Etiket arşivi: kadının çalışması

Hz. Zeyneb’in Atölyesi

Peygamber Aleyhisselam’ın aynı zamanda halasının kızı olan ve hicretin üçüncü yılında Hz. Peygamber’le 35 yaşlarında iken evlenen Zeyneb Bintu Cahş, deri işleme ustasıdır. Ham deriyi, o devrin usulünce debbağlayarak işlemekte, sonra da ondan kullanılacak eşyalar dikip satmaktadır. Rivayetlerde rastladığımız bazı açıklamalardan, bu iş için, Hâne-i saadette bir de müstakil oda, bugünün tabiriyle bir iş atölyesi bulunduğunu anlamaktayız. Bu odanın Hz. Zeyneb’in deri işlediği yer olduğu açıktır. Bugünün tabiriyle iş atölyesi, yani deri işleme işinde usta olan ve pek çok rivayette Resulullah’la evlendikten sonra da mesleğini icra ettiği te’yid edilen Zevcât-ı Tâhirât’tan Zeyneb Bintu Cahş’ın deri işleme atölyesi.

İslâm fıkhına göre, kadının nafakası kocasına aittir, gelir getirecek bir işle meşgul olmak mecburiyetinde değildir. Aleyhisselâtu vesselam da, zevcelerinin nafakasını temin etmekte idi. İslâm, kadını çalışmaya mecbur etmez, bu doğru, ama illâ da çalışmayacaksınız demez. Kocasının izni tahtında, kadının çalışmasıyla ilgili, İslâm’ın uygun gördüğü şartlar çerçevesinde kadının çalışmasına hiçbir dinî engel yoktur, çalışabilir. Nitekim Hz. Zeyneb validemiz, nafakasını temin için değil, Allah yolunda harcamak için çalışmış ve kazancının tamamını fakir fukaraya, dul ve yetimlere harcamıştır. Hz. Ayşe’nin onunla ilgili bir tasviri şöyle:

“Ben Zeyneb kadar çok hayır yapan, onunki derecesinde sadaka veren, öylesine sıla-i rahimde bulunan, Allah’a yaklaştıran amellere onun kadar meşgul olan bir başka kadın bilmiyorum.”

Yine Hz. Ayşe’’nin anlattığına göre bir gün Hz. Peygamber: “İçinizde bana en çabuk kavuşacak olan eli en ziyade uzun olanınızdır” buyurur.

Resulullah’ın vefatından sonra hanımları kim erken ölecek, bunu belirlemek üzere duvar üzerinde zaman zaman kollarının uzunluğunu ölçerler. Hz. Zeyneb, cüsse itibariyle hepsinden küçük olduğu için bu ölçüşmede daima kaybeder. Ancak Hz. Ayşe der ki: “Zeyneb ölünceye kadar bu ölçüşmeyi yaptık. Ne zaman ki aramızdan ayrılıp Aleyhissalâtu vesselâm’a ilk kavuşanımız o oldu, o zaman anladık ki, Resulullah, ‘uzun ellilikle, sadaka’yı kastediyormuş. Çünkü Zeyneb, el sanatı icra eden bir kadındı, deri debbağlar, deriden eşya diker, satar parasını Allah yolunda sadaka yapardı.”

İbnü Sa’d, bir rivayetinde, Hz. Zeyneb’in vefat ettiği zaman tek dirhem ve tek dinar bırakmadığını, bütün kazandıklarını sağlığında tasadduk etmiş bulunduğunu bildirir ve Zeyneb’in fakirlerin [ve dulların] sığınağı olduğunu belirtir. Buradaki “bütün kazandıkları” içerisinde, Hz. Ömer’in tahsisatı da var; Hz. Ömer, Resulullah’ın diğer zevceleri gibi ona da yıllık 12 bin dirhem maaş bağlamış idi. Bunu almak zorunda kalan Zeyneb Valide, alır almaz tamamını yakınları ve yetimleri arasında taksim eder ve “Allah’ım Ömer’in bir başka ihsanını nasib etme, bu fitnedir!” diye duada bulunur ve makbul olan duanın bereketine o yıl içerisinde Rahmet-i Rahmân’a kavuşur. Kefenini, kendi kazancından hazırlamış olan Zeyneb radıyallahu anhâ, Halife Ömer radıyallahu anh’ın da kendisi için göndereceği kefenin tasadduk edilmesini vasiyet eder ve yerine getirilir.

Mü’minlerin muhterem annelerinden olan Hz. Zeyneb Bintu Cahş’la ilgili olarak kaydedilen bu rivayetlerden çıkarılacak birkaç mühim prensip var:

1-İslâm kadını hiçbir maddî ihtiyacı olmasa bile boş durmamalıdır. Kazanmalı—kendi ihtiyaçları yok ise—Allah yolunda harcamalıdır.

2-Kadının evinde yapacağı işe, kocası mâni olmamalı, kolaylık göstermeli, imkân hazırlamalıdır. Çünkü Rehberimiz Fahr-i Âlem aleyhissalâtu vesselam öyle yapmıştır. Zeyneb Valide’nin, Resulullah’ın gıyabında, onun haberi olmadan bunu yapması mümkün değildir. Hz. Zeyneb öylesine sünnete bağlı, ölümünden sonra bile olsa Resulullah’ın emir ve irşadlarma öylesine sadıktır ki aksini düşünmek mümkün değil. Ebu Hüreyre der ki: “Veda Haccı esnasında Aleyhisselâtu vesselam, hanımları için bu hacc’ın sonuncu hac olması gerektiğini irşad buyurmuştu. Resulullah’ın vefatından sonra Sevde, ile Zeyneb hâriç hepsi hac yaptılar, ama onlar yapmadı. Bu ikisi: “Resulullah’ın o sözünü işittikten sonra bizi, vallahi hiçbir hayvan hareket ettiremez” dediler ve Medine’den dışarı çıkmadılar.

3- Bu hadislerden çıkaracağımız diğer bir prensip, İslâm kadını öncelikle evinde icra debileceği iş ve mesleklerde maharet kazanmalı, İslâm cemiyeti, kadınlarına o istikametteformasyon vermelidir. Çalışmak ar değildir. Kişinin mevkii, makamı, maddî durumu ne kadar yüce olursa olsun, çalışmak evlâdır: Peygamber hanımı bile, ihtiyacı olmadığı halde çalışmayı ihmal etmemiştir, hem de deri işlemek gibi nahoş kokulu bir meslekte. İçinde bulunduğumuz devrin gündemini işgal eden kadının çalışması meselesi’nde Hz. Zeyneb hâdisesinden alacağımız ibretler olmalıdır.

İbrahim Canan / Zafer Dergisi

Dinen kadının çalışmasında bir sakınca var mıdır?

Dinen kadının çalışmasında bir sakınca var mıdır? Erkeklerin içinde yanyana çalışması dinen caiz midir?

Kadının çalışmasını engelleyen her hangi bir yasak bilmiyoruz. Ancak kadının çalışırken uyması gereken bazı kurallar vardır. Bu kurallara uymazsa haram işlemiş olur.

İslam’da insan olmaları bakımından, erkekle kadın arasında herhangi bir ayrım söz konusu değildir; her ikisi de eşit derecede Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına muhataptır. Erkek olsun kadın olsun, bütün insanlar yeryüzünü imar etmek ve orada Allah’a kulluk etmekle yükümlüdürler. İslâm’da insanlık ve Allah’a kulluk bakımından kadınla erkek arasında bir fark bulunmadığı gibi temel hak ve sorumluluklar açısından da kadın erkek ayrımı bulunmamaktadır.”

Dinimizde, erkeğe tanınan temel hak ve hürriyetler, aynı derecede kadına da tanınmıştır. Buna göre yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme; kişi hürriyeti ve güvenliği; vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyeti; mülkiyet ve tasarruf hakkı; meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunmada bulunma, kanun önünde eşitlik ve adaletle muamele görme hakkı, mesken dokunulmazlığı, şeref ve onurun korunması, evlenme ve aile kurma hakkı, özel hayatın gizliliği ve dokunulmazlığı, geçim teminatı gibi temel haklar bakımından kadınla erkek arasında herhangi bir ayrım söz konusu değildir.

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’in kadınlardan biat almasının zikredilmesi (Mümtehine, 60/13), İslâm’da kadının iradesinin bağımsızlığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu itibarla kadın olmak, hak ehliyetini ve fiil ehliyetini daraltan bir sebep değildir. Sahip olduğu hakların, kocası ya da başkası tarafından ihlal edilmesi halinde kadının hakime başvurarak haksızlığın giderilmesini isteme hakkı bulunmaktadır.

İslâm’da kadının konumu ve hakları konusundaki tartışmaların önemli bir kısmı, kadının sosyal hayata katılması, çalışması ve kamu görevi üstlenmesi noktalarında odaklaşmaktadır.

İslâm’a göre, kural olarak kadın, ev içinde ve dışında çalışabilir; ailesinin ihtiyaçlarını sağlamada kocasına yardımcı olabilir. Şartlara ve ihtiyaçlara göre, aile hayatında eşlerin rollerinin değişmesi de mümkündür. Önemli olan hayatın huzur ve düzen içinde geçmesi, ihtiyaçların karşılanmasında bireylerin imkan ve kabiliyetlerine uygun sorumlulukları dengeli şekilde üstlenmeleridir. Bazı kaynaklarda yer alan Hz. Peygamber’in, evin iç işlerini kızı Hz. Fatıma’ya, dış işlerini ise damadı Hz. Ali’ye yüklemiş olması [İbn Ebî Şeybe, Musannef, X/165, No: 9118; XIII/284, No: 16355; Ömer Nasuhî Bilmen, Hukuk-i İslamiyye, II/484. ]

Müslümanlar için bir aile modeli oluşturma amacına yönelik bağlayıcı bir kural değil, ihtiyaç, örf ve adete dayalı tavsiye niteliğinde bir çözümdür.

Kaldı ki, ev hanımının ailesine ve topluma katkıları küçümsenemeyecek kadar önemli bir iştir.

Kadın, mali ve ticarî alanlarda erkeklerle eşit konumda olup, kadın olması sebebiyle herhangi bir kısıtlamaya maruz değildir; ticaret ve borçlar hukuku alanında erkeklerin sahip oldukları bütün hak ve yetkilere sahiptir. İslâm dininde erkek – kadın ayrımı yapılmaksızın, çalışıp kazanmak teşvik edilmiş, “insan için ancak çalıştığı vardır” (Necm, 53/39); “Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır; kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allâh’ın lutfundan nasibinizi isteyin” (Nisa 4/32) buyurulmuştur.

Çalışma kapsamında değerlendirilen ticaret ile ilgili “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helâk etmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir” (Nisa, 4/29), âyeti ile “Sizden herhangi birinizin ipini alıp da dağdan sırtına bir bağ odun yüklenerek getirip satması, dilenmesinden daha hayırlıdır”[Buhârî, Büyû’ 5.], hadisinde kadın erkek ayrımı söz konusu değildir.

Dinimizin insanlar arası ilişkilerde ve ticarî hayata ilişkin koyduğu açıklık, dürüstük, güven, doğru sözlülük, sözünde durma, şart ve akitlere bağlı kalma, karşı tarafın zayıflığı, bilgisizliği ve sıkıntıda olmasını istismar etmeme gibi genel ilkelerine bağlı kalmak şartıyla, erkek ve kadın herkes helal ve meşru yollardan kazanç elde etme hakkına sahiptir.

Bu açıklamalar ışığında Kadın hem çalışabilir, hem de çalışamaz diyebilirriz. Şartları bulunursa çalışabilir, bulunmazsa çalışamaz.

Bir kadının iş yerinde çalışması için belli başlı şartlardan biri, tesettürüne mani olunmaması, vekar ve ciddiyeti hafife alınmamasıdır. Aynı zamanda bu iş yerinde başka insanlar da bulunması ve kadın tek erkekle başbaşa kalmamasıdır.

Zira bir kadın bir erkekle başbaşa kalırsa üçüncülerinin şeytan olacağını Efendimiz bildirmiştir. Hem böyle bir yalnızlıkta halvet vaki olduğundan erkeğe mehr-i misil gibi maddî ceza, kadına da tâzir gibi dinî ceza terettüb eder.

Demek oluyor ki, ihtiyaç içinde olduğundan çalışmak zorunda kalan kadın, tesettürüne, iffet ve vekarına halel gelmeyen ciddi iş yerinde çalışabilir. Çevredeki yabancı erkeklere bu tesettür ve vekar içinde ciddi şekilde muhatap olabilir. Bu şartların yok olduğu yerde kadının çalışma şartı da yok demektir.

Zaten çalışıp kazanma mecburiyeti erkek içindir. Kadın evinde oturur, çoluk çocuğuna bakar. Erkek ise dışarda çalışıp çabalayarak kadının ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kalır. Bizim sözünü ettiğimiz şartlar, herhalde böyle hâmisi olmayan ihtiyaç içinde çırpınan kadınlar içindir. Kocası izin vermeyen kadın zaten çalışma hakkına da sahip sayılmaz. Kocasının kazancıyla idare etmesi şart olur, yahut beyinin izni gerekir.

Bir kadının yabancı bir erkeğin evinde veya iş yerinde çalışması İslâm’ın emrettiği şekilde olursa, yani birkaç kadın ile birlikte veya açık bir yerde çalışırsa beis yoktur. Ama, kapalı bir yerde yalnız yabancı bir kimse ile birlikte kalacak olursa halvet olduğundan haramdır (el-Fıkıh ‘ala’l-Mezahip el-Arbaa, c.3 s.125).

Selam ve dua ile…

Sorularla İslamiyet