Etiket arşivi: Allahın sıfatları

“El – Fettah” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

Fettah: Hüküm veren, kapıları açıp yardım eden, zafer ve fetih lütfeden ve varlıklara suretler giydiren gibi manalara gelir. Şimdi bu ismin manalarını sırasıyla inceleyelim:

1- Hüküm veren: Allah Fettahtır. Bu ism-i şerifi ile hak ile batılı birbirinden ayırmış, aralarını yer ile gök arası kadar açmış, hakkı üstün tutup, batılı geçersiz kılmıştır. Bu mana ile Kuran, Fettah ismine en büyük bir aynadır. Zira Kuran’ın nüzulüyle hak gelmiş ve batıl zail olmuştur. Kuran’ın her bir hükmü hakkı ve adaleti izhar etmiş, batılın ve zulmün tasallutundan insanları kurtarmıştır. Yine Fettah ismi azami mertebede peygamber efendimiz (sav)’de tecelli etmiştir. Efendimiz (sav) insanlar arasında hak ile hükmetmiş, verdiği her hüküm ile hakkı galip kılıp, batılı yok etmiştir. Bu sebeplerdir ki Efendimizin isimlerinden bir tanesi de “Fatih”tir. Yine bu isim, hak ile hükmederek, hak ile batılın arasını açan adil sultanlarda ve devlet reislerinde de tecelli etmiştir. Hz. Ömer, Fatih Sultan Mehmed ve Yavuz Sultan Selim gibi sultanlar bunlardan bazılarıdır.

O halde kim bu ismin tecellisine mazhar olmak isterse, ilk önce kendi nefsinde hak ile batılın arasını ayırsın, hakkı hak bilip hakka tabi olsun ve batılı batıl bilip batıldan ictinab etsin. Daha sonra insanlar arasında hak ile hükmetsin ve kendi aleyhinde olsa dahi hakkın ortaya çıkması için adaleti gözetsin. Kim bunlara yaparsa Fettah isminin bir aynası olmayı başarır. Cenab-ı Hak bizleri Fettah isminin tecellisine mazhar eylesin!

2- Kapıları açan: Fettah isminin tecellisiyle maddi ve manevi kapılar açılır, müşküller giderilir ve zor olan işler kolaylaştırılır. Bir işsizin iş bulması, borçlunun borcunu ödeyecek imkâna kavuşması, bir ilim talebesinin zor bir meseleyi kavraması, anlaşılması zor bir hakikatin anlaşılması, yeni bilgilerin keşfedilmesi, kilitlenen işlerin açılması, hakkı görmeleri için insanların kalplerinin ve gözlerinin açılması, günahkârlara tövbe kapısının açılması, zulme uğrayana yardım edilmesi, ümitsizliğe düşen kullara ümit kapılarının açılması, dünyanın kapatılıp ahiretin açılması hep bu ismin tecellisiyledir.

Bize düşen Cenab-ı Hakkı fettah ismiyle zikretmek, “Ey kapıları açan Allah’ım, bize bütün hayır kapılarını aç” duasını dilimize vird-i zeban etmek ve maddi veya manevi bir hayır kapısı açıldığında bu kapıyı açan Allah’ı fettah ismiyle tefekkür edip O’na şükretmektir.

3- Zafer lütfeden: Cenab-ı Hak Fettahtır. Kullarına fetihler nasip eder. Peygamber Efendimizin Mekke’yi, Hz. Ömer’in İran’ı, Selahaddin-i Eyyubi’nin Kudus’ü, Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u fethetmesi ve diğer bütün fetihler Allah-u Teâlâ’nın Fettah isminin tecellisiyledir. Cenab-ı Hak, Fettah isminin hürmetine Ümmet-i Muhammed’e yeni Ömerler, Fatihler, Yavuzlar ihsan etsin ve bizlere, gayesi hakkı götürmek ve zulmü defetmek olan yeni fetihler nasip etsin. Fettah isminin tecellisi ile maddi fetihler gerçekleştiği gibi manevi fetihler de gerçekleşir. Peygamber Efendimizin kalplerin sultanı olması böyle manevi bir fethin neticesidir. Demek kalpteki sevgiyi kazanmak ve kişinin muhabbetine mazhar olmak fettah isminin tecellisiyledir.
Ya Rab! Kalplerimizi muhabbetinle ve Habibinin muhabbetiyle öyle bir fethet ki gayrısına yer kalmasın. Âmin.

4- Varlıklara suret veren: Fettah isminin bir manası da varlıklara suret ve şekil vermektir. Bir tohumdan çiçeğin çıkartılması, çekirdeklerden ağaçların yaratılması, ağaçlardan çiçek, yaprak ve meyvelerin çıkarılması, yumurtalardan hayvanatın icadı ve nutfe denilen su damlacıklarından insanların ve hayvanların halkedilmesi, hep Fettah isminin tecellisiyledir.
Bu manasıyla Fettah ismi âlemde azami mertebede tecelli etmektedir. Zira tohum ve nutfe gibi basit maddelerden, çeşit çeşit muntazam suretlerin, hep beraber, her tarafta, bir anda, bir fiil ile açılması ve her mahlûka münasip bir suret ve şeklin verilmesi tevhidin en kuvvetli bir delili ve kudretin en hayretli bir mucizesidir.

Fettah ismi bu manasıyla gözümüz önünde her an tecelli ederken maalesef insan ülfeti ve gafleti sebebiyle bu ismin tecellisinden gaflet etmekte ve adeta şu ayetin manasına muhatap olmaktadır: “Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, yüz çevirerek üzerinden geçerler.” (Yusuf 105) .

O halde Fettah isminin bu manasına karşı vazifemiz şudur: Tohumlardan, çekirdeklerden, nutfe ve yumurtalardan çıkartılarak kendisine şekil ve suret verilmiş mahlûkata ibret nazarıyla bakmak, onlarda tecelli eden Fettah ismini tefekkür etmek ve tohum hükmündeki amellerimizin cennet sümbülleri şeklinde açılmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz etmektir.

Seyrangah.tv

“Er – Rezzak” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

Er- Rezzak: Bütün mahlukatının rızıklarını veren ve ihtiyaçlarını karşılayan demektir. Allah Rezzak’tır ve rızık vermek ancak Cenab-ı Hakka mahsustur. Bütün insanların ve hayvanların rızıklarına O kefildir ve O’nun garantisi altındadır.Rızık ise iki kısımdır;

1- Beden için olan azıklar ve yemekler gibi zahiri rızıklar,

2- Ruh, kalp ve akıl gibi manevi latife ve duyguların rızkı.

1- Beden için olan azıklar ve yemekler gibi zahiri rızıklar;

Yeryüzünün içinde, havasında, denizinde yaşayan bütün hayat sahiplerinin, bilhassa aciz ve zayıfların ve bilhassa yavruların hem maddi ve midevi hem de manevi bütün rızıklarını, kuru ve basit bir topraktan, cansız ve kemik gibi kuru odun parçalarından yaratan O’dur. Adeta o toprak, bir kazan olur ki, içinde her nevi rızık pişer. Ve her bir ağacın kuru dalı, rahmetin eli olur ki, o el ile en güzel meyveler ikram edilir.

Hele hele en latifi, kan ve fışkı ortasından gelen tertemiz ve besleyici süttür ki, adeta o koyun ve keçi gibi mübarek hayvanlar, rahmetin bir süt çeşmesi olur ve Rezzak namına ab-ı hayat gibi en latif bir gıdayı bize takdim ederek, Rezzak ismini kör gözleri dahi gösterir.

Bir sofra görsek, üzerinde birkaç zeytin ile bir parça kuru ekmek olsa, acaba bu basit sofranın kendi kendine kurulduğuna, o zeytin tanelerinin ve ekmek parçasının tesadüfen, sofranın üzerine geldiklerine bizi inandırabilirler mi? Elbette hayır. Hatta dünya toplansa, bu basit sofranın tesadüfen bu hali aldığına bizi inandıramaz.

Acaba küçük bir sofra bile, kendisini kuran bir zatın varlığını gerektirirse, zemin yüzü sofrasının tesadüfen kurulması hiç mümkün olur mu ?

Bu öyle bir sofradır ki, kocaman bahar, bu sofranın gül destesidir. Bu sofrada her vakit hadsiz misafirler oturur. Onlara, layık oldukları şekilde ikram edilir. Bu sofranın üzerinde her çeşit yiyecek bulunur. Her vakit milyarlar oturur, o sofrada doyar, kalkar ama sofra hiç boş kalmaz. Hiç mümkün müdür ki, küçücük bir sofra bile sahipsiz olamazken, şu yeryüzü sofrası sahipsiz olsun?

Hem sakın zannetmeyin, bu sofrada oturanlar sadece insanlar ve hayvanlardır. İktidar ve ihtiyarsız olan ağaçlar ve bitkiler taifesi dahi rızka muhtaçtır. Onlar tevekkül edip, yerlerinde dururken mükemmel beslenirler. Hatta hayvanlardan daha çok yavru beslerler. Evet onların yaprak, çiçek ve meyveleri onların yavrularıdır.

Bahar mevsiminde cennet hurileri tarzında bütün ağaçlara sündüs misal cennet elbiselerini giydirmek… çiçek ve meyvelerin ziynetiyle süslendirip, onların latif elleri olan dallarıyla çeşit çeşit, en tatlı ve en sanatlı meyveleri bize takdim etmek… hem zehirli bir sineğin eliyle şifalı ve tatlı bir balı bize yedirmek… kan ve fışkı arasından sütü bizim için çıkarmak… elsiz bir böceğin eliyle ipek gibi yumuşak bir elbiseyi bize giydirmek… hem rahmetin büyük bir hazinesini bizim için küçücük bir çekirdekte saklamak… denizi bizlere taze balık deposu ve incileriyle, mercanlarıyla ziynet dükkanı yapmak… ve tavuğun yumurtasından tutun, gökyüzünden inen yağmura kadar sayamadığımız ve saymakla da bitiremeyeceğimiz daha nice nimetler üzerinde Allah’ın Rezzak ismi gözükür.

Demek yediğimiz her bir lokmanın üzerinde Rezzak isminin mührü vardır. Ve sabah aç çıkan ve akşam yuvasına tok dönen bütün canlılar lisan-ı halleriyle Cenab-ı Hakkı “ya Rezzak, ya Rezzak” diye tesbih ederek adeta şu ayeti okurlar;

“Nice canlılar vardır ki, onlar rızkını taşıyamaz. Allah hem onları, hem de sizi rızıklandırır. O işitendir ve bilendir.” (Ankebut: 60)

Hem Rezzak-ı Rahim, insana daha geniş rızık vermek için göz ve kulak, kalp ve hayal, ruh ve akıl gibi duyguların her birisini rahmet hazinesinin birer anahtarı hükmünde yaratmış ve insana takmıştır.

Mesela göz, kainatın yüzündeki güzellik ve cemal gibi kıymetli hazineleri açan bir anahtardır. Dil; yiyecekler alemini açan bir anahtardır. Kulak; sesler aleminin anahtarıdır. İşte bunun gibi her bir duygu birer alemin anahtarı olur ve insan o alemden o anahtarlar vasıtasıyla istifade eder. Demek her bir aza ve duygu, nimetlere kavuşmaya vesile oldukları için Rezzak isminin tecellisidir.

Acaba Allah’ın nimetlerini bizlere ulaştıran kişilere bir ücret öderken, nimetin hakiki sahibi olan ve o nimeti bizim için yoktan yaratan Allah bu rızıklara mukabil bizden ne fiyat istiyor?

Bizden istediği üç şeydir: Biri zikir, biri fikir ve diğeri şükürdür. Başta “Bismillah” zikirdir. Sonda “Elhamdulillah şükrüdür.” Ortada ise; bu kıymetli sanat harikası olan nimetlerin Rezzak-ı Kerim’in kudretinin bir mucizesi ve rahmetinin bir hediyesi olduğunu düşünmek ve tefekkür etmektir.

2- Ruh, kalp ve akıl gibi manevi latife ve duyguların rızkı

Niçin insan güzel şeyleri dinlemekten hoşlanır?

Niçin güzel yerler görmeyi arzu eder?

Niçin konuşmak ister?

Niçin Kuran dinlerken tarif edemediği bir haz duyar?

Ve niçin Allah’ı isim ve sıfatları tefekkür etmek ona lezzet verir?

Bütün bu soruların cevabı şudur; Çünkü o anda o latifeler rızkını bulmuştur.

Nasıl ki mide bir rızık ister, öylede kalp, ruh, akıl, göz, kulak ve ağız gibi insanın latifeleri ve duyguları dahi Rezzak-ı Rahimden rızıklarını isterler ve şükrederek alırlar. Her birisine ayrı ayrı layık olduğu rızık rahmet hazinesinde ihsan edilir.

Kulağın rızkı seslerdir, gözün rızkı görülen güzel şeylerdir, kalbin rızkı Kurandır, aklın ve ruhun rızkı ise Allah’ın isim ve sıfatlarını tefekkür etmektir. Ve bunun gibi…

Manevi rızıkların başında ise salih amel gelir. Çünkü dünyadaki salih ameller cennette ebedi rızıklar tarzında sahiplerine ikram edileceklerdir. Cennet ehli bu ikramdan sonra; “şimdi yediğimiz rızıklar dünyada yaptığımız salih amelin neticesidir” diyeceklerdir. Yani dünyadaki salih ameller, cennette cisimleşmiş birer rızık kesilmiştir.

Salih amellerin en salihi ise namazdır. Demek namaz kılan kişi o anda Allah’ın Rezzak ismine mahzardır. Bunun gibi Kur’an okuyan, zikir eden, sadaka veren, tavaf eden ve mahsus bir ibadetle meşgul olanlar o anda Rezzak ismine birer aynadır.

Bu ismi şöyle bir dua ile tamamlayalım;

“Ey Rezzak-i Kerim, Ey Rahman-ı Rahim ve ey bizi nimetleriyle bu dünyada besleyen sultanımız!

Bize bu dünyada gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını ve menbaları cennette bize göster. Bizi huzur-u saltanatına celbet.

Bizi bu dünya çöllerinde sahipsiz bırakma. Bize merhamet et. Burada bize tattırdığın lezizi nimetlerini orada da tattır.

Bize zeval ve kendinden uzaklaştırmak ile azap etme.”

Seyrangah.Tv

“El – Vehhab” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

El- Vehhab;  Hibe eden demektir. Hibe ise; karşılık beklenmeden yapılan bağıştır. Evet Allah Vehhab’tır; karşılıksız hibe eder, cömertçe ihsan eder ve verdiklerine mukabil bir bedel istemez. Zaten insan da kendisine verilen bu nimetlerin ücretini ödemek istese de ödeyemez.

– Biz yoktuk var olduk.

– Mevcutlar içinde taş, toprak gibi cansız bir varlık olabilirdik. Ama olmadık, hayat sahibi olduk.

– Hayat sahipleri içinde çiçek veya ağaç gibi bir bitki olabilirdik. Ama olmadık, şuur sahibi olduk.

– Şuur sahipleri içinde herhangi bir hayvan olabilirdik. Ama hayvan da olmadık, insan olduk.

– İnsanlar içinde ateşe tapan bir Mecusi, öküze tapan bir Hindu, veya puta secde eden bir putperest olabilirdik. Ama olmadık, Allah tanıdık ve O’na iman ettik.

– Allah’a iman edenler içinde O’na evlat isnat eden bir Yahudi veya Hıristiyan olarak Allah’ın gazabını celbedebilirdik. Ama yine olmadık. Elhamdülillah Müslüman olduk.

– Müslümanlar içerisinde de Sultan-ı Enbiya ve Habib-i Kibraya olan Hz. Muhammed (sav)’e ümmet olmakla şeref bulduk.

Bütün bu nimetlere karşı Allah’a ne verdik?

Hiçbir şey…

İşte karşılıksız, cömertçe ikram ve ihsan edilen bu nimetler üzerinde Allah’ın Vehhab ismi gözükmektedir. Demek bizlere bedelsiz verilen hayatımız, vücudumuz, vücudumuza takılan gözümüz, kulağımız, dilimiz ve diğer azalarımız, bu azalara takılan hissiyat ve duygularımız, sözün özü maddi ve manevi sahip olduğumuz her şey, Allah’ın bize bir hibesidir. Ve Vehhab isminin bir tecellisidir.

Demek ağaçlara takılan yapraklar, çiçekler ve meyveler, kuşlara takılan kanatlar, balıklara verilen yüzgeçler, kısacası her bir mahluka yapılan hibeler ve ona verilen hediyeler Allah’ın Vehhab isminin bir tecellisidir.

Demek her bir varlık kendisine verilen cihazların, hibe edilen duyguların, ikram edilen rızıkların ve kendisine yapılan bütün iyiliklerin lisan-ı haliyle Allah’ı Vehhab ismiyle zikreder ve O’nu tesbih eder.

İnsanın vazifesi ise; Bu mahlukların lisan-ı halleriyle “ya Vehhab, ya Vehhab” diyerek yaptıkları tesbihatı işitmek ve Vehhab isminin kendindeki tecellilerini görerek, haliyle, diliyle hatta bütün azalarıyla “ya Vehhab ya Vehhab” diyerek o halka-i zikre katılmaktır.

İnsan bu vazifeyi yaptıkça insandır. Ve bu aleme gönderiliş vazifesi budur.

Kendisine yapılan en küçük bir iyiliği unutmayan ve yıllarca o iyiliğin sahibinden övgüyle bahsedip ona minnettar olan insan, nasıl olurda, nimetleri saymakla bitmeyen Allah’ın iyiliklerini unutur? Ve O’na karşı minnettar olması gerekirken, nasıl olurda o minneti, nimetin gelmesine vasıta olan sebeplere verir?

Bir padişahın kıymettar bir hediyesini bize getiren miskin bir adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece ahmaklık ise, öylede, Allah’ın nimetlerini bize getiren sebeplere medh ve muhabbet edip, nimetlerin hakiki sahibi olan Allah’ı unutmak, ondan bin derece daha ahmaklıktır.

Evet tavuk sebeptir, yumurta Allah’ın ihsanıdır. Koyun sebeptir, süt Allah’ın ikramıdır. Arı sebeptir, bal Allah’ın nimetidir. Bulut sebeptir, yağmur Allah’ın rahmetidir. Ağaçlar sebeptir, meyveler Allah’ın hediyesidir. Bunlar gibi sebeplere takılan bütün nimetler Allah’ın hibesidir. Ve Vehhab isminin tecellisidir.

O halde şükredilmeye, övülmeye ve methedilmeye en çok layık olan; nimetlerin gerçek sahibi olan Allah’tır. Çünkü nimeti getirene değil, onu gönderene bakılır.

İnsanın bu ismi ahlak edinmesi ise şöyle olur; yaptığı iyiliklerde karşılık beklememelidir. Karşılık sadece malla, mülkle de olmaz. Beklenilen bir övgü, kazanılmak istenen bir şeref, istenilen bir hürmet ve arzu edilen bir teveccüh de manevi bir bedeldir. Eğer yaptığı iyiliklere karşı böyle manevi bir bedel beklerse, yine Vehhab ismini ahlak edinememiştir.

Hatta yaptığı ibadetleri, sadece Allah’ın rızası için yapmalı ve karşılığında cenneti beklememelidir ki, Vehhab ismine mahzar olabilsin. Zaten ibadet, geçmişte verilen nimetlerin şükrüdür. Yoksa gelecekte verilecek nimetlerin karşılığı değildir. Evet biz ücreti almışız ve ibadetle mükellefiz.

Bir Allah dostu bu makamı şu sözleriyle dile getirmiş ve Vehhab ismini ahlak edindiğini göstermiştir;

Ehl-i dünya dünyada,
Ehl-i ukba ukbada,
Her biri bir sevdada,
Bana Allah’ım gerek….

“El – Gaffar” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

El-Gaffar; Çok mağfiret ve merhamet eden, suçları en çok affeden, çirkinlikleri örten ve ayıpları gizleyen manalarına gelir.Bu ismi affedici manasındaki ‘el-Afuv’ isminden ayıran fark şudur; el-Afuv isminde sadece günahı affetmek ve günaha ceza vermemek vardır. El-Gaffar isminde ise günaha ceza vermemekle birlikte, günahı yüze vurmamak ve kulu rezil etmemekte vardır.

Mesela birisi size karşı bir kusur işlese, eğer siz onun bu kusuruna karşı ona ceza vermeyip, sadece kusurunu ve hatasını yüzüne vursanız, sizde el-Afuv ismi tecelli etmiş olur. Eğer ceza vermeyi terk etmekle birlikte, işlediği hatayı yüzüne de vurmayıp tamamen vazgeçseniz, sizde el-Gaffar ismi tecelli etmiş olur.

İşte Allah suçlara ceza vermeyip, suçu kuluna hatırlatmakla el-Afuvdur. Ve Allah hatayı bütün bütün silerek, kulun yüzüne vurmayıp onu mahcup etmemekle de el-Gaffardır.

Bu yüzden dualarımızda “Allah’ım bizi af ve mağfiret et” deriz ki, bu duada af dileyip, günahlarımıza ceza vermemesini istemekle el-Afuv ismine, mağfiret dileyip, günahlarımızı yüzümüze vurarak bizi rezil etmemesini istemekle de el-Gaffar ismine sığınırız.

Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur;

Melekler kulun günahını yazarlar ve daha sonra semaya yükselirler. Semaya yükseldiklerinde kulun amel defterinde bu günahın yazılı olmadığını, buna mukabil işlemediği sevapların yazılı olduğunu görünce Allah-u Teala’ya şöyle derler;

“Ey Rabbimiz biz kuluna zulmetmedik. Ancak onun işlediğini yazdık.” Buna karşı Allah meleklere şöyle buyurur: “Evet doğru söylediniz. Kulum o günahları işlemiş ve defterindeki sevapları işlememişti. Lakin kulum günahına tövbe etti ve göz yaşlarıyla benden af diledi. Bende onun günahlarını mağfiret ettim ve ona karşı cömertçe muamele ederek günahlarını sevaba çevirdim. Ben ikram edenlerin en çok ikram edeniyim.”

Allah-u Teala, Gaffar olduğunu Kur’an’daki şu ayetlerle de bize haber vermektedir;

De ki: Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, gafurdur, çok bağışlayıcıdır ve rahimdir, çok merhamet edicidir.” (Zümer 53)

Tövbe ve iman edip, salih amel işleyenlere gelince; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır ve çok merhamet edicidir. Ve her kim tövbe edip Salih amel işlerse, şüphesiz o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner. (Furkan 70-71)

Bediüzzaman hazretleri de el-Gaffar ismine sığınmamız gerektiğinden şöyle bahseder;

“Ey insan! Senin elinde gayet zayıf fakat günahta ve tahribatta eli gayet uzun, ve iyilikte ve hasenatta eli gayet kısa cüz-i ihtiyar namında bir iraden var.

O iradenin bir eline duayı ver ki, iyilikler silsilesinin bir meyvesi olan cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan ebedi saadete eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli günahtan ve seyyiattan kısalsın ve cehennem zakkumuna yetişmesin.

Demek dua ve tevekkül, hayırlara meyletmeye büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tövbe dahi günaha ve şerre olan meyilleri keser ve tecavüzünü kırar.”

Bu isimden alacağımız ders ise şudur;

Nasıl ki Allah Gaffar ismiyle hatalarımızı örtüyor, ayıbımızı yüzümüze vurmuyor. Aynen bunun gibi, biz de Gaffar ismini ahlak edinerek başkalarının hatalarını örtmeli ve kimsenin ayıbını yüzüne vurmamalıyız.

Ta ki, hem Gaffar ismine ayna olalım, hem de Peygamber Efendimiz (sav)’in şu hadiste verdiği müjdeye nail olalım;

“Her kim, bir müminin ayıbını dünyada örterse, Allah’ta onun ayıbını hem dünyada hem de ahirette örter.”

Seyrangah.Tv

“El – Kahhar” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

El- Kahhar; Düşmanlarını kahreden ve perişan eden, mutlak galibiyetin sahibi ve her an kahretmeye muktedir olan manalarına gelir.

Kahhar ismi bu manalarıyla; Allah’a isyan eden Ad kavmi, Semud kavmi, Nuh kavmi gibi bir çok kavimde tecelli etmiştir. Allah O kavimleri Kahhar ism-i şerifi ile kahretmiş ve mahvetmiştir.

Yine Kahhar ismi, binlerce kişinin öldüğü depremlerde, sel felaketlerinde, ağaçları kökünden koparan fırtınalarda, kasırgalarda ve maddi musibetlerde tecelli ettiği gibi, en büyük ve asıl perişanlık olan imansızlık ve küfür musibetinde de tecelli etmektedir.

Zira iman nimetinden mahrum olanlar devamlı manevi bir cehennemde yanarak kalben ve ruhen sıkıntı çekerler. Bu da manevi bir kahır olduğu için el-Kahhar isminin bir tecellisidir. Kahhar ism-i şerifi ile dünyada onları böyle manevi bir kahır ile kahreden Allah, ahiret aleminde de Kahhar isminin en geniş aynası olan cehennemde onları mahv-ı perişan ederek, adaletini ve mutlak galibiyetin tek sahibi olduğunu gösterecektir. Evet cehennem, el-Kahhar ismine en geniş ayna olarak ehl-i isyanı içine alacaktır.

Madem biz bu aleme, bu alemin sahibi olan Allah’ı tanımak ve O’na iman etmek için geldik. Ve madem her şeyde O’na açılan pencereler ve hakka giden yollar vardır. O halde bizler her şeyde O’na pencereler açmalı ve o pencerelerdeki isimler ile O’nu zikir ve tesbih etmeliyiz. Yani;

Helak olan bir kavmin kalıntılarını gördüğümüzde; “Ey kendisine isyan edenleri helak eden Allah’ım! Sen Kahharsın, dilediğini perişan ve mahvedersin. Senin kahrın, adaletinle tecelli eder. Her şeyin perçemi senin kudret elindedir. Hiçbir asi senin kahrından kaçamaz ve hiçbir zalim sana karşı gelemez. Sen mühlet verirsin ama ihmal etmezsin…

Bahardaki mahlukların, kışın gelmesiyle ölümlerini gördüğümüzde; “Ey bahara Muhyi ismi ile hayat verip, hayat verdiği bu mahlukatı kışın kahhar ismi ise kahreden Rabbim! Sen kahretmeye muktedir olansın ve el-Kahharsın. Bu kışta ölen her bir mahluk lisan-ı haliyle seni kahhar ismiyle zikrettiği gibi, ben de onların halka-i zikrine girerek lisan-ı kalimle seni “Ya kahhar, Ya kahhar” diyerek zikrediyorum…

Bir deprem felaketinde binlerce kişinin öldüğünü ve binaların yıkıldığını gördüğümüzde; “Ey yeryüzünü kudretiyle bir beşik gibi sallayan Rabbim! Yıkılan bütün bu binalar ve ölen bütün bu insanlar üzerinde senin Kahhar isminin mührü gözüküyor, sancağı dalgalanıyor. Ancak bu Kahhar isminin tecellisi altında, yine rahmetin tecelli ediyor. Ölen ehl-i imanı şehit kabul ediyorsun. Çektikleri sıkıntıları, günahlarına keffaret yapıp, ağaçların yapraklarını döker gibi, bu sıkıntılarla onların günahlarını döküyorsun. Ve onların helak olan mallarını sadaka kabul ediyorsun. Hem biliyorum ki, senin Kahhar isminin bu tecellisine bizim işlediğimiz günahlar sebep oldu. Ey Sultanlar sultanı! Kahhar isminin tecellisinden senin rahmetine sığınıyorum.

Fırtınaların, kasırgaların ve hortumların “Ya Kahhar, Ya Kahhar” diyerek döndüğünü gördüğümüzde; “Ey azameti ve büyüklüğü karşısında her şeyin küçüldüğü, Ey Celalinin korkusundan dağların parçalandığı, Ey kudret ve azametine her şeyin boyun eğdiği ve Ey korkusu altında her şeyin zillet içinde bulunduğu rabbim! Bu fırtınalar ve kasırgalar senin itaatkar askerlerindir ve Kahhar isminin tecellileridir. Onlar nasıl “ya kahhar ya kahhar “ diyerek alemi titretiyorlar, ben de, her ne kadar sesim onlar gibi gür çıkmasa da ve günahlarım sesimi kıssada seni “ya kahhar ya kahhar” diyerek zikir ve tesbih ediyorum…

Kahhar isminden insanın alacağı en büyük ders ise şudur;

İnsan, geçmiş asırlara bakmalı ve o asırlarda yaşayan asi ve inatçı kavimlerin akıbetini görmeli. Ve anlamalı ki, insan başıboş değildir. Her vakit bir celal ve kahır sillesine maruzdur. Günahlarından dolayı azabın onu yakalamaması, Allahın kendisine verdiği mühletten dolayıdır. Yoksa Allah asla ihmal etmez.

Bu mühleti bir ganimet bilmeli ve kahhar isminin tokadına yemeden evvel takva dairesine girmelidir.

Seyrangah.Tv