Etiket arşivi: gençlik

Örnek Nesil ve İmam Hatipler

Madde ile manayı sinesinde mezcedebilen, kavli ve fiilleri tutarlı olan, millet ve memleketine hizmeti ibadet kabul eden, kendini muhabbet fedaisi olarak algılayabilen, madde ve makam karşısında eğilmeyecek/eğilemeyecek kadar sağlam bir omurgaya sahip olan, vatan ve millet aşkıyla coşan ve hizmete koşan,  maddi ve manevi değerlerini bilen/koruyan, başkalarını ötekileştirmeden anlamaya çalışan,  saadet-i dareyni kazanma/kazandırma gibi ulvi gayretleri/gayeleri olan bir ruh ve şuura sahip olmak demektir örnek nesil.

İmam Hatipliler ise – ekseriyet itibariyle- yukarıda zikredilen meziyet ve faziletlere sahip olan güzide bir nesildir. Fedekârâne gayretlerin bir eseri olarak ortaya çıkmıştır bu altın nesil. Bu neslin yetişmiş olduğu İmam Hatip okullarının harcında ise Anadolu insanının alın teri ve gözyaşları vardır.

İmam Hatiplilerin  -çift kanatlı kuş misali-  hem pozitif ilimlere hem de dini ilimlere vâkıf olmaları ve Mevlana’nın “edep ilimden önce gelir” kaidesine göre amel etmeleri,  onların örnek bir neslin çatısı altında farklı bir yer ve öneme sahip olmalarına sebep olmuştur. Ayrıca bu husus, mevcut örnek nesle –müspet manada- te’sir etmelerine vesile olmuştur.

Ülkemizin insanı, Anadolu Coğrafyasında meydana gelen birçok olumsuzlukların temelinde “emanetin ehline verilmeyişi”  sebebinin yattığının farkındadır. İşte bu yüzden günümüzde İmam Hatip Okullarına ve nesline iade-i itibarın verilmiş olması, yukarıda zikredilen hatanın Anadolu insanı tarafından algılandığının en bariz bir örneğidir.

Çünkü İmam Hatip Okullarının şa’şaalı dönemlerinde,  ülkemizde örnek bir neslin mevcudiyeti daha çok hissedilir olmuştur. Devletin birçok kademesinde görev alan İmam Hatipliler,  sağlam ve kararlı duruşları ile Anadolu Milletine bir kuvve-i maneviye ve sonraki nesillere de bir hüsn-ü misal olmuşlardır.

Umumiyetle İslamiyet’i en temiz duygularla benimseyen İmam Hatipliler, “nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez” prensibine göre hareket ederek Müslümanlığın esaslarını ve kaidelerini öncelikle kendi hayatlarında tatbik etmiş olmaları, örnek neslin inşasına katkılarının en önemli sebeplerindendir. Kısacası önce İslam’ı temsil etme sonra tebliğ etme düsturunu kendilerine rehber edinmişlerdir.

İşte bu gibi sebeplerden dolayıdır ki hamiyetperver olan milletimiz, fıtrî bir ihtiyaç olan din ve mukaddesatı talim ve tebliğ eden dindar nesil İmam Hatiplilere ve bu neslin yetişmiş oldukları muhabbet ve hürmet merkezli eğitimin adresi olan İmam Hatip Okullarına sahip çıkmış ve çıkmaktadır.

İbrahim YARDIM / İlahiyatçı-Yazar

Öyle Bir Genç Ki..

Gençlik; yarınların umudu, geleceğin sermayesi, yaşlıların hayat kalitesi ve mutluluğunun niteliğine bağlı olduğu insan kategorisidir. Eğer nitelikli bir gençlik yetiştirirseniz, geleceğiniz parlak olur. Bu münasebetle hayal ettiğim gençliği tanıtmak istedim.

Öyle bir genç ki;

Kendini sever, çevresini sever, kâinatı sever. Bu sevginin kaynağını itikadından alır. Bu sevgi ile yüce Yaratan’ın rızasına kavuşmaya çalışır. Dolayısıyla her geçen gün daha da olgunlaşır, ruhu yücelir, yüce Yaratan’ın katında değeri artar, Cennetül firdevse varis olur.

Öyle bir genç ki;

Çevresiyle barışık, nitelikli, eğitimli, sağlıklı ve edepli. Etrafına güven veriyor, o tatlı tebessümüyle. Vakarlı duruşu, seviyeli yorumları, yerinde ve anlamlı konuşmaları, kalemi kılıçtan üstün tutan ancak, gerektiğinde zalime, zorbaya dur diyebilen bir genç.

Diyarbakır’ın bir sözü var;

“Baktın ki bela geliyor de dur!

Baktın ki eve giriyor o zaman vur”

Öyle bir genç ki;

Doğru konuşan, doğru yaşayan, doğruyu müdafaa eden “Kurtuluş Doğruluktadır” şiarını benimseyen, kendisi adil davrandığı gibi, adaleti savunan, yanlışa göz yummayan, zulme karşı hassas olup, Bil fiil müdahale eden, Sözle müdafaa eden, en azından kalben buğz edebilen bir delikanlı. Hakkı dile getirmekten çekinmeyen bir beyefendi.

Öyle bir genç ki;

Dünya ve ahret dengesini elinden geldiği kadar sağlamaya çalışıyor, dünyaya çalışırken; sadaka verecek duruma geleyim, Kard-ı hesen verebileyim, alan el yerine veren el olayım diye çalışıp çabalıyor. Dünyalık kazanan, ancak sevgisini kazanmayan, ihtiyaca binaen Allah rızası için çalışan, güçlü ve başkasına muhtaç olmayan, kazandıkça yüce Rabbi’ne şükür etmesini bilen, inanarak zekâtını hakkıyla veren, Helal kespten yorgun argın düşüp günahlarının mağfiretiyle yatmasını beceren bir genç.

Zühd Psikolojisiyle

“Eli karda,  gönlü yarda” olan mana adamı.

Öyle bir genç ki;

Aile kavramını önemseyen, anne babasının rızasını arayan, akrabalık münasebetlerinde birleştirici bir aktör olan, komşularına sıkıntı yerine katkıda bulunup güven veren, toplumda emin, güvenilir bir insan olarak varlığı insana ünsiyet, yokluğu ise sıkıntı veren kendisini özleten bir genç.

Öyle bir genç ki;

Yüce Allah’ı zikreden, zikrettikçe kalbi mutmain olan, dolayısıyla hayattan lezzet alan, bu dünyanın boşuna yaratılmadığını, canlı cansız bütün varlıkların yüce Allah’a ait olduğuna can-ı gönülden inanan, tasarruf hakkının geçici bir süre için insana verildiğini bilen, bu dünyayı vasıta ederek Allah’ın rızasına kavuşmayı hedefleyen, uyanık bir genç.

Öyle bir genç ki;

Kibirli değil ama vakarlı, gururlu değil ama onurlu, ne cimri ne savurgan, ikisi arasında denge kurabilen, yeryüzünde yürüyüşü bile model, izzetli gidişatını kıskanılan, meleklerin bile ayaklarının altına kanatlarını serdiği bir genç.

Böyle bir genç; yüce Allah’ın rızasını kazanmak için ilimle, irfanla, edeple yaşayan bir gencin niteliğini taşıyan bir gençtir.

İnanıyorum ki yeryüzünde milyonlarca bu özelliğe sahip gençler vardır. Ama dağılımı homojen değil. Keşke bu oran genelde ülkemizde, özelde şehrimizde daha fazla olsaydı. Önemli olan bizim de bu insanlık ordusuna katılmaya niyetli olmamız, bu medeniyet safına katılmak için çaba sarf etmemizdir.

Bunun için okullarımıza sahip çıkalım, çocuklarımıza neler öğretiliyor takip edip, bir terslik varsa hakkımızı arayabilelim.

Çocuklarımıza öğretilen okul müfredatı, bu nitelikte bir genci yetiştirmeye elverişli midir diye, üç kere düşünelim..

Acaba kaç tane veli bunu düşünüyor, önemsiyor, araştırıyor. Asıl sorun budur.

Çocuklarımızla ilgilenelim ki, yarının kaliteli gençleri olarak karşımıza çıksınlar.

Selam ve Dua ile.

Eyüphan Kaya

www.NurNet.Org

Gençliğimizi nerede tüketiyoruz?

Bağımsızlık ve topluma karışma çağı olarak adlandırılır gençlik. Nefsanî istekler doğrultusunda yaşanma isteğinin had safhada olduğu bu dönemin nerelerde tüketildiği büyük önem kazanıyor.

Bir gün Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Eyyüb el-Ensarî’nin evinde ashabı ile sohbet ederlerken dışarıdan, “Ya Resûlullah! Görülecek, halledilecek bir işim var. Halli için içeriye girmeme müsaade buyurur musunuz?” diye bir ses geldi. Bunu işiten Efendimiz ashabına dönerek, “Bu sesin sahibinin kim olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu. Ashab-ı Kiram ise, “Allah ve Resûlü en iyi bilendir.” dediler. Resûl-i Ekrem de, “O, melûn İblîs’tir. Allah’ın laneti onun üzerine olsun.” buyurdu. Ardından İki Cihan Serveri, “Ya mel’un! Söyle bakalım. İnsanlar arasında en çok sevmediğin kimdir?” diye sordu. İblîs, “Sensin ya Muhammed.” diye cevap verdi. Resûlullah hemen sonra, “Benden sonra en çok kimleri sevmezsin?” diye sorunca bu sefer İblîs, “Adil devlet reislerini, ilmiyle amel eden âlimi, varlığını Allah yoluna adayan müttakî genci.” diye cevap verdi. İblîs’in sevmedikleri arasında, Resûl-i Zişan Efendimiz’den sonra müttakî bir gencin gelmesi, hepimize bir şeyler işaret ediyor aslında.

Bağımsızlık ve topluma karışma çağı olarak adlandırılır çoğu zaman gençlik. Birey bu dönemde, çocukluk zamanlarına kıyasla evden kopar ve yaşıtlarıyla kaynaşma imkânı bulacağı faaliyetlere yönelir. Fakat dışarıda onu bekleyen uyuşturucu, alkol ve kumar gibi onlarca tehlike söz konusu. Ebeveynlerin esas sıkıntısı da işte burada başlıyor. “Acaba çocuğum doğru kişilerle arkadaşlık kuruyor mu?” sorusu akıllarda yankılanıyor. Bu tedirginlik hali, çoğu zaman anne-babayı ve genci karşı karşıya getiriyor.

Yaşadığı evre itibarıyla gençler, günaha daha müsait bir yapıda bulunuyor. İblîs’in Peygamber Efendimiz’le konuşurken söylemiş olduğu şu sözler, bunu gözler önüne seriyor: “Benim yetmiş bin tane çocuğum vardır. Onların her birini bir yere tayin etmişimdir. Her çocuğumun da yetmiş bin tane şeytanı vardır. Onların bir kısmını ulemaya, bir kısmını meşayiha, bir kısmını ihtiyar kadınlara musallat ettim. Bir kısmını da gençlere ve çocuklara gönderdim. Gençlerle aramız gayet iyidir.”

İslâm fıkhının maksatlarından biri de nesli korumak ve sağlıklı bir toplum yapısı oluşturmak. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bir taraftan güzel ahlâkı ile insanlara örnek olurken, diğer taraftan ortaya çıkan ve çıkabilecek problemleri önlemek için büyük gayret sarf etmiş. Bunun için gençlere sahip çıkmış, onlara nefislerini korumak için ya evlenmelerini yahut oruç tutmalarını tavsiye etmiş. Nebi bir hadislerinde şöyle buyuruyor: “Ölümden önce hayatın, yaşlılıktan önce gençliğin, çok işten önce boş zamanın değerini biliniz.” (Fethulbarî, 14/9)

Gençliğin en temel problemi: Ahlâkî erozyon

Günümüzde genç olmak oldukça zor. Kapıdan dışarı adımınızı attığınız andan itibaren zihinleri ele geçirmek için çabalayan o kadar fazla etken var ki. “Genciz, asiyiz, dik başlıyız, delikanlıyız, kanımız hızlı akıyor…” nevinden bahaneler de mevcut. Çevre ve fiziksel faktörler bir araya geldiğinde, bugünün gençliğinin en büyük problemi çıkıyor ortaya: Ahlâkî erozyon. Her ne kadar gençlerin buna maruz kalmamaları için ebeveynlere büyük bir iş düşse de, günümüzde teknolojinin gelişmesi ve hayatın her alanına nüfuz etmesi nedeniyle aileler çoğu zaman çaresiz kalabiliyor. Durum böyle diye gençler, başıboş ve serbest bir şekilde mi yetiştirilmeli? Sorumuzu yönelttiğimiz pedagog Adem Güneş, bugün gençlerin en büyük sorunlarından birinin ‘aidiyet yoksunluğu’ olduğunu düşünüyor. Güneş, gençlerin kendilerini ebeveynleri ile bir bütün halinde hissetmekte zorluk çektikleri için, kendilerine yeni ilgi alanları oluşturduğunu söylüyor: “Oluşan her yeni ilgi alanı aileden farklı değerleri yaşatır gence. Birçok anne-baba, ‘Oğlum durduk yere kulağına küpe takmak istiyor.’ diye sık sık kapımızı çalıyor. Aslında burada ailesi ile bağ oluşturamamış bir çocuğun dışarıda bağlandığı arkadaşlarının bir özelliğini kendisi de taşımak istediğinin haberini veriyor. Zira kim kendini nereye ait hissederse, kendisini ait hissettiği yerin tavır ve davranışlarını, ahlâkî değerlerini de benimser.”

Ailelerin gençlere karşı takındıkları tavır da burada çok önemli. Uzmanlara göre ne baskı ne başıboş bırakma ne sürekli eleştirme ne de sürekli övme olmalı. Aileden beklenen, daima dengeyi gözeten bir yaklaşım.

Yapılan araştırmalar, ferdin ahlâkî, sevgi, şefkat gibi değerlerle mutlu ve başkaları ile ilişki kurabilme kabiliyetine sahip bir benlik inşa etmesinin, öncelikle din ve dinî değerlerle mümkün olabildiğini gösteriyor. Araştırmalarda her türlü dinî ibadet ve yaşantının, insanın ferdî ve içtimaî hayatı üzerinde anlamlı etkisinin olduğu görülüyor. Adem Güneş de “İman, insanı insan eder. Sağlam bir iman, kuvvetli bir inanç ve ihlaslı ibadetlerle kişinin kendisini iyi, stresten uzak ve sağlıklı hissetmesi arasında pozitif ilişkiler tespit edilmiştir.” vurgusunda bulunuyor.

Gençlik damarı, akıldan çok hisleri dinler. His ve istekler ise kördür; geleceği görmez. Hazır birazcık lezzeti, ilerideki birçok lezzete tercih ederler. Gençliğin büyük bir kısmının bugün belli ölçülerde bir kimlik bunalımı yaşadığı aşikâr. Günümüz dünyası da, gençliği nefsanî istekler doğrultusunda yaşayan bir kitle olarak görüp gösterme gayretinde. Nitekim bu istekleri her ne şekilde olursa olsun tatmin etmek ise özgürlük olarak takdim ediliyor. Hal böyle olunca yeni nesil, yüksek ideallerden uzaklaştırılırken, hayatını anlamlandıracak bir şey bulamıyor. Bu idealleri gençlere çocukluk çağından itibaren nakış nakış işleyecek olan ise hiç kuşkusuz aile. Hz. İbrahim’in (as) yapmış olduğu şu dua, aslında her ebeveyne örnek olacak cinsten: “Ey Rabb’imiz! Bizi Sana ibadet edenlerden kıl! Çocuklarımızdan Sana itaat eden bir ümmet çıkar.” (Bakara, 128)

Harun İlhan / Yenibahadergisi

h.ilhan@zaman.com.tr

Gençlik ve Evlilik

Geçen hafta Çarşamba günü (24.4.2013), Bolu- Gerede’de yaşayan araştırmacı-yazar Yusuf Özcan vefat etti ve ertesi gün büyük bir cemaatle namazı kılınarak defnedildi. Bazı milletvekilleriyle birlikte  İstanbul milletvekili ve eski dahiliye vekili İdris Naim Şahin de, 25.4.2013 tarihinde Gerede’ye bu cenaze namazına katılmak için gelenler arasındaydı

Yusuf Özcan 1948’de Ayancık’ta doğdu. Doğum yeri olan Büyükdüz köyünde İlkokulu bitirdikten sonra (1959), memleketinde beş yıl müddetle çiftçilik ve işçilikle meşgul oldu. 1971’de Düzce İmam-Hatip Okulu’ndan, 1975’te İstanbul Yüksek İslâm  Enstitüsü’nden mezun oldu. 1975–1976 öğretim yılında Rize-Fındıklı Lisesi’nde din dersleri öğretmenliği yaptı. Kırklareli’nde yedek subay olarak askerliğini tamamladıktan sonra, 1978–1983 yıllarında Kırkağaç İmam-Hatip Lisesi’nde meslek dersleri öğretmeni olarak görev yaptı. 1983–1999 yıllarında Gerede İmam-Hatip Lisesi’nde devam eden öğretmenlik hayatından sonra, kitap çalışmalarına daha geniş zaman ayırabilmek için, emeklilik hakkını elde ettiği yıl emekliye ayrıldı. İkamet ettiği Gerede’de 185m2 lik dairesinde sekiz bin ciltlik özel kütüphanesi vardı ve temel kaynakları inceleyip en doğrusunu araştırarak kitap hazırlamağa çalışmaktaydı.

Buna rağmen, çok sayıda kitabı yoktu. Onun kitap hazırlamaktaki hedefi, gençliğe hayat rehberi olabilecek eserler verebilmekti. Sadece namaz ve evlilik mevzuunda, gençliğe en iyi rehber olabilecek kitapları hazırlayabilmek için her birinin üzerinde on yıl çalışarak hazırladığı “Gençlik ve Namaz” ile ”Gençlik ve Evlilik)” (Evlilik Rehberi) adlarındaki iki mühim kitabının Türdav Yayınevi tarafından yıllardır yeni baskıları yapılmaktaydı.

İçinde bulunduğumuz âhirzamanın dehşetli şartları içerisinde gençliğin ifsadına çalışan şer güçler gayelerine erişebilmek için çeşitli vasıtaları kullanırlarken, bunlara karşı o da “Gençlik ve Namaz” ile “Gençlik ve Evlilik” (Evlilik Rehberi) adlarındaki iki mühim kitabı ile, kırk yıldır gençliğin manen tahribini önlemeğe ve onlara faydalı olmağa çalışıyordu.

Yakın zamanda medyada yer alan bir habere göre, halen nüfusu 76 milyon olan Türkiye’de evlenmek çağında olanların nüfusu 19 milyondur ve bunların 5 milyonu evlidir. Geri kalan 14 milyonda her iki cinsiyettekilerin sayısının eşit olduğu farzedilse, evlenme çağında 7 milyon erkek ve 7 milyon da kız bulunmaktadır. Evlilik için bunlar birbirlerini nasıl seçeceklerdir?

Yusuf Özcan’ın “Gençlik ve Evlilik” (Evlilik Rehberi) adındaki kitabının 116-120 sayfalarında, buna da cevap veren bir kısım şöyledir:

“……………….

Aşk ve sevgi:

Evlilikte karşılıklı sevgiye şiddetle ihtiyaç olduğundan, evlenmeden önce görüşüp tanışmakla, ikisi arasında lüzûmlu olan sevgi ve arzunun doğması temin edilir. Şüphesiz ki bu sevginin, aşk derecesinde olmasına hâcet yoktur. Ama iyi niyete bağlı olan aşk da aslında güzeldir. Yeter ki aşk ve sevgi, akıl ve irâdenin kontrolünden çıkmasın, sâhibini iyiliğe ve olgunluğa sevketsin. Marazi olmayıp sıhhatli hâliyle firkatten vuslata eren tabiî aşk, hasret ve heyecanını kaybeder, muhabbet ve sükûnetle devam eder. Ama âşık olan gençler, normal şartları ve imkânları lüzûmundan fazla zorlamamalı, gerekli teşebbüsler dışında mutlaka sevdiğine kavuşmak arzusuyla, yersiz mâceralar peşine düşmemelidir. Kişinin kendisi için kimin daha hayırlı olacağı bilinemeyeceği gibi, kısmetten öte de bir şey ele geçmez. Âşık olan, sevdiğiyle evlenmeyi aşkının vazgeçilmez şartı ve gayesi olarak kabûl etmemeli, kavuşma imkânı bulunmayınca, ayrılığa katlanmak da âşığın vasfından olmalıdır. Maksadına ulaşamayan âşık, isyan ve nefretten uzak kalmalı; sabır ve şefkatle kaderine râzı olmalıdır. Her şeyin hayırlısını en iyi bilen Allah’tır. Hasretine sabreden nâmuslu âşık, bunun sevâbına kavuşacağı gibi, belki ileride kendine daha münâsip bir çehreyle karşılaşacaktır… Bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmuştur:

“Kim âşık olur, iffetini koruyup aşkını gizleyerek ölürse, şehid olarak ölür” (26).

Evet, evlenme teşebbüsünde olanların, elverişli ve meşrû şartlar altında, harama kaçmayacak şekilde görüşmeleri, konuşup tanışmaları uygundur (27). Fakat nikâhlanmadan önce -sözlü veya nişanlı da olsa- kızın üstü-başı açık olarak görüşmek, onunla elele tutuşmak, tenhalarda başbaşa buluşup dolaşmak (flört etmek) câiz değildir. Böylesi, hem bu devredeki gençler için pek zararlı, hem İslâmiyette haramdır…

Birbirinin huy ve ahlâkını, bilinmesi gereken çeşitli hâllerini tanımak isteyen gelin ve dâmat namzetleri, bu vasıfları da, komşu ve yakınları aracılığıyla öğrenebilirler. Şahsiyeti ve âile çevresi meçhul yabancı kimselerle, yeteri kadar tanışmadan evlenmekten sakınmalı; âile çevresiyle iyiliği bilinen, tanışık kimselerden evlenmeyi tercih etmelidir.

Eş seçimi:

Şunu da unutmamalı ki, ana-babanın evlâdı için beğenip seçtiği namzetler, genellikle gençlerin sâdece kendi hevesleriyle seçtiği fakat ebeveynin hoş görmediği adaylardan iyi çıkmaktadır. Gençlerin, beğenmedikleri bir kimseyle istemeyerek evlendirilmesi, elbette doğru değildir. Onların rızâsı alınmadıkça, bu evlendirme câiz olmaz. Lâkin, ana-babanın hiç hoşlanmadığı kimselerle, illâ ki evlenmeye kalkışmak da hiç iyi değildir. Gerçi yaşı, fikri ve kültürü elverişli gençleri, mümkün olduğu kadar kendi tercihlerinde serbest bırakmak gerekir. Bununla birlikte en münâsibi hem evlenecek gencin, hem onun büyüklerinin uygun bulduğu, evlâd ve ebeveyn (ana-baba) arasında müştereken tasvib edilen kimsenin seçilmesidir. Babanın tercihi başka ananınki de başka olur, üçüncü bir tercih bulunmayıp evlâd da ikisinden birini seçme durumunda kalırsa, ikisi de aynı seviyede görülüyorsa, babanın münâsip gördüğünü tercih etmek düşer.

Sefâhete ve maddî menfaatlere düşkün olmayan anlayışlı ana-babalar, ekseriyetle evlâdı için daha uygun kimseyi seçebilmektedirler. Gençler ise, daha çok hissî düşündüklerinden, evlenme hususunda tek başlarına karar verip tercih yaparken, çeşitli hatalara düşebiliyorlar. Şu halde en iyisi, evlâd ve ebeveynin -yahut o makamdaki büyüklerin- müşterek tercihidir. Zira gençler, ekseriyetle aşk ve sevgi rüzgârına kapıldıkları zaman, birçok gerçekleri görmekten uzak kalıyorlar. Halbuki çok sevip büyük hayâllerle evlenen kimse, eşinde aradığını bulamayınca, hayâl kırıklığına uğrayıp sarsılabilir.

* * *

Evlenme teklifi:

Prensip olarak erkek tarafı, kız tarafına evlenme teklifinde bulunur. Fakat böyle olması şart değildir, önce kız tarafı da teklifte bulunabilir. Evlenecek olanlar, bizzat kendileri teklif ve istekte bulunabilecekleri gibi, büyükleri vâsıtasıyla da teklif yapılır. Asıl uygun olan da budur. Esasen bu konularda kesin bir kayda bağlanmadan, örf ve âdetlere itibar etmek daha güzeldir. Ancak başka bir kimsenin istediği kıza, o kimse vazgeçmedikçe veya onun rızâsı alınmadıkça, bile bile evlenme teklifinde bulunmak câiz değildir. Resûl-i Ekrem (Aleyhisselâm) bizi bundan menetmiştir:

“Bir kimse, mü’min kardeşinin sözlüsü üzerine evlenme teklifinde bulunmasın. Ancak birinci tâlib vazgeçmişse veya ona müsâade ederse başka” (28).

(Boşanmış veya kocası ölmüş kadına henüz iddet zamanı içinde -çıtlatma sûretinde değil de- açıkça evlenme teklifinde bulunmak câiz değildir (29). Nişanlı kızı, lüzûmundan fazla bekletmek de doğru değildir. Ya müsâit vaktinde evlenmeli veya evlenme imkânı yoksa, nişandan vazgeçip serbest bırakılmalıdır).

Mehir hakkı:

Mehir, evlenen kadının hakkı olan mal veya paradır. Bunun azı veya çoğu için, kat’î bir sınır yoktur. Herkesin hâline ve imkânına göre değişebilir. Evlenmeden önce peşin verilebileceği gibi, evlendikten sonra da verilebilir. Erkeğin, evlendiği kadına mehrini ödemesi vâcibdir. Mehir ve geline verilen hediyeler, kadının öz hakkıdır ve onun rızâsı olmadan kimse onu alamaz ve harcayamaz. Kız taraflarının, kıza verilmeden kendi hesaplarına, “başlık” veya “süt hakkı” nâmıyla erkek tarafından -hediye hâricinde- bir şeyler isteyip alması câiz değildir. Gereğinden fazla mehir teklif ederek, evlenmeyi zorlaştırmaktan sakınmalıdır. Hz. Peygamberimiz şöyle buyurur:

“Nikâhın (mehrin) hayırlısı, hafif olanıdır” (30).

(Birçok zararları görülen “başlık” âdetinin ortadan kalkması ve evlenen kızın da lâyık olduğu nikâh bedeline kavuşması, ancak “mehir” esaslarının iyi uygulanmasıyla mümkün olabilir… Mehir hakkında genişçe bilgi, üçüncü kısımda verilmiştir).

——————————

(26) Feyzu’l-Kadîr, 11/5910 (Hd. 8852-53); Keşfü’l-Hafâ, 2/234 (Hd. 2536); İbnü’l-Kayyim -ve bâzıları- bu rivâyeti şiddetle tenkîd etmektedir. Fakat bu hadîs aslında uydurma değil, zayıf hadîs olarak sâbittir. (Zâdü’l-Meâd, Beyrut-1987, 4/275 vd. dipnot açıklaması).

(27) Mektuplaşmaya gelince: Nâmahrem nişanlılar arasında, evli eşlere mahsus mahrem konuşma ve görüşmeler sakıncalı olduğu gibi, böyle mahrem ifâdelerle yazışmalar da câiz olmaz… Mektuplaşmak lüzûm ederse, ciddî bir üslûpla olması gerekir. Telefon ve internet de böyledir.

(28) Buhârî, Müsnedü Ahmed, Nesâî; İbn Teymiyye: el-Münteka, 2/496 (Hd. 3425-26).

(29) S. el-Bakara, 235.

(30) Ebû Dâvud, 2/408 (K. en-Nikâh, 32/2117).”

 ———-

Yusuf Özcan’ın “Gençlik ve Evlilik” (Evlilik Rehberi) adındaki kitabının 116-120 sayfalarından yapılan bu iktibasta bilhassa dikkat çeken hususlardan biri “Eş seçimi” başlığı altındaki, gençlerin eş seçimine nasıl karar verecekleri ile ilgili olarak söyledikleridir.

Halk dilinde çok yaygın olarak kullanılan “Kendi kendine gelin-güvey olmak” deyimi de, gençlerin eş seçimine -ailelerinin rızasını almadan- sadece kendilerinin karar vermemesi gerektiğine dikkat çekmektedir.

Risale-i Nur Külliyâtında yer alan ifadelerinin değeri zamanla daha iyi anlaşılan Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur talebesi erkeklere eş seçimi ile ilgili verdiği ölçü de, onun kâinat çapında en ehemmiyetli olan iman davası ile uyum halindedir: “Eğer hizmet-i Kur’aniye ve imaniyede yardımcı bir hanım bulsa alır. Hizmetine zarar vermez. Lillahilhamd bu neviden çok Nur talebeleri var, zevceleri onlardan geri kalmıyorlar. Belki kadınlardaki şefkatten gelen ücretsiz fıtrî kahramanlık ve hakikî ihlas cihetiyle zevcinden daha ileri gidebilir. Nur talebelerinin yetişmiş kısımlarından ekserisi evlenmişler, bu sünneti yerine getirmişlerdir. Risale-i Nur onlara der ki: Haneniz bir küçük Medrese-i Nuriye, bir mekteb-i irfan olsun ki; bu sünnet tam yerine gelsin. Sünnet-i seniyenin meyvesi olan çocuklar âhirette size şefaatçı olsunlar. Dünyada da iman dersini alıp size hakikî evlâd olsunlar. Yoksa bu otuz senede kısmen olduğu gibi, o çocuklara yalnız terbiye-i medeniye verilse, bir cihette o çocuklar dünyada faidesiz ve âhirette davacı olarak “Ne için imanımı kurtarmadınız?” diyeceklerinden peder ve vâlidelerini mahzun etmek, sünnet-i seniyenin hikmetine münafî olur.”

Risale-i Nur talebesi genç erkeklerin bir kısmının da belki hissiyatlarını ön planda tutarak gereğince dikkat edip eş seçimlerinde uygulayamadıkları söylenebilecek, Bediüzzaman’ın Risale-i Nur eserlerinde telkin ettiği, evlenmek için eş  seçiminde birinci derecede önem verilmesi gereken ölçü, yukarıda nakledilen bir tek cümle ile de özetlenecek olursa şöyledir: “Zevcinden geri kalmayacak şekilde hizmet-i Kur’aniye ve imaniyede ona yardımcı olabilecek, çok sayıdaki Nur talebesi hanımlardan birisiyle evlenmek.”

Prof. Dr. Mustafa Nutku

Çocuklar (Şiir)

Çocuklar okuyun durmayın sakın,                 

Çok dikkat ederek etrafa bakın,

Nasıl dönecek, belli değil çarkın,

Yakında gelecek rahmeti Hakk’ın.

 

koşan köylü çocuklarÇocuklar durmayın imkânlar sizde,

Çalışırsanız siz , ümit var bizde,

Çalışmak faydalı gecede günde,

Çalışan elbette, her zaman gözde.

 

Madde ve  manaya siz sahip çıkın,

Durmayın her yere mefkûre dikin,

Yazda biçmek için baharda ekin,

Gelecek günleri ümitle çekin.

 

Çalışın gençlikle hayat sürdükçe,

Başta gözleriniz berrak gördükçe,

İmkân gidecek yaş ilerledikçe,

Fırsat elden gider son gün geldikçe.

 

Sizdeki gençlik de, gidecek bir gün,

Bu cevher yok olur, gelirse son gün,

Buradaki hayat geçerse düzgün,

Öbür âlemde sen olmazsın özgün.

 

Âtiyi karanlık görmeyin sakın,

Güzel amellerin, senin yüz akın,

Gerçekleşecektir muradı Hakk’ın,

Dostlardan ayrılma günüdür yakın.

 

Orda biçmek için burada eksen,

Rahatı başkası zorluyu seçsen,

Müspet neticeyi Haktan istesen.

Durmayı başkası, koşmayı al sen,

 

Kardeş hareketle hayatı güldür,

Bugün çalışırsan gelecek düzdür,

Ömrün tamamını umutla sürdür,

Durmadan çalış ki, sesin çıksın gür.

 

 Abdülkadir Haktanır