Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Dünden bugünleri okumak

Tarihte yaşanan olayların bu güne yansıması.
Avrupa ve özellikle Kuzey Amerika kıtaları kısmen sakin ve müreffeh bir hayat sürerken, Afrika, Ortadoğu ve Asya’nın neresinde bir Müslüman ülke veya topluluk varsa oradan dumanlar yükseliyor. Nerede bir çatışma, savaş, katliam, göç, açlık, sefalet ve çeşit çeşit zulüm varsa orası Müslüman coğrafyası. Akan kan Müslüman, masumların kanı, yanan can, Müslüman canı. Kara toprağın bağrına gencecik Müslüman delikanlılar düşüyor hep.
Başta komşu Suriye, Gazze, Irak, Arakan, Doğu Türkistan, Dağlık Karabağ, Çeçenistan, Keşmir, Bangladeş, Mali, Etiyopya, Sudan, Somali, Libya, Yemen açlık, sefalet, çatışma, kan, ölüm ve gözyaşı. İslam Ümmetinin kanayan yaraları.
İslam coğrafyasında olanları iyi tahlil edebilmek için tarihi ve olayları doğru okumalıyız, oynanan oyunların farkına varabilmek için doğru analiz etmeliyiz, Ümmeti Muhammed’in bu hatalara tekrar tekrar düşmemesi için bunu iyi öğrenmeliyiz.
Cemel vakası; Bir tarafta Hazreti Ali(ra) diğer tarafta Hazreti Talha(ra), Hazreti Zübeyr(ra) ,Hazreti Aişe(ra) arasında olan muharebe.
Yıl 656 Hazreti Osman(ra)şahadeti karşısında adaleti mahzamı adaleti izafiyemi uygulanmalı?
Hazreti Osman (ra) ‘ı kim şehit etti kimler yaptı? Bunlara karşı nasıl muamele edilmeli?
Bu meselede karşıya karşıya gelenler aşer-i mübeşşereden yani sağlığında cennetle müjdelenmiş sahabeler.
Olayın faili İbni Sebe denen biri, tetikçi olarak tuttuğu Gafikiye adlı Yemenli bir Yahudi, amaçları Müslümanları birbirine kırdırmak, aynı günümüzde olduğu gibi. Halbuki fütuhat zamanı İslam’ın gelişme zamanı, tebliğ zamanı.
Bu durum birilerini rahatsız ediyor, çok iyi biliyorlar ki kaos ta tebliğ olmaz, tebliğ yapılamazsa da bu din inkişaf etmez.
İbni Sebe kukla halife arıyor ortalık toz duman, Hazreti Zübeyr(ra)’a ardından Hazreti Talha(ra)’a halifelik teklif ediyor. Her iki sahabe efendilerimizde bu teklifi kendilerine getirenleri kovarlar.
Hazreti Aliy(ra)’a giderler aynı şekilde Hazreti Ali (ra) de kovar. Hazreti Ali(ra) gitmekteki maksatları Hazreti Ali Haşimi idi Hazreti Osman(ra) ise Emevi, Hazreti Osman’ı Hazreti Ali öldürttü demek için çok kolay bir bahaneydi. 
Hazreti Ali(ra) teklifi kabul etmeyince İbni Sebe durmaz, Müslümanları toplar derhal içinizden halife seçin diyerek onları tehdit eder, halk Hazreti Ali(ra)’ye gelerek halife olmasını teklif ederler Hazreti Ali(ra) kabul etmek zorunda kalır.
Olaylar daha da hararetlenir, Hazreti Zübeyr(ra) ve Hazreti Talha (ra) Hazreti Osman’ın ölümünden kim sorumluysa hepsini kılıçtan geçirelim der, Hazret Ali(ra) ise “Olmaz, zamana yayalım kim suçlu ise tespit edelim onu cezalandıralım” demektedir.
Kabul edilmeyince Hazret Zübeyr(ra) ve Hazreti Talha(ra) Hazreti Aişe validemize giderler, hadise devlete karşı işlenmiştir derhal ordu toplamalıyız derler.
Ordunun toplanmasının istenmesi karşısında Hazreti Ali(ra) “Barışla halledelim, doğru yorumla hallederiz savaşmaya gerek yok” diyerek onlara bu fikrini kabul ettirir,” tamam” derler.
Sebe yine durmaz, aynı gece Hazreti Ali(ra)’in taraftarlarının çadırlarına ve Hazreti Aişe(ra) taraftarlarının çadırlarına saldırır ve birbirlerine saldırmış süsü verir, şehitler verilir ve savaş başlar.
Bu güne kadar gelir bu savaş.
Hazreti Ali (ra) Şeyheyn zamanındaki gibi yani Hazreti Ebu Bekir(ra) ve Hazreti Ömer(ra) zamanındaki gibi anarşiyi çıkaranların, mutlak suçlularının cezalandırılması anlamına gelen adaleti mahzayı esas tutmuştur.
Muarızlar; Zayıf kavimler İslam’a girdi adaleti mahza tatbik etmek zor uygulanması zor olduğu için nisbiye üzerinden gidelim bu da içtihat ehveni şerden gidelim dediler.
İçtihattan başlayan münazara siyasete girdi, sonra düşmanlık ve ardından savaş meydana geldi.
İçtihat eden isabet ederse iki sevap alır, isabet edemeyen de sevabını alır.
İçtihat yapana müçtehit denir bedenle yapana da mücahit denir.
Madem sırf Lillah için İslamiyet’in menfaati için içtihat yapılmış ama birisi isabet edememiş, elbette hem katil hem maktul ehli cennettir, ehli sevaptır. Böyle bakış olsaydı bu hadiseler bu güne kadar olan hadiseler dahi vuku bulmazdı, tarih böyle okunmalı idi.
Batı çıkarlarını, kendi düşünür, İslam dininin mezhepleri çok mu onun derdinde? Adamlar kendi dinleriyle böyle ilgili değiller.
Zaman kaybedildi bu günlere gelen nefret pompalandı.
Sahabelerin muharebesinden ileri geri konuşmayın, konuşursan vebal var kimseyi suçlama yapmayın, fesadı durduracaksan konuş. Masum insanların ölümüne sebep olabilirsin büyük günahtır.
Adaleti mahzada bir masumun hakkı bütün halk için dahi olsa feda edilmez, umumun selameti için feda edilmez başka yol ara, kendisi derse” Benim gitmemle ateş duracaksa ben gideyim” Böyle diyen kahramanlarda gördü bu topraklar. O zaman başka.
Adeleti izafiye Küllün selameti için ferdi feda eder, fakat adeleti mahzanın uygulanması mümkün ise adalati izafiye uygulanmaz.
Hazreti Ali(ra)adaleti mahza için kabili tatbiktir der ve bütün bu olayları ona göre bina etmek ister.
Sebeplerle bakarsak bu ateş kıyamete kadar gider biz Üstat Bediüzzaman nazarıyla bakmalıyız, ama lakin fakat yok.
Hazreti Ali(ra) zeki, iktidarlı yüksek liyakatına rağmen başarısız oldu neden muvaffak olmadı?
Hazreti Ali(ra) siyaset ve saltanattan ziyade daha mühim vazifelere layıktır, Hazreti Ali(ra)şahı velayet unvanına layıktır, saltanatta siyasette başarılı olsaydı bu makama eremeyecekti. Dünyada nice sultanlar geldi geçti ama Hazreti Ali(ra) Üstadı kül hükmüne geçti hatta saltanatı kıyamete kadar baki kaldı, şahı velayeti kıyamete kadar sürecek inşallah. Dünya saltanatıyla şahı velayet aynı anda olmuyor.

Çetin KILIÇ
Kaynak:
Zafer AKYÜZLÜ
Timeturk
Milli gazete

Madem o kadar zekisin niye mutlu değilsin?

Raj Raghunathan adlı yazar neden mutlu değiliz diye bir soru soruyor ve yaptığı araştırmalarla birlikte sebepleri ele alarak tavsiyelerde bulunduğu bir kitap yazmış. Kendisine bu faydalı bilgilerden dolayı teşekkür ediyoruz. El sazıyla bizim türkülerimiz söylenmiyormuş gerçekten, sorunlara iman gözlüğü ile bakılmayınca çözümlerde yeterli olamıyor. Yazar kitabında karşınıza bir cin çıksa üç dilek dileyin dese ne istersiniz sorusuna verilen cevapların Birinci dileğin çok para, ikinci dileğin, çok büyük bir başarı ve beraberinde getirdikleri ün, güç ve saygınlık, üçüncü dileğin ise, özellikle aile ve dostlarla ilişkiler olduğunu söylüyor. İnsanlar cinden neden mutluluk dilemiyor?

Tahkiki iman sahibi şuurlu bir Müslüman böyle bir soruya şöyle cevap verirdi. Ben ellerimi Allah’dan başkasına açmam ve ondan iman selameti isterim, rızasını kazanmayı isterim cennetini cemalini görmeyi isterim, ayrıca Müslüman yaratıcısından her daim ne muradı varsa ister öyle şişeden cin çıkmasını filan beklemez. Müslüman’a göre insan Allah’ı bilmek tanımak ve ona muhabbet etmekle mutlu olur.

Bediüzzaman Hazretleri “Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.” Buyurmuştur. İnsan bu fani ve perişan dünyada yaratıcısını koruyucusunu, nimetleri vereni bulmazsa çaresiz başıboş biri olur.

Onu tanısa, bilse rahmetinin dergâhına el açsa, kapısını çalsa, kudretine itimat etse, dayansa bu fani perişan dünya bir ziyaretgâha, ziyafetgaha döner. Onu tanıyan biri var, onu bilen biri var, her derdine her duasına cevap veren biri var, her düşmanından onu koruyan biri var ,ondan öyle bir kuvvet alır ki bütün hüzünlerden elemlerden kurtulur sevinçli neşeli biri olur.

Yazar Kitabında, daha üstün olmak insanı mutlu etse de üstünlük peşinde koşmak mutluluk seviyesini düşürüyor. Ya da daha teknik bir ifadeyle, kişinin mevcut statüsünün kontrolünde, üstünlük ihtiyacı ne kadar yüksekse mutluluk o kadar düşük oluyor. Başkalarına kıyasla ne kadar varlıklı, ünlü, güçlü ya da çekici olduğunuza bakılmaksızın üstünlük için ne kadar çabalarsanız o kadar daha az mutlu olacağınız anlamına geliyor. Yüksek kazancın getirdiği psikolojik itiş hızla azalır ve kişi benzerini yaşamak için yeni bir artışa gereksinir.

Materyalizmin mutluluğu düşürmesinin başka bir nedeni de benmerkezciliği teşvik ederek şefkati azaltması, başkalarının materyalist kişilerle işbirliği kurma olasılığını düşürerek uzun vadede onları daha az mutlu kılmasıdır. Belki de şefkat duygusunun azalması sonucu materyalist insanlar para, güç ve ün uğruna gerçekten sevinç ve mutluluk getirecek-arkadaşlar ve aileyle zaman geçirme, topluma katkıda bulunma gibi- şeylerden ödün vermeye daha eğilimlidir. Diyor.

Peygamberimiz(sav)1444 yıl önce hadisi şerifinde “hepiniz tarağın dişleri gibi eşitsiniz “ buyurmuştur üstünlüğün takvada yani ahirette kendisine zarar verecek şeylerden uzaklaşıp Allah’a yaklaşmasıdır böyle olursanız üstün olursunuz bunun dışında ırkınız, makamınız zenginliğiniz sizi başkalarına karşı üstün kılmaz. Buyurmuştur.

Bediüzzaman Hazretleri “insanların ilk yaratılışlarında ibadete istidatlı ve takvaya kabiliyetli olarak yaratıldıklarını ve ibadetin kemali olan takvanın kuvveden fiile çıkarılmasının lâzım olduğunu” ve “hilkat-i beşerdeki hikmetin takva olduğunu ve takvanın da en büyük mertebe olduğunu söylüyor. 

Give and Take kitabının yazarı Adam Grant’e göre üstünlük peşinde koşanlar “alıcı” olma eğilimi gösterir. Alıcılar ise pek sevilmez. Birçok araştırmada alıcıların vericilerden daha az mutlu olduğunun ortaya çıkmış olması şaşırtıcı değil. Sadaka ve zekât müessesinin önemi ve zekâtın farz olmasın hikmeti ancak bu kadar güzel ifade edilebirdi.

Bediüzzaman Said Nursî’nin zekâtı, her şahıs için sebeb-i bereket ve belaların defi olarak değerlendirmesi oldukça manidardır. Zekâtı vermeyenin elinden bir zekât kadar mal gideceğini anlatan Üstad, şöyle der: “Ya lüzumsuz yerlere verecektir ya bir musibet gelip alacaktır.” Buyuruyor. Zekât Mülkiyeti belli ölçüler içinde fakir ile zengin arasında bölüştürür. Zekât, bir nevi sosyal güvenlik ve içtimaî sigortadır, Modern sosyal sigorta fikrinin ilk temeli 1941 yılında atılmıştır. İngiltere ile A.B.D. temsilcileri 1941 yılında Atlantik andlaşması için toplanmışlar, bu toplantıda ferdler için sosyal sigorta teşkilâtının kurulmasını karara bağlamışlardır. Halbuki İslâmiyet bunu zekât müessesesi ile 1444 yıl önceden vaz’etmiştir.

Zekât, toplumda zengin ile fakir arasındaki uçurumları, farklılaşmaları ortadan kaldırır. Sınıflar arası mesafeyi yaklaştırır ve orta sınıfın teşekkülünü sağlar. Toplumda orta halli vatandaşların artması, piyasada rahatlık meydana getirir. Mal sadece bir sınıfın inhisarında kalmaktan kurtularak fakirlerin de satın alma güçleri artar. Sırf zenginler değil, geniş bir halk kitlesi de cem’iyet içinde sıkılmadan zarurî ihtiyaçlarını te’min ederek yaşayabilme imkânına kavuşur. Malın sadece zenginler elinde dolaşan bir servet olması, âyet-i kerîmeyle yasaklanmıştır. Bu da zekât yoluyla te’min edilir.

Zenginde fakire karşı sevgi, şefkat, merhamet duyguları gelişir. Fakirde ise zengine karşı itâat, hürmet, işinde titizlik hisleri inkişaf eder. Kıskançlık, düşmanlık, hased duyguları törpülenir, hattâ tamamen yok olur. Eğer zenginler fakirlerin ihtiyaçlarını gidermezlerse, şiddetli ihtiyaç ve geçim sıkıntısı, onları Müslümanlığa düşman kimselerin cebhesine katılmaya veya hırsızlık, yol kesme, adam öldürme gibi kötülükleri yapmaya sevkeder. Zekât, yatırıma açılan bir kapı ve büyük bir kalkınma hamlesidir.

Tarihteki ihtilâller ve kanlı hareketler, hep bu mücadelenin, yani “senin var, benim yok” kavgasının birer şekilde zuhurudur. İslâmiyet bu ezelî mücadeleyi yatıştırmak üzere bir taraftan zekât, sadaka ve vakıf müesseselerini kurmuş; bir taraftan da, ferdlere sabır, kanaat ve kadere rıza ahlâk ve terbiyesi vermiştir. Bu terbiye ve ahlâk ile bezenmiş mü’minler arasında, ne servet gururu, ne de fakirlik kıskançlığı görülmüştür.

Zira yardım vasıtası, zekâttır. İnsanların hey’et-i içtimaiyesinde intizam ve âsâyişi te’min eden köprü, zekâttır. Âlem-i beşerde hayat-ı içtimaiyenin hayatı, muavenetten doğar. İnsanların terakkiyatına engel olan isyanlardan, ihtilâllerden, ihtilâflardan meydana gelen felâketlerin tiryâkı, ilâcı muavenettir. Evet, zekâtın vücûbu ve ribanın hürmetinde büyük bir hikmet, yüksek bir maslahat, geniş bir rahmet vardır. Evet, eğer tarihî bir nazarla sahîfe-i âleme bakacak olursan ve o sahifeyi lekelendiren beşerin mesâvisine, hatâlarına dikkat edersen, hey’et-i içtimaiyede görünen ihtilâller, fesadlar ve bütün ahlâk-ı rezîlenin iki kelimeden doğduğunu görürsün: Birisi: “Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün bana ne.” İkincisi: “Sen zahmetler içinde boğul ki, ben ni’metler ve lezzetler içinde rahat edeyim.”

Âlem-i insaniyeti zelzelelere mâruz bırakmakla yıkılmağa yaklaştıran birinci kelimeyi sildiren ancak zekâttır.

Arkadaş! Hey’et-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Havâs kısmı, avâmdan; zengin kısmı, fukaradan hatt-ı muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lâzımdır. Bu tabakalar arasında muvasalayı te’min eden zekât ve muavenettir. Halbuki vücûb-u zekât ile hürmet-i ribâya müracaat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-yı rahîm kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itâat, muhabbet yerine ihtilâl sadâları, hased bağırtıları, kin ve nefret vâveylaları yükselir. Kezalik; yüksek tabakadan yukarı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor. Maalesef, tabaka-i havâstaki meziyetler, tevâzu’ ve terahhuma sebeb iken, tekebbür ve gurura bâis oluyor. Tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik; ihsan ve merhameti mûcib iken, esaret ve sefaleti intâc ediyor. Eğer bu söylediklerime bir şâhid istersen âlem-i medeniyete bak, istediğin kadar şâhidler mevcuttur.

Yazar;Bulgular başkalarının sizden ne kadar daha iyi ya da kötü olduğuna dikkatinizi ne kadar az verirseniz o ölçüde daha mutlu olacağınızı gösteriyor. Ya da tersinden ifade edersek, kendinizi başkalarıyla ne kadar kıyaslarsanız o kadar daha az mutlu olacaksınız.Diyor.

Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:“Ey ümmetim, dünyalık bakımından sizden aşağı derecede olanlara bakın, dünyada sizden üstün olanlara bakmayınız. Bunu yapmak sizin için çok salim bir yoldur. Çünkü: Böyle düşünmekle hem Allah’ın size verdiği nimetleri hakir görmemiş hem de böyle düşünmekle nimetin kıymetini daha iyi anlamış olursunuz.”

Texas Üniversitesinden Profesör Neff’e göre başarısızlıklarla baş etmenin çok daha iyi bir yolu kendine şefkat adını verdiğini sergilemek. Kendine Şefkat üç unsurdan oluşur: 1. Kendine nezaket, 2. Ortak insanlık, 3. Farkındalık ayrıca Hâlâ yoksa bir hobi edinmek olduğunu söylüyor.

Manasız işler” (mâlâyâni) ile meşgul olan kimse dinimizde makbul sayılmaz, faydasız şeyleri terketmesi bir kimsenin iyi Müslüman olduğunun alâmetlerindendir. Boş vakitler muhakkak dünya ve âhirete faydalı olacak bir işle doldurulmalıdır. Hz. Ömer (r.a.) şöyle derdi: “Ben sizden birisinin ne dünya işi ne de âhiret işiyle meşgul olmaksızın boş vakit geçirmesini hoş karşılamıyorum. Herkes devamlı olarak faydalı bir işle uğraşsın; bir işi bitirdiği zaman başka bir işe başlasın.”.

Araştırmacı John Cacioppo, insanın yalnızlık hissetmesinin depresyondan uykusuzluğa, obezite ve şeker hastalığına bir dizi psikolojik ve fizyolojik hastalığa davetiye çıkaran belki de en büyük faktör olduğunu buldu. İlginç bir şekilde, burada önemli ve mutluluk için anlamlı olan (gerçek değil) algılanan yalnızlıktır.
İlişkide olmak mutluluk için önemliyse kendini yalıtılmış hissetmek de mutluluğun tersi, yani depresyonla ilişkili olmalı

Sözün özü, sevgi ve bağlantı -ya da kimi psikoloğun ifadesiyle aidiyet ihtiyacı- insanlar için önemli olmakla kalmıyor, belirleyici bir önem taşıyor. Bu içgörüden hareketle çoğu kişi “sevgi ve bağlantı mutlu olmada bu kadar önemliyse ne kadar sevgi kapsam kârdır!” sonucuna varabilir. Fakat sevilmek mutluluk için ne kadar önemliyse bu arzunun pesinden koşmak da mutsuzluk ve ıstırabın nedeni zira sağlıklı bir sevgi ve bağlantı arzusu ile sağlıksız bir arzu arasında ince bir çizgi vardır.Diyor

Bu konuya dimiz İslamın bakışı ise şöyle;
Sevgi ve muhabbet kâinatın mayesi ve varlık sebebidir. Ancak her şey ölçülü olmalıdır. Ölçüsüz her şey zararlıdır. Güzellik ölçüdedir. “Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek” de ölçülü ve hak edene olunca güzeldir. Her şey Allah’ın san’atı ve eseri olduğundan Allah için sevilmelidir. Allah için buğz ise Allah’ın âyet-i kübrası ve en mükemmel san’atı olduğu için insana yönelik olmaz. İnsanın kötü olan sıfatlarına ve kötü duygularınadır. Bunun için mü’min acır ve ıslâhına çalışır. Dolayısıyla buğz ve düşmanlık, küfür, şirk ve onlardan kaynaklanan ahlâksız vasıflaradır.

Kitapta yazar;Bir Başarı Kaynağı Olarak Sevgi ve verme gereksinimi. Çoğu insan, özellikle kurumsal ortamlarda, başarılı olmak için etik dışı, acımasız olmak gerektiğini düşünür. Bunun nedeni şefkatin bizi “yumuşattığına,” yumuşaklığın ise rekabetin kıyasıya olduğu iş dünyasında insanlara “gelin beni çiğneyin” demekle eşdeğer olduğuna inanmamızdır. Ancak Give and Take adlı kitabın yazan Adam Grant, etkileyici ölçüde kapsamlı bulgulara dayanarak, iş dünyasında bile en yüksek olasılıkla başarılı olanların nazik ve cömert insanlar olduğunu öne sürüyor. Grant onlara “vericiler” diyor.

Dinimiz İslam;Bir meyveden, meselâ bir portakaldan söz ederken, onun özelliklerinden, taşıdığı vitaminlerden, yetiştiği beldelerden bahsedip de onun bir İlâhî eser ve insanlara bir ihsan, bir lütuf olduğundan hiç söz etmemek, Yani, onu müstakil bir varlık olarak düşünüp, yaratıcısını hiç nazara almamak hatalı bakıştır. “mana-yı ismiyle” bir bakıştır. 

O portakalın insana faydalı bir rızık olduğunu, bunu ise şuursuz ağacın bilip yapamayacağı, şeklinden, kokusundan, renginden taşıdığı zengin C vitaminine kadar her şeyiyle insana göre yaratılan bu meyveyi, Allah’ın Rezzak isminin bir tecellisi olarak seyretmek ise mana-yı harfiyle bir bakıştır. Yani, o meyve bir harf olarak Rezzak isminin anlaşılmasına yardım etmekte, insanlara o İlâhî ismi hatırlatmakla onları düşünmeye ve şükre davet etmektedir. 

Çünkü, Cenâb-ı Hakk’ın masivasına (yani kâinata ve içindekilere) mana-yı harfiyle ve Onun hesabına bakmak lâzımdır. Mana-yı ismiyle ve esbab hesabına bakmak hatadır. 
Allah’ın eseri olan bu varlıkları O’ndan hiç söz etmeden anlatmak tarafsızlık değil, gaflet yahut inkar hesabına bir taraflı anlatımdır. Meselâ, Selimiye Camiinde sergilenen mimarî dehayı nazarlara verirken, Sinan’dan hiç söz etmemek tarafsızlık değil, o büyük mimarı nazarlardan saklamaya dönük “taraflı ve kasıtlı” bir bilgilendirme olur.Diyor.
Raj Raghunathan;

Şu dikkat çekici bulguyu ele alın.Daha fazla kazananlar şaşırtıcı olmayan bir şekilde bir miktar daha cömert olmakla birlikte daha cömert olanlar kayda değer ölçüde daha fazla kazanıyor.
Bir araştırmasında otuz bin üzerinde Amerikalıyı analiz etmiş ve fazladan kazanılan her 1 Dolara karşılık bağışların 14 sent (ya da yüzde 14) artış gösterdiğini görmüş. Diğer birçok kaynaktan elde edilen kanıtlar vericilerin kariyerlerinde “alıcılardan” daha başarılı olma eğilimi olduğunu gösteriyor.Diyor. 
“Sadaka verenin rızkı artar Vallahi, sadaka vermekle mal eksilmez.”
Az da olsa sadaka verin. Parayı saklayıp vermeyene, Allah da ihsanını keser.”
“ Sadaka vererek rızkınızı bollaştırın Sadaka malı çoğaltır.”
Hadisi şeriflerdende göründüğü üzere dinimiz İslam 1444 yıl önce bunu öğütlemiş.
Raj Raghunathan
Sağlıklı bir yaşam biçimi üç ana unsurdan oluşur:1.) Doğru beslenme, 2.) Daha fazla hareket, 3.) Uyku,diyor.
Müslümanlar oruç tutarak günde beş vakit namaz kılarak yaşam biçimini şekillendirmiştir.
Hele beş vakit namazın gün içerisinde muayyen zamanlara tahsisi çok manidardır.
Yina yazar;Kötü beslenmenin ne olduğu konusunda hemen herkes hemfikir. Çok fazla işlenmiş konserve ya da ambalajlanmış gıda tüketmek,şeker ve karbonhidrat gibi bedenin kolayca ayrıştırdığı şeyler yemek,yeterince sebze ve meyve yememek,çok fazla kötü yağ trans ve doymuş yağ-tüketmek.
Çok fazla kötü yağ tüketenlerin eşleriyle kavga etme olasılığının daha yüksek olduğunu gösteren bir araştırma var.
Bulgular günde altı saatten fazla oturmanın, bu erken ölüm olasılığını yükselttiğinden kendinize yapabileceğiniz en kötü şey olduğunu söylüyor. Çok sayıda araştırmaya göre oturmak kalp krizi riski açısından sigara kadar kötü. Hareketsizliğin bütün dünyada sigara içmekten daha fazla can aldığını gösteren bir inceleme var.
British Columbia Üniversitesinden ekonomist John Helliwell yıllardır güven ve mutluluk arasındaki ilişkiyi araştırıyor. Elde ettiği bulgular güvenin ülkelerin mutluluğunun en önemli unsurlarından biri olabileceğini düşündürüyor.
Danimarka ve Norveç’te -dünyanın en mutlu iki ülkesi- yüzde 65’e yakın bir oranda vatandaş, ülkelerinde çoğu insana güven olacağına inanırken başkalarına bir şekilde peşinen- güvenilir olup olmadıklarından emin olmadan önce-güvenmeyi başarırsak karşılıklı güven oluşturabileceğimizi düşündürüyor. Yani başkalarına peşinen güvensiziz çünkü evrim açısından bakıldığında spontan olarak güven duymayanların hayatta kalma olasılığı diğerlerininkinden daha yüksek.Başkalarına güvende ilk adımı atarak karşılıklı güven tesis ederdik, bu da her birimizin mutluluğunu artırırdı.
Milyon Dolarlık soru şu: İnsanların peşinen daha fazla güven duymasını nasıl sağlarız?
John Helliwell’in güven konusundaki araştırmaların ortaya çıkardığı en önemli konulardan biri olarak gördüğü bir husus, insanların inandığımızdan çok daha güvenilir olduğudur,pek az insan daima güvenilir ya da güvenilmezdir. Bulgular sadece yüzde 5’in tümüyle güvenilmez olduğunu gösteriyor.
Sözgelimi din ve ruhsallık alanındaki bulgular hayata karşı spritüel bir tavır benimseyenlerin diğerlerinden daha mutlu bir yaşam sürdüğünü göstermektedir.
Görünen o ki mutlu ve doyumlu bir yasamın reçetesi yalnızca bir “kazan-kazan” değil, “kazan-kazan-kazan-kazan” çözümü. Bu çözüm kişisel düzlemde mutluluğu, başarı şansını ve özgeciliği artırmasından başka toplumsal düzlemde anlamlı üretkenliği de artıracak.
“Mutluluk reçetesi bir kazan-kazan-kazan-kazan çözümü sunmaktaysa nasıl oluyor da bunu bilen pek yok?” diyebilirler. “Neden bu reçete tutmamış? İnsanlar neden ateşli maddi varlık, güç ve ün peşinden hararetle koşmaya devam ediyor? Neden özgecilik ve vericiliğin daha fazla kanıtını görmüyoruz?” Bu geçerli ve yıllarca benim de boğuştuğum bir soru.
Gelişmiş ülkelerde yaşayan ortalama insanın hayat standardı geçmişte krallarla kraliçelere bile nasip olandan çok daha iyi. “Bugün, yarım yüzyıl önce en tepedeki yüzde 5’in sahip olduğu maddi konfor içinde yaşadığınız söylenebilir!
“Herkesin gelişmesine yetecek alan var”diyor.

Yazılan tüm bunlara bakarak şunu rahatlıkla ifade edebiliriz.
Hadsiz ihtiyacı olan hadsiz düşmanları olan insan dayanacak bir şey arıyor, bütün ihtiyaçlarını karşılayacak ve onu düşmanlarından koruyacak birini arıyor ,dahası kendisini Yaradanını arıyor, Malikinin kim olduğunu görmek istiyor, ona irtica edip bu vahşetten, bu hüzünlerden, bu elemlerden ,bu firaklardan, bu boğuşmalardan ,bu ayrılıklardan kurtulup sevinci, huzuru, mutluluğu istiyor.
“La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah” diyen başka şeylere müracaat edip yorulmaz ,onlara tenezzül edip boyun eğmez, onların arkasına düşüp zahmet çekmez.
Allah’ı bulan neyi kaybeder ve Onu kaybeden neyi kazanır.
MUTLULUK ZEKA DEĞİL İMAN İŞİDİR.

Çetin KILIÇ

Kaynaklar:
Risalei Nur Külliyatı
Sorularla İslamiyet
Madem o kadar zekisin niye mutlu değilsin

Aile İçi İletişim Ve Olumlu Çocuklar Yetiştirme

Bu toplumun iki tanrısı var biri Allah diğeri elalem ne der Tanrısı.
Yıllarca elalem kınamasın diye yaşadıkta ne oldu? Başkalarını memnun etmek için kendimi, çocuklarımı, ailemi memnuniyetsiz bırakmışım.

Sen hiç kendini yaşadın mı? Başkasını yaşamaktan kendini yaşamaya fırsat kalmıyor.
Kol kırılır yen içinde kalır(mış) yahu niye söylemiyorsun kolum kırıldı diye niye çıkarıp tedavi etmiyorsun?
Kızım Şırnak’ta çocukların elinde oyuncak tabancaları görünce 
-Baba bunların elinden silahları alıp onlara sevgi vermeliyiz, bunlar büyüyünce bu silahların gerçeklerini alırlar.

Orada karar verdi, ben bunlara yardım edeceğim, psikolog olacağım. Nitekim onlarca Şırnaklı gencin üniversite okumasına vesile olmuştur. Allah razı olsun. 

Hasan Ali Yücel “Bu ülkenin kırlarında kendi başına açıp kendi başına solan çiçek bırakmayacağız” demiş.

Kızım genç yaşında vefat etti, İsyan etmedim. Allah bana üç tane evlat verirken iyi Allah’da birini alınca kötümü oluyor. Allah her şeyin hayırlısını versin.
Oturup evde ağlamadım ülkeyi baştanbaşa gezip insanlara sevgiyi anlatıyorum.
80 vilayete 560 ilçeye 16 ülkeye gittim.
İzin verirseniz yüreğinize misafir olmak istiyorum.

Her anne babanın ortak derdi. Çocuklar ders çalışmıyor.
Halbuki çocuklara hiç ders çalış demeden onları masanın başına oturtmak mümkün.
Benim üç çocuğum var, Allah da şahit bu güne kadar hiç ders çalışın demedim, onlarda beni büyük bir saygıyla dinleyip hiç ders çalışmadılar.
Ama üçü de okudu biri psikolog, biri makine mühendisi, birinin de en düşük notu 95 
Akademik başarısı olsa ne, olmasa ne. Ahlakları iyi olsun, sorumlulukları iyi olsun, merhametli olsunlar. Bunu başarırlarsa gerisi kolay.
Bir anne çocuğunun her şeyine karışırsa çocuk pısırık olur, çocuklarının her şeyini dizayn ederse o çocuklar asla gelişmezler.
Sizin çocuğunuz sizinle inatlaşıyorsa, zıtlaşıyorsa kendinizle gurur duyun, öz güvenli çocuklar yetiştiriyorsunuz.
Belediyeler kaldırım taşı döşeyecekleri yerde insanların gönüllerine sevgi döşeseler daha iyi olur. Ailenin kaldırım taşı kadar değeri yok mu?
Gülmek beynin gres yağıdır, insan ne kadar gülerse beyni o kadar çalışır.
Nasrettin hoca dünyanın en iyi öğretmenidir, hiç fıkra anlatmamıştır ama insanları hep güldürerek düşündürmüştür.
İletişimde ses yükselirse etkisi azalır. Sevgilisine bağırarak “Ben seni seviyorum” diye söyleyen birine rastladınız mı hiç?

Çocuk 12 sene matematik görüyor 40 sorudan 4 tane yapamıyor (Türkiye ortalaması)
Dinle burayı! Diye seslenen öğretmenin öğrencisinden başka bir şey beklenmez zaten,
Halbuki 12 sene okula gelen çocuğa senede bir tane matematik öğretsek 12 tane doğru yapardı. Arıza nerde Allah aşkına.
Dikkat süresi 20 dakika imiş bundan sonra anlayamazlarmış. İki sevgili düşünün 20 dakikadan sonra “Aşkım algılayamıyorum yarın devam etsek olur mu?”
Ebem derdi ki “Gönül düştü boka, mis gibi koka”. Al sana dikkat. Kusura bakmayın bir sürü psikoloji kitabını okudum bundan daha güzelini bulamadım.
Fikirler insanları birbirinden uzaklaştırır, duygular insanları yaklaştırır.
Batılı toplumlarda ise fikirler insanları birbirine yaklaştırıyor duygu yok.
Bizde hastalıkta, cenazede, düğünde fikirler bir kenara konur.
Batıda çocuklar 18 yaşına geldiğinde evi terk ederler, ana babaları yaşlanınca da onları pek ziyaret etmezler, onlar kendilerini hayvan sevgisine vererek yaşamlarını sürdürürler ve yapayalnız ölürler.
Kızım bana 
Baba senin son kullanma tarihin kaç? Dünkü güneşle bu günkü çamaşır kurutulmuyor. Dedi
Bunun üzerine dört üniversite okudum, 2400 tane kitap okudum, kendimi tazeledim.
Öğrenmenin en büyük düşmanı o konuda bir şey bildiğini zannetmektir.
Konferansta bir kişi esniyorsa aldığın ücreti iade etmelisin, insan birini esneterek para kazanmamalı, uyuyanları bile uyandırmalı iyi bir eğitimci.

Biz varın yok olduğu yokun çok olduğu bir zamanda yaşadık.
Köylerde tekerlekli arabalarda fakirlere kırık leblebi, zenginlere bütün leblebi satarlardı.
Gofret yiyen çocuğa yalvarırdık “ Bi kerecik ısırayım” O da ucunu tutar küçücük bir parça ısırtırdı.
Tavuk ziraat bankası gibi bir şeydi, kıçıda bankamatik. Yumurtayı alıyorsun doğru bakkala. Bakkaldan yumurtayla alış veriş yapabiliyorduk.
Çocukluğumuz kümesin kapısında tavuğun yumurtlamasını bekleyerek geçti.
Çocukken yaşananlar yetişkinlerin davranışlarında çok etkili olur.
Babamla hamama gittik, anamın şeker çuvalında diktiği atlet don var, arkasında” Eskişehir şeker fabrikası” donunun üstünde “net 50 kg “ biraz altında “nemden koruyunuz” yazıyor onun altında da fabrikanın telefon numarası.
Bunlar bizim zamanımızın zorlukları, en büyük zenginliklerimizmiş meğer okumamızı kolaylaştırdı.
Engeller, zorluklar, fakirlik zannettiğimiz şeyler, sıradan insanların başarılı olması için Cenabı Allah’ın verdiği nimetlerdir.
Şimdi çocuklarımıza sunduğumuz bütün kolaylıklar onların okumasını zorlaştırıyor gibime geliyor.

Ekinler iki şekilde kurur ya susuzluktan, ya aşırı sudan.

Bu gün çocuklar iki şekilde mahvoluyor

1-İlgisiz ve sevgisizlikten 

2-Aşırı ilgi ve sevgiden

Bir dediği iki edilmeyen çocukların ileride başarılı ve mutlu olması pekte mümkün görünmüyor.
Biz köylerde hakiki eşeğe bedava binerdik bu gün panayırlardaki naylon eşeklere parayla biniliyor. Naylondan eşeğe binip hakiki ilişkimi yaşayacak bu çocuk.
Doğallıktan uzaklaşmayın ne olur.
Yabancıların sazıyla bizim türküler söylenmiyor.
“Şahsına münhasır” diye bir tabir vardı eskiden. Milli, manevi değerlerimiz farklı bizim.
İyi çocuk yetiştirmenin ilk şartı iyi ana baba olmaktır.
Bir çocuk mektubunda yazmış. 
“Keşke ben bir okey taşı olsaydım öğretmenim, benim babam benim saçlarımı bir okey taşı kadar hiç okşamadı, öğretmenim keşke ben bir yarış tayı olsaydım, benim babam yarış taylarını takip ettiği kadar benim özelliklerimi bilmez.”
Din dersinde
– “Biz aleviyiz sizin gibi düşünmüyoruz” Diyen talebeme
-Tamam kızım sen yazılı kağıdına adını ve ben sizin gibi düşünmüyorum diye yaz 100 verecem.
Bu kız beni oruç tutmadıkları halde iftara çağırdı ve tek sermayeleri olan üç yumurtayı isli bir tavada, yere serdikleri gazete üzerinde ikram ettiler, o gazete kâğıdı eşim ve benim gözyaşlarımızla ıslandı, o kalpten kavrulupda sofraya serilen o iftarı hiç unutamıyorum.

Teknolojik aletleri çocuklarımıza alarak onlara babalık yaptığımızı sanıyoruz.
Sevgi göstermenin caiz olmadığı bir zamanda yaşamışım, sevgi açlığı yüzünden birçok yanlış şeyler yapmışım. Allah’dan af diliyorum.
En büyük sorun, insanın kendisinde sorun olmadığını zannetmesi.

Dallarda bu gün gördüğümüz meyveler, nasıl geçmişte ekilmiş tohumların yeşermiş haliyse, davranışlarımızda, bugün gördüklerimiz, çocukken ekilmiş tohumların yeşermiş halidir.
Bizim çocuklarımıza verdiğimiz şeyler, bizim çocukken ihtiyacımız olan şeylerdir.
Yemedim yedirdim, giymedim giydirdim. Çocuk bunu istemiyor ki.
Biz bir yatakta dört kardeş yatardık, şimdi çocukların odaları ayrı, odadan odaya birbirlerine mesaj yazıyorlar. Kardeş tutkusu kalmıyor böyle.
İnsanın dikkati nereye odaklanırsa, bütün enerjisi de oraya akar.
Kusurlara takılıyorsan sevgi kanallarını açmalısın.

Öldürürken keyif veren tek zehir iltifattır. Yani sevdikleriniz sizi eleştirsin, hatalarınızı söylesin onlarda sizi alkışlıyorsa, bir adım ileriye gidemezsiniz, o gün siz ölürsünüz. Yardımcılarınız sizi övüyorlarsa burada bir aksaklık vardır.
Bilgiyi mezara mı götüreceksin, böceklere bilgi soslu beyin mi yedireceksin.
Kalbime girmeden beynimde işin ne.
İnsan kendi nefsine eğitim yapmalı.

Anam ampulü nasıl söndüreceğini bilemediği için onu gaz lambası gibi üfleyerek söndürmeye çalıştıydı, ana dedim bak burada bir düğme var, bastınmı yanar bastınmı söner. İnsanlarında böyle düğmesi var.
İnsanda iki beyin var sağ ve sol beyinler, bunlar çapraz çalışır sol beyin sağı, sağ beyin solu yönetir. Bir insana sağ kulağında “seni seviyorum” demekle sol kulağından “seni seviyorum” demek arasında dağlar kadar fark var ama sizler sevdiklerinize onları sevdiğinizi söyleyin de ister sağ kulağına ister sol kulağına söyleyin.
Bazıları sağ beynini, bazıları sol beynini, bazıları her ikisini kullanırken, bazıları beyninin hiç bir tarafını kullanmazlar.
Siz çocuklara 
-Evladım “Şu telefonu elinden bırak, televizyonu kapat, aklını başına topla, git odana ders çalış” Dediğinizde çocuklar size 
-Anne-Baba çok haklısınız, hemen akımlı başıma alıyorum, bilgisayarımı kapatıyorum, telefonumu bırakıyorum, odama ders çalışmaya gidiyorum. Diyorlar mı böyle bir tane çocuğa rastlayan var mı?
Ya ne yapıyor off poff. 
Çocuk babasına kızmış kitabı yere çarptı çocuğa sordum sen hiç kitaba kızıp babana çattın mı dedim resmen beyin dağıldı beyin dağılınca iletişim başlar.
Bir arabanız varsa benzinliyse, depoya zeytin yağ koysanız araba çalışırmı? Çalışmaz çalışmadığı halde iki litre daha yağ koyarsanız çalışırmı? Öyleyse çocuğa çalış dediğin halde çalışmıyorsa yine halen çalışsana ulan diyorsunuz, bide bunu yüksek sesle bağırarak söylüyorsunuz, çocuğun beyni yüksek sesle mi çalışıyor zannediyorsunuz? Bazı insanların beyni görsel, bazıları işitsel, bazıları dokunsal çalışır.

Mesela ;
Burada bir şey anlatıyoruz ne konuşup duruyorsun öyle. İşitsel
Bana bak bak buraya bak. Görsel
Doğru dur kıpırdayıp durma. Dokunsal

Arkadaşlar buraya bakarak kıpırdamadan beni dinleyin (üçünü birden kullanıyor)

Anne hekim, baba hakim bir kızı anlayamıyorlar sordum sana vırvır yapıyorlarmı?
– Ohooo.
Annesi şöyle dedi.
-Aklı bir karış havada, hiç disiplinli değil, kontrol altına alamıyoruz. 
Bunların neresi zararlı?
Kıza dedim
-Sen çamura düşmüş pırlanta gibisin, ben kuyumcuyum, sende cevheri gördüm şimdi çamuru sileceğim cevheri göreceğiz.
Hayal kurdurdum, gözlerini kapayıp üniversite sonuçlarını görmesini, daha sonra mezuniyet törenini hayal etti.
5 bin kişilik solanda adın okundu Hacettepe tıp öğrencisi Ayşe sahneye buyurun dediler, hayal eder misin ne hissedersin alkışlar, müzik hisset. 
Ne dedi bu çocuk.
– Annemle babamın bir birine sarılıp ağladıklarını gördüm, onlar bunu çok hak ediyorlar.
Biraz sonra, benim eve gidip ders çalışmam gerekir dedi müsaade istedi, oysa ben konuşmamız boyunca ona hiç ders çalış demedim, o çocuğun beyninin düğmesi keşfedilmeyi bekleyen sevgi imiş.

Ben bir şey anlamadım ama hoca çok iyi anlatıyor. Bu iletişim değil, onun için camii cemaati daha orucu bozan şeyler konusunu geçemedi.
Hey çocuklar! Sakın telefonlarınızı bırakmayın, ananız bırakmıyor ki siz neye bırakacaksınız.
Çocuğunuzun watsap gurubu varsa, saat birden önce kapattığında arkadaşları anan mı kapattı süt çocuğu diyorsa, sen bunu anlamıyorsan o çocukla iletişim kuramazsınız.
Allah Kur-an’ı Kerimde buyuruyor “Ben insanı mükemmel yarattım” Anne baba ne diyor, salak, aptal, geri zekalı, adam olmazsın sen, dik kafalı.
Bir insanın çocuğuna salakmış gibi davranması hele böyle hitap etmesi Allah’a hakaret olmuyor mu?
Bir insanın kapasitesinin olması onun başarılı olacağı anlamına gelmez.
Tarlanıza hiçbir şey ekmezseniz yabani ottan başka bir şey toplamazsınız, işyerinizi açmaz, ticari aracınızı çalıştırmazsanız bir şey kazanamazsınız.

İnsan beyni hayalle gerçeği ayıramaz, hayali gerçek sanır biri sizi üzer, biri sizi rencide eder, biri size hakaret eder beyin onu alır. Olumsuz duygular vücudu çabuk işgal eder, özellikle öz güveni düşük kendini değersiz hisseden insanlar başkalarının söylediği güzel şeyleri duymak yerine, başkalarının söylediği laflara olumsuz anlamlar çıkararak kendilerini daha çabuk çökertirler.
Olumsuz duygular kapıyı çalar içerden kahkaha sesleri geliyorsa çeker gider, ama içeriden üzgün, mutsuz sesleri gelirse orasını işgal ederler.
Ya kazanamazsam diyen insanın beyni o fikri alır
– Emredersin kazanamaman için elimden geleni yapacağım der ve gerçekleştirir.
Hastalıkların % 80’i psikolojiktir. (kalp krizi geçirenler geçmişte bunu kurgulayanlarda daha çok rastlandığı görülmüştür)
Hüsnüzan edin suizan etmeyin.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri;
“Güzel bakan güzel görür, güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” Buyurmuştur.
Birçok sorun gerçekte değil bizim kafamızdadır. Kazanma kaybetme kafada biter.

Hazreti Muhammed (sav) efendimiz İslamı anlatmaya, Allah’ın varlığı söyleyince, Kuranı Kerimin ayetlerini okuyunca onların hiç hoşuna gitmedi, vazgeçmesi için birçok kötülük yaptılar, müşrikler onu öldürmeye kalktılar.
Ama O ne buyurdu
“Sağ elime güneşi sol elime ayı verseniz ben bu davadan vazgeçmem.”

Said Nursi Hazretleri “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşamam” diyor.

Karar verdiyseniz bir şeye tereddüdünüz yoksa kazanırsınız başarırsınız.
Etütler, özel dersler iletişime geçmeye başaramadığı müddetçe israftır, zaman israfı, para israfı, emek israfı.

Çetin KILIÇ
Alişan KAPAKLIKAYA’nın konferansından istifade edilerek hazırlanmıştır.

Yarabbi Türk Milletini Asli Hüviyetine Çevir

Konferanstan sonra yanıma birileri geldi;
Bizler Hindistan’da Nakşî tarikatın mensubuyuz Şeyhimiz bize dedi ki 
-Okuduğunuz mekteplerde Türk çocuğu yok mu?
– Olmaz mı efendim dedik.
-Onlardan birkaç tane getirinde Türk göreyim Türk kokusu alayım. 
-Efendi Hazretleri bizim beraber okuduğumuz Türk çocukları sizin yanınıza gelmeye layık değiller dinle alakaları yok.
-Olsun ne halde olursa olsunlar yeter ki Türk olsun dedi.
Şeyhtir ilan ettik misafir etmek istiyoruz dedik, dört beş çocuk çıktı bunları götürdük, şeyh kendisi yere oturdu onları koltuklara oturttu, önlerinde talebe gibi durdu, biz rencide olduk.
– Aman efendim yapmayın bunlar buna layık değiller (Hintçe söylüyoruz).
-Benim işime karışmayın, siz onların hallerine bakıyorsunuz, ben geçmişine ve geleceklerine bakıyorum. Bunlar geçmişte İslam dünyasının lideri idiler gelecekte de böyle olacaklar, bunlar geçici ameliyat hastası gibi narkoz tesirindedirler, bu tesir yakında kalkacak, biz bunları yine aynı hüviyetinde göreceğiz. O gün bu gündür. 
O günden sonra biz evradımıza “Yarabbi Türk milletini asli hüviyetine çevir” diye zikrimize ilave yaptık.

Çetin KILIÇ

Kaynak:
Abdulhamid Han Evlad-ı Osman Derneği
Kadir MIsıroğlu’nun hatırası

Kız anne babası olmanın sorumlulukları

Kız çocukları, kundaktan çıktıktan sonra ‘Müslüman Kız’ gibi giydirilmelidirler. Çok katı kuralların tatbik edildiği bir giyim de doğru değildir; nefrete neden olabilir. Dindar görünen ailelerin kızlarının giyim kuşamlarındaki çarpıklıklar bizleri Müslümanları ziyadesiyle üzüyor. Tesettürlü bir hanımın yanında İslami kurallara aykırı giyinmiş bir kız çocuğu veya genç bir kız görmek çok karşılaşılır bir durum oldu.

Sen tesettüre girmişsin Allah’ın emrini yerine getirmişsin, Allah’ın hoşuna gidiyor ama yanında gezdirdiğin evladın Allah’ı üzüyor, haram işliyor, günaha giriyor, onun cehennemde yanmasına nasıl gönlün razı oluyor. O çocuk ahirette senden davacı olacak. En ala hak Allah’ın hakkıdır toplum seni etkilememeli, dahası seni yanlış yönlendirememeli, Allah’ın emrini yerine getirmede sana engel olamamaları gerekir.

Bediüzzaman Hazretlerinin bu konuyla alakalı ifadesi şöyledir: “Birkaç sene namahrem hevesatına göstermenin tam cezası olarak; o bıçaklı bacaklar cehennemin odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadakatı kaybettiği için, hilkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasib kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına bela bulur.

Ne olur Kızlarımızın kıyafetleri bedenlerini de teşhir etmesin. Erkekleri kışkırtan tarzda olmasın. Yedi sekiz yaşlarındaki henüz bebeklikleri geçmemiş kız çocuklarını kadın gibi giydirip, o masumlara makyaj yapan ebeveynlere doğrusu hayret ediyorum. O masumun zarif cildini o makyaj malzemesini üreten hanım bile zararlı olduğu için kullanmazken, sen nasıl oluyor da o kimyasalları kızının yüzüne dudağına sürebiliyorsun?

Helene Robinstain Polonyalı Yahudi asıllı ABD ‘lı iş kadını bir röportajında ürettiği kozmetik ürünlerin hiç birini kullanmadığını söylüyor. COLLOGEN adlı kozmetikte kullanılan maddenin ceninden yapıldığını All About Issue adlı Ameriken dergisi yazdığında dünyada büyük yankı uyandırmıştı. Kolombiya kürtaj sonucu elde edilen bebeklerden yılda bir milyon dolar elde ettiğini açıklamıştır. Farkında olmadan bu sektörleri de desteklemiş oluyorsunuz.

Çocuklarımızı yetiştirmemizi sakın cihattan aşağı bir iş görmeyelim. Bilakis asrın cihadı onları yetiştirmektir. Günahların sel gibi aktığı bu ahir zamanda, bu cihattan geri kalmayan anne ve babalara müjdeler olsun, İslam âlemine bir fert yetiştiren onları dinin emir ve yasaklarını öğreten anne babalara müjdeler olsun. Peygamberimiz (sav) efendimiz. “Kız çocuğunu güzelce terbiye edip, Allahü teâlânın verdiği nimetlerle bolluk içinde yedirir giydirirse, o kız çocuğu onun için bir bereket olur, Cehennemden kurtulup kolayca Cennete girmesine vesile olur.” Buyurmuştur.

Ayrıca “Evinde çocuğunun terbiyesiyle meşgul olan Müslüman kadın cennette benimle beraber olacaktır.” Buyurarak annelere müjde vermiştir.

Bediüzzaman Hazretleri’de Annelere şöyle seslenmektedir. “Sizin hanenizdeki masum evlâtlarınızla masumane sohbet, yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir.” Çocukları hayata hazırlamak, yıllarca devam eden bir sabrı gerekli kılar. Kızları büyütüp yetiştirmek daha fazla bir dikkat ve itina ister. Kız çocuklarını yetiştirip hayata hazırlamak Allah’ı ve Resûlullah (sav)’ı memnun eden bir davranıştır. Meşrebimizde en mühim esas şefkat olduğu cihetiyle ve şefkat kahramanları kızlar olduğundan ve en sevimli mahlûk bulunduğundan, daha ziyade tebrike şayansınız.

Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm fermân etmiş ki: “Oğlan çocuğunu seviniz.’ demişler, ‘Kızları niçin istisna ettin?’ Ferman etmiş ki: ‘Kızlar kendi kendini sevdirirler, onlar fıtraten sevimlidirler.” Evet, kız, şefkat ve cemalin mazharı olduğundan erkek çocuğundan daha ziyade sevilir, Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmi’ye zedelenmesiyle çocuklarımızın manevi eğitimi zorlaşmıştır. Çünkü âhirzâmanda çocuk olmak ve çocuk yetiştirmek çok müşkülleşmiştir.

İslâm terbiyesi yerine terbiye-i medeniyenin hâkim olması, manevi eğitimi neredeyse yok etme noktasına getirmiştir. 

Bediüzzamân Hazretleri şöyle diyor. “Çocuklar hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da, zaaf ve acz ve iktidârsızlık noktasında, merhametkâr, kudretli bir Hàlık’ı bilmekle rûhları inbisât edebilir, istidâdları mes’ûdâne inkişâf edebilir. İleride, dünyadaki müthiş ehval (korkulara) ve ahvâle (hallere) karşı gelebilecek bir tevekkül-ü îmânî ve teslîm-i İslâmî telkinâtıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba, alâkaları pek az olduğu terakkiyât-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i mâneviyesini kıracak ve rûhlarını söndürecek, nûrsuz, sırf maddî, felsefî düstûrların tâliminde midir?” Elbette değildir. Öyleyse o masumların fıtratlarına ve hayatlarına tevekkül-ü îmânî ve teslîm-i İslâmî telkinâtlarını yapmalıyız.”

Yedi yaşına gelen bir çocuğa namaz gibi farzlara peder ve valideleri onları alıştırmak için, teşvikkârâne emretmek ve on yaşına girse şiddetle namaz kıldırmak ve alıştırmak şeriatta var. ( Hadis-i şerifte geçtiği üzere ‘ala’ edatıyla kullanıldığında ise, dövmek manasına değil, ‘mecbur etmek’, ‘sorumlu ve yükümlü tutmak’, ‘dayatmak’, ‘sıkıştırmak’, ‘zorlamak’, vs. anlamlarına gelmektedir.)

“O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyevîye de tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. ‘Oğlum paşa olsun’ diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o masum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, ‘Niçin benim îmânımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?’ diye şekvâ edecek. Dünyada da, terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, vâlidesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusûr eder.
Rabbimiz! Bizim gönlümüzü merhamet duygusuyla yeşert!Amin.

Çetin KILIÇ
Kaynaklar:
Risalei Nur Külliyatı
Fetva meclisi 
Sorularla İslamiyet 
Sorularla Said Nursi
Blog milliyet kozmatik vahşet