Etiket arşivi: can

Unutma Ki O Tatlı Can Çıkacak Bir Gün

MEy insan ne için bu kadar gafil yaşarsın,                       

Hiç çekinmeden rızkına haram katarsın,

O son günde Azrail’den nereye kaçarsın,

Unutma ki o tatlı canın çıkacak bir gün.

 

Geçici lezzetler peşine koşar durursun,

Ebedi  kalacak gibi postta kurulursun,

Acayipsin can vereceğini unutursun,

Çaresi yok, ecel kapını çalacak bir gün.

 

Acaba ne olur halin gafletten uyamazsan, 

Şeytan ve nefsine uyup her yere dalarsan,

Menfilere aldanıp günahla dolarsan,

O halde senin işin zor olacak son gün.

 

Nereden, ne için geldin hiç düşünmez misin?

Senin ana vazifen ne, onu bilmez misin?

Her gün ölüyorlar onları hiç görmez misin?

Kurtuluş yok, herkes tabuta binecek bir gün.

 

İtimat etmezsin seni yoktan var Edene,

Kendini haklı çıkarmak için çalarsın çene,

Olur olmaz yerde öldürdün bu kadar sene,

Mücrim gibi yaşadın, pişman olursun son gün.

 

Rabbin sana vâad etmiş ebedi saâdet,

Onu kazanmak için kendine etmezsin dert,

Halbuki isyan edenlere, orası çok sert,

Haramlara boğuldun  pişman olursun son gün.

 

Ey insan!  Sen emanetini sahibine sat,

Vazifeni yaparak derdini başından at,

Orada başka geçmez bavuluna sevap kat,

Unutma ki çok yakında gelecek o son gün.

 

Bu gafiller neden boşa harcarlar vaktini,

Neticesiz yerlerde tüketirler takatini,

Hiç düşünmezler mezara gireceklerini,

Günahların hesabı çetin olacak o gün.

 

Kelepçeli gelmeden, Rabbin hak dinine gel,

Masivaya değil, Allaha bükmelisin bel,

Gaflet perdesini yırt daha gelmeden ecel,

Yoksa, pahalıya patlar can vereceğin gün.

 

Abdülkadir Haktanır

Yaşamaya Ve Ölmeye Değer Söz

Anlamını anlamak, o anlamla dolmak ve doymak için Tevhid kelimesi ne kadar tekrar edilmeli? Bir kere, milyon kere, nefesler sayısınca, kâinat zerratı adedince?

Saf tevhide ulaşıp safileşinceye, Tevhid bayrağını kâinatın en yüksek burcuna dikinceye dek?

Ondan büyük kelâm var mı ki? Kâinat o kelâmın karşısında küçülür bir zerreye dönüşür; zerre de o sözün cezbesinden büyür, kâinat olur. O anahtar olmadan hangi kapı açılır veya o kelâmın açmayacağı kapı var mı? Kalp goncası onsuz açar, hakikat bülbülü onsuz öter mi? Arşa başka nasıl erişilir, hakikat miracına başka nasıl çıkılır?

Zerrenin cezbesi, elektronun aşkı, atomun şevki, moleküllerin sevdası, hayatın bestesinde hep O var. Varlık, O’nsuz varlık değil. Kâinatın künhü o kelâmı tekrar be tekrar ediyor. Zerrelerden galaksilere o cezbe ile raks ediyorlar.

Hakikatin gözbebeği, gönlün gözü o kelâm. Hakikatiyle bir defa söylenmesi kâinat kadar bir inbisat verir; aklı şenlendirir, kalbi cezbeye, vicdanı ihtizaza getirir, ruhu kanatlandırır.

Bütün sahte ve sanal ilâhların kökünü kazır, putları devirir, sebepleri susturur. Kederleri kar gibi eritir, elemleri rüzgâr gibi savurur, üzüntüleri söndürür. Bir “ân”ı ömre tebdil ettirir, ömrü ebediyete dönüştürür.

Ay sönük, güneş sönük, Kehkeşanlar sönük, yıldız böceği sönük, akıl feneri sönüktür; o hakikat nuru kelâm karşısında. O’nsuz; sevinçler sevindirmez, hazlar haz vermez, mutluluklar mutluluk vermez; kederler keder, elemler de elem değildir O’nunla.

En kritik anlarda en keskin yol göstericidir o kelâm. Kelâmdan düşülünce de düşmelerin en düşmesi yaşanır, kemâlât adına hiçbir şey bırakmaz; sükût sonsuz sükût.

Gaflet ve ülfetin ilacı, intibahın can suyu, edebin elbisesi, hayânın örtüsüdür o kelâm. O’nsuz kemalât, hayır, güzellik, ahlâk olmaz. Hayat anarşizme dönüşür, mânâsızlıkta boğulur, karanlıkta kaybolur, kalp katılaşır, akıl kötülüğe çalışır.

Dilde O’nu zikretmek, akılda fikretmek, hissiyâtta hissetmek, vicdanda işlettirmek, ruha ruh etmek ve kâinat zerreleriyle yıldızları tesbih tanesi yaparak O sözü söylemek… Belki bir defa söylemek, belki bin, milyon, rakamlara sığmayan adetlerce söylemek… O söz için yaşamaya ve ölmeye değer: Lâ ilâhe illallah.

Hüseyin Eren / Nur Postası