Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Hakikati Okumak

Bu yazıyı yazmaktan maksadım: “Maksadım: Ol elmas kılınca saykal vurmaktır.”[1]

Risale-i Nuru okumak, anlamak, anlatmak, anlaşılan mana ile hareket etmek, tezekkür ve tefekkür etmek hakiki bir nur talebesinin vasfındandır. Bu vasıflardan çıkan veya barındırmayan kimseler istikameti kaybetmiş veya Risale-i Nurun birbiri içerisindeki dairelerde yer değiştirmiş gibidir. “Risale-i Nur bir daire değil, mütedâhil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahibler ve haslar ve naşirler ve talebeler ve tarafdarlar gibi tabakatı var.”[2]

Nur talebesi hidayetin matiyyesidir. Çünkü Ahirzamanın ah’ında ateşler içerisinde olupta yanmamak ve yangından başkalara da el uzatmak için okur. Bu hakikat bu sırra da işaret etmektedir. “kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitinitenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler.”[3] Mesuliyetimiz azimdir. Çünkü bizler kainatın hakikatine hizmet ederek yanan gönüllere iman suyu serperek o yanan gönüllerden terütaze olarak turfanda iman sümbülleri yeştirmekle memuruz.

Bu mesuliyet heryerde cari olan geçerli bir hükümdür. Ailede, içtimai/sosyal hayatta, cemaat içerisinde.. bu yangın toplumun heryerinde olması sebebiyle bizler de toplumun heryerinde görülen “müdhiş bir yangın var.. alevleri göklere yükseliyor.[4] göklere yükselen alevler içerisinde yanmamak ise marifet ister. Herkese nasip olmaz. Çünkü “Hazret-i İbrahim‘in cismi gibi, gömleğini de ateş yakmadı ve ateşe karşı mukavemet haletini vermiştir. İbrahim‘i yakmadığı gibi, gömleğini de yakmıyor.”[5] Risale-i Nurun tebliğ vazifesinde Lahikaların gösterdiği yolda yürüyüp hareketini bina eden kimseler Hücumat-ı Sittede muhkem bir kalaya girer. “ehl-i hakkın öyle muhkem bir kal’ası var ki, onda tahassun ettikleri vakit, o müdhiş düşmanlar yanaşamazlar, bir halt edemezler.”[6]

 

            Bu düşmanlar; cin gibidir her yönüyle aldatmaya, yolda yürürken yalpa yapmaya, şarampole yuvarlatmaya, vartada bırakmaya hatta hizmetten tasfiyesiniye yani hizmet namına çıktığı yolda hezimete uğratmaya çalışmaktadırlar.

Bu mevzuda üstadımız:“Düşmanlarınız cin gibi, siz ahmaksınız. İkiyüz derece aklınız ziyade çalışması lazım.[7]” her hususta azami dikkat etmeye mecbur ve mükellefiz. Bizler iki uçurum arasında dar bir yolda yol alıyoruz. Yol alırken şahsi okumalar terk edilmemelidir. Okumadan hizmet edeceğim diyen kimseler ise neyi tebliğ edebilir ki?

 

Şahsi okumayı tefekkür, devamlı olarak okuyarak mesleki ve meşrebi hususlar öğrenilerek hizmette devam ve istikamet açısından çok ehemmiyetlidir. 10 defa okuyup mesleki hassasiyet kazanmayıp sathi/yüzeysel okumaktansa mesleki hassasiyet kazanarak 3 defa Risaleleri okumak daha çok istifadeye medar/sebeptir. Zaten Nur talebesinin okumayı terk etmesi manevi kıyametidir o şahsın.

Bizlere bu vazifenin ifa edilmesi hususunda “bizler gayet az ve zaîf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’aniye omuzumuza ihsan-ı İlahî tarafından konulmuş.”[8] Yüzeysel/sathi/üstünkörü okumalar sadece okunmuşluğa sebep olmaktadır. Hakkını vererek okumak ise her zaman daha istifadeli olmaktadır. Çok okuyup mana derinliklerine girmemek askerdeki eğitim mermisi gibidir. Zahirde bir şeyler var ama hakikatte bir tesiri yok.

Çok okumak kuru sıkı gibidir denilmesi madde aleminde yani zahirde böyledir. Ama mana aleminde enfüsi alemde çok okunması da faydalıdır. Faydası ise latifelerin inkişaf etmesidir.

Lakin lokomotif fıtratlı olan kimseler tahkik ederek okumaktadır. Vagon fıtratlı olanlar okuyup geçmektedir. Her nur talebesi lokomotif olmaya gayret etmelidir. Lakin bu lokomotiflik ayrı bir yol açmak için değil var olan nurculuk meslekğinde sadakatle ilerlenmesi hususunda yardımcı bir kuvvet olmak içindir.

“Dimağda meratib var; birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif.”[9] Dimağolarak tesmiye edilip isim verilen kafamız içerisinde 7 mertebe bulunmakta. Tabir-i caizse 7 çömlek bulunmaktadır. “ilim denilen çömleklerde pişirilen ve hikmet denilen büyük küplerde duran ve fehm denilen süzgeç ile süzülen âb-ı hayat gibi bir manayı, zürefa denilen sâkiler döndürüp efkâr içer; esrarda temeşşi etmekle hissiyatı ihtizaza getiren kelâmdır.”[10] Bu 7 çömleklerde malumatımız birikir zamanla elde edilen malumatlar bu 7 küpte pişirilmesiyle ilim ortaya çıkar. Bu çömlek ve küplerdeki malumatımız ise pişirilmesiyle ortaya çıkar. Pişmesi ise pişirmiş olanlarla beraber olmakla da kolaylaşmaktadır. Bu hale gelirse mana incileri toplayıcıları çömlekten süzünlerin peşinden koşar.

            Doğru Düşünmek için Doğru Malzemeye ihtiyaç Vardır! Malzemesi bozuk olanın doğru bir şey ortaya çıkartması akla pek mümkün gelmemekte.

Doğru malzemelerimiz olması doğru düşünmeye sebeptir. Ama malzememiz var kendimiz doğru düşünmemekteysek malzememiz doğru değildir manasına geliyor.

Kendimizi hizmette aktif olarak görmeyi istiyorsak aktif olan kimselerle olmalıyız.

Risaleleri anlamayı gerçekten istiyorsak anlayanlarla beraber olmalıyız.

 

Bu bir formüldür. Her yere uygulanabilir.

Boş zamanlarımızı Risaleleri okumak, dinlemek, tefekkür ederek değerlendirmemiz bizim mana aleminden manalar bulmamıza sebeptir.

“Bilhâssa ve bilhâssa şurası çok ehemmiyetli ve pek mühimdir ki; en başta ve en evvel Risale-i Nur’u dikkat ve tefekkürle devamlı olarak okumak ve o muazzam eser külliyatındaki Kur’an ve iman hakikatleriyle kendimizi teçhiz etmek ve bu esas ve şartlarla, o hârika eser külliyatını bir an evvel ikmal etmektir. İşte bu nimet-i uzmaya nail olan her genç ve herkes; bire yüz bin kuvvetinde, kendine, vatan ve milletine faideli olur.”[11]

Gayemiz “Evet, düşüncemiz daima terakki etmekte olacaktır. Bu muvakkat dünyanın, ebedî saadeti kazanmak için bir ticarethane olduğunu Risale-i Nur bize ders veriyor.

 

Biz de, bütün hakikî ilimlerin madeni, esası, nuru ve ruhu olan iman ilmini tahsil ve iktisab etmek için ve mukaddes davamızda muvaffak ve kudsî mücadelemizde muzaffer olmak için aza kanaat etmeyeceğiz.

 

Daima yükselmek, daima ilerlemek, daima terakki etmek için Nur Risalelerine çalışacağız ve çalıştıracağız.”[12]

“bu hazine-i rahmeti ve menba-ı hakikatı ders veren ve hakikî surette gençliğin ve avamın anlayabileceği bir şekilde bildiren Risale-i Nur’u, dikkat ve tefekkürle ve devamlı olarak müsaid vakitlerimizi boşa gidermeden okumak ve yazmak en büyük bir ibadet ve zevk kaynağıdır.

Hal ve istikbalin ve biz gençlerin, çok leziz ve iştiyakla alacağı gayet nâfi’ ve vâfi bir ilâç ve bir tiryaktır, bir manevî kurtarıcıdır. Bu kat’î hakikatlar meydanda iken, ona bütün kuvvetimizle sarılmamak, baştan aşağı Risale-i Nur’u tedkik etmemek, alâkadar olmamak, ancak gafletin eseri olabilir.”[13]

           “tefekkür ile taate devam eyle ki, şek ve gaflet perdeleri yırtılsın. Bu dalalât acılığından, necatın halâveti tavazzuh ile münacat lezzeti ortaya çıksın.”[14]

“Kab-ı Kavseyn makamına çıkararak muhatab-ı Samedaniyeye mazhariyetle nüzul eden ve saadet-i dâreyne dair ve hilkat-ı kâinatın neticelerine ve ondaki Rabbanî maksadlara ait mesaili ve o muhatabın bütün hakaik-i İslâmiyeyi taşıyan en yüksek ve en geniş olan imanını beyan ve izah eden ve koca kâinatın bir harita, bir saat, bir hane gibi her tarafını gösterip çevirip, onları yapan san’atkârı tavrıyla ifade ve talim..”[15]

 

“Hududsuz şükürler, nihayetsiz senalar olsun o Zât-ı Zülcelal’e ki; bizleri cehl-i mutlak derelerinden, isyan ve küfran bataklıklarından lütf u keremiyle çıkarıp, gözleri kamaştıran en parlak bir nura talebe etmiştir.”[16]

 

            Dinin şe’ni, uhuvvettir, incizabdır. Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemalâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dareyndir.”[17]

“hilkat-i beşerdeki hikmetin takva olduğuna ve ibadetin de neticesi takva olduğuna ve takvanın da en büyük mertebe..[18]olduğu muhakkaktır.

 

Ülfet ve âdet ve yeknesaklık perdeleri altında çok hârika hakikatler gizleniyor gördüm.”[19]

“Haydi göreyimsizi, vazife-i ubudiyetinizi unutmamak şartıyla öyle çalışınız ki, rûy-i zemini, her tarafı herbirinize görülen ve her köşesindeki sesleri size işittiren bir bahçeye çeviriniz. “[20]

Bizlere ihsan olarak vermiş olduğu iman, islam, istikamet nimeti için Allahu tealaya nasıl hamd ü sena etmek gerekiyorsa öylece hamd olsun.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] Muhakemat ( 11 )

[2] Kastamonu Lahikası ( 248 )

[3] Tarihçe-i Hayat ( 29 )

[4] Tarihçe-i Hayat ( 13 )

[5] Sözler ( 261 )

[6] Lem’alar ( 71 )

[7] İttihad Yay. / Hayat-ı Nuriyem

[8] Lem’alar ( 159 )

[9] Sözler ( 706 )

[10] Muhakemat ( 91 )

[11] Asa-yı Musa ( 249 )

[12] Gençlik Rehberi ( 267 )

[13] Asa-yı Musa ( 250 )

[14] Mesnevi-i Nuriye ( 148 )

[15] Asa-yı Musa ( 131 )

[16] Tarihçe-i Hayat ( 484 )

[17] Sözler ( 133 )

[18] İşarat-ül İ’caz ( 98 )

[19] Emirdağ Lahikası-2 ( 121 )

[20] Sözler ( 257 )

Hissediyorum, Ama İfade Edemiyorum!

Maden-i kelâm olan kalb ise, lisandan uzak ve ecnebidir. Ve hem de çok defa lisan, kalbin dilini tamamen anlamıyor. Lasiyyema kalb bazan mes’elenin derin yerlerinden -kuyu dibinde gibi- bir tıntın eder ise lisan işitemez, nasıl tercümanlık edecektir?[1]

            Günlük konuşmuş olduğumuz kelimeler dimağdan süzülmektedir. “Dimağda Meratib var.”[2] Dimağın içerisinde 7 mertebe var. Bunlar; “Tahayyül, Tasavvur, Taakkul, Tastik, İz’an, İltizam, İtikad”[3] kafayı tek mertebe veya mertebesi zannedilmesi ise sıkıntıların sebebidir. Bu mertebelerin her birisinin bir hususiyeti var. Lakin bunlara burada değinmeyeceğim. Müstakilen inşaallah bir makalede izaha çalışacağım.

            Dimağın bu 7 mertebesinde gezen düşüncelerimiz kalb süzgecinden geçerek bizden kelam, kelime, söz, konuşmak olarak tezahür etmektedir. Lakin çoğu kez lisan kalbin hislerine tercüman olamamaktadır. Bir şair bu konu hakkında:

“ağlasam sesimi duyar mısınız,
mısralarımda;
dokunabilir misiniz,
gözyaşlarıma, ellerinizle?

bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
bu derde düşmeden önce.
bir yer var, biliyorum;
her şeyi söylemek mümkün;

epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
anlatamıyorum.”[4]

Bu sözler, bu hakikati bir nevi izah ediyor. Çok defa lisan kalbe refaket edip yoldaş olamamaktadır. Yolda bir süre beraber bulunuyorlar sonlara doğru lisan geri kalıyor.

Nitekim:“Kelâmın hayatlanması ve neşv ü neması; manaların tecessümüyle ve cemadata nefh-i ruh etmekle birmükâleme ve mübahaseyi içlerine atmaktır.”[5] Bir kelamın hayat bulması manalarını ifade edip ruhunu sirayet ettirip ettirmemesinde gizlenmiştir. Bir mananın tesirinin püf noktası burada gizlidir. Camid şeylere  ruh manalarının yüklenmesiyle hayat bulmaktadır.“kelâmmeyvedar birağaçtır.”[6]meyvelerinin verilmesi ise o tılsımda gizlidir.

         Kelâm-ı belig, ilim denilen çömleklerde pişirilen ve hikmet denilen büyük küplerde duran ve fehm denilen süzgeç ile süzülen âb-ı hayat gibi birmanayı, zürefa denilen sâkiler döndürüp efkâr içer; esrarda temeşşi etmekle hissiyatı ihtizaza getiren kelâmdır.[7]Güzel ve açık konuşmak, içerisine kainatın tılsımını muammasını saklı tutan çömleklerde gizlenmiştir. Dimağın bu 7 çömleğinin içerisine bakıp saklı olan şeyleri çıkmasıyla kullandığımız kelimelerin ruhu hasıl olup açığa çıkar. Zaten Risale-i Nur Külliyatını müteaddid defa okumamız da bunun neticelerinden birisidir.. ruhen zarif olan zurefalar Risale-i Nurun üslubuna aşina olmasıyla başka kitaplar sıkıcı gelmektedir. Şu hakikat bu bahsettiğimiz meseleye de ışık tutmaktadır. “zürefa denilen sâkiler döndürüp efkâr içer; esrarda temeşşi etmekle hissiyatı ihtizaza getiren kelâmdır” bu temeşşi/yürüme ise hisleri uyandırır ve hiss-i aliyi teyakkuza getirip uyandırır. İnsanı manen dinç tutar.

“kelâm, birçok münazaratın neticesi ve pekçok muhakematın zübdesi..”[8]Çömleklerin içerisinde var olan sır ve tılsımlar birçok şeyle alakadar olmakla dolmaktadır. Bu alakadarlık zihnin 7 mertebesini şekillendirmektedir. Muhakemesi düzgün olan bir insanın bu 7 çömleği düzgün demektir. Zaten şuur dimağdaki 7 mertebenin istikamet üzere olması manasına gelmektedir.

Kalb mana aleminin derinliklerine dalmış orada künuz-u mahfiye olan gizli hazninelerini çıkartmış ve bunları kend aleminde kategorize edip bir nevi kendisince tahlil etmiştir. Lakin mana aleminde olan bu hadiseyi başkasına ifade ederken kelimeler kifayetsiz kalıyor. Manaları izah edememektedir. Yani insandaki bu hisler bu lisanla izah edilemiyor.

Kalbin ince hassas ayarını kelam işetemez. İşitse bile en asgari seviyede işitir tam anlamaz. Mana aleminde bir mihmandar ile ilerlemek en selametli yoldur.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Risale-i Nur Araştırma Merkezi

Yozgatnur

[1] Muhakemat ( 112 )

[2] Sözler  ( 706 )

[3] Sözler  ( 706 )

[4]Orhan Veli

[5] Muhakemat ( 89 )

[6] Muhakemat ( 108 )

[7] Muhakemat ( 91 )

[8] Muhakemat ( 108 )

Doğru İslamiyet

Hilkat-ı âlemde maksud-u bizzât ve galib-i mutlak, yalnız hüsün ve hayr ve hak ve kemaldir.

Amma şer ve kubh ve bâtıl ise; tebaiye ve mağlube ve mağmuredirler. Eğer çendan savlet etseler de muvakkattır.

Hem de sabittir ki: Ekrem-i halk benî-âdemdir. İstidadı ve san’atı buna şahiddir.

Hem de benî-âdemin en eşrefi, ehl-i hak ve hakikat olan doğru Müslümanlardır. [1]

Kainatın ve insanın yaratılması herkesçe malumdur. 6 gün.. cinler.. meleklerin secdesi.. Adem (a.s.)’ın ihracı.. gibi. Adem (a.s.)’dan kıyamete dek olacak insanlar toplansa belki 4/1’i ehl-i necat olacaktır. 4/3’ü necat olmayacaktır belki.

%25lik insan ehl-i necat olacaktır. Zahirde bu zararlı, şer gibi görünmekte çünkü %75 dalalete gitmektedir.

Madenlere ateş verilir ki içerisindeki şeyler ayrışsın. Dünyada ki musbetler ve yaşanan hadiseler de bu ateş gibidir.

Peki hal bu minval üzere iken kainatın yaratılış hikmeti nedir? Diye veya kainat ne üzerine tesis edilip kurulmuştur gibi şeyler insanın aklına gelmektedir. “Hilkat-ı âlemde maksud-u bizzât ve galib-i mutlak, yalnız hüsün ve hayr ve hak ve kemaldir.” Bize bu acaba dediğimiz şeylere cevap vermektedir. 18 bin âlemin hilkâti yaratılması ve bu hilkatten Halik-i Kâinatın maksadı gayesi güzellik, iyilikler, hakkın tecellisi ve tekamül olan kemâlât, olgunluk ve mükemmelliktir.

Kötülük, çirkinlik, hurafe uyduruk şeyler ise; sadece adı kalmış, unutulmulmuş ve yenilmiş olan devlet gibi savaş meydanında adı kalmıştır. Sancağı kırılmıştır toza bulanmıştır. Bu yenik mağlup olan hurafe şeyler insana hücum da etse bu hücum göstermeliktir ve geçicidir.

Hem de kesin olan şudur ki yaratılanların en şereflisi âdemoğludur.Fıtratıda sistemine yerleştirilen istidadları buna delildir ki bu istidadları sistemindeki kabiliyet ve yeteneklerinin kullanılmasıyla hasıl olup ortaya konan eserleri bunun en mükemmel delilidir.

muhakkikîn-i nev-i beşeriseinsan türünün gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen fertleri olarak düşünülmesiyle Risale-i Nur Külliyatı ciddi, samimi, devamlı olarak okuyan talebelerini muhakkik ve müdakkik yapmaktadır. Yaptığı işte şuur vermektedir. Yani zihnin 7 mertebesi olan tahayyül, tasavvur, taakkul, tastik, iz’an, iltizam, itikad bu 7 mertebenin istikamet olması şuur olarak tabir edilmektedir. Risale-i Nur Külliyatı insana bunu kazandırmaktadır.

Şuursuz insan gününün nasıl geçtiğinin farkında olmayıp kendisini rastgelen şeyle meşgul ederek ömür dakikalarını çar çur etmeye mahkumdur.

Şuur sahibi olan insan ise gününün her an’ını kıymetlendirip değerlendirmeye çalışmaktadır. Daha çok şeyler yapmak için kendisi içerisinde atom enerjisine sahip olarak çalışmaktadır. 25.lem’anın 19. Devası buna delildir.

Şuur sahibi olan âdemoğlu ise nev’i içerisinden daha da imtiyazla tefrik edilip ayrılır. Şuur ile kainatta kudret kalemiyle yazılan her şeyi okur ve okuyabilir. Amma şuurunu kaybedip dengesini bozmasıyla bu manaları okuyamaz hal’e gelerek gaflete bürünür. Gaflet var olan şeyleri okuyamamak denilse hata edilmiş olmaz.

Hakikatlerin önündeki engel ise gaflettir. Yani közlerin üzerine küller serilmiş ve üzerine perde olmuştur. Bura elzem olan iman közleri olan şuuru çıkartmak için üzerindeki ülfet ve gaflet küllerini temizlemek gerekmektedir.

Bu tahliye/temizlik işlemi yapılmasıyla âdemoğlu, insan olmakta ve şuursuzluk neticesi olan beşer sıfatından sıyrılmaktadır. Kemale ermektedir. “Hem de benî-âdemin en eşrefi, ehl-i hak ve hakikat olan doğru Müslümanlardır.” Doğru İslamiyet Kur’an ve Sünnet-i Seniyyedir. Şahısların anladığı mana bu 2 menbadandır lakin o menbanın tamamı değildir. Yani kaynaktandır kaynak değildir.

Doğru islamiyetin yaşanmasıile hakiki Müslümanlık tezahür edip görülmektedir. Zaten doğru Müslümanlar yamuk yumuk yaşamamakta doğru yaşamaktadır yaşamaya çalışmaktadır.

Eğer biz ahlâk-ıİslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki Küre-i Arz’ın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler.[2]

Zaten doğru islamiyetin hayat bulup yaşanması ise zaten kanunların tatbik etmeye çalıştığı manadır. Hangi din toplum inanç olursa olsun Adalet, Hak, Hukuk.. gibi manaların toplumda hakim olmasına çalışmaktadır.

Bizlerin hakiki islamiyeti yaşamasıyla, islamiyetin esasları tüm toplumlarca kabul görüp itikadda değil ama içtimai/sosyal hayatta Müslüman olan bir dünya görebiliriz ki bu gidip itikadi olarakta islamiyeti hakim olmasına biz zemin bir perde teşkil edecektir.

Amma tavizlerle, yamuk yumuk, langur lungur bir anlayışla ve çeşitli iddialarla bunun olması mümkün değildir. Risale-i Nuru müteala edenlerce malumdur ki “En ziyade yaralananlar, siperini bırakıp kaçanlardır. En az yara alanlar, siperinde sebat edenlerdir!”[3]  bu sebeple kar elde edeceğim diye haktan taviz vererek bir şey elde edilmeyeceği malumdur. Bu sebeple kalpteki iman ile beden deki heva arasına sıkışmalar olmaktadır. Giyim kuşam buna delildir.

Sağlam bir fikir adamını kaypak bir Müslümana tercih ederim. Çünkü kaypak olanın nerede ne yapacağı belli olmaz. Ama solcu da olsa fikirlerinde sabit ise, ciddi ise kaypaktan iyidir.

Şu gelecek kelimeler herkese rehber olmalı.
“Hak nurunu yaktı ve parlattı. O nur ile âlemleri ziyadar eyledi.”[4]

“Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim!

Beş yüz senedir yattığınız yeter! Artık Kur’anın sabahında uyanınız. Yoksa Kur’an-ı Kerim’in güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla, vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.

Kur’anın mecrasından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz. Yoksa toprak gibi sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır. Birleşen su damlaları gibi, Kur’an-ı Kerim’in saadet ve selâmet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat olan, hakikat-ı İslâmiye sularını akıtınız.

O hakikat-ı İslâmiye suları ile bu topraklarda iman ziyası altında hakikî medeniyetin fen ve san’at çiçekleri açacak, bu vatan maddî ve manevî saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir inşâallah.”[5]

İstikametle kaim olmak temennisiyle
Muhammed Numan ÖZEL

Risale-i Nur Araştırma Merkezi

Yozgatnur

www.NurNet.org

[1]Muhakemat ( 40 )

[2] Tarihçe-i Hayat ( 90 )

[3] Mektubat ( 417 )

[4] Tarihçe-i Hayat ( 456 )

[5] Tarihçe-i Hayat ( 158 )

Fikirlere Kapı Açmak

Nefrin, hezârân nefrin, cehlin yüzüne..[1]

İnsan, Bilmediği Ve Yetişmediği Şeye Düşmandır.[2]

Cehalet ağanın, inad efendinin, garaz beyin, intikam paşanın, taklit hazretlerinin, mösyö gevezeliğin taht-ı riyasetlerinde insan milletinden menba-ı saadetimiz olan meşvereti inciten bir cemiyettir.[3]

 

Hakikaten insanın bilmediği şeye düşman olması fıtratına müdahaleler neticesinde olmaktadır. Yalnızlık zahirde sessizliktir; ama o sessizlik değildir. Çünkü insan sessizlikten ürkmekte, korkmaktadır. Yalnızlık bu haliyle sessizlik olarak mana yükleyip bakarsak. Ecnebilik yani yabancı kalmaktır. Bir yerin yabancısı olmak kadar kötü bir şey yoktur. Çünkü herkes ve her şey insana veya insan hepsine yabancı kalıyor.

Yalnızlığın/sessizliğin ürpertisini bazen insan iliklerinde bile hissetmektedir. Bu sessizliği bozmak için yalnız kalan ya müzik dinlemekte ya tv izlemekte ya ıslık çalmakta yani sessizliği bozmaya çalışmaktadır. Biz nur talebeleri ise hemen her imkanda okumakta tefekkür treniyle mana aleminin inceliklerine derinlerine yolculuğa çıkmaktayız.

Bu seyahatta aldığımız incileri nazarlara arz etmeye umuma göstermeye ihtiyaç vardır. Anladığımız mana incilerini başkalarına göstermekle hem başkalarının fikrini nurlandırır hemde manalarımızı göstermekle o tezgahtarlık vazifesinden haz alabiliriz. İnsan odun gibidir bir odunun tutuşup tüm odunları yakması nurlandırması gibi fikir teati alışverişverişlerinden hem kendisi şevk ile yanar yanmaya devam eder hem de başkalarını yakar bu yakmakla umumi bir nur hasıl olur açığa çıkar.

Nurlandırma vazifesinde imkanı olupta yapmayanlar: hayat ve hizmet-i nuriyede inkısar-ı hayale, şevksizliğe, hizmetten çekilmeye, malumatı kendisine yük olmasına, evham ve vesveseye.. maddeten ve manen mübtela olmaya mahkumiyeti iki kerre iki dört eder katiyetindedir.

Burada bir manayı anlayan anlamış olan kimseye düşen ise: “Efkâr için kapıları açmak, duhûle davet etmek lâzımdır.”[4] Yani fikirlerin ve fikirlerle insanların terakki etmesi için insanları sağlam bir hakikate davet etmek lazımdır. Bir nevi tezgahtarlıktır desek yeridir. Hakikattir hakikat ise daima duracak değişmeyecek doğru manasındadır. İnsanları hakikate ilme terakki ettirmekle vazifeli olan tezgahtarlar bunun için meşru olan yolları kullanmalıdır. Ama ilmi ve hakikati rencide ederek ilimle hakikati insanların seviyesine indirmek hatadır. Çünkü takva ile amel etmeyen ruhsat/fetva ile amel ederse bunun ardından gelen kimseler bu fetvayı da tahfif ettirmek isteyecektir. Risale-i Nuru Sadeleştirmekte ilmi tenzil etmekten başka bir şey değildir.

O halde bizler her daim tekemmülatımız için malzemeleri arının bal için malzeme yapması gibi toplayıp iman balını yapmakla mükellefiz. Eğer insan delik olan araba deposunu tamire uğraşmazsa yolda kalması kaçınılmazdır. Ahiret yolunda iman depomuzun delikleri olan günahları izale edip kapatmazsak gideceğimiz yolda kalırız.

Tekemmülat malzememizi an-ı seyyalede en kısa sürede tamamlayıp imanın zirvesine çıkmak elzem-ül elzemdir.

Kim tevfik isterse, âdetullah ve hilkat ve fıtrat ile aşinalık etmek ve dostluk etmek gerektir. Yoksa, fıtrat tevfiksizlikle bir cevab-ı red verecektir. Cereyan-ı umumî ise, muhalif harekette bulunanları adem-âbâd hiçahiçe atacaktır. İşte buna binaen temaşa et.[5] Maksadımız muvaffak olmaksa kainatın sahibi Allah’ın koyduğu kanun ve kaidelere uymamız gerekmekteyiz. Eğer bu kaidelere uyarsak muvaffak uymazsak muvaffakiyetsizlikle cevap alırız.

Yahu.. ey birader! İnsaf mıdır, taharri-i hakikat böyle midir ki: Sen irşad-ı mahz ve ayn-ı belâgat ve hidayetin mağzı olan şeyi, irşada münafî ve mübayin tevehhüm edesin? [6]  İnsaf mıdır ki hakikatleri ararken, tamamen hidayetin içi özü olan.. ve mukteza-i hal’e mutabık hareket etmek olan belagata zıt ve uygunsuz harekete hizmet veya irşad densin? Ve halis hidayetin tarzına bu zamanda olmaz demek makul değildir.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] Muhakemat ( 62 )

[2] Sözler ( 51 & 69 )

[3] Münazarat   ( 13 )

[4] Muhakemat ( 161 )

[5] Muhakemat ( 152 )

[6] Muhakemat ( 161 )

Fıtri ve Sun’ilik

لَيْسَ الْكَحْلُ كَالتَّكَحُّلِ“Yani: Fıtrî karagözlülük, sun’î (yapma) karagözlülük gibi değildir. Yani yapma ve sun’î olan bir şey ne kadar güzel ve ne kadar kâmil olursa olsun, fıtrî ve tabiî olan şeylerin mertebesine yetişemez ve onun yerine kaim olamaz. Her halde sun’îliğin yanlışlıkları, onun ahvalinden, etvarından belli olacaktır.”[1]

Hepimizin malumudur ki: çevremizde iletişim halinde olduğumuz müddetçe muhtelif insanlarla irtibat kurmaktayız. Bu kurduğumuz irtibatlar neticesinde hem etkilemekte hem etkilenmekteyiz.

Bu irtibatlar neticesinde sirayet hasıl olmakta yani karşındakinin boyasıyla boyalanmaktayız. Pozitif birisiyle görüşmemizle onun pozitifliği bize geçmekte.. negatif birisinin de negatifliği bize geçmekte sirayet etmektedir.

Lakin burada dikkat etmemizle gördüğümüz şey ise; bir kişi yaptığı, söylediği şeylerde samimi olup olmadığı o şeyleri söyleyip/yaparken belli ediyor.

Mesela sevmediği birisi geliyor ama onunla konuşuyor konuşması gerekiyor. Bu ihlastır; ama sırr-ı ihlas değildir. Çünkü bir şey insanın batına tesir etmemişse amiyane tabirle içine sinmemiş öz olmamışsa sırr-ı ihlas olmamıştır. İçine dek işlemişse şayet o sırr-ı ihlastır. Demek ki her şey batında iç manevi alemde tezahürü ve yeri nisbetinde tesir ediyor.

Fıtri/Sırr-ı İhlas olmayan davranışlar yapmacık olduğu her halden belli oluyor. Hoş geldin abi/kardeş deniliyor ama bakıyorsun o kadar sun’i yapmacık oluyor ki tavırlarından adeta tiksindiriyor. “Her halde sun’îliğin yanlışlıkları, onun ahvalinden, etvarından belli olacaktır.”[2] Hakikatini zerrelerde bile hissetmeye sebep oluyor.

Yapma çiçek ne kadar canlı, hoş, latif, zarif görünse de bin sene o hal’i ile bir fıtri papatyaya bile rüçhan/üstün olamaz. “bir şey ne kadar güzel ve ne kadar kâmil olursa olsun, fıtrî ve tabiî olan şeylerin mertebesine yetişemez ve onun yerine kaim olamaz.” Kaidesini dünyanın her yerinde ilan ediyor. Bunlar vahdaniyetin ve ehadiyetin birer dellalıdır.

Bir sohbet ortamında konuşmacının samimiyeti sözlerine ve hallerine sirayet etmesiyle samimiyeti tezahür eder görülür ve anlaşılır. “Bir sineği, daimî bir surette tavus görmek ve tavusun büyük evsafını onda her vakit müşahede etmek ne kadar muhal”[3] olduğu bedihidir açıktır.

         Bir insanın kıymeti fıtrilik ve sun’ilik nisbetindedir. Ne kadar fıtri o kadar samimiyettir.

         O halde bizler karşımızdaki her sakallıyı dede sanmadığımız gibi soğuk, sun’i olan kimselerle olan münasebetlerimizde kim olursa olsun dikkat etmek gerekmektedir.

Fıtrilik duasıyla

Muhammed Numan ÖZEL

Risale-i Nur Araştırma Merkezi

Yozgatnur

www.NurNet.org

[1]İşarat-ül İ’caz ( 106 )

[2]İşarat-ül İ’caz ( 106 )

[3] Mektubat ( 313 )