Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Neden inat ediyorsunuz?

70 bin kişiye bir kütüphane düşen, %80 evde yirminin altında kitap olan bir ülkede yaşıyoruz. Çocukların %80’i kitapla ilkokula başladığı gün tanışıyor, bu çocukların sadece %1’i karmaşık metinleri okuyabiliyorken yetişkinlerde bu rakam %12. Durum böyle olunca sağlıklı iletişim kurulamıyor, sağlıklı iletişim kuramayan insanlar yalnız yaşamak zorunda kalıyor, ardından bir sürü sorunlar çıkıyor, kendini ifade edemeyen birey şiddete başvuruyor, hasta doktora derdini anlatamıyor, yanlış tedaviler ölümler oluyor.

Tüm bu veriler ABD de üniversitede öğretim görevliliği yapan sık sık Türkiye’ye gelip konferanslar veren bir akedemisyene ait. Belli ki bazıları hala kayıtsız, hala ülkemizi kendi penceresinden seyrediyor, asrımızın hastalığının reçetesini okumamakta inat ediyor, ilacını istimal etmemekte ısrarlı. Sizlere tavsiyemdir, bütün bu olumsuz tablodan rahatsızsanız üzüntünüzde söylemlerinizde samimi iseniz Bediuzzaman Said Nursi’nin matbaanın olmadığı bir zamanda yazmış olduğu Risalei Nur Kulliyatını el ile çoğaltan binlerce insanı, hapse düşersem elimde kitap olmaz hiç olmazsa ezberden okurum deyip ezberleyen yüzlerce insanı, Risalei Nurları okuyarak imanını kurtaran milyonlarca insanı külliyatı veya bazı nüshaları elli beş dile çeviren insanları, okudukça inkişaf eden zevk alan, inkişaf edip zevk aldıkça tekrar tekrar okuyan milyonlarla tanışmalısınız, okuyup kıymetini idrak edip Risalei Nurları dava edinen bu uğurda hapisleri, sürgünleri, ölümleri göze alan insanların var olduğunu bilmelisiniz bu insanlara bigayr kalmamalısınız.

Okuyupta istifadelerini memnuniyetlerini ifade eden yazılar yazan insanların metinlerini, yazılarını görmelisiniz, okumalısınız. Dahada önemlisi Risalei Nur Külliyatını edinin okuyun çocuklarınıza sevdiklerinize okutun.

Çetin KILIÇ

Sorgula(ma)

Konuşmacı salondakilere sordu
– Uzaydan çıplak gözle görülebilen insan eliyle yapılan şey?
Salondakiler hep bir ağızdan
-Çin seddi.
-Mehter yürüyüşü nasıldır?
-İki ileri bir geri.

Kendini çok akıllı aldatılamaz zanneden insan, Allah’ın varlığının bile ispatını sorgulayan insan, Kuranı Kerimin ayetlerinin tümü 1400 yıldan bu yana Allah’ın var ve bir olduğundan söz ederken, başta Peygamberimiz (sav)olmak üzere bütün sahabe, evliya ,asfiya, mümin kim varsa Allah vardır, birdir, Hazreti Muhammed (sav) onun Peygamberidir ahiret vardır, hesap günü vardır, cennet cehennem vardır, dedikleri halde halen ülkemizde bazı kimseler, dünyada 5 milyar insan tüm bu söylenen yazılan anlatılanlara inanmıyor.

Ama gel gelelim hiç bir kanıtı olmayan sanki uzaya çıkmış şöyle bir bakmış çin seddini görmüş gibi uzaydan Çin seddinin görüldüğüne seksiz şüphesiz inanıyor. Ya mehter yürüyüşüne ne demeli. İnsan hiç merak edip bakmaz mı mehteran nasil yürüyor diye. Mehteran üç adım gidip sağa selam verir, üç adım gidip sola selam verir, bu selamlara Rahim Allah ve Kerim Allah selamları denir, sizin anlayacağınız mehteran geri adım atmaz. Ha.. Uzaydan bakıldığında çıplak gözle insanların inşaa ettiği hiç bir şey gözükmez.

Çetin KILIÇ

İman Hizmetinin Önemi

1949 yılında ülkemize traktör geldi, tarım artık insan gücüyle değil makine kuvveti ile yapılacaktı. Fakat gözden kaçan bir şey oldu, traktör insanları işsiz bıraktı, köylerde tarlada, ormanda çalışan insana daha az ihtiyaç duyulduğu için insanlar köyleri terk etti. 21 milyon nüfuslu ulkenin 1 milyonu şehre göç etti. Şehirde kiralar ev ve arsa fiyatları arttı. İşçi sayısı artınca fabrikalar işçi ucretlerini düşürdü.

Ark niyetli bazı insanlar köyden gelen masum insanları kötü yollara düşürdü, aileler yıkıldı, bazı çocuklar hapislere düştü, perişan oldu. Bütün bu olumsuz gelişmelerin temelinde iman zaafiyeti yatıyor. En büyük hizmet dine yapılan hizmettir.

Şayet köydeki traktörü alan ağa daha önce tarlasında çalıştırdığı insanları düşünüp işsiz kalmalarına bir çare düşünse idi, vicdanı olup onlar mahrum olmasın, çoluk çocuk perişan olmasın deyip iki koyun, bir inek verse siz bunlarla hayatınızı idame edin deyip zekat ve sadakalarla desteğini devam ettirse idi o köylü göç etmezdi. Oldu ki etti, şehirdeki ev ve arsa sahiplerinde tahkiki iman olsa idi, fırsatçılık yapıp kira ve arsalara zam yapmazdı, fabrika sahiplerinde vicdan olsa idi çalışanın hakkını tam verir onları mağdur etmezdi.

Devlet traktörün insanları işsiz bırakıp şehre göçeceklerinin hesabını yapıp önlemini alması çok zor, ama o insanlara dinlerini öğretip ahlaklı ve vicdanlı olmalarını temin edecek eğitimi vermesi çok daha kolay, her bir müminde bunu devletten beklemeden imana muhtaç gönüllere götürmeye çalışmalı, aksi halde şikayet etmeye devam edecez.

Traktör sadece bir örnek, çalışan kişinin vazifesini hakkıyla yapması iman ile olur, hakimin adil olması iman ile olur, asayişin temini iman ile olur, sokakların temizliği iman ile olur, aile içinde huzur iman ile olur, insanlar canlılar iman ile sevilir, iyiliklerin celbi kötülüklerin defi iman ile olur. Dünyada ne kadar terör savaş açlık gibi kötülük varsa bunların bitmesi iman ile olur gerçek İslamın yaşanması ile olur.

Yaşadığımız galaksinin huzurlu, temiz, açlığın fakirliğin olmadığı, çocukların ölmediği, kadınların güven icinde olduğu, hakça paylaşımın olduğu, hayvanların eziyet çektirilmediği bir yer olmasının yolu imandan, islamdan geçmektedir. Allah’ın dinine sarılmaktan geçmektedir.

Allah imanımızı daim eylesin, bizleri iman yolunda, iman hizmetinde istihdam etsin inşaallah.

Çetin KILIÇ

Bu 1(Bir) Hikaye Değildir

Said Nursi Hazretlerinin ve Dostoyevski’nin eserlerinde bulunan bir temsili hikaye, temsili hikâye İbrahim(as)’ ın suhufundan alınmış. İki kardeş uzun bir seyahate gidiyorlar, bir müddet yürüdükten sonra yol ikiye ayrılıyor, yol ikiye ayrılınca yolun başında duran bilge kişiye soruyorlar hangi yol iyidir? Bilge kişi diyor sağ yolda nizam intizam külfet var fakat emniyetlidir. Sol yol serbest hürriyet var fakat tehlike ve şekavet var deyince güzel huylu olan sağ yolu kabul etti, ahlaksız serseri olan sırf serbestlik olduğu için sol yolu tercih etti.

Önce sol yola giden kardeşin haline bakalım. Bir müddet sonra bir sahraya geldi, birden müthiş bir ses işitti birde ne görsün, arkasında bir arslan onu kovalıyor, koştu baktıki 60 metre derinliğinde susuz bir kuyu çaresiz içine atladı, düşerken tam ortasında bulunan bir ağacın dallarına tutundu, aşağıya baktı bir ejderha ağzını açmış onu bekliyor, kuyunun duvarları haşerelerle dolu, ağacın kökünü biri beyaz biri siyah fare kemirip duruyor, fakat ağacın dallarında da her çeşit meyve ve çerez var, biraz durdu hiç bir şey yokmuş gibi ruh ve kalbinin ağlamalarına kulaklarını tıkayarak kendi kendini aldatarak, ağacın meyvelerini zehirli, zararlı demeden yemeye başladı. kah karnı ağrıdı kah başı, ama o bu azap içinde güya mutluymuş gibi yaşamaya devam etti.

Diğer ahlaklı ve güzel huylu olanı da bir sahraya geldi, oda bir ses duydu baktı bir arslan onuda kovalıyor, o da 60 metre uzunluğunda susuz bir kuyu gördü ve atladı, aynı kardeşi gibi tam yarıda bulunan ağacın dallarına tutundu, duvarda haşereleri, ağacın kökünü kemiren biri siyah biri beyaz fareyi gördü, aşağıdaki ağzını açmış onu bekleyen ejderhada orada idi, ağacın dallarındaki yemiş ve çerezlere baktı, bütün bunların tesadüf olmadığını bu arslanın, ejderhanın, bu ağacın, buraların bir sahibi var elbet dedi, bunlar mutlaka bir emirle hareket ediyorlardır, bunların gizli bir hakimi var, o hakim bana bakıyor ve beni tecrübe ediyor ve beni bir yere davet ediyor diye düşündü.

Tüm bu olağan üstü şeylerin sahibini merak etti benden ne arzu eder, onu nasıl razı edebilirim, hoşuna giden şeyler nelerdir acaba ona göre vaziyet alayım dedi. Kuyuya düşen yılana sarılmaz dua ya sarılır deyip “Ey bu yerlerin hakimi senin bahtına düştüm, senden yardım ve rızanı istiyorum, seni arıyorum” diye bağırarak dua etti. İşte o duadan sonra kuyunun duvarı yarılıp güzel bir bahçe ortaya çıktı ejderha kapıya ,arslan hizmetçiye dönüştü.

Geliniz hem hikayede geçen objelerin anlamlarını hem iki kardeşin vaziyetlerini değerlendirelim
İki kardeş; Biri mümin ve salih diğeri kafir ve fasık idi ,sağ yol kuran ve iman yolu,sol yol ise isyan ve küfran yolu, yoldaki sahra arz,dünya,burada iyi ile kötü hayır ile şer temiz ile pis şeyler birlikte bulunur. Arslan ise, ölüm ve ecel, kuyu ise insan bedeni ve maddi hayatı, 60 metre uzunluk, vasati insan ömrü 60 sene, siyah beyaz fare ömrümüzden her gün eksilten gece ve gündüz deveranı,ejderha ise kabir, mümin için cennete açılan bir kapı, haşereler ise dünyada başımıza gelen dünyevi musibetler, mümini gaflet uykusundan uyandırır, ikaz eder her biri Rahmani iltifatlardır, dallardaki yemişler dünyevi nimetlerdir cennet meyvelerine numunelerdir.

Evet Mümin imtihanda olduğunu bilir bilge kişinin dediği nizam intizama uyar emirlere yasaklara riayet eder. Her şeyin dizgininin kainatın sahibimin elinde olduğunu bilir rahat eder. Tünelden gürültüyle çıkan ilk defa tren gören herkül kaçmış, fakat treni tanıyan raylardan başka yerde gitmeyeceğini onu kullanan bir makinistin olduğunu bilen çocuk rayların kenarında olmasına rağmen kaçmamış. El hasıl kim fani hayatı esas maksat yaparsa cennette olduğunu hayal etsede manen cehennemdedir. Baki hayata ciddi çalışanlarsa başlarına ne gelirse gelsin tevekkülle karşılar hem dünyada hem ahirette aziz ve bahtiyar olur.

Çetin Kılıç

Kaynak Risalei Nur Külliyatı

Korona Virüs

Çin’in Vuhan kentinde başlayıp dünyayı saran virüs korana (COVID-19).  Dünyada milyonlarca insanı tehdit eden hastalık binlerce kişinin ölümüne sebep oldu. İnsanlar evlerinden çıkmaz oldular, birçok ülke sokağa çıkma yasağı koydu, ülkeler arası tüm ulaşımlar iptal oldu, bütün bunların yanında Kâbe’de tavaf ve namazlar yasaklandı, mescidi nebevide ziyaretler yasaklandı, ülkemizde tüm camilerde Cuma namazı dâhil tüm ibadetler yasaklandı.

Zerreden şemse her şeyin dizgini elinde olan Allah (cc) böyle bir musibeti tüm dünyaya neden vermişti?

Koronavirüs bize ilk önce ne kadar zayıf ve aciz olduğumuzu hatırlattı. Bediüzzaman “Sen öyle bir za’fiyet, acz, fakirlik, miskinlik gibi hallere mahalsin ki, ciğerine yapışan ve çok defa büyülttükten sonra ancak görülebilen bir mikroba mukavemet edemezsin; seni yere serer, öldürür..” buyurmuş.

Bu hadiseyi Hakîm, Alîm, Kadîr, Rahîm, Kerim bir zâtın tasarrufunda tasavvur etmeyenler bütün bunları tesadüf ve tabiata havale ettiği için, elem çekerler, korku içinde titrerler. Müslümanlar “Allah birdir, mülk Onundur, vücud Onundur, her şey Onundur.”der.

İnanan insanlar sarsılmaz bir itikada sahiptirler. Bu kısım tevhid sahipleri, her şeyin üstünde Cenab-ı Hakk’ın sikkesini görür ve her şeyin cebhesinde bulunan mührünü, damgasını okur. Ve bu sayede dalalet ve evhamın taarruzundan kurtulurlar.

Evet hastalıkların bir kısmı var ki; eğer ölümle neticelense, manevî şehid hükmünde şehadet gibi bir velayet derecesine sebebiyet verir hark ve taun ile vefat eden de, şehid-i manevîdir, bu hastalar velayet derecesini ölümle kazanır.  Müslüman “Hâlık ve Rezzak, Hem Rahîm’dir; ihsanı, merhameti çoktur” diye itikad ettiğinden her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur o kapıyı dua ile çalar.

Hem her şeyi kendi Rabbisinin emrine musahhar görür, Rabbisine iltica eder. Tevekkül ile istinad edip her musibete karşı korunur. İmanı, ona bir emniyet-i tamme(tam bir güven) verir.

Ebcet karşılığı hicri 1441 miladı 2020 ye denk gelen “dabbetülarz” hakkında Bediüzzaman’ın yazdıkları oldukça ilgi çekici.

Amma “dabbetülarz”: Kur’anda gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı hâlinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise; ben şimdilik, başka mes’eleler gibi kat’î bir kanaatla bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim: لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ Nasılki kavm-i Firavun’a “çekirge âfâtı ve bit belası” ve Kâ’be tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe’ye “Ebabil Kuşları” musallat olmuşlar. Öyle de: Süfyan’ın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye’cüc ve Me’cüc’ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek. Allahu a’lem, o dabbe bir nev’dir. Çünki gayet büyük bir tek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez. Demek dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak.

Belki ُهَتَاَسْنِمُ لُكْاَتِ ضْرَاْالُ ةَّابَٓدَّ لاِا âyetinin işaretiyle, o hayvan, dabbetülarz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü’minler iman bereketiyle ve sefahet ve sû’-i istimalâttan tecennübleriyle kurtulmasına işareten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş.”

Üstadımız bu konunun tafsili hakkında “ben şimdilik, başka mes’eleler gibi kat’î bir kanaatla bilemiyorum” dediği için bizlerde bir kanaat belirtmiyoruz. Bizler bu musibetin manevi sebepleri ve bizim nasıl mukabele edeceğimiz mevzusu (Maddi-Manevi Tedbirler) hakkında Bediüzzaman ne demiş ona kulak verelim.

Bazı eşhasın hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?

Kâfir yıllarca Suriye’de Myanmar’da Libya’da dahası dünyanın neresinde mazlum Mümin varsa öldürdü, başlarına bomba yağdırdı, vatansız bıraktı, ceza gelecekse kâfirin başına gelmeli.

Elcevab: Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle; ekser nâsın o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla manen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir. Lut kavmi helak olurken yirmi bin zakir zikir çekip teheccüt namazı kılıyormuş, melekler Yarabbi yanlış mı geldik deyince Allah(cc) onlardan başlayın buyurmuştur. Bir çok Müslüman olaylara sessiz kaldı, o çocukların kadınların çığlıklarına kulak tıkadı.

Bu kadar mı? Tebliği vazifemizi terk ettik bir derste konuşmacının “Kıyamet, vazifesini yapmayan Müslümanlar yüzünden kopacak” dediğini hatırlıyorum. Buluğ kökünden gelen tebliğ akıl buluğa gelen her Müslümana farzdır. Devletler bunu eliyle yaparken diğer Müslümanlarda diliyle yapar, en zayıf olanı da kalbiyle buğz etmektir, ama gelin görün ki işveren işçisine tebliğde buğz etmeyi seçti, ana baba komşusuna, evladına bir şey anlatmaktan geri durdu.

Üstadın dediği gibi ekseriyet hata yaptı bütün bunlar Gayretullaha dokundu, bazı Müslüman geçinenler zalimlerin fiillerine manen de olsa iştirak etti, böyle olunca musibet bir yol buldu Müslümanlarında canını yaktı. Küfranı niğmet edildi, şükür edilmedi, nimeti ilahiyenin kıymetini takdir etmedik, haramlar açıktan işlendi, kul hakkı yendi, Allah’a kullukta Peygamber (sav) ümmetlikte çok kusurlar yaptık, ibadetten geri durduk ramazanlarda ümmetin hali ağlattırıyordu kâmil Müminleri, umre turistik gezi olmuştu, Kuranı Kerimin ayetlerine yanlış mana veriliyor Peygamberimizin(sav) hadisleri yok sayılmaya başlanmıştı. Müslüman kızlarımızın tesettürü farzdan çok modacıların tarzına göre olmuştu. Maddiyyunluk, bir taun-u manevîdir diyor ya Üstad maddecilik çok öndeydi maneviyat yara almıştı.

“Dinsizliği, zındıklığı neşredenler, pek müdhiş tokatlar yiyecekler.” diyen Bediüzzaman haklı çıktı. Âyette vardır: Öyle musibetten kaçınız ki; geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar.” Çünki musibet-i âmmeden masumlar hârika bir tarzda yangın içinde selâmette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünki din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahu Anh gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i âmmede masumlar da bela çekerler.

Bu musibete karşı ne gibi tedbirler almalıyız, onunla nasıl mücadele etmeliyiz?

Maddi olarak devlet yetkililerin almış olduğu tedbirlere tam riayet etmeliyiz doktor ve konunun uzmanlarının sözlerine eksiksiz uymalıyız. Müslüman şunu iyi bilmeli, dua bir ubudiyettir. Ubudiyet ise semeratı uhreviyedir. Dünyevî maksadlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir. Ve beliyyelerin istilası ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki; insan o vakitlerde aczini anlar, dua ile niyaz ile Kadîr-i Mutlak’ın dergâhına iltica eder, ağlayarak gözyaşı dökerek ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazînane yalvarmakla ve pek ciddî nedamet ve tövbe ve istiğfar etmeli ve sünnet-i seniye dairesinde, bid’alar karışmadan, şeraitin tayin ettiği tarzda dergâh-ı İlahiyeye iltica etmeli. Hem bilinmeli ki böyle umumî musibetler, ekser nâsın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri, kısmı azamı tövbe ve nedamet ve istiğfar etmekle defolur.

Camilerden yapılan dualar, yakarışlar, okunan salatı selamlar, getirilen tekbirler bu manayı yerine getirmiş olur inşallah. Evet, Risale-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu Cebel-i Cudi hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tufanından kurtulmasına bir sebeptir. Çünki za’f-ı imandan gelen tuğyan, ekser musibet-i âmmeyi celbettiği gibi; imanı fevkalâde kuvvetlendiren Risale-i Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmağa rahmet-i İlahiye tarafından vesile oldu. Bu ehl-i dünya, bu Anadolu halkı Risale-i Nur’a girmeseler de ilişmesinler. Eğer ilişseler; yakında bekleyen yangınlar, tufanlar, zelzeleler ve taunların istilasına uğrayacaklarını düşünsünler, akıllarını başlarına alsınlar. Madem biz onların dünyalarına karışmıyoruz, onların da lüzumsuz bir halde bu derece âhiretimize karışmalarında onlara felâket getirmek ihtimali kavîdir.

Zenginler aç ve fakirlere zekât ile yardım etmeli, onların dilenmesine ve anarşi çıkarmalarına müsaade etmemeli, nefsini şımartanlar; Kardeşini komşusunu gözetmeli, hastaya, yaşlıya bilhassa ana babasına hürmette saygıda kusur etmemeli, onları huzursuzluk evlerine bırakıp gönüllerini kırmamalı üç kuruşluk dünya malı kazanacağım diye kadınlarımız İslami kuralların hiçe sayıldığı işlerde çalışmamalı, anneler bilhassa küçük çocuklarını belli bir yaşa gelinceye kadar kendileri bakmalı, unuttuğumuz müspet adetlerimiz, örflerimiz hayata geçirilmeli, helal harama dikkat edilmeli, ibadetlerimiz ihmal edilmemeli.

Madem elimizden kazaya rıza ve kadere teslim ve hizmet-i imaniye ve Kur’aniye ve Nuriyenin verdikleri büyük ve kudsî teselliden başka bir şey gelmiyor; elbette bize en elzem iş, telaş etmemek ve me’yus olmamak ve birbirinin kuvve-i maneviyesini takviye etmek ve korkmamak ve tevekkülle bu musibeti karşılamak ve habbeyi kubbe yapan farfaralı gazetecilerin kubbelerini habbe görüp ehemmiyet vermemektir. Bu dünya hayatı, hususan bu zamanda, bu şerait altında kıymeti yoktur. Başa ne gelse gelsin, hoş görmeli.

Bu hengameden, selâmet-i kalbini ve istirahat-i ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur’un dairesine sadakatla girenlerdir. Çünki bunlar, Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, her şeyde rahmet-i İlahiyenin izini, özünü, yüzünü görüp, her şeyde kemal-i hikmetini, cemal-i adaletini müşahede ettiklerinden kemal-i teslimiyet ve rıza ile, rububiyet-i İlahiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar.

Ve merhamet-i İlahiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azab çeksinler. İşte buna binaen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler, -hadsiz tecrübelerle- Risale-i Nur’un imanî ve Kur’anî derslerinde bulabilirler ve buluyorlar.

Yâ Rab! Kusurumuzu afvet, bizi kendine kul kabul et, bu bela ve musibeti bizden ailemizden İslam aleminden, insanlık aleminden, dünyadan kaldır Allahım, bir daha böyle musibetler verme Allahım emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl Allahım. Amin.

Çetin KILIÇ