Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Sapık İslami Anlayışlar

Bu ülkede 1920lerden itibaren liyakatsız din adamları ve diyanet işleri başkanlığının varlığı sebebiyle bir çok islami anlayışlar türedi, Sırat-ı müstakimi göremeyen, hayal ve rüyalarla hatta sihirlerler ve akla hayale gelmeyen şeylerle gerçek islamiyet değil x,y,z nin gösterdiği anlayışı kabul eden fırkalar türedi.

Ehl-i Sünnet itikad ve amelindeki meslek ve meşrebler yani islami cemaatler zaten gayede müttefik olduğu için bir ayrılık söz konusu değildir. Nakşi, Kadiri, Uşşaki, Halvet, Nurculuk.. gibi islami anlayışlar sadece anlayıştır. ortak payda ehl-i sünnet çatısıdır.

Bir insan Nakşi, Kadiri, Uşşaki, Halvet, Nurculuk.. gibi bir anlayışı bırakıp bir başka anlayışa gitmekle dinden çıkmaz. amma bu hareketleri yanlış anlayan kimseler bizi bıraktın mı cenneti kokusunu bile alamazsın.. adeta mürted durumuna sokmaktadır.

Liyakat kesbederse diyanet sapık anlayışlar türemeyecek. Tecavüzcü sahtekar şeyhler, zahirde sofi batında mal toplayıcı veya bid’at ehli kimseler gibi.

Hatta Şualar isimli Risale-i Nurun temel kitaplarından 13. şuada gayr-i müslim birisinin şeyh olduğunu bakın nasıl söylemekte.

Bir zaman, müslim olmayan bir zât, tarîkattan hilafet almak için bir çare bulmuş ve irşada başlamış. Terbiyesindeki müridleri terakkiye başlarken, birisi keşfen mürşidlerini gayet sukutta görmüş.

O zât ise ferasetiyle bildi, o müridine dedi: “İşte beni anladın.”

O da dedi: “Madem senin irşadın ile bu makamı buldum, seni bundan sonra daha ziyade başımda tutacağım.” diye Cenab-ı Hakk’a yalvarmış, o bîçare şeyhini kurtarmış; birdenbire terakki edip bütün müridlerinden geçmiş, yine onlara mürşid-i hakikî kalmış.

Demek bazan bir mürid, şeyhinin şeyhi oluyor. Ve asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terketmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadakatın şe’nidir. Şualar ( 319 )

Allah sırat-ı müstakim üzere olan meslek ve meşreblerle islami anlayışlarla hizmet edip dalalet ehlinden eylemesin.

selametle

Muhammed Numan Özel

www.NurNet.org

Bedduamız Cahilliğimize Olmalı

Nefrin, hezârân nefrin, cehlin yüzüne..[1]

 

Cehalet ağanın, inad efendinin, garaz beyin, intikam paşanın, taklit hazretlerinin, mösyö gevezeliğin taht-ı riyasetlerinde insan milletinden menba-ı saadetimiz olan meşvereti inciten bir cemiyettir.[2]

İnsan bir şeyi bilmezse cahili olursa ondan kötüsü yoktur. Çünkü hem bilmez hem de kendisini bilir zanneder. Boş konuşur. Bilenlere de sıkıntı verir. Bu sebeple nefretlerimiz cahilliğimize olmalıdır.

Bu mevzuda bazı veciz ifadeler:

  • Abidin cahili, şeytanın oyuncağıdır. Fareyi cebinde taşıyanlar gibi. Hz.Ebubekir

 

  • Başa gelen cehaletlerden başkalarını sorumlu tutmak, cehalet alâmetidir. Akif Cemil

 

  • Bilmezlikten gelmek, irfanın; bilgiçlik taslamak, cehlin eseridir. Ahmet Selim

 

  • Bin kör adamdan bir şahit, bin cahilden bir adam olmuyor. Alaaddin Başar

 

  • Cahil olanların, merhameti ve lütfu azdır. Mevlâna

 

  • Cahil insan, gül ise de koklama. Aşık Veysel

 

  • Cahil kimsenin yanında, kitap gibi sessiz ol. Mevlâna

 

  • Cahil olan zengin, altın koyun gibidir. Diyojen

 

  • Cahil olduğunu bilmek, bilgiye yönelik bir adımdır.  B.Disraeli

 

  • Cahil sual sormaz. B.Franklin

 

  • Cahil, sulak alanda bile susuzdur. E.Goblot

 

  • Cahil; yaşlı dahi olsa küçüktür, alim,küçük de olsa büyüktür. O.Şaik Gökyay

 

  • Cahile söz anlatmak, köre renk tarifi gibidir. İmam Evzai

 

  • Cahile verme sırrını, sır elden gider. Kul Nesimi

 

• Cahile verme sırrını, sır elden gider. Kul Nesimi

• Cahili sırtında taşımak, oturup dinlemekten daha kolaydır. Yalnız Adam

• Cahilin cahilliğini kanıtlamak kolaydır; fakat ona itiraf ettirmek güçtür. Hz.Ali

• Cahilin kalbi ağzında, akıllının lisanı kalbindedir. Ahmet Rıfai

• Cahilin sonunda göreceği şeyi, akıllılar önce görür. Mevlâna

• Cahiller, cesur olurlar. Hz.Muhammed

• Cahiller, kâmile sen bilmen deyip, anın için kaybettiler irfanı. Pir Sultan Abdal

• Cahillerin kalbi dudaklarında, âlimlerin ağzı kalplerindedir. Hz.Ali

• Cahillerin önünde güzel sözleri sayıp dökme, o vecizelerin emrettiği şeyleri yap. Epiktetos

• Cahillerle yaptığım bütün tartışmaları kaybettim. İmam-ı Azam

• Cahillik, dertlerimiz için etkisiz bir ilaçtır. Seneca

• Cehalet, Allah’ın laneti olduğuna göre; bilgi, göklere ulaştırabileceğimiz kanatlardır.W.Shakespeare

• Cehalet, asla soru sormaz. B.Disraeli

• Cehalet ateşinin yakmadığı orman yoktur. R.Necdet

• Cehalet cehalettir. Cehaletten herhangi bir şeye inanma hakkı çıkarılamaz. S.Freud

• Cehalet, gönüllü talihsizliktir. De Segur

• Cehalet ile açıklayabileceğin bir şeyin ardından, kötü niyet arama. Bill Arnett

• Cehalet ilmin, günah feyzin perdesidir. Alaaddin Başar

• Cehalet öyle bir binektir ki, üzerine binen zelil olur, arkadaşlık yapan yolunu kaybeder. Hz.Osman

• Cehaletin kültürüne kitap gerekmez. G.Santayana

• Cehaletle deha arasında ki gerçek fark nedir biliyor musunuz? Dehanın sınırları var, cehaletinse hiçbir sınırı yoktur. Whoopi Goldberg

• Cehaletten büyük dert olmaz. Hz.Ali

• Cehaletten kurtulmanın yolu; bazı şeylerin cahili olmaktan geçer. İsmet Özel

• Çılgınların elinde ki cehalet, hiçbir zaman bir şeyi çözememiştir. Dr.Asimov

• Çok yaşamak cahile, cehaletten başka bir şey kazandırmaz. İmam Gazali

• Dünyada her kötülük, daima cehaletten gelir. Albert Camus

• En koyu cehalet, hakkında hiçbir şey bilmediğin bir şeyi reddetmektir. J.Brown

• Eylem halinde ki cehaletten, daha korkunç bir şey olamaz. Goethe

• Hala en kötü şey, insanın kendi cehaletini tanımamasıdır. St.Jerome

• Herkes cahildir ama farklı konularda. Will Rogers

• İnsanın cahil olduğunu bilmesi, bilgiye atılmış ilk adımdır.  B.Disraeli

• İnsanlara cehaletlerini tanıtmak imkânsızdır. Zira cehaleti tanıyabilmek için de bilgi lâzımdır; dolayısıyla cehaletini görebilen cahil değildir. J.Taylor

• İnsanların en cahili, ahretini başkasının dünyası için satandır. Hz.Ömer

• İstediğin kadar oku, bilgine yakışır şekilde hareket etmezsen cahilsin. John Sheffield

• Kim ben bilginim derse, odur cahilin ta kendisi. Hz.Muhammed

• Size hiçbir şey öğretmediğimi söylüyorsunuz, bir cahil olduğumu belirttiğimi hatırlayın. Voltaire

• Asıl bizi bu kadar düşürüp i’lâ-yı Kelimetullah’a mani olan ve cehalet neticesi olan muhalefet-i şeriattır. Ve zaruret ve onun semeresi olan sû’-i ahlâk ve harekettir ve ihtilaf ve onun mahsulü olan ağraz ve nifaktır ki, ittihadımız bu üç insafsız düşmana hücumdur.[3]

ittihadın meşrebi, muhabbettir. Husumet ise, cehalet ve zaruret ve nifakadır.[4]

Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı; san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz.[5]

Tüm bu mehazler cehaletin ne kadar korkutucu ve ürkütücü, korkutucu olduğuna dair okyanuslardan sadece bir katre damla nevindendir.

Cehalet ağanın, yani sadece tek söz sahibi olan veya olmak isteyen kimselerin hususiyeti özelliğidir.

İnad efendinin, garaz beyin, intikam paşanın, taklit hazretlerinin, mösyö gevezeliğin taht-ı riyasetlerinde söz sahibi olduğu yerde hakimdir. Yani bunların temelinde cehalet var. Ama neye cahil olduğu ise başka mevzudur.

Sosyal varlık olan insanın toplumsal huzur ve saadete kavuşmasının yolu meşveretten yani ortak bir akıldan ve fikirden geçmektedir.

            Bu sebeplerle fert hakimiyeti Risale-i Nur Hizmetinin tarzına uymamaktadır. Risale-i Nuru Bozar. Tüm fert hakimiyetleri mesleğimizde merdudken bazılarınca mergubdur rağbet edilmektedir hata etmekteler şahsı merci yapanlar.

 

Selam ve Dua ile        

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] Muhakemat ( 62 )

[2] Münazarat ( 13 )

[3] Hutbe-i Şamiye ( 96 )

[4] Divan-ı Harb-i Örfi ( 60 )

[5] Tarihçe-i Hayat ( 64 )

Meşrebe Takılmayalım

Nefrin, hezârân nefrin, cehlin yüzüne..[1]

Cehalet ağanın, inad efendinin, garaz beyin, intikam paşanın, taklit hazretlerinin, mösyö gevezeliğin taht-ı riyasetlerinde insan milletinden menba-ı saadetimiz olan meşvereti inciten bir cemiyettir.[2]

Eğer içersinde bulunduğumuz meşrep ile bizim husûsî meşrebimiz arasında bir imtizâçsızlık söz konusu ise bunun çaresi meşveret edilmesidir. Lakin meşveretlik bir şey değil şahsi ve hususi olan meşrebimize uymuyorsa ve hizmetin esasına muhalefet varsa bunun çaresi aynı yerde kalmak değildir alternatif varsa. Çünkü aynı yerde kalınsa alternatif varken o ferde ve cemaate bir nevi azaptır. Kendi hususi meşrebine muvafık yer varsa o fert oraya gidip orada hizmete devam etmeli. zaten bir evin odaları gibiyiz. odadan salona, salondan odaya, odadan odaya geçmek gibi bakılması gereklidir.

Yoksa ben hizmeti burada tanıdım burada ne olursa olsun kalmalıyım demek ise yanlış bir düşüncedir. Ama şu var ki çevrem burada buradaki abileri/kardeşleri tanıyorum düşüncesiyle kalmak ise gene tanısın gene görüşsün herhangi bir sıkıntı yok. Görüşüp konuşulmakta hiçbir sakınca yoktur.

Zaten mesleğini meşrebine boğdurmaya çalışan kimselerden upuzak durmak gerekir. Hiçbir meslek o mesleğin bir meşrebine sığmayacak kadar büyüktür.

Mesela Nur Talebeliği vasfımızla söyleyecek olursak. Nurculuk içerisinde ki tüm meşrebler nurculuktandır; amma sadece bir meşrebi nurculuğun tamamını temsil edemez. Nurculuğun bir şua’ını, rengini temsil eder.

Tavuğun derdi civcivlerini muhafaza etmektir. Amma bizim öyle bir derdimiz yok. Herkese hitaben diyorum ki: bir mesleğe girdiniz bir meşrebine intisap ettiniz. Bir müddet devam ettin sonra çevrende var olan meşreplere de bak. Bunlara üst üste 5-6 defa derslerine katıl. Sonra düşün bak sana en münasip meşreb neresi ise oraya devam eyle. Kendi hususi meşrebine muvafık, yakın, aynısı.. bir yer vardır. Amma unutma ki mükemmel olan hiçbir yer yok. Mükemmel olan yer Cennettedir. Dünyada mükemmel yoktur. Kemale yakınlık vardır. Bizce kemalat sayılan yerler ve şeyler vardır.

Bu dediğimi yaparken her çiçekten öz almak gibi bir şey de hatadır. Aynı meslek içinde var olan meşrebler bir bardağın çeşitleri gibidir. Yani zahiri bir fark var aslında aynıdır. Mesela: Sungur Ağabey, Said Özdemir Ağabey, Kurtoğlu Ağabey, Meşveret, Yeni Asya.. bunların hepsi bu nev’dendir.

Sadece biz varız, bizden gayrı kimse istikamet üzere değildir, fırka-i naciye biziz, bize gel onlara gitme… gibi bir sürü lakırtıda bulunan kimselerden uzak durmak gerektir.

Şu da var ki birbirine aynı meşreb üzere bulunan kimseler farklı meşreblerde bulunsa da birbirileri ile sıkça görüşmekte ve kaynaşmaktadır. Meşreb gibi ani ve fani ve zahiri isme takılmıyorlar. “Çünki birbirine yakın zâtlar birbirini taklidedebilirler. Bir cinsten olanlar, birbirinin suretine girebilirler. Mertebece birbirine yakın olanlar, birbirinin makamlarını taklidedebilirler.”[3] Yani birbirimizle aynıyız sadece birileri o bizden değil, biz de onlardan değiliz gibi bir söz yersizdir.

 

Güneş tektir o güneş ise Kur’an-ı Kerimdir. Güneşten çıkan ışıklar ise Renklere inkısam edip ayrılmaktadır. Sadece kırmızı diyemez ki renk bana derler gerisi renk değildir. Bu tip sözler yersizdir.

 

“Elhasıl: Her şeyin ifratvetefriti iyi değildir. İstikamet ise hadd-i vasattır ki, Ehl-i Sünnet Ve Cemaat onu ihtiyar etmiş. Fakat maatteessüf Ehl-i Sünnet Ve Cemaat perdesi altına Vehhabîlik ve Haricîlik fikri kısmen girdiği gibi, siyaset meftunları ve bir kısım mülhidler..”[4] nurcuların ittihadını bozarak şirket-i maneviyelerini akim bırakmak peşindeler. Ya ifrata ya tefrite sokarak bunu yapmaya çalışmaktalar. Azami derecede dikkat etmek elzemdir. Yoksa dareynde şekavete sebebiyete sebep olacaktır dikkatsizlik.

Bu yazıyı neden yazdığım ise üstadımın şu tarzına/prensibine iktida etmek içindir. “üssülesas-ı meslekim; ifrat ve tefrit ile hakaik-i İslâmiyete sürülen lekeleri temizlemek ve o elmas gibi hakikatlarına saykalvurmak idi.”[5] Nurculuk saykala muhtaç değildir; ama bizleri nur talebelerinin anlayışları Risale yerine şahısların anlayışlarına uyarlanması/endekslenmesi bizlerin saykala ihtiyacını ortaya çıkartıp hasıl etmiştir.

 

Bu ifrat ile tefrit ehlinden çekilenleri yaşayanlar bilirler.

  • Hizmet namına hezimetler..
  • Hizmet namına ihanetler..
  • Sadakat namına hıyanetler..
  • Kaş yapıyorum derken göz çıkaranlar..
  • Usulü bilmeden yapılan hizmet neticesinde hasıl olan neticeyi kendine almayıp nasibi yokmuş deyip hatayı karşıya yükleyenler..

 

Dershanelerde kalan gençlerin sahsi anlayışın/ağalığın hüküm sürmesi neticesinde dershanelerden uzaklaştırılmasının sebebini nasibi yokmuş deyip o gençlerde bulan müdebbirler ise sanmasın ki o gencin istikameti kaybetmesinden mesul değildir. “kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitinitenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler.”[6]

Selam ve Dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] Muhakemat ( 62 )

[2] Münazarat ( 13 )

[3] Sözler ( 186 )

[4] Lem’alar ( 25 )

[5] Muhakemat ( 50 )

[6] Tarihçe-i Hayat ( 29 )

 

İstidadlar Nasıl inkişaf Eder?

“Sanki Cenab-ı Hakk’ın ahdi; meşiet, hikmet, inayetin ipleriyle örülmüş nuranî bir şerittir ki, ezelden ebede kadar uzanmıştır.

Bu nuranî şerit, kâinatta nizam-ı umumî şeklinde tecelli ederek silsilelerini kâinatın enva’ına dağıtır iken, en acib silsilesini nev’-i beşere uzatmıştır ve ruh-u beşerde pek çok istidad ve kabiliyetlerin tohumlarını ekmiştir.

Fakat o istidadların terbiyesini ve neticesini cüz’-i ihtiyarînin eline vermiştir. O cüz’-i ihtiyarînin yuları da şeriatın ve delail-i nakliyenin eline verilmiştir. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk’ın ahdini bozmamak ve îfa etmek, ancak o istidadları lâyık ve münasib yerlerine sarfetmekle olur. Ahdin nakzı ise, bozmak ve parçalamaktan ibarettir. Meselâ: Bazı enbiyaya iman ve tasdik, bazılarını inkâr ve tekzib; bazı hükümleri kabul, bazılarını red; bazı âyetleri tahsin, bazılarını kabih ve çirkin görmek gibi. Zira böylece yapılan nakz-ı ahd; nazmı, nizamı, intizamı ihlâl eder, bozar.”[1]

İstidadın aslolan manası Yaratatıştan gelen yani fıtri olan kabiliyetlerdir.

Kabiliyet ise sonradan geliştirilip kazanılmış olan becerilerdir.

lugata bakarak okuyan kimseler istidad = kabiliyet, kabiliyet = istidad tabirini görmektedir. Bunun sebebi lugata beşeriyet karışmasının neticesidir. “Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor.”[2] Kaidesi yanlış anlamalara sebep olmaktadır.

Cenab-ı Hakkın bir kaidesidir ki Dilemesi, İradesi. Arzusu, Matlubu, Muradı, İsteği, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapması zahiri görünen değil enfüsi işlerde Yardım, lütuf meded etmesiyle Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul olan insanlara yol gösterir. Çünkü burada adetullah dairesinde girmenin kapısı açılıyor. “Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız.”[3] Bu Allahu Tealanın koymuş olduğu sistemdir.

Fıtratımızda var olan sistemlerin ismi olan istidadlar ise bunu bozmak veya inkişaf ile inbisat ettirmek insanın bu sistemi kullanması bağlıdır.

İstidadların belli bir sistemde eğitilmesi ise Kur’an, Sünnet, İcma’, Kıyas ile belirlenmiştir. Bu 4 esas zaten islamiyetin 4 temel kaynağıdır. 4 menbadan beslenen kimseler bu menbaın suyuyla bahçesini sulayıp nurani meyveler verecektir.

Hal bu minval üzereyken Cenab-ı Hakkın sistemini bozmamak elzemdir. Bu yerleştirilen sistemi bozup tahrip edenler sistemini bozması sebebiyle yaptığı işte muvaffak olamayacaktır. Sistemi ve yazılımı bozmasının neticesinde böyle karşılık görecektir. Bunun sıkıntısını çekecektir.

Adetullah ise sünnetullah olarak da tabir edilir. Tabiatta canlı cansız bütün varlıkların nasıl hareket edeceklerini belirliyen Allah’ın emirleri, O’nun koyduğu değişmez düzen. Meselâ oksijenle hidrojenin birleşmesinden su meydana gelir. Işık, geldiği açıya eşit bir açı ile yansır ki, bunlar birer âdetullahdır. “Âdetullah” yerine “tabiat kanunu” demek yanlıştır.

“Bu dar ve mahsur ve herbir lezzetinde çok a’razın müzahametiyle keşmekeş ve tehasüdden hâlî olmayan şu dünya-yı deniye içinde kemalât-ı insaniye yerleşmez. Belki geniş ve müzahametsiz bir âlem lâzımdır. Tâ insan hakkıyla sünbüllensin ve ahval ve kemalâtına nizam vermekle, nizam-ı âleme hemdest-i vifak olabilsin.”[4]

Yani budar ve donuklaşmış arazlar, işaretler, nişanlar, alâmetler. Tesadüfler. Hastalık alâmetleri. Kazalar, felâketler, musibetler ve zahmetler neticesinde kararsızlık ve kargaşalar neticesinde hasıl olan hasad haller alçaklaşmış dünya hayatı içerisinde insanın kemalatına yetişemeyeceği muhakkak ve kat’idir.

O halde insan bu kıkıntıları merdiven yapıp yukarı çıkamalı ki sıkıntılar sebebiyle tedennisine alçalıp çukur insan olmasına sebep olmasın. Merdivenden çıkarak insan kemalat aleminde sümbüllenir bu haliyle kainatın nizamına destek olur ve Bir fikir ve mes’elede anlaşarak elele vermesiyle, hep birden aynı sözü söylemekten muazzam bir kuvvet olur.

“Ahlâktaki ifrat ve tefrit ise, istidadatı ifsad ediyor. Ve şu ifsad ise abesiyeti intac eder. Ve şu abesiyet ise; kâinatın en küçük ve en ehemmiyetsiz şeylerinde mesalih ve hikemin riayetiyle, âlemde hükümfermalığı bedihî olan hikmet-i İlahiyeye münakızdır.”[5]

 

            İnsanın kah minare başında keh kuyu dibinde.. tabir-i aherle kah evliya kah anarşi meydana getiren kimse.. kah doğru bir tüccar kah hilekar bir tüccar olarak görünmesi gibi haller insanı ifsad eden bozan şeylerdendir. Aşırılık/ifrat ve gerilik/tefrit bu tip hallere sebeptir. O halde insanı inkişaf ettirip terakki ettiren ancak istikamet/orta yoldur.

İfrat ile Tefrit arasında mekik dokuyan gidip gelmelerle sabit bir artış gösterememesi bu halin başka bir sebebidir. Felsefik düşünceler de insanın bu terakkiyatında zikzaklara sebeptir.

“Her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş, ifrat ve tefritten içtinab etmiştir.”[6]

 

Bizler Rasülü Ekrem (a.s.m.)’a tabi olup yolunda gitmekle terakki ederiz. “Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktidaedilecek en güzel nümunelerdir ve takib edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır.

 

Bahtiyar odur ki, bu ittiba-ı Sünnette hissesi ziyade ola. Sünnete ittiba etmeyen, tenbellik eder ise, hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azîme; tekzibini işmam eden tenkid ise, dalalet-i azîmedir.”[7]

Hal-i alemin perişaniyeti karşında, saadet, huzur, rahatlık, selamet, istikamet, mutluluk, zevk, haz, lezzet isteyen kimseler zamanın sesi olan Bediüzzaman Said Nursini telifatı olan Risale-i nurun imani ve istikameti ders veren asar-ı bergüzidesine kulak verip harekatını ona göre şekillendirmekle kazanabilir.

“Risale-i Nur, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın bu asırda bir mu’cize-i maneviyesi olan yüksek ve parlak bir tefsiridir.

 

Evet, Risale-i Nur kalblerin fatihi ve mahbubu, ruhların sultanı, akılların muallimi, nefislerin mürebbi ve müzekkîsidir.”[8]

“Risale-i Nur, Kur’an-ı Hakîm’in hakikî bir tefsiridir. Âyetler, sırasıyla değil; devrin ihtiyacına cevab veren imanî hakikatları mübeyyin âyetler tefsir edilmiştir.”[9]

 

1078 hadis-i şerif ve 628 ayetle yazılmış olan bu tefsir hemen her sayfası bir ayet veya hadisin izahı, tefsiri mahiyetindedir. Bu her 2 rakam da islamiyetin taarruz ve inkişaf tarihleridir.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1]İşarat-ül İ’caz ( 173 )

[2] Asa-yı Musa ( 179 )

[3] Tarihçe-i Hayat ( 58 )

[4] Muhakemat ( 138 )

[5] Muhakemat ( 141 )

[6] Lem’alar ( 60 )

[7] Lem’alar ( 59 )

[8] Sözler ( 763 )

[9] Tarihçe-i Hayat ( 161 )

Hizmet Rehberimiz

“Efkâr ve hissiyatın mecra-yı tabiîsi nazm-ı maânîdir. Nazm-ı maânî ise mantıkla müşeyyeddir. Mantığın üslûbu ise müteselsil olan hakaika müteveccihtir. Hakaika giren fikirler ise, karşısında olan dekaik-ı mahiyatta nafizdirler. Dekaik-ı mahiyat ise, âlemin nizam-ı ekmeline mümidd ve müstemiddirler. Nizam-ı ekmelde herbir hüsnün menbaı olan hüsn-ü mücerred mündemiçtir. Hüsn-ü mücerred ise mezâyâ ve letaif denilen belâgat çiçeklerinin bostanıdır.”[1]

Fikretmek insaniyete ait olan bir hassadır. Bu hassa/özelliğini kullanan kimseler farkındalık/şuur sahibi olan kimselerdir. Neyi neden, niçin, nasıl olduğunu bilir. Bu tarzda fikretmesiyle kendisini ötelere ilerilere perdenin arkasına taşır.

Fikretmeyi bilen kimseler hüsrana uğramazlar.

Efkar u hissiyatın düzgün ve istikametli olmasının alemeti birbiriyle yani fikir ve hislerin birbiriyle uyumlu olmasında ve birbiriyle mezc olmuş olmasındadır. Et ile tırnak gibi. Odun suretinde görünen duman, kül, ısı, ışık birlikteliği gibi.

Düşünün ki birisi doktor olduğunu iddia ediyor. Lakin meslekten anlamıyor. Bu adamın doktorluk iddia etmesi yersiz bir söz, bir hezeyandan öte bir şey değildir.

Bu ahengi, uyumu, harmoniyi oluşturabilmek sağlam bir düşünce ve mantık gerektirir. Yani dimağdaki 7 mertebenin[2] ve çömleklerin[3] bu çömlek ve mertebelerin hepsinin düzenli ve düzgün olmasından geçmektedir. Yani bir tünelden geçerek hakikate ulaşmaktır.

Çömlek ve mertebelerin istikametli olmasına şuur denilmektedir. Şuurun alt yapısını ise Tahayyül, Tasavvur, Taakkul, Tastik, İz’an, İltizam, İtikad[4] oluşturur.

Tefekkkür de bu sistemde oluşmaktadır. Tefekkür edemeyen bu ahengi kuramayan çömlekten ve dimağdan çıkan sesleri işitemez. İşitse de anlamaz. Tefekkür eden tevekküle ulaşır. Tevekküle giden yol tefekkürden geçer. Tefekkür tüneline girmeyen muhaldir ki tevekkül istasyonuna erişebilsin.

Bu habl-ül metin olan sağlam ve birbirine zincirlenmiş olan hakikatler zincirine mantık denmektedir. Zincirden bir halkanın çıkması ise o zinciri kullanılmaz hale getirir. Bundan korunmanın mantık ve şuur zincirini sağlam tutmak ise çömleklere ve mertebelere dikkat etmekten geçmektedir. Aman deyip kafasına göre hareket edilirse çömleklere ve mertebelerin çalışma sistemine zarar verir. Neticesine de katlanır.

“Öyle ise, ey ihvan-ı müslimîn!.. Geliniz, ona tarziye vereceğiz. El birliğiyle dest-i sadakatı uzatacağız, biat edeceğiz. Onun habl-ülmetinine sarılacağız.”[5]

Hakikatlerin havzası olan ve bu mecradan giden fikirler ise yolda karşılaştığı şeylerin iç yüzüne, perde arkasına geçerek hakikate vasıl olup ulaşmaktadır. Perdenin arkasına geçememek ise hakikate ulaşılamadığının göstergesidir. Bu ince manalar bir sistemin parçalarıdır.

Perde arkasında olan ince şeyleri görmeyip anlamamak ise alemin en mükemmel eksizsiz ve kusursuz olan düzeninde görünen tatlı, hoş, güzel manaları anlamlandıramamak ve faydasız boşuboşuna görmeye sebeptir.

Soyut güzelliklerde zaten ince manalar derç edilip yerleştirilmiştir. Somuta takılan ve her şey somuttur, somuttan öte bir şey yoktur diyen kimseler bu bakış açısıyla soyut güzellikleri göremeyecektir. Mutlak güzellik olan hayatı sadece bedensel lezzetlerden ibaret görmek zorunda kalacaktır.

Somuta takılmanın alameti şudur; Hayat = yemek, içmek ve cinselliktir. Bakış açısına nazara sahip olup bundan öte bir şey yoktur demektir.

Hüsn-ü Mücerred, Mutlak güzellik olarak ifade edilir. Bunun şümulünde ise; hayat, vücud, iman.. bulunmaktadır. Bunlar bizzat güzeldir, güzel olması için başka şeye ihtiyaç gerekmez.

Meziyetler yani üstün özellikler, insanın fıtratına dercedilip yerleştirilen sistemlere verilen isim olan istidad ve güzel, hoş şeyleri ifade eden latif şeylerin hepisine verilen isimdir.

“Acz, fakr, şefkat, tefekkür”[6] Bu tarladan çıkan mahsulat, “Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan irade, zihin, his, latife-i Rabbaniye”[7] de pişirilerek kainata yayılan tefekkür ağacının meyveleriyle hem kendi ihtiyacına lazım olan hem de başkalarına lazım olabilecek olan meyveleri verir. Bu meyvelere ise madde-i latife denilebilir.

Madde-i latife ise; her şeyin özüdür hülasasıdır. Madde aleminde enerji mana aleminde imandır. “âlem-i anasırda dağınık menbalardan muntazam bir düstur ile, mahsus bir nizam ile cem’ ve tahsil edilirler.”[8] Mahsus bir nizam ve muntazam bir düstur ise hakperestliktir, tassubsuzluktur. Bir hakikati nerede bulursa almaktır. Kendisine bu saye’de mal edip yağılandırmaktır.

Kainata bir bal arısı gibi nazarını salar ve “bal arısı gibi, bütün kâinat safhalarında menkuş gül ve çiçek gibi delillerinden, bürhanlarından alacağı ibret, fikret, ünsiyet gibi üsare ve şiralarından vicdanda o tatlı, iman balları yapar.”[9]

Tefekkürle saadet-i ebediyeye taşınmak duasıyla                            

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] Muhakemat ( 86 )

[2] Sözler ( 706 )

[3] Muhakemat ( 91 )

[4] Sözler ( 706 )

[5] Muhakemat ( 9 )

[6] Sözler ( 476 )

[7] Hutbe-i Şamiye ( 136 )

[8] İşarat-ül İ’caz ( 57 )

[9] İşarat-ül İ’caz ( 70 )