Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Tenkid Kapısı

Hak ve hakikatın, Kur’an ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zâtlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnetdar olur, şükreder. Sakın Birbirinize Tenkid Kapısını Açmayınız! Tenkid edilecek, kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Tarihçe-i Hayat ( 208 )

Evet, münafıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir plânı; böyle herbiri birer zabit, birer hâkim hükmündeki eşhası müşterek bir mes’elede böyle kaçınmak ve birbirini tenkid etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırır, boğuşturur, manevî kuvvetlerini dağıttırır. Sonra kuvvetini kaybedenleri kolayca tokatlar, vurur. Risale-i Nur şakirdleri, hıllet ve uhuvvet ve fena fi-l ihvan mesleğinde gittiklerinden, inşâallah bu tecrübeli ve münafıkane plânı da akîm bırakacaklar. Şualar ( 318 – 319 )

Üstadım Külliyatın 158 yerinde Tenkidden bahsetmektedir. Bizler de farkında olmadan bu tuzağa düşmekteyiz. İçtimai zeminde siyasi gerilim ve sıkıntılar tebarüz etmiş ve günyüzüne çıkmıştır.

Bu meselede de ne olursa olsun hangi cenah üstün racih gelse de olan islama olacak sevinen ve galip gelen ise; İslam düşmanları olacaktır. Bu mevzuda üstadım:Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken; bir çocuk, ikisini de döğebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa; bir küçük taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Mektubat ( 270 )” mesele naziktir.

Üstadım ve ağabeylerim hasiphanede iken sıkıntılar tebarüz edince: “Eğer o acib yerde beraber bulunmaktan gizli parmaklar karışıyorlar, biriniz Tahirî’nin koğuşuna gidiniz. Şualar ( 504 )” demiştir. Bunun mevzu ile alakasına gelirsek Tahiri Ağabeye sorulduğunda üstad neden böyle dedi?

–        Bizim koğuşumuzda herkes Risalelerle meşgul olur kimse lüzumsuz şeylerle veya boşta kalacak şekilde şeylerle meşgul olmazdı. Bu sebeble kimsede sıkıntı olmazdı. Üstad bu sebeble böyle dedi.

Bizler de Risale-i Nur ile hemhal olduğumuz müddetçe fuzuli olan şeylerle meşgul olmadığımızda bizler de sıkıntısız ve ehl-i dalalete kukla olmaktan kurtulacağız.

Tenkid kapısını 2006’da Risale-i Nur Cemaatinde en büyük meşreb’e yeni neşriyat kurdurarak aralarına tenkid kapısını açtırdılar.

Bu takip eden sürede şahdamar yayınları başlığı altında tebdil ve tağyire maruz kalmış başka bir neşriyat kurularak hizmet hareketine karşı Tenkid kapısını açtılar.

Sonra ufuk yayınları olarak Risale-i Nur’dan bazı eserleri tahrif ederek sadeleştirme kisvesinde neşrederek Tenkid kapısını daha da açtırdılar. Bu suretle ehl-i iman arasına Tenkid kapısını gittikçe açtırmak için var güçleri ile çalıştılar.

Bu ara istediklerine yaklaşınca hükümetle gülen hareketini kavga ettirdiler. Can damarları olan bir mesele ile. Sonra Tenkid kapısını gülen ve hükümet arasında açtırarak dersane mevzuu kapandı ve herkes içindeki kurtları dökmeye, Tenkid kapısını açmaya ehl-i dalalete yardım ettiler.

Şimdi dersane mevzuu kapandı Tenkid kapısı aralandı ve ardına kadar açmaya çalışılmaktadır. Biz nur talebeleri ise bu mevzuda iki tarafı da tutmadan tarafsız kalarak Tenkid kapısını kapata biliriz. Bu tadad ettiğim meselelerle Tenkid kapısını açarak ehl-i iman arasına soğukluk ve uzaklık verdiler. Tabir-i caiz ise birbirinden kopardılar.

Tenkid kapısını: Hak ve hakikatın, Kur’an ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zâtlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnetdar olur, şükreder. Sakın Birbirinize Tenkid Kapısını Açmayınız! Tenkid edilecek, kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Tarihçe-i Hayat ( 208 )

Evet, münafıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir plânı; böyle herbiri birer zabit, birer hâkim hükmündeki eşhası müşterek bir mes’elede böyle kaçınmak ve birbirini tenkid etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırır, boğuşturur, manevî kuvvetlerini dağıttırır. Sonra kuvvetini kaybedenleri kolayca tokatlar, vurur. Risale-i Nur şakirdleri, hıllet ve uhuvvet ve fena fi-l ihvan mesleğinde gittiklerinden, inşâallah bu tecrübeli ve münafıkane plânı da akîm bırakacaklar. Şualar ( 318 – 319 ) gibi ikazlarla kapatacak ittihad ve ittifak-ı islamı temin etmeye çalışacağız. Bu biz nur talebelerinin mesul olduğu vazifedir.

“Eyvah, eyvah! El’aman, el’aman! Ya Erhamerrâhimîn meded!

Bizi muhafaza eyle, bizi cinn ve insî şeytanların şerrinden kurtar,

kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadakat ve muhabbet

ve uhuvvet ve şefkatle doldur.”

Şualar ( 498 ) duasını yapmakla mükellefiz.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

Sirâyet

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 سرايت(Sirâyet): Yayılmak, bulaşmak, geçmek.

            “Hakikât nazarında sebeb-i adâvet ve şerr olan fenâlıklar, şerr ve toprak gibi kesiftir; başkasına sirâyet ve in’ikas etmemek gerektir. Başkası ondan ders alıp şerr işlese, o başka mes’eledir. Muhabbetin esbâbı olan iyilikler, muhabbet gibi nurdur; sirâyet ve in’ikas etmek, şe’nidir.

Ve ondandır ki;Dostun dostu dosttur” sözü, durûb-u emsâl sırasına geçmiştir. Hem onun içindir ki; “Bir göz hatırı için çok gözler sevilir” sözü umûmun lisânında gezer. Mektubat ( 264 )

Sirâyet kelime i’tibâriyle Yayılmak, bulaşmak, geçmek mânâsındadır. Buna misâl ise; bulunduğumuz ortamda bir portakal soysak o portakal kokusu tüm ortama yayılacaktır. Bilim buna difüzyon denilmektedir. O ortama giren herkes eğer burnunda da problemi sıkıntısı yoksa şayet anlar ki burada portakal kokusu var. Veya kokulu bir işle iştigal eden o işin gereği olarak koku ile kokulanacaktır. Bir pastanede çalışan kimsenin pasta, parpümle uğraşanın parfüm kokması fıtri olan âdetullah’a muvafık ve iktizâsı gereğidir.

Risâle-i Nur ile hemhâl olan kimseler de meşguliyetinin iktizasıyla Nur’un esasları o şahsın heryerine sirâyet edecektir. Zihni, fikri, hayâl, ruh, rüyâ, kalb.. gibi latifeleri onunla – nurla – sıbgalanır ve nurun râyihası insana sirâyet eder.

Nur’un sirâyet etmesiyle insan; nur’un sirâyetiyle tasaffi edecektir. Sirâyet hâdisesi ise; sarmalamak tabiri de kullanarak ifade etmek mümkündür. Çünkü; sirâyetle sarmaktadır çepeçevre kuşatmaktadır.

O hâlde bizler de Daire-i Risale-i Nur’a dahil olup intisap etmekle islâmiyetin gereği olan harz-ı harekette Kur’an ve Sünnet’i ve İcmâ ve Kıyas’ı merkeze koyup kıblenâmeli bir pusula olan Sünnet-i Seniyyeyi merkeze koyup temerküz ettirerek mesleğimizin icâbı olarakta Risale-i Nur – ki ahirzaman ümmetine bir münci suretinde bizlere hediye edilmiştir. – esasları ile hareketlerimizi sıbgalamalıyız ve hâlâtımıza sirâyet ettirerek bizler de nûrânîyet kesbetmeye say u ğâyret etmeliyiz.

Hâl bu minvâl üzere olması netaicinde ise; asrın imamına tebâiyet ederek bizlere imamımızın hâlet-i ruhiyesi bizlere de sirâyet edecek ve bizleri hakiki müstakim bir Nur Talebesi yapacaktır. “Sohbet-i Nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zât, senelerle seyr ü sülûke mukâbil, hakikatın envârına mazhar olur. Çünki sohbette insibağ ve in’ikas vardır. Malûmdur ki: İn’ikas ve tebâiyetle, o Nur-u A’zâm-ı Nübüvvetle berâber en azîm bir mertebeye çıkabilir.Sözler (489)” burada üstadımın da bizlere koyduğu bir düsturla “sohbette insibağ ve in’ikas vardır.” O halde dinleyen dinlediğinin hâlâtı ile hâllenir.

O halde dinleyen dinlediğinin hâlâtı ile hâllenir kaidedesince herkes dinlediği, izlediği, okuduğu, baktığı şeylere dikkat etsin ve kendisine sirâyet edeceğini bilsin.

İhsan-ı ilâhice bizi bu hizmette istihdam eden Rabb-i Rahim’e kendisinin istediği tarzda hamd ü senâlar olsun.

Selâm ve Duâ ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.yozgatnur66.blogcu.com

Kârlı Ticareti Yapmazsan…

Kârlı Ticâreti Yapmazsan, Kârlardan Mahrum Olduğun Gibi,

Beş Derece Hasâret İçinde Hasârete Düşeceksin!

             Birinci Hasâret: O kadar sevdiğin mal ve evlâd ve perestiş ettiğin nefis ve hevâ ve meftun olduğun gençlik ve hayat zayi’ olup kaybolacak, senin elinden çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna yükletecekler. Sen gafletle nazar edeceğin için buna müstehak olacaksın. Çünkü Risâle-i Nur ile nazar etmezsen hakikatların arkasına ve rahmet vechesiyle nazar etmeyi bilemeyeceksin. Bu lezzet ve nimetten mahrum kalacaksın.

             İkinci Hasâret: Emânette hıyânet cezâsını çekeceksin. Emânet-i Kübrâyı taşıması olmuzlaması vechesiyle Hâlife-i Arz olan insan eğer emanete hıyânet ederse azim bir ceza ve ikab göreceksin. Çünki en kıymettar âletleri, en kıymetsiz şeylerde sarfedip nefsine zulmettin. Nefsine zulmetmemek istersen Risâle-i Nur tezgahında yapılan Gözlük ile nazar et. Tâ ki âlem nur ve nurâni olsun.

             Üçüncü Hasâret: Bütün o kıymettar cihâzât-ı insâniyeyi, hayvanlıktan çok aşağı bir derekeye düşürüp hikmet-i İlahiyeye iftirâ ve zulmettin. Eğer insanlıktan hayvaniyete inkılab etmek istemezsen kendini tanı ve kendine yatırım yap. Yatırımsız kazanç söz konusu değildir. Kendi tanıyıp yatırım yapmak ise hakikatını ve yaratılış ğayeni bilmen gerekir. Bunu bu hakikatı en kısa yoldan öğrenmek, lezzet, feyz, esrarengiz yolu Risâle-i Nur’u dikkat, tefekkür ve devamlı olarak mütealâ ve okumaktan geçer.

Dördüncü Hasâret: Acz ve fakrın ile berâber, o pek ağır hayat yükünü, zaîf beline yükleyip zevâl ve firak sillesi altında dâim vâveylâ edeceksin. Bunun en basiti mânevi olan buhrandır ki; bir cihetten Dabbet-ül Arz ervâhı habisedir. Ervâh-ı Hâbise ise maddi ve manevi tüm hastalıkların sebebidir. Mânen ve madden huzurda olacaksın. Böylece kâinâtı değiştirecek olan istidad’ını buhranlarla heder etmeyeceksin.

Kendi bel ve başına vâveylâ edecek şeylerden muhafaza etmek ister misin?

Mâdem istemek insanın fıtratıdır o hâlde Risâle-i Nur Külliyâtını mütefekkirâne temâşâ et!

            Beşinci Hasâret: Hayât-ı ebediye esâsâtını ve saadet-i uhreviye levâzımâtını tedârik etmek için verilen akıl, kalb, göz ve dil gibi güzel hediye-i Rahmâniyeyi, Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmektir. Bir bıçak hem domates’e hem can’a kıyar. Bunun gibi insanın tüm cihâzâtı âlem-i âhiretini etkileyecek.. ve istediği yere konmak isteyen kuş gibidir.

            Ya Allah nâmına kullanacaksın her şeyi yemeyecek, içmeyecek, konuşmayacak, söylemeyeceksin.

            Ya nefs hesabına kullacak rast geleni yapacak Allahın Habibiyetliğine giden yoldan çıkacak Hutame’ye Hatab olacaksın.

            Şimdi satmağa bakacağız. Acaba o kadar ağır bir şey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar. Risâle-i Nur Külliyâtını tetkik etmekten kaçıyor. Derslere katıldığı halde şahsi okumasını yapmıyor. Şirket-i mâneviyeden İştirâk-i âmel-i Uhreviyeden kendisini çekiyor kafa fenerinin ışığına itimad ediyor.

 Yok, kat’â ve aslâ! Hiç öyle ağırlığı yoktur.

Zira; Helâl Dairesi Geniştir, Keyfe Kâfi Gelir. Harama Girmeye Hiç Lüzum Yoktur.

Ferâiz-i İlahiye ise; hafiftir, azdır.

 

Allah’a abd ve asker olmak, öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez.

Vazife ise: Yalnız bir asker gibi Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Bu hakikatları bizlere ihsân-ı ilâhice bildiren Risâle-i Nur Külliyâtını ilmek ilmek ruha dokumalı.

Ve izni ve kânunu dairesinde hareket etmeli, Maddi ve Mânevi sükûnet bulmalı. Huzura vâsıl olmalı.

Kusur etse, istiğfar etmeli.

Yâ Rab! Kusurumuzu afvet, bizi kendine kul kabul et, emânetini kabzetmek zamânına kadar bizi emânette emin kıl. Âmîn demeli ve ona yalvarmalı.

 Risâle-i Nur Külliyâtına göbek bağından bağlanarak Kur’an Hakikatlarını bu asrın insanının anlayışına en uygun bir tarzda ders veren Risâle-i Nur Külliyâtıyla kâinâta naza edilerek kâr etmeli ve Hasârete düşmemeli !

Altın-cı Söz’ü tefekkür ederken 6. Söz’den tefekkürümü yazdım. Kusurlar benden kemâlât ise; Risâle-i Nur Külliyâtına aittir.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

Risâle-i Nur İmâm-ı Ali’nin Dilidir!

Risâle-i Nur’un üstâ ve Risâle-i Nur’a Celcelutiye Kasidesi’nde rumuzlu işârâtıyla pek çok alâkadarlık gösteren ve benim hakâik-i imâniyede hususî üstâdım İmâm-ı Ali’dir (R.A.) Tarihçe-i Hayat ( 500)

Nur şâkirdlerinin üstâ: İmâm-ı Ali’dir (R.A.) ve Nur’un mesleğinde Hubb-U Âl-İ Beyt esastır.. Emirdağ Lahikası-1 ( 242 )

            Risâle-i Nur Külliyatında daha bir çok mehezde Risâle-i Nur Evliyânın seyidi ve Rasulü Ekrem (a.s.m.)’ın İfadesiyle: “Ben ilmin şehriyim Ali ise kapısıdır. İlmi isteyen kimse kapıdan girmelidir.” (Tirmizi) Bu hâdisten anlaşılan; İslam’ın, Kur’an’ın ve yaşayan Kur’an olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) ilim şehrine girmenin ancak ve ancak İmâm Ali kapısından girmekle mümkün olacağıdır. “Yüce Allah, âlemlerin Rabbi; Resulüllah ise; âlemlere rahmet peygamberdir. Resulullah (sav) ilmin ve hikmetin şehri; Hz. Ali ise; kapısıdır. Allah’ın koruması ve ismeti altındaki Resullulah’ın ilim şehrine giden yolların hepsi Ali kapsından geçer. Hak yollar Ali kapısına çıkar. Ali kapısı ise; Resullulah şehrine açılır… Resulullah’ın şehrinde ise; Yüce Allah bulunur, orası tevhit şehridir.

             Nakşi Tarikatı Hâriç tüm tarikler Menba’ını İmâm-ı Ali (r.a.)’dan alır. Nakşiler ise; Menba’ını Hz. Ebu Bekr’e dayandırır. Şimdi Risâle-i Nur ise; Ercuze ve Celcelutiye isimli eserlerinde Remz, İşâret.. gibi manalarla haber vermiş olup Âyet-Ül Kübrâ, Âsâ-Yı Musâ gibi âsâra ismen haber vermektedir.

            Hâl bu minvâl üzere iken Risâle-i Nur Külliyâtına kalem karıştırmak, sadeleştirmeye çalışmak, hizmetine hulul ederek hizmeti akamete bırakmak için çaba sarfedenler bilsinler ve Risâle-i Nur’un Lem’alar isimli kitabının Onuncu Lem’asını okuyarak eğer dost ve aldanmış ise; tevbe ve nedamet etsin. Muarız ise; Zecr Tokatları gelerek gam ve gussa çekerek çeşitli hastalıklara mübtelâ olacağını bilsin.. ve Risâle-i Nur’un Muarızı ise; orada yazılı metinde nümuneleri görünen tokatlar geleceğini bilsin ve Kaşını Gözünü sürmelesin. Dünyâda rezalete bürünmeye hazır olsun ve maksadının aksi ile tokat yiyerek beter bir hâle geleceğini bilsin.

            Biz hizmeti akâmete uğratmak isteyen münafıklara aldanan ve  o aldananın aldattıkları ise; nedamet ederek rezaletten kurtula bilir. Risâle-i Nur ki Rasulü Ekrem (a.s.m.)’ın sünnetinin muhafızı ve müntesibi ve ilim şehrinin medhiyesine mazhar ve Kur’an’ın etrafında mânevi bir sur ve hat teşkil eden bir eserdir. Bu eseri tesirsiz kılmak isteyen kimselerin planı ise Hizmette kıblenâmeli bir pusula teşkil eden Lâhikaları kaldırarak yerine Sözler, Lem’alar, Mektubat, Şuâlar, Mesnevi-i Nuriye, İşârât-ül İ’câz bu 6 temel eseri nazara verip hep bunlardan dersler okunarak bunlar nazara verilerek hizmetin bir nevi mihânikiyeti olan Lâhikaları devre dışı bıraktırmaya çalışmaktadırlar.

            ● Lâhikalar Hizmet-i Nuriyede yol haritasıdır.

            ● Lâhikalar Hizmet-i Nuriyenin İlm-i Hâlidir.

Merhum ve Muarref Ağabeyimiz Zübeyr GÜNDÜZALP Ağabeyin telaffuzunca: “Risale-i Nur 3 temel üzeredir. 1- İmani bahisler. 2- Müdafaalar. 3- Lâhikalar.” Sadece imâni bahisleri okuyanlar Evliyâ olabilir; ama nerede nasıl hareket edeceğini bilemez. Bilmesi için Lâhikaları benimsemesi ve hayatına bir merkez teşkil ettirmesi elzemdir. Müdafaalarla hem hâl olan Dâvâsını müdâfâ eder ve dâvâ adamı olur. “Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, imanı kurtarmaktır, başkaların imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır.” Tarihçe-i Hayat ( 482 )

Şimdi âhirzamanda Hz. İmâm-ı Ali (r.a.)’ın dili hükmünde olan ve silsile ile gidecek olursak Rasulü Ekrem (a.s.m.)’a ulaşan bir eser ve eserin etrâfında cem olan mânevi seyyidler olan Nur Talebeleri Kur’anın Has ve hâlis tirmizleridir. Risâle-i Nur’un tilmizleri, şâkirdleri, talebeleri, Hizmette hareket ederken ucu nereye dokunuyor gidiyor bilsin bunu.

Selam ve Duayla

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

Latifeler ve İnsan

Madem dünyâ hayâtı ve cismânî yaşayış ve hayvanî hayat böyledir; hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun. İşte o âlemin anahtarı, marifetullah ve vahdaniyet sırlarını ifade eden “Lâ İlahe İllallah” kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir. Mesnevi-i Nuriye ( 178 )

Hem senin mahiyetine öyle manevî cihazat ve latifeler vermiş ki; bazıları dünyayı yutsa tok olmaz. Bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş, bir batman taşı kaldırdığı halde; göz, bir saçı kaldıramadığı gibi; o latife, bir saç kadar bir sıklete, yani gaflet ve dalaletten gelen küçük bir halete dayanamıyor. Hattâ bazan söner ve ölür. Mesnevi-i Nuriye ( 177 )

Bazı eblehler var ki, güneşi tanımadıkları için, bir âyinede güneşi görse, âyineyi sevmeye başlar. Şedid bir his ile onun muhafazasına çalışır. Tâ ki içindeki güneşi kaybolmasın. Ne vakit o ebleh; güneş, âyinenin ölmesiyle ölmediğini ve kırılmasıyla fena bulmadığını derketse, bütün muhabbetini gökteki güneşe çevirir. O vakit anlar ki, âyinede görülen güneş; âyineye tâbi değil, bekası ona mütevakkıf değil.. belki güneştir ki, o âyineyi o tarzda tutuyor ve onun parlamasına ve nuruna meded veriyor.

Güneşin bekası onunla değil; belki âyinenin hayatdar parlamasının bekası, güneşin cilvesine tâbidir. Mesnevi-i Nuriye ( 176 )

Âyâ bu insan zanneder mi ki, başı boş kalacak? Hâşâ!.. Belki insan, ebede meb’ustur ve saadet-i ebediyeye ve şekavet-i daimeye namzeddir. Küçük-büyük, az-çok her amelinden muhasebe görecek. Ya taltif veya tokat yiyecek. Mesnevi-i Nuriye ( 179 ) “Size böyle nimet eden zât, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız.” Sözler ( 425 )

İşte bu hadsiz hârika muhafazayı yapan Zât-ı Hafîz, kıyamet ve haşirde hafîziyetin tecelli-i ekberini göstereceğine kat’î bir işarettir. Evet bu ehemmiyetsiz, zâil, fâni tavırlarda bu derece kusursuz, galatsız hafîziyet cilvesi bir hüccet-i katıadır ki; ebedî tesiri ve azîm ehemmiyeti bulunan emanet-i kübra hamelesi ve arzın halifesi olan insanların ef’al, âsâr ve akvalleri ve hasenat ve seyyiatları, kemal-i dikkat ile muhafaza edilip muhasebesi görülecek. Mesnevi-i Nuriye ( 179 ) Hem anlarsın ki: İnsan, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır; belki bütün amellerinin suretleri alınıp yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri muhasebe için zabtedilir. Sözler ( 76 )

Madem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan bütün letaiflerini onda batırma. Çünki çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Mesnevi-i Nuriye ( 177 )

 İşte herbir hayvan, öyle bir kasr-ı İlahîdir. Hususan insan, o kasırların en güzeli ve o sarayların en acibidir. Ve bu insan denilen sarayın cevherleri; bir kısmı âlem-i ervahtan, bir kısmı âlem-i misalden ve Levh-i Mahfuz’dan ve diğer bir kısmı da hava âleminden, nur âleminden, anasır âleminden geldiği gibi; hacatı ebede uzanmış, emelleri semavat ve arzın aktarında intişar etmiş, rabıtaları, alâkaları dünya ve âhiret edvarında dağılmış bir saray-ı acib ve bir kasr-ı garibdir. Mesnevi-i Nuriye ( 176 )

Ey insan! Senin kalbin ve hüviyet ve mahiyetin, bir âyinedir. Senin fıtratında ve kalbinde bulunan şedid bir muhabbet-i beka, o âyine için değil ve o kalbin ve mahiyetin için değil.. belki o âyinede istidada göre cilvesi bulunan Bâki-i Zülcelal’in cilvesine karşı muhabbetindir ki, belâhet yüzünden o muhabbetin yüzü başka yere dönmüş. Madem öyledir. “Ya Bâki Ente-l Bâki” de. Yani madem sen varsın ve bâkisin; fena ve adem ne isterse bize yapsın, ehemmiyeti yok! Mesnevi-i Nuriye ( 176 )

İnsanın mabudu ve melcei ve halaskârı o olabilir ki; arz ve semaya hükmeder, dünya ve ukba dizginlerine mâliktir. Mesnevi-i Nuriye ( 176 )

İşte hafîziyetin cilve-i kübrasına ve mezkûr âyetin hakikatına şahidler hadd ü hesaba gelmez. Bu mes’eledeki gösterdiğimiz şahid; denizden bir katre, dağdan bir zerredir. Mesnevi-i Nuriye ( 179 )

Şimdi Allah’a ısmarladık. Gel, beraber bir dua  ederiz, sonra da buluşmak üzere ayrılırız.اَللّٰهُمَّ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ آمِينَ Kastamonu Lahikası ( 171 )

Said Nursi

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL