Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Sodom Yeniden Yaşanmasın

Yirmi beş Peygamberin biri hariç diğerleri ümmetlerini Allah’a imana davet ederken Lut (as) Sodom halkına Allah’a iman edin demiyor, yapmış oldukları fiilden vaz geçmelerini söylüyordu.

Diğer peygamberlere emredilen tebliğ neden Lut (as)’ma emredilmedi? bu sorunun cevabı: İman etmek için önce insan olmak gerekli, insan olmayana “iman et” diye davet yok. Yapılan fiiliyatın günah boyutu ne kadar çirkin ki, Allah onlardan iman etmelerini bile istemiyor. Tarih kitaplarında da yazdığı gibi Lut (as) ve kızları hariç o kavim den kurtulan olmamıştır, tümü helak olmuş. Dörtyüz bin nüfuslu bir yerde mutlaka kadınlar ve bu işe bulaşmayanlarda vardı, hatta bazı kaynaklar sabaha kadar zikreden abidlerin de olduğunu söyler ama, Allah hiçbirini ayırmadan aynı akibete uğratmış.

Şeytan hiç bir projesini rafa kaldırmaz, bu günlerde geçmişte uyguladığı projeyi tekrar gündemine koymuş olsa gerek, bu rezil fiiliyat hayatımızın içinde fazla söz edilir oldu, bazı kimseler de bunların aile hayatımıza zarar vermeyeceğini söyleyecek kadar meseleyi basitleştirme, hatta masumlaştırmaya çalışmakta. Allah’ın insan bile saymadığı, iman edin diye tebliğ göndermediği bu yaratıklara, şu veya bu sebeple ses çıkarmamak, karşı koymamak, geçmişte de görüldüğü gibi aynı akibete uğramaya sebeptir.

Namaz kılmak nasıl farz ise, bu rezaletin toplum içinde yer bulmasını engellemeye çalışmakta aynı şekilde farzdır. İyiliği emredip kötülükten men etmek farz ötesi farzdır. Allah’ın lanet ettiği, yapanları helak ettiği bu fiiliyat, gerek basında, gerek sosyal medyada, gerek filmlerde, dizilerde fırsat buldukları bir çok mecrada, maalesef bir tercihmiş gibi basite indirgeniyor, hatta renklerini bile her fırsatta gözümüze sokar gibi hafızalarımıza kazımaya çalışıyorlar, yeni nesil üzerinde çok ciddi oyunlar oynanıyor şeytanın projesi raftan inmiş, dünya işleriyle meşgul olurken böylesi ciddi meselede, ahiretimizi, ebedî hayatımızı tehdit eden bu konuda Müslümanların çok daha uyanık hatta teyakkuzda olmaları gerekli.

Çetin Kılıç

Kaynak İhsan Şenocak sohbeti

Zekatın Sosyal Yönü

Sınıf farkı nasıl kalkar. Toplum yapısı yani içtimai hayatın hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Toplumun yüksek kısmı yani avam tabakası zengin kısmı fukaradan yani avas tabakasindan hatt-ı muvasalayı yani iletişimi yardımlaşmayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lâzımdır.

Bu tabakalar arasında muvasalayı iletişimi temin eden, zekat ve muavenettir yani birbirlerine yardımcı olmaktır. Halbuki zekat zorunlu olmassa faiz çok revaçta ve serbest olursa bir çok kesim buna tenezzül ederse, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir yani yardımlaşma, sıla-i rahm birbirlerine gidip gelme ziyaret kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya hürmet ve saygı, itaat, muhabbet yerine ihtilal, sesleri hased bağırtıları, kin ve nefret vaveylâları yükselir.

Böylece yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, mükafat, ödül iltifat etmek yerine zulüm ateşleri, tahakküm, zorbalık, baskı, şimşek gibi hor görmeler yağıyor. Maalesef yüksek ve zengin kısmındaki meziyetler, üstün vasıflar tevazu ve merhamete acımaya sebeb olması gerekirke, kibir ve gurura sebep oluyor. Fukara tabakasındaki acizlik ve fakirlik, ihsan ve merhameti icap ettirmesi gerekirken, esaret ve sefaleti netice veriyor.

Eğer bu söylediklerime bir şahid istersen medeni aleme bak, istediğin kadar şahidler var. Özet olarak diyorum ki: Tabakalar arasında musalahanın barışın temini ve münasebetin tesisi, ancak ve ancak islâm dininin esaslarından olan zekat ve zekatın yavruları olan sadaka ve bağışların heyet-i içtimaiyece yani toplumun içerisinde yüksek bir düstur ittihaz edilmesiyle yani bu kuralların genele yayılması bu kaidelere her kesimin uyması toplumun bunları prensip haline getirmesi ile olur.

Çetin Kılıç

Kaynak Risale-i Nur Külliyatı

Kelamı Doğru Anlama

Kuranda bazı ayetler hakkında bazıları kafa karıştıracak açıklamalar yapıyorlar, oysa büyük müfessirler ayetlerin muradının ne olduğunu açıklamışlar, onları dinlemeliyiz. Malumu ilam, yani bilineni bildirmek abestir, Kuranı Kerim de böyle şeyler olamaz, var zannediyorsan içerisinde senin akıl edemediğin bir murat vardır. Hafız olan birine “sen hafızsın” demek ona yeni bir şey, bilmediği bir şeyi söylemek değildir, bundan maksat ”ben senin hafız olduğunu biliyorum” demektir. Bir babanın evladına “ben senin babanım” demesi, evladının ona karşı yapmış olduğu bir saygısızlığı veya söz dinlememesini tekit içindir.

Kelama muhatap olurken anlama noktasında bu gibi manaların olabileceğini akıldan çıkarmamak gerekir. Kuranı Kerim’den örnekler verecek olursak “Ey iman edenler Peygambere indirilene iman edin”. Burada muhatap zaten iman etmiş, tekrar etmesi ne manaya gelir. Burada murat imanınızı arttırın, ziyadeleştirin, imanın hakikatini elde edin demektir.

Dünya için “sathı arz” deniliyor yani dümdüz bir ova olduğu söyleniyor, oysa dünyamız bir küre, buradan maksat, bu küre olan dünyada yaşanabilsin diye ovalar halk edilmiş dikkat edin bu bir nimet demektir. “Güneş istikrarla beraber akar gider” deniliyor, bu zaten görülüyor, böyle bir hatırlatmaya ne gerek var diye düşünülebilir. Bundan murat güneşin dönmesinde çok hikmetler var, dikkat edin, araştırın demektir.

Kelamda garabet gibi görünenler belagat nükteleridir, dikkat çekici nükteleri yakalayabilirsek kelamı doğru anlayabiliriz. Filozoflardan biri ”beni bir kişi anladı o da yanlış anladı” diyerek kelama muhatap olmanın kolay bir şey olmadığını söyler. Bazıları idrak özürlü oluyor. Allah’ın kelamına muhatap olmak ne büyük bir nimet, Allah’ın kelamını muradı ilahi üzerine anlamak Allah’ın bir lütfu, bütün Müslümanlar olarak Allah’ın kelamını anlamaya çalışıyoruz ama insanımızın çoğu o kadarda manaya muhatap olamıyor, bazıları sebeplere yönelmiyor, yahut gaflet içinde olduğundan yanlış veya eksik anlıyor. Cenabı Hak tam anlamayı nasip etsin. Amin.

Çetin KILIÇ

Kaynak; Şadi Eren ,muhakemat dersleri.

Kuran Beşer Kelamı Olamaz

Kuranı Kerim insan sözü değildir, hiç bir beşer Kuran ayetleri benzeri bir söz söyleyemez, aynı harf ve kelimelerle de olsa aynı ifadeyi kuramaz. Biz topraktan çanak çömlek yaparız, Allah, topraktan ağaç yapar, çiçek yapar, insan yapar.

Söz ustaları vardır, Necip Fazıl gibi günlük hayatta kullandığımız kelimelerle şiirler, yazılar yazar, fakat hiç kimse onun yazdığı gibi yazamıyor. Hadislerle Ayetlerin farkı, ifade özellikleri, beşerin en beliği bile olsa Kuran ayeti gibi söz söyleyemeyeceğinin kanıtıdır.

Cemil Meriç “kamus namustur kamusa uzanan eller namusa uzanmıştır” demiş, rastgele insan bu ifadeyi kuramaz, örneğin lugat yada sözlükte diyebilirdi ama cümle böylesine kuvveti bulamazdı. “Falanca çok sevinçli” yerine “sevinçten kuş gibi uçuyordu” demek edebi bir anlatımdır ve buradaki estetik cümleye mana katıyor, söyleyeni sıradanlaştırmaktan öteye taşıyor.

Kuran insanların idrak seviyesine göre anlatıyor, Allah fehmlerimizi, hislerimizi, zihinlerimizi bildiği için anlayabileceğimiz ifadelerle bize hitab ediyor, burada tenezzulatı İlahîye var. Belagatı, mecazatı bilmeyen teşbihlerde ciddi yanılgılara düşebilir, “çok sinirlendi” yerine “küplere bindi” denilince, mecaz, belagat bilmeyen veya başka milletten olan ve bu dili bilmeyenler etrafta küp arar.

“Bir nokta bir gözü kör eder” demişler, yani z harfine nokta koymazsan kör okunur. Ben bu milletin öksüzüyüm diyen adam s harfini ihmal etse bu milletin öküzü oluverir, nokta ve harfin yerli yerinde kullanılması ne kadar önemli.

Kuranda kelimelerin çağrışım alanı vardır, “ölçüde tartıda noksanlık yapana yazıklar olsun” bu sadece metre ve teraziye ait değildir, her türlü aldatma, yalan, hile bunun içine girer. Özenle seçilmiş cümlelerde mana yüklü kelimeler balık ağında kıpırdayan balıklar gibi göze çarpar. Kuranı Kerim “dağları birer direk kıldık” buyurur, buna beliğ teşpih denir, dikkat ederseniz “dağları birer direk gibi kıldık” demiyor, ilimde çok ileri biri için “derya gibi adam” diyoruz ama “adam ilimde derya” dersek sözün vurgusu daha belirginleşiyor.

Kuran’da bu gibi ifadeler çokça kullanılmış, “yeryüzünü beşik kıldık” bu örneklerden sadece biri. Dünyamız adeta hava okyonusunda yüzen bir gemi gibi, dağlar bu geminin direkleri, dağlar olmazsa gemi dengesini kaybeder. Dağlar aynı zamanda dünyanın balans ağırlığı, yerin altındaki sarsıntıları çok defa yeryüzüne hissettirmiyor. Dağlar yine aynı zamanda mesanet, yani yeryüzünün gözeneği, insanın cildindeki gözenekleri gibi, dünya onlarla nefes alıyor, teneffüs ediyor, rahatlıyor. Yer altında olan hareketlerle gazaba hiddete girecekken sukünet buluyor, düdüklü tencere buna çok güzel bir benzetme. Allah insanı da dünyaya direk kılmıştır, bu insan direğinin yıkılmaması için hava, su ve toprak gerekli, bunların istifademize uygun hale gelmesi için de dağlar gerekli. Suyun mahzeni dağlar, havanın sıcaklık ve soğukluk ayarını yapan zararlı gazları emen adeta havayı tarayıp insanoğlunun hizmetine sunan dağlar, gerek erezyonları engelleyerek, gerek kaya parçalarının toprağa dönüşmesini sağlayarak toprağın yok olmasının önüne geçen yine dağlar. Kuran’ın bir tek ayetinden çıkan bu kadar çok manaları ifade edebilmek hiç kimsenin haddine değildir.

Çetin Kılıç

Kaynak Şadi Eren, muhakemat dersleri.

Şükür

Allah’a teşekkür etmek çok kolay ve çok basittir. Nimetleri Allah’tan bilmek teşekkürün ilk adımı ve ilk aşamasıdır. Allah’a teşekkür etmenin ikinci aşaması ise, verilen nimetlerin değerini, önemini ve kıymetini bilmekten geçiyor. Üçüncü aşaması ise, kendi ihtiyacını çok derinden hissedip o nimetlere ne kadar bağımlı ve muhtaç olduğunu idrak etmek ile oluyor.
İnsan ihtiyacını ne kadar derinden duyarsa, şükür ve teşekkürü de o derinlikte ve kalitede olur. Çok aç bir adamın kuru bir ekmekten aldığı lezzet ve bu lezzetten çıkan minnet ve teşekkür, tok adamın yediği en ala kebaptan aldığı lezzet ve bu lezzetten çıkan minnet ve teşekkürden daima üstün olacaktır. Demek nimetleri hissetmek ve duymak ihtiyaçla doğru orantılı gidiyor.
“Nimetleri doğrudan doğruya Ondan bilmek” kuvvetli bir iman ve canlı bir tefekkür ile olabilir. İnsanların büyük çoğunluğu imansızlık yüzünden nimeti Ondan bilmedikleri için şükretmiyorlar. İman edenlerin de ekserisi bu canlı tefekkürü yakalayamadığı için, gaflete düşüp şükrü hakkı ile ifa edemiyorlar.
Çarşı pazarda bedeli ödenmeden alınan mal nasıl hırsızlık ve haram oluyorsa, şükrü eda edilmemiş nimetlerden faydalanmak da bir yönü ile gasp, hırsızlık kapsamına giriyor ki,  bunun cezası da azap ve ateştir…
Çetin Kılıç
Kaynak Sorularla risale