Etiket arşivi: Dr. Hakan Yalman

Helâket ve felâket asrı

Son dönemlerde özellikle aile hayatının ciddî sıkıntıya girdiği ve sosyal düzende çatlama sebebi olacak bir süreç gözleniyor. Sosyal düzenin en büyük sigortası olan güvenin sürekli iyice azaldığını ve hatta aile hayatına kadar giren bir problem olduğunu gözlemek gelecek için gerçekten endişe verici bir durum. Boşanma taleplerinin gittikçe artması, ayrı anne babanın yetiştirmeye çalıştığı çocuklar ve toplumu yaralayan pek çok aile kaynaklı problemler çözülmediği takdirde küresel ısınma, ekolojik dengenin bozulması gibi hallerden çok daha ciddî sıkıntılara yol açacak gibi.

Aile hayatında yaşanan problemlerden en önemlisi eşler arasındaki güvenin kaybolması olsa gerek. Bu halin dini hassasiyetleri olan insanların arasında ve bu özellikteki ailelerde de yaşanıyor olması gerçekten ahir zaman içinde yaşıyor olduğumuz noktasında ciddî endişeler doğuruyor. Şu an özellikle hanımların, beylerine güveni önemli ölçüde sarsılmış durumda. Bu hal aynı şekilde beylerden hanımlara da yöneliyor.

Sağlıklı bir toplumun temel şartı olan karşılıklı güven eğer aile içinde kaybolmuşsa cemiyetin geri kalan kısmının ne halde olduğunu tasavvur etmek bile dehşet duygusunu galeyana getirmeye yetiyor. Güvenin kaybolması toplumda anarşinin temel kaynağı olarak kabul edilmeli ve İslâm dininin güvenle özdeş olarak algılandığı Asr-ı Saadet berraklığına dönüş için çok ciddî adım atılmalıdır.

Hayatta yapılan akitlerin en kutsalı evlilik akdi olmalıdır. Bu yüzden olsa gerek evlilik akdi dinle bağlantılı ve kutsal bir boyutu olan hal olarak algılanmaktadır. Hemen hemen bütün kültürlerde bu evlilik ve kudsiyet bağı yerleşmiş gibidir. Evlenen çiftler kutsal ve her açıdan mutluluk duâsı olan bu durumda “evet” kelimesi çok geniş anlamlar içermekte ve hanım beyine malının ve namusunun bekçisi olacağına dair söz vermekte ve bey de hanımına ailesinin himayesini üstleneceğine ve nazarını başkalarına çevirmeyeceğine ve huzurlu bir hayat yaşatmak duâsı anlamında elinden gelen her şeyi yapacağına dair söz vermektedir.

Karşılıklı tarafların bu samîmî sözleri Kâinat Sultanı’nın en hoşuna giden hallerden biri olmalıdır. Bu âlemde ve sonsuzluklar âleminde bu samimî birliktelik hali çok lâtif ve gerçek insanlık samimîyetini ortaya koyan bir pembe mendil safiyetinde Rabbi’ne yönelen duâların toplum hayatına ne kadar samîmîyet kattığı insanlık tarihinde açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Son zamanlarda beni en çok şaşırtan hal dinî bir hayat hassasiyeti olan insanların ailelerinde aldatma ve boşanma noktasına getirecek güven kaybı hallerinin yaşanıyor olması. Karşısına kul hakkı ile gelinmemesi noktasında şiddetli tehditleri olan Sultan-ı Ezeli’nin huzurunda söz verdikten sonra, masum duyguları ile ve gelinlik berraklığı ile bütün hayatını ve en safi duygularını ortaya koyarak akit yapan şefkat kahramanlarına ihanetin tüyler ürpertmemesi çok şaşırtıcı bir hal. Oysa dehşetli ve bütün celâli ile tehdit eden Kâinat Sultanı’nın memleketinde zina ve aldatmanın imam nikâhı yaftası ile meşrulaştırılması gayreti gayretullahı galeyana getirecek ve cehennemi gayzından titretecek bir hal olmalıdır. Garip bir tecelli, verdiği akdin ve bunun Rabbi’nin huzurunda olduğundan haberdar değilmiş gibi peynir ekmek yeme rahatlığında evliliğin başlangıcındaki kutsi akde ihanet eden bir Müslüman kimlik gittikçe artan bir hâle gelmektedir. Bu hal dehşet verici ve tüyler ürpertici bir hal olmakla birlikte asrın fertleri bu dehşetin ve karşılığındaki cehennemî azabın farkında olmadan nefis ve arzuları uğruna insanlık ve kulluk imtihanını kaybetmektedir.

Hanımlar ve beyler! Titremeli ve kendimize gelmeliyiz. Dinimizin en temel gereği olan doğruluk ve istikameti ve ferdî bağlantılarda yerleşmesi elzem olan güveni en masum yapı olan ailede bile kaybetmişsek Rabb’imizin huzurunda yüzümüzün yerden kalkamayacağı mahcubiyeti şu andan yaşamalıyız.

Güzel ahlâkı tamamlamak üzere insanlığa rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) şu anki ailelerin çizdiği tabloya bakarken yüzünün nasıl bir hal aldığını hayal edelim. Bu halimizle, eşlerimizi bile aldatırken doğruluk dersini aldığımız o zatın huzurunda yüzümüzün ne hal alacağını ve ümmeti için mahşerin dehşeti içinde dahi feryat eden o zatı üzmenin hangi insanî boyutla izah edilebileceğini bir düşünelim. Müslümanlığın sadece ibadetleri şekli boyutla yapmakla ve namaz, kılıp oruç tutmakla olamayacağını, Rabb’imiz ezeli kitabında tekrarla ifade etmektedir. Bu eğriliklerimiz ve yamukluklarımızla hayatımız boyunca yaptığımız ibadetlerin yatıp kalkmak ve aç kalmaktan ibaret olması riski her geçen gün artmaktadır.

En kısa zamanda yolumuzu doğrultmaz ve buna aile içinde başlamazsak dallin güruhunda olmak da dahil çok ciddî vartalar bizleri beklemektedir. Bu silkiniş bütün bu tabloları ile hasaret ve felâket asrı olma ihtimali çok yüksek olan zamanımızın en önemli atılımı ve en elzem ihtiyacı olarak kabul edilmelidir.

22.01.2007

Dr. Hakan Yalman

Asrın en büyük ihtiyacı: Doğruluk

Şu an İslâm âleminin çözmesi gereken en önemli problem nedir? Bu problem aslında 1900’lerin başında tam da dünyanın önemli bir yol ayrımına geldiği noktada Bediüzzaman tarafından Şam Hutbesinde dile getirilmiş. İlginç bir şekilde üzerine vurgu yapılan önemli nokta doğruluk. Bu emrolunduğu gibi dosdoğru olması emrinin ardından saçları ağaran Hazret-i Muhammed’den (a.s.m.) asra ulaşan bir mesaj ve aynı ruh halinin asrın temsilcisi tarafından dile getirilmesi olsa gerek. 

“Ne olacak bu Müslümanların hali?” sorusu sıklıkla dile getirilirken akla gelen çözümler ekonomik açıdan güçlenme, nükleer silâhlar edinilmesi, güçlü İslâm orduları gibi daha makro planda ortaya konabiliyor. Oysa Bediüzzaman Şam’da tüm İslâm âlemine hitap ederken çok daha basit ve uygulanması çok kolay olan bir çözüm yolu ortaya koyuyor. Doğru olmak, yalan söylememek, güvenilir olmak… Bunun için maddî güç, ekonomik güç ve savaşmak gerekmiyor. Uygulanması çok kolay ve etkileri de çok kuşatıcı olabilecek bu yaklaşım pratik hayata en zor yansıyan durumlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. “Ne olacak Müslümanların hali?” sorusu ferdin dünyasında “Ne olacak benim halim?” mânâsına dönüştüğünde belki tüm dünyanın çözüm yolu daha kolaylaşacak.

 1994 yılında psikiyatri stajı için İngiltere’ye gitmiştik. Birlikte olduğumuz iki Hindistanlı doktor arkadaşın tebliğ cemaatı ile irtibatı vardı. Londra’da Merkez Camii’nde (Central Mosque) gideceğimiz şehre ulaşmadan önce dört gün kaldık. Bu esnada camide faaliyet gösteren tebliğ cemaati ile tanışma ve hizmet tarzlarını görme imkânı bulduk. Çoğunlukla İngiltere’de yaşayan Pakistanve Hindistan asıllı vatandaşlara yönelik bir gayret içindeydiler. Cemaatin önde gelenlerine İngiliz vatandaşlarına yönelik bir planları olup olmadığını sordum. Cevap çok ilginç ve etkileyiciydi: “İngilizlere gittiğimiz zaman ‘bizler gibi olun’ diyebilmeliyiz, bunu diyebilmek için Müslüman toplumun en azından yarısı davranış ve yaşantısında İslâma ve Kur’ân ahlâkına örnek olmalı. Oysa şu anki Müslüman topluluk bu halden çok uzak. O yüzden öncelikle Müslümanlara yönelik çalışıyoruz.”

 Bu aslında bütün dünya açısından üzerine odaklanmamız gereken noktayı da ortaya koyan bir yaklaşım. Şu an İslâm âleminin en büyük ihtiyacı İslâm ahlâkı ile ahlâklanmak olmalı. Bunun da merkezini sırat-ı müstakim ve emrolunduğu gibi dosdoğru olmak teşkil ediyor. Bu sonucun elde edilmesi için ne para, ne siyasî ve ekonomik güç ne de silâh ihtiyacı var. Kendini ila-yı kelimetullah ve İslâm dâvâsının yükselmesi konusuna adayan herkesin bu noktaya ağırlık vermesi durumunda doğacak sonuç ise para, siyaset ve silâhla elde edileceklerden çok daha fazla ve çok daha etkili olacak. Aslında o kadar basit ki, bir Müslümanın İslâma en büyük hizmeti doğru, sözünde duran ve ticaretinden emin olunan bir insan olmak. Müslümanın maddî güç elde etmesi gereği ve bu şekilde İslâm dünyasının güçleneceği tezinden hareketle yapılan ahlâkî ve ticarî yanlışların İslâm anlayışına ve Müslüman imajına ne kadar derin ve tedavisi güç yaralar açtığı ortada.

 Asr-ı Saadetin en büyük farklılığı belki de bu. O dönemin anlayışı ve Müslüman algısı her Müslümanın potansiyel doğruluğuna işaret ediyor olmalıydı. Müslüman kavramının doğruluğa işaret etmemesi bile çok acı bir halken yalancılıkla ve güvensizliğin alâmeti olarak algılanması nasıl kabullenilebilir. “Sakallı ile, hacı-hoca ile iş yapmayacaksın” türünden sözlerin söylenmesine zemin hazırlayan uygulamalar hangi toprakların elde edilmesi, hangi ekonomik güç ve hangi nükleer silahla düzeltilebilir?

 Artık gideceğimiz yönü ve hedeflerimizi doğru belirlemenin zamanı geldi. Duyguların hakim olacağı önümüzdeki asırda en çok ihtiyaç duyulacak güven duygusu doğruluğun üretileceği zemin İslâm coğrafyası olmalı. Bunun da başlangıcı her ferdin kendi hayatında ciddî bir adım ile kıldığı namazların her rekatında dile getirdiği sırat-ı müstakim mânâsını yaşamak duâsı ve ciddî gayreti olmalı. “Ben İslâma hizmet etmek istiyorum, ne yapmalıyım?” diyen birine ve kendime şunları söylemeliyim diye düşünüyorum:

 1- Kesinlikle ve hiçbir şekilde yalan söyleme.

 2- Verdiğin sözü yerine getirmek hayatının en önemli maksadı olsun.

 3- Borcunu zamanında öde ve alacaklıyı istemek zorunda bırakma.

 4- Duyguların ve davranışların örtüşsün. Basit hedefler için tebessümün safiyetini içtenliğini heba etme.

 5- Her işinde samimiyet ve ihlâs esas olsun.

 6- Bunları sağlayamadığın durumda Müslüman kimliği ile ortaya çıkma.

 15.01.2007

 Dr. Hakan YALMAN

Güzel görmek, güzel düşünmek

Olaylar, açısına göre, şekil ve büyüklük değişikliğine maruz kalabiliyor. Aslında yaşadığımız her şeyin bir izafiliği ve bize göre oluşu hep söz konusu. Bir olayı değerlendirirken bu durum hep dikkate alınmalı ve olayın gözüktüğü boyutla gerçekliği arasında fark olabileceği unutulmamalıdır. Zaman zaman olayların içinde boğulmak ferdi çok yıpratabilir ve varlığın gerçek anlamından da uzaklaştırabilir. Olaylar karşısında sağlam bir duruş ve sağlıklı bir bakış açısı, ancak olayların kişiye göre yansımasını fark etmekle mümkün olabilir. Herkesin muhatap olduğu bir varlık âleminden çok, herkesin bakış açısı ile şekillenen âlemler söz konusudur. Bu bakış açısıyla olayları etkilemekten çok, kendi dünyanızı düzenlemek yolunda çaba sarf edersiniz.

Büyüklük ve küçüklüğün kendi ölçülerimiz içinde değerlendirildiği bu âlemde zaman zaman ölçüler karışabiliyor. Bakış açısı ve içinde bulunduğunuz konuma göre büyüklük ve küçüklük ölçüleri değişebiliyor. Bir ülkenin kralı, onca azameti ve onunla ilgili büyüklük algılarına rağmen gözün göremediği bir mikroba mağlup olabiliyor. Koca bir havuzu bir damla kirletebiliyor. Sadece bir dokunuş çok şeyleri değiştirebiliyor. Bazı zamanlar da yıllarca süren çalışmaların sonucu yalnızca bir dokunuş ile bitebiliyor.

Zaman zaman kafamızda büyüttüğümüz ve dar ölçülerimizle küçük gördüğümüz için kıymetini bilemediğimiz şeyleri sorgulamalıyız. Gelenekler, maddî bakışın oluşturduğu değer yargıları bir gözlük oluşturuyor ve bu gözlük sadece maddî şeyleri büyütüyor. Belki bazı anlarda sadece maddî şeyleri gösteriyor. Oysa madde sadece bazı duyguların yaşanması için bir araç. Bu konumundan öte geçtiğinde ve hak ettiğinden fazla büyütüldüğünde duyguları da gizliyor. Duyguların gizlendiği ve sadece maddenin ön plana çıkarıldığı bir dünyada küçülen ve göz ardı edilen başka bir gerçek de ölüm. Maddî gözlükler ölümü göstermek istemiyor ve çoğu zaman gölgeliyor.

Görmemek ya da görmezden gelmek pek çok zaman çözüm getirmiyor ve çoğu zaman çözümü güçleştiriyor. Kaçarken görülmeyen ve uzaklaştığı hissi ile küçültüldüğü zannedilen şeyler gözlük kırıldığında çok büyümüş olabiliyor. Gözlüklerin oluşturduğu hayal dünyasında yaşamaktansa, mertçe gerçekle yüzleşebilmek pek çok zaman çözümün başlangıcı olabiliyor.

O yüzden hiç bir şeyi olduğundan daha küçük ya da daha büyük algılamak gibi bir yanılgı içine girmemeliyiz. Zaman zaman bu algı bizi rahatlatıyor olsa bile… Her zaman için vaktinde algılanan tehlikeler daha rahat atlatılmıştır. Çoğu zaman çözüm aramak yerine kaçmak korkulan sonuçları daha da büyütmüştür.

Büyüklük ve küçüklük kavramlarını bu ölçülerle yeniden gözden geçirdiğinizde, hayal ve zihin dünyasını şöyle bir dolaştığınızda görülecektir ki çok büyütülen şeyler, aslında çok küçük ve çok küçük görülen şeyler aslında çok büyük. Bazı zamanlarda yürekten bir dokunuş milyarlar harcanarak alınan bir hediyeden daha kıymetli olabiliyor. Çölde bir damla suyun tonlarca altından, zümrütten ve yakuttan daha kıymetli olması gibi. Kaybından dolayı üzüldüğümüz milyarları, ihtiyaç durumunda kolunu, gözünü, kulağını, burnunu ve belki de tek parmağını tekrar elde edebilmek için rahatlıkla harcamayı herkes göze alacaktır. Şu an bütün bu zenginliklerin sahipliğinden kaynaklanan mutluluğun tadını çıkarmaya çalışmalıyız.

Olaylara yeni ve doğru bir bakış açısı geliştirmek için olumluluklar üzerine odaklanmalıyız. Olumluluklar üzerine odaklanabilmek için onların farkında olmamız gerekiyor. Farkındalık bir çok güzelliğin yaşanabilmesi için önemli bir başlangıçtır. Asıl güzel olan ise sahip olduklarımızı kaybetmeden önce fark etmektir. Sabah kalktığında elinin, gözünün, kolunun ve bütün organlarının sağlıklı bir şekilde işliyor olduğunu fark ederek ve bunları Rabbinden gönderilmiş hediyeler olarak algılayarak güne başlayan insan, o günü çok daha enerjik ve mutlu geçirecektir.

Monotonluk farkındalığın önünde ciddî bir engel teşkil ettiği için zaman zaman olayların tek düze işleyişinden sıyrılıp fark etmemiz gereken detaylara odaklanmalıyız. Detaylarda gizlenmiş olayları fark edip incelikleri algıladıkça çok yakınımızda olan güzellikler keşfedilmiş olacaktır. Bu aynen her gün önünden geçtiğimiz, ama odaklanmadığımız için fark edemediğimiz bir işlemenin yolunuz üstünde olmasına rağmen odaklanmamaktan dolayı fark edilmemesine benzer. O halde insan varlık ortasında güzellik avcısı gibi yaşamalıdır. Özellikle güzelliğe odaklanmalı, her türlü olayın detayında ve arka planındaki güzelliği keşfetme gayreti içinde olmalıdır. Bu aslında hayattan lezzet almanın formülüdür. Güzel görmek ve güzel düşünmek başlangıçta özel bir gayret ve yöneliş gerektirecektir zaman içinde refleks şekline dönüşecektir. Bu hayatın her anını ve yaşanan bütün olayları iyi ve kötüsüyle güzellikleri anlatan muhteşem bir tabloya dönüştürecektir.

11.12.2006

Dr. Hakan Yalman