Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Sihri Beyan, İntak

Mevlana mesnevisinde cansızları ve hayvanları konuşturarak mesajını ta günümüze kadar ulaştırmayı başarmıştır, Beydavi, Ezop, La Fontaine, Ahmet Mithat Efendi, Şinasi gibi yazar ve şairler de fabl türü eser veren edebiyatçılardır. İntak da denilen bu tür yazı ve konuşmalarda kelimeler hayatlanmakta, manalar büyüyüp genişlemektedir.

Gerek çizgi film, gerek yazılarda ki bu sanat, varlıklara adeta bir ruh üflenmiş gibi ayrı bir güzellik katarak seyirci ve dinleyicinin ilgisini çekiyor. Peygamber Efendimiz (sav) “Beyanın bir kısmında sihir vardır” buyuruyor. Bazı hatiplerin, siyasilerin, vaizlerin dinleyiciler üzerinde çok etkili olduklarını görüyoruz, adeta cansız kelimelere sihirle hareketlilik katarak, onların içlerine enerji zerk ederek, muhatabın zevk almasını, etkilenmesini sağlıyorlar.

Allah (cc), İbrahim (as) ‘ın ateşine “Ey ateş İbrahim’e soğuk ve selametli ol” dedi. Süleyman (as) hayvanlarla konuşuyordu, Hud Hud ile karınca ile konuştuğu vaki. Hava, su, ateş ilahi emirleri dinliyor. Bize göre biruh olanlar ruhlanıyor. İç dünyamızda ümit ve yeis hep birbiriyle çatışır, acaba olacak mı, olmayacak mı, gelecek mi gelmeyecek mi gibi, sanki içimizde iki farklı canlı var, bu his birçoğumuzda vardır. “Musa’dan ne zaman öfke sesini kesti”, bu cümle içimizde başka birimi var? fikrimizi güçlendiriyor.

İşte bunun farkına varan edipler, ümit ve yeisi bile cisimlendirerek, sinema seyreder gibi insanın aklına sihri beyanlarla hipnoz gibi tesir ediyorlar. Uzun süre yağmayan yağmur tasfir edilirken yer yüzü Mecnun’a gökyüzü Leyla’ya benzetilir, yağmur yağmaya başlayınca “nerede kaldın ey Leyla” diyen Mecnun, yer yüzüne inen suyu kendine has bir sesle adeta emer, su da özlemle, bir aşık gibi kollarını açarak toprağın her zerresine sarılır.

Mevlana’da “gök ağlamazsa yer gülmez “diyerek bu tasfire kuvvet vermektedir. Benzetme yaparken münasebet olmalı, bir hakikat çekirdeği olmalı, teşbih onun üzerine bina edilmeli. Teşbihte hata olmaz, hatalı teşbih olmamalı.

Çetin Kılıç

Kaynak Şadi Eren, muhakemat dersleri.

Güzel Yazma, Güzel Konuşma

Belagat ve kitabette dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir? Risale-i nur külliyatından muhakemat adlı eserin ikinci bölümünde bu konuda oldukça faydalı bilgiler mevcuttur, ihtiyaç duyanların oraya müracaat etmeleri çok daha güzel olacaktır, biz burada çok az bir kısmını ele alacağız.

Kelamdan maksat ifadeyi meramdır. Lafzı süslerken mana geride kalmamalı. Mana dilbere, lafız elbiseye benzetilir, elbiseyi süsleyeceğim derken dilber unutulmamalı. Fikirlerin, hislerin tabi mecrası manaya akmalı, mana ön planda olmalı, mana nazm edilmeli bu yapılırken mantıklı olunmalı.

Yazı yada konuşmada giriş, gelişme, sonuç sıralaması bir ağaç gibi önce tohum, filiz, dal, budak, yaprak ve meyve şeklinde olmalı. Tıpkı yemek sırası gibi mideye girenler önce çorba, ana yemek, pilav ve nihayetinde tatlı şeklinde olduğu gibi kulağa yada dimağa gireceklerde de böyle bir sıralama olmalı. Manaya nizam verirken kopukluk olmamalı, ardarda olmalı, kelimeler bir birini tamamlayıcı olmalı en uyumlu en uygun olanlar seçilmeli, örneğin Allah anlatılırken muhtardan örnek verilmez, padişahtan örnek verilmeli. Ev yaparken nasıl malzemenin en iyisini seçiyorsak yazı ve konuşmamızda da mahiyetçe en uygunu seçilmeli.

Alemde nasıl bir nizam ve intizam var, her şey olması gereken zamanda, olması gereken ölçüde, olması gereken yerde, alternatifi yok, daha güzel olamazdı, aynı mükemmelliği, aynı nizamı, aynı uygunluğu konuşma ve yazımızda yakalamaya çalışmalıyız. Bu cümle daha iyi nasıl söylenir, daha iyi nasıl olur diye mükemmeli aramalıyız, kalıp cümleler ile tekamül olmaz. Peyzaj yapılmış bir bahçede çiçekler nasıl yerleştirilmişse sözcüklerde öyle yerleştirilmeli, bahçeyi seyreden bülbül nasıl şakıyor anlamasak bile zevkle dinleniyoruz, konuşurken böyle olmaya gayret göstermeliyiz, herkes bizi zevkle dinlemeli.

Konuşmacılar, şairler, yazarlar; Alemde ilham verecek o kadar çok şey varki, bahar bahçelerinin cümbüşü sizde boyacıyı aratması lazım. Şairlerin sultanı Necip Fazıl bunu en iyi yapanlardan biridir, mana derinliği, kafiye; Şiirlerinden istifade edilebilir.

Bediüzzaman’ın yazdığı risale-i nurlarda da öyle cümleler vardır ki başka cümlelerin içinde hemen kendini gösterir, not alma ihtiyacı duyarsın. “Güzel gören güzel düşünür güzel düşünen hayatından lezzet alır” gibi. Her milletin kendine has mizacı vardır, onun milli dili yani ana dili o milletin hislerinin makesidir, yansımasıdır. İncelikleri başka dili konuşanlar anlamaz anlayamaz, örneğin “ak akçe kara gün içindir” Bunu çeviri yaparken “beyaz para siyah gün içindir” diye tercüme ederler, öyle olunca muhatap buna sadece güler.

Lafzın yeri ve zamanı önemlidir. Medresede ders veren hoca talebelerinden her zaman güzel konuşmalarını istemiş, bir gün sınıftaki mangaldan sıçrayan bir kıvılcım, gelip hoca efendinin sarığının kıvrımına girmiş, talebelerden biri “Ey hâce-i bî-misâl, v’ey üstâd-ı zî-kemâl, bu şâkird-i pür-ihmâl, şol vechile arz-ı hâl eyler ki; bu hikmet-i müte’âl, nâr-ı mangaldan bir şerâre-i cevvâl pertâb ile ser-i âliyyü’l âlinizdeki sarığı iş’âl eylemiştir.”deyince. Hoca “Bre mel’un, sarığın tutuştu desene!” demiş.

Lafız perestliği genelde acemiler yapar, dikkat çekmek için acemiliğini belli etmemek için süslü laflarla konuşur. Sen manayı düşün, ona yoğunlaş, lafızlar gelir manaya hizmet eder. Lafzın peşinden koşmakla sanat olmaz. Lafza mağlup olmak bir hastalık olarak değerlendirilmektedir. Aklına geleni söylemek rahatsızlıktır, çok konuşmak gevezeliktir, dinleyenleri çok yorar.

Tenbih: Suret perestlik, uslup perestlik, teşpih perestlik, kafiye perestlik, lafız perestlik, hayal perestlik. Mana bunlara feda edilmemekle beraber karın doyurmasada zaman zaman hayal pilavı yenmeli. Mesela Kuranı Kerim de miraç anlatılırken hayaller devreye giriyor. Yine risale-i nurlarda bazı konular örneklerle anlatılıyor. Burada söylenmek istenen dozunu kaçırmadan, hakikatın dışına çıkmadan bu usluplarda, yazı ve konuşmalarımız da yer alabilir.

Edipler edepli olmalı, müstehcen, argo lafızlar kullanmamalı. Zaman zaman Lafızlara zînet vermek, hakikati incitmemek şartıyla geri planda hakikate yardımcıda olacaktır.

Çetin Kılıç

Kaynak Şadi Eren, muhakemat dersleri.

Semayı Temaşa

Kuranı Kerim apaçık bir şekilde Arapça olarak inmiştir, her dilde olduğu gibi Arapça’da da kendine has bir üslup vardır, “dağlar bize rast geldi, sonra bizden ayrıldı” burada belagatlı ifadeler vardır, kalbi hayali diye teşmih edilen tersine söyleme örneği görüyoruz, bu söyleyiş beyana güzellik kaymaktadır. “Allah semadan oradaki dağlardan dolu indiriyor”, “güneş akar gider” bu cümleleri zahire göre değerlendirmek belagatı inkârdır, belagatı göz önünde bulundurarak okursak mana bulutların ardındaki şimşek gibi ortaya çıkacaktır. “cennet ehline gümüşten billur şişeler ile şarap sunulur”, gümüş kesif bir madde, şişe ise parlak bir madde, ikisinin bir arada olması muhal, böyle düşünürsek bu cümlenin hatalı olduğuna kanaat getiririz, ama cennette diyor, cennet dünya ile kıyas edilemez, dünyada olmaz ama cennette var diyerek bu güzelliği gözler önüne sererek, cenneti arzulayan Müslümanların iştahlarını kabartıyor.

Gök yüzündeki bulutlar yer yüzündeki dağlar gibidir, yer yüzünün dereleri bahçeleri varsa dağları karla kapalıysa, gökyüzünün bulutları da dağlara nazire yapıyor, bazen bembeyaz olduğu gibi bazı zaman farklı faklı renk olabiliyor, parça parça olarak çeşitli şekillere bürünüyor. Seyyarelerin çobanı rad dır yani gök gürültüsü, şimşek o çobanın kamçısı gibidir, yüksek sesiyle ve kamçısıyla bulutları sevk ediyor, su zerrelerini topluyor, işlerini icra edince “rahat” komutuyla herkes yerine gidip gizleniyor. Bulut ile dağ komşu ve arkadaştır, birbirinin elini tutup musafaha ederler.

Dikkat ederseniz dağların başı hep bulutludur, hava denizinde demir atmış gemi gibi dağ tepelerinde bekliyorlar. Güneş altından yapılmış bir gemi gibi, sükun bulmuş denizde sakince yüzüyor, seyehat ediyor, bizde ona bağlı gezegende ahirete doğru gidiyoruz. Güneş mi dünyanın etrafında döner, dünya mı güneşin etrafında döner, konumuz o değil, burada maksat kainatın sahibini anlatmak.

Dünyamız saatte yüz sekiz bin km hızla seyahat ediyor, uçağın hızının yüz katı, çok ustaca bir şekilde frene basmadan, hiç sarmadan hiç hissetmeden gidiyoruz, acemi şöför kullandığı vasıtasını epey sarsar, mükemmel bir asansöre bindiğinizde yukarı çıktığınızı anlamazsınız. Tüm bu olanlar bir mükemmel ustadan haber veriyor. Alemde seyrü sefer var, hiçbir şey sabit değil, sükutu mutlak ile hareketsizliğe mahkum edilmemiştir.

Allah’ın Rahmeti hiç bir şeyi ölümün biraderi, yokluğun amcası olan atalet halinde bırakmaya razı değil. Güneş kanunu İlahiyeye itaat etmek şartıyla hürdür. Uçakların bile havada çarpıştığı bir yerde hiç bir gezegenin yörüngesinde çıkıp başka bir gezegenin yörüngesini ihlal ettiği görülmemiştir. Bütün bunlar Allahın nizam ve intizamını anlatmak içindir. Hilkatte israf abes yoktur, ezeli hikmet alemde herşeyi ideal boyutta yaratmıştır. Allahın gücü kudreti güneş gibi parlıyor.

Çetin Kılıç

Kaynak Şadi Eren, muhakemat dersleri.

Akıl Vahye Götürür

Allah, Kuranı Kerim’de kullarına defaatlerce “akletmezmisiniz” buyuruyor. Adam, ben hiç hırsızlık yapmadım ama günah olduğu için değil, yanlış bir şey olduğu için yapmadım, hiç rüşvet almadım ama günah olduğu için değil, etik olmadığı için almadım, muhtaçlara yardımda bulundum ama, sevap olduğu için değil, insan olduğum için bulundum. Bu adam aslında şunu diyor “bu yapılanlar bir erdemliktir Allah ile ilişkilendirilmemeli”.

Bu kişiyi Allah’ın huzurunda düşünelim. Allah ona – Ne güzel hırsızlık yapmamışsın, rüşvet almamışsın, muhtaçlara yardım etmişsin, beğendim ama bunları ben dedim diye değil kendince yapmışsın, benimle bir işin yok, diyecek. Vahy ile ilişkilendirmediği için Allah’ın rızasından mahrum kalacak.

Oysa Müslüman bütün bunları Allah’ın rızasını kazanmak için, onu memnun etmek için yapar, o davranışları bir fırsat alanı olarak görür, yaptığı iyiliklerden kimseden bir şey beklemez, sadece ve sadece Allah’tan bekler, rızai İlahiyeye ulaşır cennetle mükâfatlandırılır. Aynı amel, farklı sonuç.

Bir zaman bir adam, üstlerinin de bulunduğu bir yemekte kendisine ikram edilen içkiyi “ben almayayım” diyerek red eder, bunu fark eden etkili yetkili kişi, “sağlığın için mi yoksa taassup mu?” diye sorar, yani demek istiyor ki, “bunu Allah için mi red ediyorsun? Allah içinse bunu kabul edemem”.

İşte bu şeytanın hayata hükmetme arzusu, yapılan doğru hareketi Allah ile ilişkilendirmeye tahammülü yok. Çok açık ve net görülen bir şey var, Allah doğruları emrediyor yanlışları yasak ediyor, bunları akıl ederek bulabiliyorlar. Bir gün faizin zararlarını bilimsel gerçeklerle ortaya koysalar belki faiz kalkar, ama Allah yasak etmiş faizi kaldırıyoruz denirse, şeytanın havarilerinin çığlıkları kulakları çınlatır.

Şeytan Allah’ın emirlerine riayet edilmesinden hiç hoşlanmaz. Nitekim bu yaşandı, batı ülkelerinin birinde belirli saatlerde içki satışı yasaklandı, aynı uygulama bizdede başladı, homurtular yükselince” hayatın akışına ters, asayişi bozuyor, bakın batıda bunu fark etti, oradada yasak” denilince sesleri kesildi, onlar da “ha! madem Allah için değil” deyip rıza gösterdiler. Akladerek doğruları bulsalar da, Allah ile ilişkilendirildiği müddetçe razı olamazlar. Allah böyle bir durumdan bizleri muhafaza eylesin. Amin

Çetin Kılıç

Kaynak Prof. Halis Aydem sohbeti.

Mümkün/İmkan

Ehli zahir kimseler kendi akıllarına göre hareket ederek imkan ile mümkünü karıştırarak zihinleri bulandırmaktalar, bunlardan bazıları kasıtlı olarak dine zarar vermek için yapıyorken bazıları da dine dost fakat din cahilidirler. Meal okumakla kuran anlaşılmaz. Meal denizin görünen mavisi gibidir ama denizde birde derinlik var, dibe indikçe nice şeyler görülür, keşf edilir.

Tefsirde bu derinlik vardır. Allah kainatta her şeyi en mükemmel şekliyle yaratmıştır, bunlar kendi aklıyla kâinata mühendis olmaya kalkıyor, şöyle olsaydı daha güzel olurdu diyorlar, hayvana akıl verse idi güzel olurdu evet bir cihette belki güzel olurdu ama hayvan akıllı olsa öküze yük taşıtabillirmiydin, Allah’ın yarattıklarında küllü hüsün vardır, yani her yönüyle güzeldir, tabirde hata olmasın kumaşta güzel, gömlekte güzel, ambalajda güzeldir.

Tuğlacı ister güneş olsun tuğlalar kurusun, çiftçi ister yağış olsun mahsüller büyüsün, Allah kime göre yaratsın ki güzel olsun, insanlara kalırsa kargaşa kaçınılmaz, Allah dilediği gibi yaratır. Bir şeyin mümkün olması olacak anlamına gelmez, Van gölünün pekmez olması mümkün hatta ortadan kalkması da mümkün, nitekim sava gölü Peygamberimiz (sav) doğduğunda ortadan kalktı, ama böyle olacak demek değildir. ‘Sokrat Peygamber olabilirmi” sorusuna Kırkıncı hocamız “olabilir” diye cevap vermiş, “nasıl olur” deyincede “olabilirin karnı o kadar geniştir ki olmayabiliri de içine alır” demiş.

Soru sokrat Peygamber midir ? diye sorulsa idi cevap hayır olurdu, diye açıklamıştır. Eşya görünenden farklı olabiliyor, güneş dönüyor gibi aslında dünya dönüyor. İnsan akılla nihai ilme ulaşamıyor ama bu insan bu akılla dünyayı keşf edemez demek değildir. Allah elinde olan ilmin nihayetini bazı kullarına veriyor, nitekim nice keşifler böyle olmuş. Mecazın her yerinde mecaz aranmaz, lamba gibidir, yani lambanın fitili hakikat camı mecazdır, ama hakikat olan ışık mecaz olan camdan görünür, burada bakılan camdır ama görülen ışıktır. “Batan güneşe ağlama yarın yine doğacak” burada kasıt elindeki imkanları iyi kullanmamış olabilirsin belki bundan dolayı zarar ettin ama yarın bu imkanlar eline tekrar geçecek, yarına bak ümidini kaybetme. Size verilen tuğlalarla isterseniz önünüze set yapar kendi kendinize engel olursunuz, ister basamak yapar ilerilere, yükseklere çıkarsınız. Malzeme aynı ama sonuç çok çok farklı olabiliyor bu tamamen size bağlı.

Çetin Kılıç

Kaynak Şadi Eren, muhakemat dersleri.