Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Namazın Önemi Ve Eda Zamanı

Çevremizde bazı Müslümanların namaz kıldıkları halde kendince mazeretlerle namazlarını vaktinde kalmadıklarına şahit oluyoruz oysa,
Namaz, terkedilmesi ve -geciktirmeyi câiz kılan meşru bir mazeret bulunmaksızın- vaktinde edâ edilmeyip, kazaya bırakılması, en büyük günahlardan biridir. Bu itibarla, her Müslümanın beş vakit namazını vakti içinde edâ etmesi; geciktirmeyi caiz kılan meşru bir mazeret olmadıkça, hiçbir vaktin namazını kazaya bırakmaması gerekir.

Namazını meşru bir mazeret sebebiyle vakti içinde edâ edemeyip, daha sonra kaza eden kişi dinen sorumlu olmaz. Fakat meşru bir mazeret olmadığı halde namazlarını vaktinde edâ etmeyenler, daha sonra bunları kaza etmekle emri, vakti içinde yerine getirmeme sorumluluğundan kurtulmuş olmazlar.

Namazın terki için, dinimizde hiçbir mazeret yoktur. Geciktirilmesi (kazaya bırakılabilmesi) için dinin meşru saydığı mazeret ise, unutma ve uyku gibi şuur dışı haller ile, o anda (vakti içinde) edâ edebilme imkanının bulunmayışından ibarettir.
Edâ imkânı varsa fiilî savaş hali bile, namazı kazaya bırakmayı meşru kılan bir mazeret değildir.
Abdest alamayanın teyemmümle, ayakta duramayan veya oturamayanın yattığı yerde, sadece başı ile ima ederek namazını edâ etmesi mümkündür. O halde, aklı başında ve edâ imkanı olan bir Müslümana namazı kazaya bırakmak için meşru bir mazeret, söz konusu değildir. Bu itibarla, bir namazı kaza etmekle borç ödenmiş olursa da, mazeretsiz vaktinde edâ etmemenin sorumluluğu kalkmış olmaz.
Risalei Nur müellifi Bediuzzaman Hazretleri’nin  Namazın önemini anlatan sözlerine kulak verelim.
   Arkadaş!
Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir nisbet ve ulvî bir münasebet ve nezih bir hizmettir ki, her ruhu celb ve cezbetmek namazın şe’nindendir.
Namaz, Hâlık-ı Zülcelal tarafından her yirmidört saat zarfında tayin edilen vakitlerde manevî huzuruna yapılan bir davettir.
Bu davetin şe’nindendir ki, her kalb kemal-i şevk ve iştiyakla icabet etsin.
Ve mi’racvari olan o yüksek münacata mazhar olsun.
   Namaz, kalblerde azamet-i İlahiyeyi tesbit ve idame ve akılları ona tevcih ettirmekle adalet-i İlahiyenin kanununa itaat ve nizam-ı Rabbanîye imtisal ettirmek için yegâne İlahî bir vesiledir.
Zâten insan medenî olduğu cihetle, şahsî ve içtimaî hayatını kurtarmak için, o kanun-u İlahîye muhtaçtır.
O vesileye müraat etmeyen veya tenbellikle namazı terkeden veyahut kıymetini bilmeyen; ne kadar cahil, ne derece hâsir, ne kadar zararlı olduğunu bilâhere anlar, ama iş işten geçer.

Biz kısacık hayat-ı dünyeviyeye yirmiüç saatı sarfedip, beş farz namaza kâfi gelen bir saati, pek çok uzun olan hayat-ı uhreviyemize sarfetmezsek; ne kadar hilaf-ı akıl bir hata ve o hatanın cezası olarak hem kalbî, hem ruhî sıkıntıları çekmek ve o sıkıntılar yüzünden ahlâkını bozmak ve me’yusane hayatını geçirmek sebebiyle, değil terbiye almak, belki terbiyenin aksine gitmekle ne derece hasaret ederiz, kıyas edilsin.

Namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve Ebed’in raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve manevî bir zulüm eder.

Bir tek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir.
Acaba yirmiüç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarfeden ve o uzun hayat-ı ebediyeye bir tek saatini sarfetmeyen; ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilaf-ı akıl hareket eder.

Namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır.
Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir.
Hem namaz kılanın diğer mubah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır.
Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir.

   Namazın manası, Cenab-ı Hakk’ı tesbih ve ta’zim ve şükürdür.

Bir nevi Mi’rac hükmünde olan namazın hakikatı; sâbık temsilde bir nefer, mahz-ı lütuf olarak huzur-u şâhaneye kabulü gibi; mahz-ı rahmet olarak Zât-ı Celil-i Zülcemal ve Mabud-u Cemil-i Zülcelal’in huzuruna kabulündür.

Acaba bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kalbine kut ve gına ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıda ve ziya ve herhalde mahkemen olan Mahşer’de sened ve berat ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat Köprüsü’nde nur ve burak olacak bir namaz, neticesiz midir veyahut ücreti az mıdır?

   Eğer desen: “Beni namazdan ve ibadetten alıkoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maişetin zarurî işleridir.” Öyle ise ben de sana derim ki: Eğer yüz kuruş bir gündelik ile çalışsan; sonra biri gelse, dese ki: “Gel on dakika kadar şurayı kaz, yüz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın.” Sen ona: “Yok, gelmem.
Çünki on kuruş gündeliğimden kesilecek, nafakam azalacak” desen; ne kadar divanece bir bahane olduğunu elbette bilirsin.

Namazı terk eden ne kadar büyük bir hasaret eder, ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder.

Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder.

Eğer namazı kılsan, o namazın ile o âlemin Sâni’-i Zülcelal’ine müteveccih olsan; birden, sana bakan âlemin tenevvür eder.
Âdeta namazın bir elektrik lâmbası ve namaza niyetin, onun düğmesine dokunması gibi, o âlemin zulümatını dağıtır ve o herc ü merc-i dünyeviyedeki karmakarışık perişaniyet içindeki tebeddülat ve harekât, hikmetli bir intizam ve manidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir.

   Sâni’-i Mevcudat ve Sahib-i Kâinat ve Rabb-ül Âlemîn olan Hâkim-i Ezel ve Ebed’in marziyat-ı Rabbaniyesi olan İslâmiyet’in -başta namaz olarak- esasatını, cin ve inse hediye getirmiştir ki; o marziyatı anlamak, o kadar merak-aver ve saadet-averdir ki, tarif edilmez.
Çünki herkes, büyükçe bir veliyy-i nimet, yahut muhsin bir padişahının uzaktan arzularını anlamağa ne kadar arzukeş ve anlasa ne kadar memnun olur.

Beş vakit namazı kılmak, yedi kebairi terketmek; ne kadar az ve rahat ve hafiftir.
Neticesi ve meyvesi ve faidesi ne kadar çok mühim ve büyük olduğunu; aklın varsa, bozulmamış ise anlarsın.

Allah (cc)’nin bir hediyesi ,huzuruna kabulu ,bütün ibadetlerin fihristesi ,canlı cansız bütün varlıkların ibadetletinin Allah’a arzı olan namazı en iyi şekilde eda edip Rızayi İlahiye’ye mazhar olmak duasıyla muhabbetle kalın.

Çetin KILIÇ

kaynak; Risalei Nur Külliyatı
sorularlaislamiyet

Asıl Vazife

Risale-i Nur talebesi iyiliği emretmek, kötülükten men etmekle vazifeli şahıstır. Bu eşsiz eseri , hakikatlarle dolu bu eseri başta kendimiz ve çevremizdeki insanların imanına kuvvet vermek adına anlatmalı, bir adım öteye götürüp onların da okuyup çevresine anlatmalarını temine çalışmalıyız.

İçtimai hayatta çeşitli dert ve sıkıntılarla boğuşan, sefalete girmiş, ahiretini düşünmeyen, felsefe bataklığına düşmüş insanlara bunu anlatmak oldukça güç bir vazife olmakla beraber, alevlerin içinde yanan bu kardeşlerimize yardım etmek bu asırda asli görevimizin başında gelmektedir.

Bunun icin muhatabın bu durumu akıldan çıkarılmamalıdır.  Azami hassasiyet azami itina göstermeli. Bu vazifenin yerine getirilmesi için öncelikle   onu anlamaya çalışmalıyız. Kınamak şöyle dursun onu cehenneme hızla yuvarlanmaktan nasıl kurtarabilirim diye uykularımız kaçmalı. Bir yolunu şaşırmış gördünmü kınama , zira doğru yolu kendin bulmuş değilsin. Onunla iletisime gecip. dürüst bir şekilde duygu ve düşüncelerimizi ifade etmeliyiz.

Samimi yaklaşmalıyız.
Güven , açıklık , içtenlik ve doğallıkla muhatabımıza itimat edeceği bir zemin oluşturmalıyız.

Örneklemelerde bunlara dikkat etmeliyiz.
-İnsan beyni gördüklerini, duyduklarını olduğu gibi depolamaz, bazı yerlerini eksiltip çoğaltarak depolar.
-İnsanlar kazanmaktan çok kaybetmemek isterler.
-İnanç kolay kolay değişmez ama davranış değişirse inanç sorgulanmaya başlar, zamanla davrandığı şekle göre inanmaya başlar.
-Bulundugumuz ortamın yaydığı hava davranış şeklimizi belirler , örnek kütüphanede sessiz olurken maçta , stadda olabildiğince bağırır çağırırız.

Uyumlu olmaya dikkat göstermeli.
Aynı ses tonu aynı hizada konuşmaya özen göstermeliyiz. İnsanlar ne istediğini bilmeyebilir ama ne istemediklerini çok iyi biliyorlar, kırmızı çizgileri aşmamak gerek.
Cazip bir öneriden çok duygularını anlayıp zihnin haritasını keşfetmek fayda sağlayacaktır. Bütün bunlar bize şunu gösteriyorki.

Öncelikle kendimiz numunei imtisal bir mümin olmalıyız , oturma, kalkma , giyim kuşam, saygı, edep , dürüstlük , erdemlik gibi insan olmanın tüm vasıflarını üzerimizde taşımalıyız. Ailemiz ve çoluk çocuğumuzun da bu çizgide olmasına özen göstermeliyiz. Dava adamı ruhunu hiç bir zaman kaybetmemeli , bu enerjiyi etrafımıza yaymaya çalışmalıyız.

Yedi milyarlık dünya nüfusunun sadece iki milyarı müslüman , beş milyar insan kainatın sahibi olan Allah’ın son dini islamı, son Peygamberi Hazreti Muhammed Mustafa (sav) efendimizi son kitap Kuran-ı Kerimi bilmiyor tanımıyor. Bilmenin getirdiği sorumluluğumuzun farkında olup bu uğurda mesai sarfetmeli, diğer insanlar gibi olmamalıyız.

Allah hizmetten geri bırakmasın gayretimizi artırsın. Ali Uçar abi Amanya’da yılda dörtyüz konferans veriyormuş, Abi bu kadar kendinizi yormasanız diyen kardesimize pencerenin önünden geçen insanlari göstererek, 

-kardeşim bunlar cehenneme koşarken ben nasıl rahat olabilirim.

Ali Uçar abi gibi tüm abilerin say ve gayretleri ortada, üstadımız sağlığında otuz ülkeden fazla ülkeye kitap göndermiş.  Bu iletişim asrında bizler her mahalleye, her okula, her eve , her gönüle girmeliyiz.

Kuran hakikatlerinin girmedigi bir kıl çadır dahi kalmamalı ki Peygamberimiz (sav)’in “Onlar benim kardeşlerimdir” hadisi şerifine mazhar olan ümmet olabilelim. Dua edelim.

Çetin Kılıç

Kırklareli Bediüzzaman Mevlid Gerçekleştirildi

Kuran tilavetiyle başlayan, okunan mevlidden bölümlerle devam eden Kırklareli Bediüzzaman Mevlidinde İl müftüsü Hüseyin Demirtaş konuşmasında şöyle dedi. “Üstad Bediüzzaman büyük bir insandı bedel ödemiştir, kahır çekmiştir. Neşretmiş olduğu Risale-i Nurları tahrip edenler oldu bozanlar oldu sahtesini basanlar oldu Neden? Çünkü çok kıymetli idi, kıymetli şeylerin sahtesi yapılır. Bunlar kendilerine nurcu dediler fakat narcı çıktılar.

Müslüman fark edendir halkla batılı ayırandır. Kuran’ı Kerimde Allah (cc) “hakka batıl elbisesi giydiriyorsunuz.” Buyuruyor. Deccal asrındayız, tenekeyi boyayıp altın diye satıyorlar. Üstad Osmanlı’nın yıkılışının çöküşünün olduğu zamanda ortaya çıkmıştır. İşaretül icaz eserinde Kuran’ı Kerimi Peygamberin(sav) yazdığını söyleyenlere cevap vermiştir. Kuran’ı Kerim’in belagatını icaz ve iğcazını anlatmıştır.

Allah’ın rahmetinin izlerine baktırarak arzda dirilişi göstermiştir. “Dirilen kurbağa” google yazın öldükten sonra dirilmeyi görebilirsiniz. Üstad akılla zihni buluşturuyor. Bir çok alim üstadın gizli hayranıdır Okunması gereken üç şey vardır bunlar kainat, insanın kendisi ve Kuran’ı Kerim dir. Kuran’ı Kerimden ayetlerinden örneklerle Hakkın dilini halkın diline getiriyor. Alimi mürşit koyun gibidir kuzusuna süt verir. Üstadımız da Alimi Mürşittir.

“Bütün hocaların Üstadın kitaplarını okuması vaciptir”

Ateizme cevap için okumalıdır, asrın sefahati için okumalıdır, hizmet edebilmek için okumalıdır.

Üstad talebeleriyle birlikte birinci dünya savaşına katılmış ve esir düşmüştür. Diyanet ,Üstadı ve eserlerini her zaman tastik etmiş sena etmiştir. Üstadı seviyorum , takdir ediyorum, yolundan gidenlere saygı duyuyorum. Farklı tarikatlarımız olabilir yeterki ümmet bilinci taşısınlar. Kıblemiz bir davamız bir olsun. Süleyman Tunahan hazretleri ,Mehmet Zahit Kotku hazretleri hepsi kendi zamanlarinda rollerini oynadılar hepsinden Allah razı olsun şimdi sıra bizde.”

Abdülhamit Oruç Hocamız’da
Kuran’ı Kerimde ilk kelime, İkra olması, kitaplara iman, gerçek alimler peygamberlerin varisleridir. Tüm bunlar bize ilmin önemini anlatmaktadır kalemle yapılmasıni teşvik ettiğini Kuran’ı Kerim’den örnekler vererek açıkladı. Bediüzzaman hazretleri kılıçla değil ilimle hizmet etmiştir. İslam dini alimlerin mürekkebini şehitlerin kanından üstün tutarak ilmin önemini belirmiştir.
Allah (cc) her asrın başında dini anlatacak ümmeti irşad edecek bidatlardan ayıklayacak alimler göndermiştir.

Osmanlı Viyana kapılarına kadar dini götürdü her şeyin zevali vardır. Bazı şeylerin bozulmasıyla hıristiyan ve yahudiler hakim oldular müslümanların arasını bozdular namaz kılmayan müslümanlar oldu Sünnilerle Araplar’ın arasını açtılar. Darvinizm, materyalist gibi fikirlerle müslümanların kafalarını karıştırdılar. İlmin hak ve batılı vardır. Karl marks işçileri harekete geçirerek ateist fikirlerin dünyanın bir çok yerini etkisi altına aldırdı. Bununla yetinmediler dini cemaatleri bile bölerek parça parça ettiler. Böyle bir zamanda Süleyman Tunahan, Esat Coşan gibi zatlar çıktı bunlardan biri Bediüzzaman hazretleri idi.

Hakkı tavsiye etti, bunun için kuvvet kullanmadan şiddet kullanmadan. Her türlü zulme maruz kaldı. İslamın konuşulmasının yasak olduğu zamanlarda eserlerini ortaya koydu. Mücahittir kitaplari rafa kaldırıp. mavzerleriyle mücadele vermiştir esir düşmüş. Müelliftir yüz otuz parça kitap yazmıştır. Bu zamana uygun sekilde Kuran’ı Kerimi tefsir etmiştir. Hanımlara , gençlere hitaben kitaplar yazmıştır, tabiat risalesi, ihtiyar risalesi meyve risalesi , bu zamanın yaralarını tedavi etmiştir.

Pastör kuduz aşısını buldu o zaman buna ihtiyaç vardı aids hastalığı yoktu. Diyanet Risale-i nurlara sahip çıkmıştır. Üstad nereye saldırılmışsa orada olmuştur. Eskiden olduğu gibi hocanın söylediğine inanmıyor insanlar. Ben görmeden inanmam diyenlere Caminin mimarını gören yok ama eseri var diyerek eserden müessire götürmüştür. Kainat kitabını okumayı öğretmiştir.

Geniş bir katılımın olduğu Bediuzzaman mevlidinin ardından katılanlara kitap hediye edildi.

Çetin Kılıç

Risale-i Nur Talebelerine İkramı İlahi

Lüleburgaz bayanlar dershanesinde yapılan derslere iştirak eden üç bayan  kardeşimiz..!

Derslere katılmak, sadece dinlemekle yetinmiyorlar, daha fazla okumamız gerekli diyerek, dershaneden kitap götürüp evde okuyorlar , bununlada yetinmeyip bu ilim deryasının, bu iman hakikatlerinin tümünü içinde barındıran, ilk önce kendilerine , daha sonra yakınlarına daha faydalı olmak niyetiyle  evlerinin kitaplığında  birer  Risale-i Nur Külliyatının olmasını samimi bir iştiyakla arzu ediyorlar.

Fakat kısa zamanda külliyata sahip olmaları biraz zor gözüküyordu.

Kızlarımızın bu isteklerinin farkına varan ablalar konuyu meşveret edip “bu kızlarımıza birer kulliyat hediye edelim” diyorlar.

Bu işin maliyeti ne kadar tutar diye bana sordular bende araştırdım,bir kaç gün sonra sipariş verecektik.

Mahallade küçük bir iş yerim var, uzun süredir görmediğim bir arkadaşım ziyaretime geldi, sohbette “bende bir takım külliyat var münasip birisine verebilirsen getireyim” dedi,ben şaşırdım, mahallede fakir sorup para bırakanları, ödeyemeyecek durumda olanların borcunu ödeyenleri gördüm ama, bir gün önceki külliyat ihtiyacımızın ertesi gün gönderilmesi……

 Sesisimizi duyan ihtiyacımıza anında cevap veren Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

Bir kardeşimizde konudan haberdar olunca   bu kardeslerimize bir külliyat hediye edeceğini söyledi.Bu kadar tevafuktan sonra ,ikramlara mazhar olan kardeşlerimize “Son zamanlarda ilginizi çekecek bir olay, bir rüya gördünüzmü?” Diye sorulduğunda kardeşlerimizden biri,

“Rüyamda risale okuyordum, bir ağacın altında yeşil bir yerdeydim, kalktım namaz kıldım ,güzel bir yerdi ,okuduğum sayfaları ben içimden okuyordum ama, sanki heryerden yankılı şekilde sesleri geliyordu.”

Diğer kardeşin gördüğü rüya

‘”Bende rüyamda açıklık bir yerdeyim etrafta hiç birşey yok sadece duvarlar var duvarların çevrelendiği bi arsa gibi bir yere giriyorum bir kolumun altında yarım ekmek var diğer kolumun altında risale var birden çok soğuk çıkıyor kar yağmaya başlıyor benim ayağımın altında buz tabakası oluşuyor aniden bir elin o anda bana uzandığını gördüm kim olduğunu göremeden uyandım.”

Diğer kardeşimizin gördüğü rüya ise

-“Rüyamda risale okuyup soru soruyorum cevap bekliyorum kim olduklarını bilmiyorum rüyamıda tam anlatamiyorum.”dediler.

Rüyasında bir çok kez Üstadımızı gördüğünü söyleyen kardeşimiz külliyatı almaya geldiğinde.

“Ben Allah’dan hiç bir zaman ev, araba ,para istemedim, hep ilim talep ettim ,risale-i nurları tanıdım sonra bu hakikatleri hakkıyla öğrenip yaşamayı istedim.Bu sabah namazından sonra elimi açtığımda” Yarabbi! Bana risalei nur külliyatına sahip olmayı nasip et ,diye dua ettim, daha gün batmadan Allah bu isteğimi kabul etti.Bu nasıl ikram Yarabbi çok şükür Allahı’m” Diyerek şaşkınlığını gizleyemeden yaşlı gözlerle kitapları kucakladı, evinin yolunu tuttu.

Çetin KILIÇ

Ruh Çağırma

Bir takım insanlar, bazı toplantılar düzenleyerek ruh çağırma seansları yapıyorlar, ortaya , üzerinde yirmi dokuz harf bulunan bir karton koyup bir kişinin ruhunu çağırıyorlar , ona bazı sorular soruyorlar, seansa katılanların parmaklarını değdirdiği bir fincanı o kartonun üzerindeki harflerde gezdirerek sorunun cevabını aldıklarını iddia ediyorlar.

Maalesef bu tür seanslara katılan , buradan duyduklarıyla hareket eden insanlar hatta müslüman kardeşlerimiz var. Üstad Bediuzzaman Hazretleri Risale-i Nur Külliyatında bu konuyu izah etmiştir.

“Bu mes’ele, felsefeden ve ecnebiden geldiği için ehl-i imana çok zararları olabilir ve çok sû’-i istimalâta menşe’ olmakla beraber içinde bir doğru olsa, on yalan karışıyor. Çünki doğruyu ve yalanı tefrik edecek bir mihenk, bir mikyas olmadığından ervah-ı habise ve şeytana yardım eden cinnîlerin bu vesile ile hem onun ile meşgul olanın kalbine ve hem de İslâmiyet’e zarar vermek ihtimali var.

Çünki maneviyat namına hakaik-i İslâmiyeye ve akide-i umumiyeye muhalif ihbarat oluyor. Ervah-ı habise iken kendilerini, ervah-ı tayyibe zannettirip belki kendilerine bazı büyük veliler namını verip, İslâmiyet’in esasatına muhalif sözlerle zarar vermeye çalışabilirler. Hakikatı tağyir edip, safdilleri tam aldatabilirler. Meselâ: Nasılki güneş, bir küçük cam parçasında ziyasıyla, hararetiyle, şekliyle görünüyor. Fakat o küçücük camın içindeki güneşin o küçücük timsali, kendi namına eğer konuşsa ve dese: Benim ziyam dünyayı istila ediyor, benim hararetim herşeyi ısıtıyor ve küre-i arzdan bir milyon defadan daha büyüğüm dese, ne derece hilaf-ı hakikat olduğu anlaşılır.

Aynen bu misal gibi: Bir peygamber, güneş gibi hakikî makamında iken o ispirtizmanın veyahut medyumluğun cam parçası hükmündeki istidadına göre bir cilvesinin tezahürü, o hakikat namına konuşamaz. Eğer konuşsa yüz derece muhalif olur. İspirtizmanın veya medyumluğun o mazhardaki cüz’î cilvesi, vahyin mazharı olan o manevî güneşin kudsî mahiyetine hiçbir cihetle kıyas olamaz. Çünki esfel-i safilîndeki bir cam parçası, manen a’lâ-yı illiyyînde olan o manevî güneşin hakikatını yanına getiremez. Getirmeye çalışmak da hürmetsizlikten başka birşey değildir.

Ancak onun makamına karib olmak için, Celaleddin-i Süyutî ve bir kısım evliyalar gibi seyr ü sülûk ile terakki ederek o manevî güneşin sohbetine mazhar olunur. Fakat böyle terakki, Risale-i Nur’un isbat ettiği gibi, Peygamber’in velayetiyle bir nevi sohbeti, kendi derecelerine göre ve kendi istidadları derecesinde olur. Fakat nübüvvet hakikatı, velayetten ne derece yüksek ise, ispirtizma vasıtasıyla veyahut terakkiyat-ı ruhiye cihetiyle mazhar olunan sohbet ve muhabere dahi, hiçbir cihette hakikî Peygamberle muhabereye yetişemeyeceğinden yeni ahkâm-ı şer’iyeye medar-ı ahkâm olamaz.

Evet dinden gelmeyen, belki felsefenin hassasiyetinden gelen celb-i ervah da; hem hilaf-ı hakikat, hem hilaf-ı edeb bir harekettir. Çünki a’lâ-yı illiyyînde ve kudsî makamlarda olanları esfel-i safilîn hükmündeki masasına ve yalanların yeri olan oyuncak tahtasına getirmek, tam bir ihanettir ve bir hürmetsizliktir. Âdeta bir padişahı, kulübeciğine çağırıp getirmek gibidir. Belki ayn-ı hakikat ve edeb ve hürmet ve istifade odur ki; Celaleddin-i Süyutî, Celaleddin-i Rumî ve İmam-ı Rabbanî gibi zâtların seyr ü sülûk-u ruhanîleri gibi seyr ü sülûk ile yükselerek o kudsî zâtlara yanaşmak ve istifade etmektir.

Rü’ya-yı sadıkada ervah-ı habise ve şeytan, peygamber suretinde temessül edemez. Fakat celb-i ervahta; ervah-ı habise, belki peygamberin lisanen ismini kendine takıp, sünnet-i seniyeye ve ahkâm-ı şer’iyeye muhalif olarak konuşabilir. Eğer bu konuşması şeriatın ahkâmına ve sünnet-i seniyeye muhalif ise tam delildir ki; o konuşan ervah-ı tayyibe değildir, mü’min ve müslüman cinnî de değildir, ervah-ı habisedir. Bu şekilde taklid ediyor.

Sâniyen: Şimdi Nur talebeleri böyle mes’elelerde derse muhtaç değildirler. Risale-i Nur, herşeyin hakikatını beyan etmiş. Başka izahata ihtiyaç bırakmamış. Risale-i Nur onlara kâfidir. Fakat Nur talebesi olmayanların aynı muhaberede, ahkâm-ı şeriat ve sünnet-i seniye esasatına muhalif telkinatı dinlememeleri lâzım ve elzemdir. Yoksa büyük hata olur.

Bir İhtar: Bu mektubdaki ruhlarla muhabere mes’elesine karşı edilen şiddetli tenkid; ecnebiden, fen ve felsefeden ve manyetizma ve ispirtizmadan gelen ve manevî bir şekli giyen bir meşrebe karşıdır. Yoksa İslâmiyet’ten ve tasavvuf ve ehl-i tarîkattan gelen ve bir derece ruhlarla muhabereye benzeyen ve naehillerin girmesiyle bir derece sû’-i istimal edilen ve pek az olan bir kısım sofilerin sofiliğine karşı değildir. Gerçi onlarda da bir cihette bazılara zarar olabilir. Fakat öteki gibi hiçbir cihette aldatıcı değil ve İslâmiyet’e hiçbir cihette zarar niyeti yok. Hem o ecnebiden gelen meşreb ise, hem tarîkat ve hem İslâmiyet aleyhinde olduğu gibi, o sofuların mesleğini de sukut ettirmeye çalışıyor ve âdileştiriyor.

Ehl-i tasavvufun zaîf ve tam sünneti yerine getirmeyen kısmı dikkat etsinler, kendilerini onlara benzetmesinler.” Allah böyle sapkın şeylerden ,şeytanın ve pis ervahların oyuncağı olmaktan bizleri ve neslimizi muhafaza etsin.Amin

Çetin KILIÇ

Kaynak;Risale-i Nur Külliyatı