

“O Hâlık’ı sıfatları ile, isimleri ile umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tövbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir.” E:208

Müstehcen Görüntülere Sebep Olanlar, Kul Hakkına Girer mi?

Maddenin ön plana çıktığı, menfaat kavgalarının hep maddede yoğunlaştığı bu dehşetli asırda, “kul hakkı”denilince de öncelikle kişinin malına ve bedenine verilen zararlar hatıra geliyor. Halbuki, kul hakkının en geniş ve en önemli boyutu onun manevî hukukunda kendini gösterir.
Bir adamın elbisesini bıçakla çizip parçalamakla, yüzünü çizip yaralamak arasında ne kadar büyük fark varsa, ondan çok daha ileri bir fark, bedene verilen zararla ruha verilen zarar arasında söz konusudur.
Ruhun hukuku denilince önce kalbin ve aklın, daha sonra his dünyasının hukuku anlaşılır.
Bilindiği gibi; kalb, iman mahallidir, akıl ise ruhun düşünme ve anlama aletidir. Bir insanın kalbine bâtıl inançları sokmaya, yahut onu inançsız yapmaya yönelik her türlü gayret, kul hakkına en büyük tecavüz ve o kula yapılan en büyük zulümdür. Ve kalplerin “iman etme hakkını” çiğnemektir.
Aynı şekilde, insanların zihinlerini bulandıran, akıllarını yanlışa sürükleyen her türlü telkin ve propagandalar da insan aklını yaralayan en tehlikeli saldırılardır. Ve akılların “doğru düşünme hakkını” çiğnemektir.
Kulun ahlâkını tahrip edip onu hayvandan daha aşağı bir dereceye düşürmek de ona yapılan büyük bir haksızlıktır. Ve “his dünyasının istikamet üzere çalışma hakkını” çiğnemektir.
Birkaç kuruş fazla kazanma hevesiyle, televizyon reklamlarında ya da ilan panolarında müstehcen görüntüler ve resimler sergileyen bir iş adamı, onu seyredenlerin gözlerini haramda dolaştırıyor ve ruhlarını yaralayıp kalplerini kanatıyor. “Sebep olan işleyen gibidir” hükmünce, onların kazandığı günahın bir katı da o reklam sahibinin amel bilançosunun pasif kısmına yazılıyor.
Bu adamın, hayatının hesabını vereceği o dehşetli mahşer meydanında ve o hassas mizan safhasında uğrayacağı o büyük zararı, bu kısa dünya hayatının hangi menfaati karşılayabilir!?..
Keza, başka gençlerin dikkatini çekmek üzere gayr-ı ahlâki bir kıyafetle sokağa çıkan bir gencimiz de akşama kadar, kul hakkına çok önemli zararlar vererek dolaşıyor ve evine döndüğünde çok kabarık bir günah listesini de beraberinde getiriyor.
Oysa kulların ahlâk binalarına verdiği bunca zarara karşılık, egoist hevesini ve hayvanî hislerini kısa bir süre tatminin ötesinde kazandığı dünyevî bir menfaat de söz konusu değil.
Prof. Dr. Alaaddin Başar
Kaynak:Sorularlaislamiyet

Işıl Cinmen Hanımefedinin Yazısına Cevap

Işıl hanım hemcinsleri olan hanımlara arka çıkmak için, yazı yazmış. Bu yazıyla, hanımların açık saçıklıkları, pek mühim bir şey değil manasına gelen yazısı. Ve Kur’ani kerimden Ayete ma’na vererek: Kadınların sokağa çıkmalarını zaruret göstererek, “Erkekler sokakta yürürken yere baksınlar” önüne çıkan hanıma çarpsada mühim değil. Yeter ki yarım çıplak gezen kadınlara bakıp,  kendilerini günahtan kurtarsınlar. Işıl hanım bilmiyor ki sokaklar caddeler erkeklerindir. Bu sebepten Peygamberimiz a.s.m  “El evvelu leh vessani aleyh” buyurmuş. Yani erkek tarafından sokakta yürüyen hanımlara birinci bakış, bakanın lehindedir, ikinci bakış aleyhindedir. Yani ilk bakışta günah yoktur,ancak ikinci defa şehvet nazari ile bakarsa o zaman günaha girmiş olur erkekler.

Evet Allahımız, nesli çoğaltmak için şehvet duygusunu tatminden alınan lezzeti insana peşin ücret olarak vermiştir. Çünkü insan ücretsiz iş yapmaz ki. Bu sebepten yabancı erkek ve kadın o şehvet duygusunu canlandırmadan beraber kalamazlar. Yine bu sebepten, asırlarca Osmanlılar hakim oldukları zaman kadın vücudunu şöyle dursun yüzünü de Peçe ile örtmüştür. Benim Annem hayatı boyunca dışarıda peçeyle gezmiştir. Ve vücuduna fistan değil belden aşağı şalvar, belden yukarıda göğsünün büyüklüğü belli olmayacak şekilde, kadınlara mahsus bir gömlek giyerlerdi. Evet. Dini emirlere göre Tesettür kanunu, yalnız hanımın etini örtmek değil, örttüğü yerlerin kalınlığı belli olmayacak şekilde olmalı.

Işıl hanım, Kur’andaki Ayetten mana verirken, bilmiyor ki: Dini bir hüküm vermek için, onunla ilgili bütün Ayetleri ve hadisleri bilecek, ondan sonra mana verecek. Bakın İçki üç ayeti kerime ile yasaklanmıştır:

1- Sana şarap ve kumardan soruyorlar. de ki “Bu ikisinde büyük günah ve insanlara bazı yararlar vardır. Ancak günahları yararlardan daha büyüktür.” (Bakara 219)

2- “Ey iman edenler! Sarhoş bir vaziyetteyseniz, ne söylediğinizi bilebilecek hale gelinceye kadar namaza yaklaşmayın.” (Nisa 43)

3-  “Ey iman edenler! Hamr (Yani alkollü içkiler), talih oyunları (yani kumar), (tapmak üzere) dikilen taşlar ve fala bakıp kehanette bulunmak üzere kullanılan oklar, muhakkak ki şeytan işi birer pislik ve murdardır; o halde bunları terk edin! (Umulur ki felah ve başarıya erersiniz.” (Maide 90) 

İşte gördünüz ki bir ayeti okuyup mana veremeyiz üçünü bilmeliyiz ki Kur’andan doğru mana çıkaralım.

Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesine göre Kur’ani kerimden  müfessirler 350.000 tefsir yazmışlardır. Kur’ani kerimin ayetlerdeki meallerinden herkes değil, yalınız o sahada alimler bazi şeyler anlayabilirler. Çünkü Kur’ani kerimin her asra munhasir bir yüzü vardır. Kelamullah her asrın ihtiyaçlarına cevap vermeye muheyyadır.

Evet görün Türkiye’de neler geçirdik Risale-i Nurların Müellifi 28 sene sürgün ve hapishanelerde. Hatta dünya kanunlarına ters düşen uzun hücre hapislerine maruz kaldığı halde ve 19 defa hükümet adamları tarafından zehirlenmiştir. Bediüzzamana bu zulmü ingilizler yapmamış, bizden görünen din düşmanları yapmış.

Evet o işkenceli yerlerde yazdığı Risale-i Nur eserleri bugün 60 dile tercüme edildi. Hatta: İstanbul’un, Ataköy Sinan Erdem Spor kompleksinde 22 Eylülde başlayıp 3 gün süren: 10. Uluslararası sempozyumuna 40 devletten 200 den ziyada Profesör ve yazarlar katılıp 6000 sahifeden müteşekkil olan Risale-i Nur ve onların Yazarı Olan Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerini nasıl methettiklerini Işıl hanım görmeliydi. Türkiyede Risale-i Nurlar ve okuyucuları, bin küsur def’a civarında mahkemeye çıktıkları halde Sekizinci Sempozyumda Bir Profesör dediki: araştırdık Türkiye’de 10.000.000 kişi Risale-i Nur Eserlerini okuyormuş

Evet  Kur’ani Kerimden meydana geldiği 350.000 tefsir bize gösteriyor ki: Bir ayetin ma’nasını verebilirsin. Fakat o ayetin manası yalınız öyle değildir. O derin ma’nalarını çıkarabilene aittir. Kur’anı kerimde “Verrasihune fil’ilmi” Yani (İlimde derinleşenler) o işi yapabilir manasında diyor.

Din bilgisinde derinleşme, bilgisine “İlmi kelam” denilir. Din bilgisinden nasibi az, veya hiç olamayanlar, bu sahada fikir yürütmezler. Onların mesleğine Felsefe denilir, Yani  o saha, din ile bağdaşmayan, yalnız kafadan bilgi atma sahasıdır felsefe sahası.

Işıl hanım “Men teşebbehe bi kavmin fehüve minhüm”  (Bir kimse başka bir kavimden birisine benzerse, o onlardandır.) Zaten Cumhuriyeti ilan etmeden önce bu hadisi tefsir edip kitap yazan İskilipli Atıf efendiyi o sebepten idam etmişler. Hakim ona: “Ne o kadar bunun üzerinde duruyorsun? Şapka bir bez parçasıdır” İskilipli hakime cevaben: Dayandığın bayrak da bir bez parçasıdır haydi yırt bakalım ve devamında demiş: Bir askeri gemiye Türk subayı yunan bayrağını assa, siz ona ne yaparsınız? Hakimin cevabı sukut.

Evet Işıl Hanım Bu hususta haklısınız. Diyorsunuz Müslümanların Müslüman olduklarına dair bir alamet yok. Müslümanların çoğu: Yahudi ve Hristiyan alameti olan kasket ve fötr dan kurtuldukları için rahat başaçık geziyorlar. Çünkü Şeyhülislam Zembilli ali efendi Demiş ki Bir Müslüman şaka ile de şapkayı başına koysa kâfir olur. Fakat ne yapsın zavallı Türk Müslümanları Cebir Altında.

Evet Işıl hanım! Hanımların hakları o zaman ellerinde idi, o zaman, ne zaman ki İslam şeriatı hakim idi. Dış düşmanlar içteki bazı hainlerle birleşerek Tepemizde tuz döğdüler. 80 sene bu mazlum milleti ezdiler Anlat bana 1923 ten 1950 ye kadar Türkiye’de nasıl ilerleme olmuş. 24 sene Türkiye’de Kur’an öğrenmek yasak. On sekiz sene ezan okumak yasak. Ezan yerine Minarelerde Türkçe şarkı söylüyorlarmış bu dünyanın hiç bir yerinde görülmemiş. Milletin çektiklerinden yalnız bir tane: Bediuzzamanın nasıl ve ne kadar çektiklerini yukarıda sana anlattım. Camide namaz kılan adam çıkarken takkesini çekmeğe unutmuş hemen hapse atmışlar.

Televizyonda Bir muhabir Öyle diyor Cumhuriyet devrinde 1800 tane cami yıkılmış. Kütahyadan bir dede bana anlatıyor: Askere İstanbula tayini çıkmış gelmiş Sultan Ahmed camiinde Ranzalar koymuşlar orada yatıyorduk diyor. O devirde insanların çektiklerinden sizde öğrenmişsiniz. İnönü devrinde İmansız Öğretmen yetiştirmek için Köy enstitüleri isimli okullar açılmış. bu sebepten dindarlar dinsiz olur diye evlatlarını okula göndermemişler ve bu millet bu hale gelmiş. Hanımlardan dini çok zayıf olanların kızları yarım çıplak. Güya dindar olanların kızları de DANDİK tesettürle geziyor.

Sen samimiyetten bahsediyorsun Bunu hiç bir zama “Eddinu Nasihatun” o Mübarek Peygamberimiz bu (Din nasihatten ibarettir) kelimesini 3 defa tekrarlamiş. Samimiyet değil bu kelime: Bilgi manasındadır. İnsan, Kulağından ve gözünden ne aldı ise o odur. Ha bilgisini sağlam aldıktan sonra samimi olabilir. Bu sebepten Yukarıda Risale-i Nur eserlerinden bahsettim onların tamamı 130 Risale dir. Fakat onlardan birtanesi de İhlas Risalesidir (yani samimiyet)  bu risale hakkında diyor en az onbeş günde bir defa bunu okuyunuz. Evet Samimiyet, ama o samimiyet bilgisiz olmaz

Hanımlara hak vermişler mi yoksa ellerinde olan haklarını almışlar mı? Bak sana hanımların haklarını anlatayım: Peygamberimizin a.s.m hanımları Müslümanların anneleri hükmündedir Ayeti kerimede: “Pergamberinizin a.s.m. hanımlarına gerekli bir şey soracağınızda bir perde arkasında sorun! Öyle yapmanız, hem sizin kalpleriniz hemde onların kalpleri için daha çok temizdir.” (Ahzab 52) Hanımlar âileden ve okuldan sağlam terbiye almadıkları için mahkemelerde 100.000 lerce boşanma dosyaları mevcut. Bediüzzaman Talebelerine emretmiş beş defa günde kıldıkları namazdan sonraki tesbihatta ” Allahım hanımların şerrinden, hanımların belasından, hanimların fitnesinden bizi Sen koru” duasını okuyun demiş ve her talebe onu okur.

Peygamberimiz Mi’racdan geldikten sonra: Cehennemin çoğunluğu hanımlarmış diye haber vermiş. Yani hanımlar kolay aldanabilir bir vaziyettedirler de ondan: Kendilerini cehenneme birer parça odun yapmaktan çekinmiyorlar zavallılar. Bunuda bildireyim ki hanımlar cumhuriyet sisteminden çok yara aldıkları için ben evimde bir daireyi onların toplanıp din iman ve öldükten sonra, ya ebedi cennet ya ebedi cehennem insanı beklediğini öğrenmeleri için orada Haftada bir umumi dersleri var ve ara sıra toplanıp programlar yaparlar. Mes’ele bundan ibaret Işıl hanım.

Bakın Üstad Bediüzzaman hazretleri SÖZLER eserinin Lemaat kısmında hanımın yerini nasıl tayin ediyor:

“Mim”siz medeniyet, tâife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış. Şer’-i İslâm onları Rahmeten dâvet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada; rahatları evlerde, hayat-ı âilede. Temizlik zînetleri;

Haşmetleri hüsn-ü hulk, lûtuf ve cemâli ismet, hüsn-ü kemâli şefkat, eğlencesi evlâdı. Bunca esbâb-ı ifsad, demir sebat kararı Lâzımdır, tâ dayansın. Bir meclis-i ihvânda güzel karı girdikçe, riyâ ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları.

Yatmış olan hevesât birden bire uyanır. Tâife-i nisâda serbestî inkişafı, sebep olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birden bire inkişafı.

Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu sûretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; Hem müthiştir tesiri.

Abulkadir Haktanır

www.NurNet.org

“Tesettürsüzlük ve Açık Saçıklık” Mes’elesine Bediüzzamanca bir Bakış

Bir ailenin saadet-i hayatiyesi; koca ve karı mâbeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samîmi bir hürmet ve muhabbetle devam eder.

Tesettürsüzlük ve açık saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünkü; açık saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebiye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından dahi iyisini görür.

Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit o samîmi muhabbet ve hürmet-i mütekabile gitmekle beraber, gâyet çirkin ve gâyet alçakça bir his uyandırmaya sebebiyet verebilir.

Şöyle ki: İnsan, hemşire misillü mahremlerine karşı fıtraten şehevanî his taşıyamıyor. Çünkü mahremlerin sîmaları, karabet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle; nefsî, şehevanî temayülatı kırar. Fakat bacaklar gibi şer’an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırakmak, süflî nefislere göre, gâyet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir.

Çünkü; mahremin sîması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvanî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!.. (Lem’alar, 24.Lem’a, 3.Hikmet)

Ma’lûmdur ki; kesret-i nesil(neslin çoğalması) herkesçe matlubdur. Hiçbir millet ve hükümet yoktur ki, kesret-i tenâsüle tarafdar olmasın. Hatta Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:  “İzdivaç ediniz; çoğalınız. Ben kıyamette, sizin kesretinizle iftihar edeceğim.”

Hâlbuki tesettürün ref’i(açık saçıklık), izdivacı(evliliği) teksir etmeyip, çok azaltıyor. Çünkü; en serseri ve asrî bir genç dahi, refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yâni açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhuşa sülûk eder.

Kadın öyle değil, o derece kocasını inhisar altına alamaz. Çünkü; kadının aile hayatında müdürü dâhilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza me’muru olduğundan en esaslı hasleti sadakâttır, emniyettir. Açık saçıklık ise bu sadakâtı kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azabı çektirir.

Hatta erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehâvet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakata zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himayet ve merhamet ve hürmettir. Onun için, o erkek inhisar altına alınmaz. Başka kadınları da nikâh edebilir.

Memleketimiz Avrupaya kıyas edilmez. Çünkü orada düello gibi çok şiddetli vâsıtalarla açıksaçıklık içinde namus bir derece muhafaza edilir. İzzet-i nefis sâhibi birisinin karısına pis nazarla bakan, boynuna kefenini takar, sonra bakar. Hem memâlik-i bâride(soğuk memleketler) olan Avrupadaki tabiatlar, o memleket gibi bârid ve camiddirler.

Bu Asya, yâni Âlem-i İslâm kıt’ası, ona nisbeten memâlik-i harredir(sıcak memleketler). Ma’lûmdur ki; muhitin, insanın ahlâkı üzerinde te’siri vardır. O bârid memlekette, soğuk insanlarda hevesat-ı hayvâniyeyi tahrik etmek ve iştihayı açmak için açık saçıklık, belki çok sû-i isti’malata ve israfata medâr olmaz.

Fakat serîü’t-teessür ve hassas olan memâlik-i harredeki insanların hevesat-ı nefsaniyesini mütemadiyen tehyic edecek açık saçıklık, elbette çok sû-i isti’malata ve israfata ve neslin zaafiyetine ve sukut-u kuvvete sebebdir. Bir ayda veya yirmi günde ihtiyac-ı fıtrîye mukabil, her birkaç günde kendini bir israfa mecbûr zanneder. O vakit, her ayda on beş gün kadar hayız gibi arızalar münâsebetiyle kadından tecennüb etmeye mecbûr olduğundan, nefsine mağlub ise fuhşiyata da meyleder.

Şehirliler; köylülere, bedevîlere bakıp tesettürü kaldıramaz. Çünkü köylerde, bedevilerde, derd-i maişet meşgalesiyle ve bedenen çalışmak ve yorulmak münâsebetiyle, hem şehirlilere nisbeten nazar-ı dikkati az celbeden ma’sûme işçi ve bir derece kaba kadınların kısmen açık olmaları, hevesât-ı nefsaniyeyi tehyîce medâr olamadığı gibi, serseri ve işsiz adamlar az bulunduğundan, şehirdeki mefâsidin onda biri onlarda bulunmaz. Öyle ise onlara kıyas edilmez. (Lem’alar, 24.Lem’a, 4.Hikmet)

Âhirzamanın fitnesinde en dehşetli rolü oynayan, taife-i nisaiye(kadınlar taifesi) ve onların fitnesi olduğu hadîsin rivayetlerinden anlaşılıyor.

Evet nasılki tarihlerde, eski zamanlarda “Amazonlar” namında gayet silâhşör kadınlardan mürekkeb bir tâife-i askeriye olarak hârika harbler yaptıkları naklediliyor.

Aynen öyle de: Bu zamanda zındıka dalaleti, İslâmiyete karşı muharebesinde, nefs-i emmarenin plânıyla, Şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki, açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i îmana taarruz edip saldırıyorlar.

Nikâh yolunu kapamağa, fuhuşhane yolunu genişlettirmeğe çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar. Belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar.

Birkaç sene namahrem hevesatına göstermenin tam cezası olarak; o bıçaklı bacaklar Cehennem’in odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadakatı kaybettiği için, hilkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasib kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına bela bulur.

Hattâ bu hâlin neticesi olarak o âhirzamanda, bazı yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riayetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahibsiz, kıymetsiz bir surete gireceği, hadîsin rivayetinden anlaşılıyor.

Madem hakikat budur.

Ve madem her güzel, güzelliğini sever ve elinden geldiği kadar muhafaza etmek ister ve bozulmasını istemez.

Ve madem güzellik bir nîmettir.

Nimete şükredilse mânen ziyadeleşir.

Şükredilmezse değişir, çirkinleşir.

Elbette aklı varsa, hüsün ve cemalini günahları kazanmak ve kazandırmak ve çirkin ve zehirli yapmak ve o nimeti küfran ile medar-ı azab bir surete çevirmekten bütün kuvvetiyle kaçacak.

Ve o fâni, beş-on senelik cemâli bâkileştirmek için, meşru’ bir tarzda istimal ile, o nimete şükredecek. Yoksa ihtiyarlıkta uzun zaman istiskale maruz kalıp, me’yusane ağlayacak.

Eğer terbiye-i İslâmiye dairesinde, âdâb-ı Kur’aniye zînetiyle o cemâl güzelleştirilse; o fâni hüsün, mânen bâki kalacağı ve Cennet’te hûrilerin cemalinden daha şirin ve daha parlak bir tarzda kendine verileceği hadîste kat’iyetle sabittir.

Eğer o güzelin zerre miktar aklı varsa, bu güzel ve parlak ve ebedî neticeyi elinden kaçırmayacak… (Gençlik Rehberi, Birden İhtar Edilen Bir Mes’ele-i Mühimme)

Said Nursi