Bediüzzaman, aşkı iki kelime ile tarif eder ve:“Aşk, muzaaf muhabbettir.” der. Muzaaf muhabbet, sevginin yoğunlaşmış, zirveleşmiş halidir. Bu tarifi yapanBediüzzaman’ın kendisinde işte böyle bir aşk, böyle bitip tükenmeyen bir sevda vardı.
-Kime karşı?
-Mahbub-u Ezeli ve, Ma’şuk-u Layezali olan Allah’a karşı.
Bediüzzaman, Ezeli Sevgilisine olan bu aşkını ve sevdasını 80 küsür senelik hayatında ve Risale-i Nur külliyatında ortaya koydu. Onun hayatını ve kaleme aldığıRisale-i Nur eserlerini inceleseniz iman, marifet, muhabbet, ruhani lezzet kısaca ilahi aşktan başka bir şey göremezsiniz. Bediüzzaman aşkı yaşadı, sonra yazdı.
Peygamberimizde gördüğümüz hürmeti, muhabbeti, aşkı, sevdayı, fasılasız Allah beraberliğini, onun bir varisi olan Bediüzzaman’da da ayan-beyan görmekteyiz.
Bediüzzaman, dünya zevki adına her şeyini, Maşuk-u Ezeli’sine feda etti. Bu uğurda, yardan, serden, servetten, şehvetten, şöhretten, makamdan, mevkiden geçti.
“ Seksen küsür senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum”> demesi, onun ilahi aşka ve sevdaya tutulmuş olmasındandı. Çünkü böyle yüksek dimağları, büyük davası olanları, bu fani dünyada ilahi aşktan başka hiçbir şey tatmin edemezdi.
Bu aşkı tadmayan ve yaşamayanlar, mecazi aşklara aşk diye sarılıyorlar. Şiddetli tokat yiyorlar ve ağlayarak ayrılıyorlar. Allah namına olmayan aşklar gayr-i meşrudur. “Gayr-i meşru muhabbetin neticesi merhametsiz azap çekmektir.” Gayr-i meşru aşklar, Necip Fazıl’in şiirinde “bomboş kuruntu”dur.
Var olan yoklukların ömrünü sürüyorum
Aşklar bomboş kuruntu, hürriyetler esaret
Yalnız, ‘Rakip’ ismiyle Allah’ı görüyorum
Bir yokluk ki, bu dünya, var olandan işaret…
Bediüzzaman’ın “Dünyanın akibeti ne olursa olsun, lezzetleri terk etmek evladır.” demesi, ve gayr-i meşru lezzetleri terk etmesi de bu Ezeli Mahbub’una olan aşkındandı.
Böyle yapmakla doğru mu yaptılar? Evet doğru yaptılar. Nebiyy-i Muhterem’in aşkını ve sevdasını, sünnetini ve ahlakını tercih etmekle doğru yaptılar. Dünyayı kesben değil, kalben terk etmekle, lezzetleri şirk için değil, şükür için istemekle doğru yaptılar. Dünyaya değil, dünyanın ve ahiretin dizginleri elinde olanın peşine düşmekle doğru yaptılar. Böyle yaptıkları için iki dünyayı da peşlerinden koşturdular. Aşk-ı hakikiye meftun olmayanlar, iki dünyayı da birden kaybettiler. Hafizanallah.
Üstad Bediüzzaman’ın aşk ve sevdası, Efendiler Efendisi’nin (sav) aşk ve sevdasına benziyordu. Bediüzzaman adeta Efendimizin bir aynası idi.
Alimler zaten böyle olmalıydılar. Onlara bakanlar, onları değil, onların şahsında Efendimizi görmeli ve Efendimizi (sav) seyretmeliydiler.
Bediüzzaman işte böyle bir alimdi. Efendimizin özellik ve güzelliklerinin meselatakvasının, haşyetinin, tazarru ve niyazlarının, Allah’a olan sevdasının, saygısının, duasının, edebinin, ibadetinin, iffeti, sabrı, affı, şükrü, şecaati ve zühdünün yansımaları, çok rahat Bediüzzaman da seyredilebiliyordu. Buna ait Misalleri “Hz. Peygamber’den Bediüzzaman’a Yansımalar” adlı kitabımıza ve“Bediüzzaman’ın Geceleri” adlı makalemize havale ediyor sadede dönüyoruz.
Üstad Bediüzzaman’ın 80 küsür senelik hayatındaki aşk ve sevdasını isterseniz gelin onun hizmetinde bulunan öğrencilerinden öğrenelim.
Bayram Yüksel ağabey diyor ki: “Üstad, erken yatar, sabah namazına dört saat kala kalkardı. Teheccüd namazını kılar, münacat ve evradlarını sabah namazına bir saat kala bitirirdi. Okuduklarını, bir saat, başucundaki, bir metre genişliğinde dört metre boyundaki şecerede isimleri yazılı al-i beyt neslinden olan mühim zatlara bağışlardı. Talebeleri anahtar deliğinden bakarlardı, duasını bitirmeden kimse odasına giremezdi. Zira: “Benim bir dua vaktim vardır, o saatte melaike dahi olsa kabul etmem.” derdi. Mübarek gecelerde ve ramazanın son on beş gününde uyumaz, kimseyi de uyutmazdı. Talebelerini kontrol eder, uyuyanı su döker, uyandırırdı.
Hulusi Yahyagil ağabey diyor ki: “Barla’da bir gece yanında kalmıştım. Sabaha kadar uyumadan ibadet ediyor, zikrediyor, tazarru ve niyazda bulunuyordu, pek az uyur, uyur gibi görünürdü.” İnliyor gibi zikrine Barla’nın, Isparta’nın, Eskişehir’in, Denizli’nin, Emirdağ’ın, Afyon’un geceleri, dağları, evleri, otelleri, zindanları şahitti.
İniltisini saklamıyor, belki de saklıyordu ama, o kadarının sızmasına mani olamıyordu. Zira mesuliyet duygusu taşıyan bir insan için Rabbinin azameti karşısında öyle ağlayıp inlemek çok değildi. Çok görmüyordu. Ahiretteki inilti yanında bunun çok az kaldığını iyi biliyordu. Ve yine biliyordu ki burada inleyenler, orada inlemeyeceklerdi.
Refet Barutçu ağabey diyor ki: “Namazını vaktinde kılardı. Heybet ve huşu içinde namaza bir girişi vardı ki, tarifi mümkün değil. “İlahi Ya Rab, İlahi Ya Rab, İlahi Ya Rab!.. Allahu ekber!” diyerek sarsılır, haşyet içinde namaza girerdi. Biz arkasında korkar ve ürperirdik.” Bayram Yüksel ağabey de diyor ki: “Allahuekber!” dediği zaman, mübalağa olmasın ahşap bina sarsılırdı.”
Emin Tekinalp ağabeyi Afyon’da hapse atmışlardı. Suçu belliydi. İman hakikatlerini okumayacaktı. Hapishaneye ulaştıklarında gecenin ikisiydi. O saatte ağlar gibi bir inilti duymuş ve bekçiye sormuştu. Adam: “Burada yetmiş beşlik Bediüzzaman diye bir hoca var. O her gece sabaha kadar böyle devam eder. Ne yapar bilmiyoruz, diyordu.
Üstad’ı evinde üç ay misafir etme ve arkasında namaz kılma şerefine nail olan Mehmet Fırıncı ağabey, Hazret’in namazda tesbihatı ve okuduklarını gayet ağır okuduğunu, duyarak, düşünerek okuduğunu söylemiştir.
Üstad, her gece teheccüd namazına kalkıyor, bazı günler uyuyamayan Molla Hamid onu görüyor, Üstad Hazretleri: “Keçeli! Madem uyuyamıyorsun, kalk sen de gel, beraber dua edelim.” diyordu. Molla Hamid, okuyacak bir şey bilmediğini ifade ediyor, o: “Ben dua ederim, sen amin, dersin.” buyuruyordu. Molla Hamid’in dua esnasında uykusu gelirse: “Ben de eskiden senin gibi idim; sonra alışırsın.”derdi, çok mütevazı idi. Arkasında kıldığım namazlardan çok zevk alırdım. Namaza duruşu bir mehabet ve haşyet verirdi insana. Namazdan sonra tesbihat hakkında şu dersi vermişti bize:
“Namazın sonunda tesbihat, namazın tohumu, çekirdekleri hükmündedir.”Hazin bir sada ile bizden çok ağır tesbihat yapardı. Çok namaz kılan hocaları görmüşümdür. Fakat böyle hazin ve huşu içinde kılana rastlamadım. “Lailahe illallah” diye tesbihata başladığı zaman, eğer yanında bir tarikat ehli olsa cezbeye gelirdi. Sesi top güllesi gibi tok çıkıyordu.
Üstad daima ibadet ve münacatla meşgul olurken, saatlerce diz üstü otururdu. Böyle oturmaktan, ayağının parmağı yara olmuştu. Molla Resul‘e parmağını göstererek bir merhem sürmek istediğini söyledi. Bu esnada Molla Resul ateş yakmakla meşguldü. Üstad’ın o halini ve parmağının yarasını gören Molla Rasul, içinin acısını şöyle dile getirdi:
“Biz de Allah’tan korkuyoruz, ama Üstadım, senin ödün patlıyor. Bizim gibi rahat otursaydın ayağın yara olmayacaktı!”
Üstad Molla Rasul’ün bu sözüne karşılık:
“Molla Resul! Kısa ömürde, kısa dünyada, ebedi hayatı kazanmaya gelmişiz. Hem burada rahat oturayım, hem Cennet dava edeyim, olmaz böyle şey! Onun için cesaret edemiyorum rahat oturmaya” dedi.
8,5 sene kadar kaldığı Barla’daki komşuları diyorlar ki: “Üstadı, geceleri, Dershane-i Nuriye’nin önündeki bir mübarek çınar ağacının dalları arasında bulunan kulübecikte, sabahlara kadar zikr ü tesbihle meşgul olurdu. Hele bahar ve yaz mevsimlerinde bu muhteşem ağacın binlerce dalların, şevk ve cezbe içinde uçuşan kuşların arasında Üstadın böyle sabahlara kadar çalışmasını gördükçe, ne zaman uyur, ne zaman kalkar bilemezdik.
Bediüzzaman okuduğu evradı, tefekkürle içine sindire sindire okurdu. Hatta birçok hakikatin, evrad okurken kalbine doğduğunu biliyoruz.
“ Kur’an’ın hakiki ve tam bir nevi münacaatı ve Kur’an’dan çıkan bir çeşit hülasası olan Cevşen-i Kebir.” dediği bu muhteşem duayı Türkiye’de meşhur edenBediüzzaman olmuştur. Bin özelliği bulunan bu duayı Üstad, her gün okurmuş; dünyevi çok faydalarını da görmüştür. Mesela Emirdağı’nda kendisini zehirlemişlerdi, ama öldürememişlerdi. O bunu okuduğu duaya bağlıyor ve şöyle diyordu:
“ Cevşen-ül Kebir gibi evrad-ı kudsiyelerin feyziyle ölümden muhafaza olunuyorum. Fakat, hastalık, ızdırap çok şiddetlidir.” Ve yine diyordu ki:
“ Düşmanlarımın maddi-manevi zehirlerine karşı, Cevşen ve Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar.”
13. Şua’da gördüğümüze göre, İmam-ı Gazali Hazretleri’nin tertip ettiği “Hizb-i Masunu” da okuyordu. Üstadın düzenlediği Hizb’ül Hakaik-i Nuriye adlı evrad (dua) kitabında yer alan Abdulkadır Geylani hazretlerinin münacaatı ve Şah-ı Nakş-ibendin evradı, evliyanın büyüklerinin salavatlarını içine alan “Delail’in-Nur, İmam Gazali’den aldığı “Sekine”, Tabii’nin büyüklerinden Üveys-el Karaninin duası, Lem’alar kitabının başına koyduğu ve akşam namazından sonra 33 kere okunmasının çok faziletli olduğunu söylediği altı ayet-i celile, Üstad’ın okuduğu muhteşem dualar arasındadır.
-Bu kadar evrad ve ezkarı okumaya kimin gücü yetebilir ki?
-El-cevap: Ancak Bediüzzaman gibi Allah aşk ve sevdasına tutulmuş kimselerin gücü yeter.
Bediüzzaman’ı, Bediüzzaman yapan özelliklerden biri de her halde bu olsa gerek.
Onun bu dua ve münacatları, onu dünya çapında tanınan, sevilen bir insan haline getirmiş ve Risale-i Nur gibi bir irfan hazinesinin doğmasına vesile olmuştur.
Allah, bu aşk ve sevdayı, bu duaları okumayı ve vird edinmeyi, Bediüzzaman gibi üstadlarla beraber Nebiyy-i Muhterem’in(sav)sancağı altında Mahbub-u Ezelimize kavuşmayı hepimize nasip eylesin.
Vehbi Karakaş
RisaleAjans
KAYNAKLAR
1-Said Nursi, Tarihçe-i Hayat
2-Said Nursi, Emirdağ Lahikası, I
2-Vehbi Karakaş, Hz. Peygamber’den Bediüzzaman’a Yansımalar, Hayat Yayınları
3-Mehmet Akarca, Secdede Bir Ömür
4-Necmeddin Şahiner, Son Şahitler.