Etiket arşivi: rüstem garzanlı

Mustafa Sungur Ağabeyin “Manidar” Dediği Rüya!

Mustafa Sungur ağabeyin “ manidar” dediği rüya!

Evvela Mustafa Sungur ağabey hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum. 1929 Yılında Karabük, Eflâni ilçesinde doğdu. Kastamonu Gölköy Enstitüsü mezunudur. Evli ve yedi çocuk babasıdır. Bedîüzzamân Saîd Nursî’nin önde gelen talebelerindendir.

Mustafa Sungur, köy enstitüsünden mezun olduktan sonra, öğretmenlik yapmaya başladı. Bedîüzzamân ve Risâle-i Nur’u, öğretmen iken 1946 yılında tanıdı.

Bedîüzzamân’a mektuplar yazmaya başladı. Bedîüzzamân’ın “Nurun küçük kahramanlarından Mustafa Sungur ve Rahmi’nin az bir zamanda eski harfle, Mustafa Sungur’un gayet mükemmel, Meyve’nin 11. Meselesi Hatimesi ile Rahmi’nin Gençlik Rehberi’ni eski harflerle güzelce yazmaları ve Kastamonu’dan gelen kitaplarım içinde bize göndermeleri, hakikaten benim için yeni biraderzadelerim bir Abdurrahman ve Fuad dünyaya gelmiş gibi beni memnun ediyor.” bu ifadeleri kendisi için büyük değer taşımaktaydı.

1947 Eylül ayında Emirdağ’da Bedîüzzamân hazretleri ile görüşme şerefine nail olan Mustafa Sungur için, Üstad şöyle demiş: “Ceylan bir Sungur, Sungur bir Ceylan” keza, “Sungur benim evlâd-ı mâneviyemdir.”diyerek iltifatta bulunmuştur. Talebelerin kaldığı evde bir gece kalan Mustafa Sungur, ertesi gün Bedîüzzamân, kendisine 25 kuruş para göndererek Emirdağ’dan ayrılır.

1948 yılında Bedîüzzamân’ın Afyon’da tevkif edildiğini öğrenen Mustafa Sungur, Afyon’a gider,Mahkeme günü Bedîüzzamân ile görüşür, Bedîüzzamân’la görüşmenin suç sayıldığı o dönemde tutuklanarak onu da Üstadın kaldığı hapishaneye koyarlar. Altı ay ceza alan Mustafa Sungur, memuriyetten de atılır.

1949 yılında Bedîüzzamân ve talebeleri ile uzun bir süre kalan Mustafa Sungur, Samsun’da neşredilen Büyük Cihad gazetesine yazılar gönderir. Bu yazıların neşrinden sonra hakkında dâvâ açılır ve 19 Şubat 1953 yılında tutuklanır. Bir süre Ankara’da hapis yatıktan sonra memleketi Eflani’ye gider. Eflani’de fazla kalmaz, tekrar Isparta’ya döner. Bedîüzzamân’ın vefatına kadar yanında kalır. Mustafa Sungur ağabeyin hayatı bir umman denizine benzetilirse; bu umman denizinden ancak bir katre su alabildim. Ruhu şad olsun.

Sungur ağabeyin “manidar” dediği rüya!

Büyük öneme sahip olan 5 km. uzunluğu ile Çin, Hatay ve İstanbul’dan sonra Diyarbakır surları gelir. Halen surlarda ki kapılardan adres gösterirler. (Urfa kapı, çift kapı, tek kapı, Mardin kapı Saray kapı, Dağ kapı)

2005 Yılında gördüğüm bir rüyamın hülâsası şudur ki: Kapı numarası on olduğu için “on” numara ile maruf olan dershaneye gidiyordum. Eskide Urfa kapıdan, Balıkçılarbaşı semtine kadar yol gidiş- gelişliydi. Balıkçılarbaşında bir “U” dönüşü yaparak dershaneye gidiliyordu. İşte, “U” dönüşünün yapıldığı yerde siyah üniformalı temiz giyimli 5-6 kişinin tek sıra halinde birilerini ya da birini karşılamak üzere beklediklerini tahmin ettim.

Birisine sordum: “Burada niçin bekliyorsunuz?

Cevap: “Bedîüzzamânı bekliyoruz” dedi.

Bedîüzzamânı, görmek için ben de bekledim. Biraz sonra siyah renkli bir taksi yanımıza doğru geldi. Üstad, taksinin arka sağ tarafında oturmuş, şoförü de Abdurrahman Aras hocanın kardeşi, Hasan Aras idi.

Hasan: “işte Rüstem abi, Rüstem abi!” dedi.

Taksi yanımda durdu, kapıyı açtım. “Üstadım, müsaade ederseniz kemal-i iştiyakla elinizi öpeyim” dedim.

Üstad: “Bizde el öptürme yok, kardeşim” dedi. Üstadın elini öpmeye ısrarlıydım, hem de büyük bir arzu ve iştiyakla, tekrar: “efendim böyle bir fırsatı bekliyordum, müsaadenizle elini öpeyim” dedim.

Üstad,  sağ elini bana doğru uzattı, birkaç kez üst üste o mübarek zayıflamış elini öptüm, öptüm…

Üstad, Şoförüne Mustafa Sungur “On” numaradadır.  Oraya gidelim” dedi.

Rüyanın yorumunu siz değerli okuyucularıma havale ediyorum. Yalnız ben bundan hissediyorum ki: “Sungur, hayatınla hayatım devam edecek” Üstadın bu dikkat çekici takdir ve tahsînine mazhar olan Mustafa Sungur’un, çok sevdiği “on” numara dershanesine Üstad, manen gitmiş, imdad-i ruhani ile Sungur abinin yanında olduğunu da rüyada göstermiş, kanaatindeyim.

Bir müddet sonra Diyarbakır’da esnaflık yapan birisine rüyamı anlattım, o da telefonla Sungur ağabeyi aradı. Ağabey, bir kardeşimizin rüyasını size anlatacağım” rüyayı anlattıktan sonra, Sungur abi: “Maşallah, Çok manidar bir rüyadır,” dedi.

Sungur abi, Kabrin pür nur, mekânın cennet-i âlâ olsun!.. Âmin.

Rüstem Garzanlı

30.11.2014

www.NurNet.org

Cennet Ve Cehennem Nerededir?

Cennet ve Cehennem nerede olduğunu açıklamadan önce lüzumu hakkında bir nebze söz etmek istiyorum. Elbette mü’minler hem cennet hem de cehenneme inanırlar. Ancak cennete inananlar ve isteyenler cennete girebilirler. İnanmayanlara da cehennem hazırdır. Kur’an’ı Kerim’de: “Cennet muttakilere,(Tevbe,72) Cehennem ise kâfirlere hazırlanmıştır.(Bakara,24)

Rabb’ine suçlu olarak gelen kimse için cehennem vardır. O orada ne ölür ne de yaşar.”(Tâhâ: 74)

O münkirler ölmez ki azapları son bulsun, rahat değildirler. Böyle bir hayatın içinde yaşayanlara elbette yaşıyor, denilemez. Çünkü ruh bedenle birlikte sürekli azap içindedir.

“Biz o kâfirlerin boyunlarına demir boyunduruklar takarız. Onlar ancak yapmış olduklarının cezasını çekerler.”(Sebe: 33)

İnsanı bunaltacak ne varsa hepsi cehennemde vardır. Birkaç örnek vermek gerekirse: İğrenç kokular, acı çığlıklar, eşek gibi anırmalar, demir topuzlar, kırbaçlar, halka ve zincirlerin eziyeti altında çeşit çeşit işkencelere maruz kalırlar.

“Bunlara benzer daha çeşit çeşit acılar da vardır.” (Sâd: 58)

“Öyleyse tadın azabı! Zâlimlerin yardımcısı yoktur.”(Fâtır: 37)

“Ey iman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim: 6)

Kur’an’ı Kerim’in daha birçok ayetlerinde cennet ve cehennemden söz eder. Cennet ve cehennemin olmaması zaten fıtri kanunlara da aykırıdır. Zalim zulüm edecek daha sonra geberdiğinde herhangi bir ceza ile cezalandırmayacak, olur mu? Cehennem mücazat, cennet ise mükâfat yeridir. Kâfirler için Yaşasın cehennem!..

Muhammedü’l- Emin olan efendimize, (a.s.m.) Miraç gecesinde cennet ve cehennem gösterilmiştir. (Buharî, Nikâh, 88) Ayrıca cennetin varlığı Hz. Âdem kıssasıyla da sabit olmakta, cehennemin halen mevcudiyeti de onunla kıyaslanmaktadır.(İslâm Ansiklopedisi,VII/185.)

İman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: “Bu daha önce de rızıklandığımızdır” derler. Bu onlara (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (Bakara,25)

Bediüzzaman’a göre Cehennemin yeri kesin bilinmemekle beraber, şöyle cevap vermiş:

“De ki: her şeyin bilgisi Allah katındadır.” Neml, 27/65

“Gaybı Allah’dan başka kimse bilmez.” Mülk, 67/26

Cehennemin yeri bazı rivayetlerde “yerin altı” denilmiştir. Yer küresi, yıllık hareketiyle ileride haşir meydanının etrafında bir daire çiziyor. Cehennem ikidir. Biri küçük cehennem, diğeri de büyük cehennemdir. Küçük cehennem büyük cehennemin çekirdeğidir. İleride küçük cehennem büyük cehenneme inkılab edecek ve büyük cehennemden bir menzil olacaktır.

Küçük cehennem yerin altında, yani merkezindedir. Çünkü kürenin altı merkezidir. Coğrafya âlimlerince bilinmektedir ki, her otuz üç metre kazıda bir derece sıcaklık artar. Yerin yarıçapı altı bin küsur kilometre olduğuna göre, merkeze kadar bu sıcaklık iki yüz bin dereceyi bulur. Bu ateş, dünya ateşinden iki yüz defa daha şiddetlidir. Küçük cehennem, büyük cehenneme ait birçok görevleri dünyada ve berzah âleminde yapmıştır. Âhiret âleminde ise yer küre, sakinlerini yıllık hareketiyle etrafında daire çizdiği haşir meydanına döker. Tabii ki içindeki küçük cehennemi de büyük cehenneme teslim eder.

Mu’tezilenin bazı imamları: “Cehennem sonradan yaratılacaktır.” demiş olsalar da onların bu sözleri yanlıştır. Cehennem yaratılmıştır. Fakat hâlihazırda tamamıyla inbisat ve sakinlerine tam münasip bir tarzda henüz inkişaf etmemiştir.

Kaldı ki gayb perdesinin içindeki ahiret âlemine ait menzilleri bu dünya gözümüzle görmek ve göstermek için ya kâinatı küçültüp iki vilayet şekline getirmeli, ya da gözümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalıdır. İkisi de şu an mümkün olmadığına göre, öyleyse âhiret âlemine ait menzilleri de, bu dünya gözümüzle görmek mümkün olmayacaktır. Fakat bazı rivayetlerin işaretiyle ahiretteki cehennemin bu dünyamızla münasebeti vardır. Mesela, yazın şiddetli sıcaklığına “min feyhi cehennem” yani “cehennemin kaynamasındandır” denilmiştir. Mektubat

Rüstem Garzanlı

04.11.2014

www.NurNet.org

Kocatepe Mevlidinden İttihad-ı İslâm’a Selâm Olsun!..

Bediüzzaman Hazretlerinin vefatının 54. Yıl dönümü münasebetiyle Ankara Kocatepe Camii’nde okutulan mevlid-i şerife Türkiye’nin dört bir yanından ve yurt dışından gelen muhabbet fedaileri adeta Asr-ı Saadet’te Hz. Ebubekir’in Sahabe-i kirama gösterdiği sıdk, sevgi, muhabbet ve kucaklaşmayı, Risale-i Nur’un muhabbet fedaileri de Kocatepe camisinde göstererek, âlem-i İslâm’a selâm olsun, dediler.

İşte Bediüzzaman Hazretleri, bir asır önce Şam’da, Emevi camisinde islâm âlemine yaptığı “ittihad-ı İslâm” çağrısı, adeta 19 Ekim 2014 günü Kocatepe Camisinde de ittihad-i İslâm’a çağrı yapıldığı müşahede edilmiştir.

Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun hüsnü kabul gördüğü davete manidar mesajı ile manen icabet buyurmuşlardır. “Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin aziz hatırasına düzenlenen programa nazik davetiniz için teşekkür ederim. Büyük İslâm âlimini şükran ve rahmetle anıyor, değerli hatırası önünde saygıyla eğiliyor, programa katılan tüm misafirlere sevgi ve selamlarımı gönderiyorum.” Bu manidar mesajı ile Bediüzzaman Hazretlerinin ortaya koyduğu tespitlerine saygı gösteren Sayın Başbakanımız, elbette keyfiyetindeki alicenaplığı ve büyük devlet olma hususiyetini göstermişlerdir.

Bediüzzaman’ın hayatta olan talebeleri ve varisleri olan ağabeylerimiz, yaşlı ve bedenen rahatsız olduklarından dolayı Kocatepe mevlidine iştirak edememişler, Bu ağabeylerimize Cenab-i Allah’tan sağlıklı, hayırlı ve uzun ömür dilerim. Ömürleri kifayet ederse ve sağlık durumları da müsait olursa, inşallah seneye tertibi düşünen Bediüzzaman’ın, Kocatepe mevlidine iştirak buyurmaları hâlinde cemaati sevindirmiş olacaklardır.

Kocatepe mevlidinin organize ve tertibinde emeği geçen başta Yeni Asya Gazetesi Yönetim Kurulu üyelerini, organizede yer alan eğitimli çalışkan ve fedakâr personellerini ben asaleten, tüm katılımcılara da (kabulü halinde) vekâleten tebrik ediyorum.

Mevlit öncesi emekli merkez vaizi Mehmet Yüce’nin birlik ve beraberlik için yaptığı etkili konuşması, keza Yeni Asya Yönetim Kurulu üyesi Ali Yaparlu’nun kardeşliğe yaptığı çağrı, Mustafa Sungur Küçükoğlu’nun uhuvvet risalesinden yaptığı ders, Cami imam hatipleri ve müezzinleri tarafından okunan Mevlid-i Şerif ve ardından da Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz’ın âlem-i İslam’a ve İnsanlık için yaptığı büyük duaya, 30.000’in üzerinde bulunan ziyaretçilerin kemal-i iştiyakla ellerini semaya kaldırıp âmin demeleri ile mevlit sona ermiştir.

Tek kelime ile Mevlit mükemmel ve muhteşem olmuştur. Cenab-i Allah seneye tekrarını nasip etsin. Amin!..

Yaşasın uhuvvet!..

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

20.10.2014

Kardeşlik Nedir?

İnsanları birbirlerine yakınlaştıran ya nesep veya iman ve fikir birliği kardeşliğidir. Öyle zaman oluyor ki iman kardeşliği, nesep kardeşliğinden de üstün tutuluyor. Cenab-i Allah buyurur: “Müminler ancak kardeştirler. Öyle ise kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan korkup sakının. Umulur ki esirgenirsiniz.”Hucürat, 49/10

“O mü’minler ki, haklarına, yurtlarına tecavüz edildiği zaman onlar yardımlaşırlar.” Şuara, 26/26

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve yekdiğerini korumakta tek bir vücut gibidir. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsız olursa, öteki uzuvları da bu yüzden rahatsız olur ve uykusuz kalır.”Buhari, Edeb 27,

Yukarıda ki ayet ve hadislerden de anlaşıldığı üzere, ancak iman bağıyla bir araya gelenler kardeş olabilirler. Bu şekilde ki kardeşlik dünyanın neresinde olursa olsun, hangi dili konuşuyorsa konuşsun, rengi, mezhebi, ırkı ne olursa olsun iman cihetiyle kardeştirler. Bu konu ile alakalı Risale-i Nur eserlerinden, İhlâs ve uhuvvet risalesinde çok güzel izahlar vardır.

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluk bulamazsın ki onlar Allah’a ve Resulûne karşı başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar, bunlar ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir” el-Mücadele, 58/22

Mü’minleri birbirine bağlayan bağ, iman üzerine devam eden kardeşlik bağıdır, Allah’ın ipine sımsıkı sarılıp kardeşlik bağını kuvvetlendirmek şartı iledir.

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah’a ve Resulûne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği kimseler bunlardır…” Et-Tevbe, 9/71

Demek ki, kardeş sadık dost olmaktır. Hz. Ebubekir-ı Sıddık’ın Hz. Muhammed’e olan bağlılığı gibi, sevinçte ve kederde beraber olmayı göze almaktır. Medine’ye hicret eden sahabeleri kucaklayan Ensar kardeşliği göstermektir. İman kardeşliği Sevgi, saygı, yardımlaşma ve dayanışma demektir. Bunlar olmadan kardeşlik zaten olamaz. İşte Kur’an’ın işaret ettiği kardeşlik budur. Sosyal ve içtimai hayatın düzeni ancak samimi kardeşlik bağları ile tanzim edile bilir.

Efendimizle birlikte Medine’ye hicret eden sahabeleri kucaklayan Ensarlar; muhacir kardeşlerinin nefislerini, kendi nefislerinden daha üstün tutmuşlar. Medine halkı muhacir kardeşlerini birer, ikişer evlerine misafir almışlar. Günlük yiyeceklerini, bağ, bahçe ve hayvanlarını onlarla paylaşmışlar. İşte kardeşliğe en güzel örnek, Muhacir- Ensar örneği olsa gerek.

Cenab-i Allah şöyle buyurur: “Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı yerleştirenler ise, kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinde bir açıklık olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa, işte onlar, felah bulanlardır” el-Haşr, 59/9

Kardeşlik üzerine bu yazıyı yazmaya beni sevk eden elbette mü’minlerin iman kardeşliğine dayanan sosyal ve içtimai meselelerdir. Bugün komşumuz olan Irak ve Suriye halkının gerek idari rejimin zulüm ve istibdadından gerekse Irak, Şam İslâmi Devlet adı altında örgütlenen “IŞİD” belâsından kaçarak memleketimize sığınan 1.500.000 mülteci ve muhacir insanlara devletimiz kucak açmıştır. Bu insanlara her ne kadar devlet bir nebze barınma ve yiyecek ve içecek konusunda imkân sağlamış ise de gene yetersiz olduğu bilinmektedir. Bu mazlum ve mağdur insanlar Türkiye’nin dört bir tarafına dağılarak birçoğu dilencilikle geçimini sağlıyorlar.

Oysa Ensarlar muhacirlerine dilencilik yaptırmadılar, Osmanlı devleti 640 sene dünya üzerinde kurduğu hâkimiyetin altında adalet, hakkaniyet ve misafirperverlikleri olmuştur. Misafirperverlik nişaneleri olan kervansaraylar, konaklama yerleri bugün kültür miraslarımızın başında gelmektedir. Ana dolunun her yerinde bu şaheserler halen ayakta duruyor. Misafirperverlik İslamiyet’in, insaniyetin ve kültürümüzün gereğidir. Misafirperverlik geleneğimize sahip çıkmak aslı görevimizdir. Memleketimize sığınan bu mazlum muhacir halkı kucaklama ve onlara sahip çıkma zamanıdır. Evlerimize misafir edemiyorsak; bari maddi desteklerimiz ile bir nebze yaralarını sarmalıyız. Ufakta olsa hediyelerle gönülleri almalıyız.

Kardeşliği ne güzel tarif etmiş Fahr-i âlem (a.s.m.): “Hiçbiriniz kendi nefsiniz için arzu ettiğinizi kardeşiniz için etmedikçe iman etmiş olmaz” Buhârî, imân, 7,

Rüstem Garzanlı

11.10.2014

www.NurNet.org

Kurban Kesimi ve Arefe Günün Önemi Nedir?

Allah’a mânen yaklaşmak için, ibâdet niyetiyle kesilen hayvana kurban denir. Hicretin 2. yılında kurban kesimi meşru kılınmıştır. Cenab-i Allah, Hazreti Muhammed’e (asm) hitaben: “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” Kevser süresi, ayet 2. İslâm âlimleri, bu ayetle imkânı yerinde olan mü’minlere de kurban kesimine işaret olduğunu belirtiyorlar.

Ebû Hüreyre’den, rivayet edilmiş: “Hâli vakti yerinde olup da kurban kesmeyen kimse bizim mescidimize yaklaşmasın…” görüldüğü üzere maddi durumu iyi olan mü’minler kurban kessin. İmkânı olup ta kurban kesmeyenler için “Mescidimize yaklaşmasın” ifadesiyle de ibadetleri makbul olamayacağı anlaşılmaktadır. “Kurbanlarınızı büyük büyük kesin. Muhakkak ki onlar, Sırat’ta sizin binek hayvanlarınızdır.” demekle de, büyük baş hayvanları kurban etmeğe teşvik edilmiştir.

Kurban kesme, aynı zamanda insanlar için büyük bir nimet ve rahmettir. Maddi durumu müsait olan mü’minler, kestikleri kurbanın etini çevredeki ihtiyaç sahiplerine dağıtmakla yararlanan fakirler; bu kez zenginlere karşı hürmet ve saygı gösterilir. Dolayısıyla fakir- zengin arasındaki kin ve adavette ortadan kalkar, haset yerine; kardeşlik bağı perçinleşir, böylece bayram mutluluğu hep beraber yaşanmış olur.

Peygamberimiz (a.s.m.) Medine çevresinde kıtlık olduğu senelerde, “Kimse evinde üç günden fazla kurban eti bulundurmasın.” buyurmuş, yani çevrede bulunan ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmayı istemiş, kıtlık bitiği sonraki senelerde ise bu üç gün müddetini kaldırmıştır.

Kâinatın medar-i iftiharı Hz. Muhammed, (a.s.m.) yaşadığı sekiz bayramda da en az iki kurban kesmiştir. Bu da bizlere kurbanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Durumu müsait olanlar tek kurbanla yetinmeyip, âlemlere Rahmet olarak gönderilen fahr-i âlem, kurban kesiminde de örnek olmuştur. İmkânı olan Efendimizi örnek alarak iki veya daha fazla kurban kesip çevresinde bulunan fakirlere, komşu ve yakınlarına kurban etini dağıtsın, yardımlaşma ile birlik, beraberlik, sevgi ve samimiyet gösterilsin.

Ayrıca unutmayalım ki, bugünlerde IŞİD zulmünden mustarip olup Türkiye’ye sığınan Suriye ve Irak muhacirleri de maddeten fakir ve mazlum insanlardırlar. Bu insanlara Ensarlar gibi kucak açıp maddi sıkıntılarına ortak olmak, acılarını paylaşmak hem insani hem de insani bir görevdir.

Arefe günün önemi nedir?
Arefe, Kurban Bayramından bir önceki gün, hicri takvimine göre Zilhicce ayının 9’uncu günüdür. 10’uncu gün ise Kurban Bayramının ilk günüdür.
Cenab-ı Allah, (c.c.) Kur’an’ı Kerim’de üzerine yemin edilen,(Fecr,2) Zilhicce’nin ilk on gecesinin ne kadar kıymetli olduğu anlaşılmaktadır.
Duanın faziletlisi, arefe günü yapılanıdır. (Beyhaki)

Bediüzzaman, arefe ile ilgili bir hususiyeti şöyle belirtiyor: “Aziz, mübarek kardeşlerim. Bizim memlekette eskide Arefe gününde bin İhlâs-ı Şerif okurduk. Ben, şimdi bir gün evvel beş yüz ve arefede dahi beş yüz okuyabilirim. Kendine güvenen, birden okuyabilir. Ben, gerçi sizleri göremiyorum ve hususî her birinizle görüşmüyorum. Fakat ben, ekser vakitler, dua içinde her birinizle bazen ismiyle sohbet ederim.” Şualar, 266
Bugünlerde fazileti yüksek olan, tesbihi (Sübhanallah) tahmidi (Elhamdülillah) tehlili (La ilahe illallah) ve tekbiri (Allahu ekber) çok zikir edelim.

Sonuç olarak, İnsanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma sağlansın ki, sulh çiçeği ebediyen solmasın, kimse kimseye dargın kalmasın, çünkü dostluğun ve barışın tek şartı bağışlamaktır. Onun için bağışlamayı ve yardımlaşmayı bilelim ki dargın kimse kalmasın.

Kurban bayramı tüm İslâm âlemine ve insanlığa hayırlara vesile olmasını dilerim.

Rüstem Garzanlı
30.09.2014

www.NurNet.org